Paylaşım Yap

Oyun

Oyun
1 saat 14 dakika
84
  • Blog Yazısı
Blog Yazısı
Tüm Reklamları Kapat

-unutma sadece bir ay süren var, yolun başına dönebileceksin.

-aile babası yaşamım ne olacak?

-bunu paralel evrenler gibi düşün, aile babası olarak hayatına devam ederken sana ikinci şans verilecek geriye döndüğünde bilgilerin yine hafızanda olacak öğretmenlerin senin dahi olduğunu düşünecekler tüm disiplinlerdeki üst düzey bilgilerini geri döndüğün okulunda kullanabileceksin ve elbette hayatını etkileyecek o sınavda bu kez başarılı olup gençlik yıllarında hayalini kurduğun üniversiteyi kazanacaksın.

Tüm Reklamları Kapat

-bu ayrıcalık bana neden veriliyor?

-on sekiz yaşında girdiğin sınavda heyecandan bilincini bir süre kaybettin, görevli öğretmenler kısa süre bayıldığın için seferber oldular zaman kaybettin ve sınavı kazanamadın. Bu mağduriyet seni seçkin kişi yaptı artık o sınavda başarısız olma şansın yok. Zorlandığın grafik sorularında yanındaki arkadaşa sorman gerekmeyecek özel ders alamadığın için anlamadığın konular olmayacak.

Şu an hayatında hedeflediğin amaca ulaşamadın bunun farkındayız dergilere yolladığın makaleler basılmaya değer görülmüyor, katıldığın edebiyat yarışmalarında dereceye giremedin.

Bu sonuçlar yaşam ile bağını kopardı kabul ediyorum. Ben senin iyilik meleğin olarak görevlendirildim çünkü karşına çıkan başarısızlıklar seni hayattan koparmamalı, mücadele etmelisin!

Tüm Reklamları Kapat

Başarı kimseye altın tabak içinde sunulmaz. Seni anlamaya çalışıyorum, bu dünyadan ayrıldıktan sonra iz bırakmak istiyorsun, Montaigne gibi yüzyıllar sonra okunmak istiyorsun.

-senin gerçek olup olmadığını anlamakta zorlanıyorum, bu bir rüya olmalı.

-inan bana bu yaşam kadar gerçek, beş yaşındayken balkondan aşırı derecede sarktığında yardımına ben koştum. O günü hatırlıyor musun?

İlkokul birinci sınıfta hece kitabına çalışırken öğretmenin yanına geldi, elinde kalın mavi karton kapaklı bir kitap vardı, sınıfta sadece sana bu kitabı hediye etti ve sen ilk satırı yaşamın boyunca unutmadın.

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

-Tom!Tom! neredesin seni haylaz çocuk!

O çocuk romanı kitapların dünyasına kapıyı araladı ve yaşamın boyunca bir kitap kurdu oldun. İlk romanlarında büyükler için yazdın. Deneme şiir, otobiyografi ve polisiye romanları yazdın. Her gece bilgisayarın başına oturup bu gün şiirlerimi kaç kişi okudu? Sorusuna cevap bulmak için heyecan içinde sayfanın açılmasını bekledin, şu an durum biraz farklı. ilk kez bir çocuk romanı yazacaksın "TOM SAWYER " gibi ve bu kitabı birlikte yazacağız!

İlkokul günlerini ve sınıf arkadaşlarını unutmamış olman senin için bir avantaj. İnan bana hatıralarla yaşamanın aklına gelmeyecek faydaları vardır.

Anılarla yaşamak gerekli ancak yeterli değildir, çocuk romanı yazarken dikkatli olmalısın. Kelimeleri seçerken titiz davranmalısın. İlk kitap bir çocuğu kitaplarla dost yapabildiği gibi okuma heyecanını söndürebilir de.

Unutma, gelecek nesiller mutlaka okumalı!

-Benim de tam olarak yapmak istediğim bu aslında. Sen de gözlemlemişsindir günümüzde çocuklar ve gençler tabletlere ve telefonlara çok zaman ayırıyor. cümle kurmakta , kitap okumakta ve muhakeme etmekte zorlanıyorlar. Öğrencilik yıllarımda ben de çok parlak bir öğrenci değildim ama boş zamanlarımda dünya klasiklerini okudum. Bu noktada aklıma şu soru takılıyor:

Tüm Reklamları Kapat

"benim çocukluğumda tablet icat edilmiş olsaydı yine kitaplarla dost olur muydum?"

-bu soruya yanıt veremem ama ilk gençlik yıllarında "atari" dediğin o koca makinelere sen de fazla zaman ayırıyordun.

-o günler çok geride kaldı ve sen bana özlemle aradığım hatıralarımı yeniden yaşama şansı veriyorsun. Bu nedenle sana minnettarım. En önemlisi iki yıl önce salgında kaybettiğim annemi yeniden görme şansım olacak. Onu göreceğim değil mi?

Tüm Reklamları Kapat

-elbette göreceksin, gün ağarırken annen erkenden uyanıp sobanın küllerini boşaltacak senin için kahvaltı hazırlayacak ve sen her sabah olduğu gibi kül dolu soğuk teneke kutuyu sokağın başındaki çöp kutusuna boşaltıp hızla eve döneceksin.

1982 yılındaki o dar sokaklarda komşu çocukları ile top peşinde koşacaksın.

-Polisiye romanları çok seviyorum, iyilik meleğim. Bununla birlikte polisiye yazmak ayrı bir yetenek gerektiriyor. Deneme yada roman yazarken kendimi özgür hissediyorum. Çocuk romanı konusunda ise dikkatli olmak gerek haklısın.

"Küçük Prens" güzel bir çocuk kitabı ama ATATÜRK'ü

Tüm Reklamları Kapat

Agora Bilim Pazarı
The Adventures Of Sherlock Holmes (Sir Arthur Conan Doyle)
  • A Scandal in Bohemia
  • The Red-Headed League
  • A Case of Identity
  • The Boscombe Valley Mystery
  • The Five Orange Pips
  • The Man with The Twisted Lip
  • The Adventure of the Blue Carbuncle
  • The Adventure of the Speckled Band
  • The Adventure of the Engineer’s Thumb
  • The Adventure of the Noble Bachelor
  • The Adventure of the Beryl Coronet
  • The Adventure of the Copper Beeches

Warning: Unlike most of the books in our store, this book is in English.
Uyarı: Agora Bilim Pazarı’ndaki diğer birçok kitabın aksine, bu kitap İngilizcedir.

Devamını Göster
₺200.00
The Adventures Of Sherlock Holmes (Sir Arthur Conan Doyle)
  • Dış Sitelerde Paylaş

Bir diktatör olarak nitelediği için sevmiyorum.

Sence kitabımın ilk cümlesi ne olmalı?

İlk cümle okuyucu için çok önemlidir.

Küçük Prens bir soru cümlesi ile başlıyor:"benim için bir koyun çizer misiniz?"

Tom Sawyer ise iyi kalpli teyzenin öksüz ve yetim olan yaramaz Tom'a seslenmesi ile başlıyor.

İlk satır bir kahramanın konuşması mı olmalı yoksa bir tasvir mi olmalı?

"gazap üzümleri" isimli kitabın uzun bir tasvirle başladığını hatırlıyorum. Son sayfasında beni çok üzen Şeker Portakalı isimli çocuk kitabının nasıl başladığını ise şu an hatırlayamadım. İlk olarak "Zeze " gibi bir çocuk kahraman yaratmalıyım.

-bu kitabın çocuk kahramanı sen olacaksın. Kısa pantolon ve yaralı dizkapaklarınla evinizin yanındaki yıkılmış köşkün bahçesindeki ağacın gölgesinde bilye oynayan küçük çocuk bu romanın kahramanı olacak.

Zeze sensin Necip!

-çok güzel, romanın kahramanını belirledik ancak iş sadece kahramanı belirlemekle bitmiyor. Çocuk romanında mutlaka macera olmalı.

Tüm Reklamları Kapat

Afacan beşler okumadın mı?

Tom ve arkadaşı Huck azılı suçluların yakalanmasına yardımcı olur ayrıca Tom ve sınıf arkadaşı Becky okul gezisinde sınıftan ayrılıp kaybolur ve bir mağaraya sığınır.

Macera konusunda en iyi kitabın Afacan beşler olduğunu düşünüyorum. İki kız iki erkek çocuk ve bir kahraman köpek (Tim) bir ekip çalışması ile kötü adamların yakalanmasında güvenlik güçlerine yardımcı olur.

-bizim romanımızda kötü adam yok. Klasik çocuk kitaplarından farklı olacak. Okuluna öğrenci olarak geri döndüğün zaman macera başlayacak. Çocukluğunda sevdiğin bir hayvan dostun var mıydı?

Tüm Reklamları Kapat

-çocukluğumda sokakta gördüğüm her kedinin üşüdüğünü düşünürdüm. Sokakta bazı çocukların kedilere ve köpeklere taş attıklarına şahit olmuştum.1982 yılında evinde kedi yada köpek besleyen kaç tane aile vardı ki? Günümüzde apartman dairesinde kedi beslemek çok revaçta ne yazık ki obez kedileri yazılı ya da görsel medyada izliyorum. Çocukluğumda hatırladığım tek hayvan dostum beyaz bir tavşan yavrusuydu, eflatun renkli gözleri sürekli hareket halinde olan burnu ile evimizin neşesi olmuştu.

Annem tavşanı bir arkadaşından ödünç almıştı, kısa bir süre misafirimiz olan bu tatlı tüy yumağından ayrılmak zor olmuştu. Macera konusunda sana katılmıyorum. Bir romanda mutlaka aksiyon olmalıdır. Çocukluğumda yazmaya değer bir olay oldu mu diye düşünüyorum şu an.

-iyi bir kitapta mutlaka aksiyon olmalı mı?

Sofie'nin Dünyası isimli kitapta aksiyon var mıydı?

Tüm Reklamları Kapat

-hayır , yoktu. Kitap çok sürükleyiciydi sevgili meleğim.

-ergenlik çağındaki Sofie Amudsen gizemli bir mektup alır ve öykü başlar. Felsefe tarihini okuyucuyu sıkmadan anlatan gizemli mektuplarla merak uyandıran bir kitap.

Bizim kitabımızda amacımız çocuklarımıza bilimi sevdirmek olacak, sen benim tarafımdan gönderilen gizemli mesajlar alacaksın ve ergenlik çağındaki tükenmeyen enerjin ile sana verilen ikinci şansı kullanarak bilimin perdesini aralayacaksın.

Bugün 15 eylül 1982, okulun ilk günü. Annemin elini sıkı tutuyorum üzerimde siyah önlüğüm var. Okul evimizden sadece yüz metre uzakta, plastik çubuklarım ve renkli abaküsüm geçen hafta alındı.

Tüm Reklamları Kapat

İlk ders defterimize dik doğrular ; ikinci ders eğik doğrular çiziyoruz. Öğretmenimiz bize gitarı ile şarkılar

Söyledi. Annesinden ayrılmak istemeyenler göz yaşlarına boğuldu. Yıllar sonra tekrar tebeşir tozu yuttum, kara tahtaya doğru parçaları çizdim. Sınıfın duvarlarında mevsimler köşesi, Atatürk köşesi ve tarih şeridi ile büyük bir Türkiye haritası var.

Ayşe'yi tekrar görmek çok güzel!ilk sırada onunla beraber oturuyoruz.

Plastik çubuklarımızdan geometrik şekiller yaptık,plastik kuru fasulyelerimizle saymayı öğrendik, arka sırada Figen ve Meliha oturuyor.

Tüm Reklamları Kapat

Beslenme saatinde haşlanmış yumurta,peynir ve zeytin ile minik bir kahvaltı yaptım.

Ve hiç unutmadığım o an geldi. Öğretmenim bana kitap hediye etti, bu bir dejavu. İlk pişmanlığımı okullar arası bilgi yarışmasında yaşamıştım. Cumhuriyet ilkokulu ekibinin lideri seçildim. Gerçek hayatımda aynı cevabı iki soruya vererek hata yapmıştım. İlk soruda cevap doğruydu ancak ikinci sorunun cevabı belgisiz sıfat değil belgisiz zamir olacaktı ve benim hatam yüzünden okulumuz elenecekti,ama bir dakika!

İyilik meleğim bana bir fırsat tanıdı artık hata yapmak yok! Beklediğim an gelmişti, büyük salonda rakip okulun ekibi tam karşımızdaydı ve puan durumu eşitti. Türkçe sorusu jüri tarafından okundu. Cevabı elimdeki beyaz kartona yazmalıydım, ekibime dönüp" Arkadaşlar

Aynı cevabı iki kez yazamayız bu nedenle sorunun cevabı belgisiz zamir olacak " dedim ve o an zamanda bir kırılma oldu. Biz kazandık. Bu yarışma bana kaybetmeyi öğretmişti eve kadar ağlamıştım. Babam asık suratla nasıl bu kadar dikkatsiz olduğumu sormuştu, oysa bu anılar iyilik meleğim sayesinde yok olmuştu. Finallerde ise yaptığım hatayı hiç unutmamıştım. Bir düzlemde sonsuz tane doğru vardır ve bu nedenle düzlemin iki değil sonsuz tane alt uzayı vardır. Öğretmenlerim bu yaşta nasıl derin geometri bilgisine sahip olduğumu düşünerek şaşırıyor.

Tüm Reklamları Kapat

"nokta" boyutu olmayan bir geometrik şekildir diyorum, sonsuz tane nokta bir araya gelerek bir doğru ;sonsuz tane doğru bir araya gelerek bir düzlem oluşturur. Düzlem iki boyutludur:uzunluk ve genişlik.

Yaşadığımız uzay ise üç boyutludur. Düzlemde olmayan boyut yüksekliktir. Benim ve sıra arkadaşım Ayşe'nin yerden yüksekliği ölçülebilir.

Okul müdürü beni tebrik ederken babam benimle gurur duyduğunu söylüyor. Unuttuğum bir nokta var bizi biz yapan hatalarımızdır, oysa benim hata yapma şansım yok. İyilik meleğim gerçekten bana iyilik mi yaptı acaba?

İnsanlar hata yaparak olgunlaşır ve doğruya ulaşır. İlk bakışta bu yetenek büyük bir lütuf gibi geldi. Sokağımızın virane konağının bahçesinde futbol oynuyoruz,birazdan gerçek hayatımda Mehmet ile kavga edeceğimi ve ben onunla konuşmaya çalışırken burnumu kıracağını biliyorum. Beklediğim an geldi, Mehmet topu fırlatıp bana doğru koşarak geldi ama ilk darbeyi ben vurdum, zavallı çocuğun dudağı kanamaya başladı. Kendimi hile yapan bir oyuncu gibi hissettim. Mehmet ağlayarak eve gitti. Kuzenim yaptığım hareketin çok yanlış olduğunu bunun sadece bir oyun olduğunu söyledi. Bu oyunu gereğinden fazla ciddiye aldığımı ve gereksiz yere kalp kırdığımı belirtip evine gitti. Bu sözü hiç unutmamıştım. Gerçek hayatımda dudaklarının kanaması gereken kişi bendim. Mehmet'in bana vuracağını beklemiyordum ve ben onun karşısında

Tüm Reklamları Kapat

Saf saf beklerken yumruğunu birden burnumda hissetmiştim, olması gereken buydu!

Annem ve babam tarafından sürekli takdir edilmek

Beni yormaya başladı. Bu alternatif zamanda ders çalışmaya gerek yok bir dikdörtgenin alanının kısa kenar ile uzun kenarın çarpımına eşit olduğunu zaten biliyorum. İngilizce ve almanca konuşabiliyorum. Yaşıtlarım ise yeni kelimeleri öğrenmek için defalarca yazmak zorunda kalıyor. Ayşe ise hayatından memnun. Okul birincisinin sıra arkadaşı olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyor ama bu mutluluk kısa sürecek. İkinci sınıfta Ayşe okulumuzdan ayrılacak. Babasının memur olması nedeni ile taşınacaklar. Ona gerçeği anlatsam deli olduğumu düşünecektir.

"Ayşe ben aslında elli yaşında amatör bir yazarım. Lise yıllarımda bir türlü öğrenemediğim organik kimya dersini otuz yaşında sıcak yaz günlerinde öğrenci gibi ders çalışarak öğrendim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum."

Tüm Reklamları Kapat

Hakkımda ne düşünür acaba? Onun beyaz tokalarını çok seviyorum. Okulun avlusunda onunla "elim sende" ya da saklambaç oynamak ne kadar güzel! Çocuk olmayı çok özlemişim!

Her şey yolunda , hayatımda başarısızlığa yer yok . ayşe yanımdan ayrılmıyor ama ben mutlu değilim. Beni rahatsız eden nedir bilmiyorum. Kendimi kopya çeken bir öğrenci gibi hissediyorum. Sınıf arkadaşlarıma haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım. Onlar minik beyinleri ile ilk kez duydukları geometrik terimleri pekiştirmeye çalışırken ben tecrübem sayesinde hiç zorlanmıyorum.

-senin iyilik meleği olduğunu sanıyordum.

-ben sana iyilik ettim, sayemde yirmi yaşında genç bir profesör olacaksın uluslar arası dergilerde senin ismin yazacak ve farklı ülkelerde seminerlere katılacaksın.

Tüm Reklamları Kapat

-sadece bir ay sürem olduğunu söylemiştin. Başarısız olduğum üniversite giriş sınavında yapamadığım soruları kolaylıkla çözüp yeni mesleğimle yeni bir hayata başlayacaktım!

-hesaplarda bir değişiklik oldu,Necip.

-benim yüzümden çocuğun dudağı kanadı, kendimi suçlu hissediyorum.

-sen vurmasaydın o sana vuracaktı, bu nedenle kendini suçlu hissetmene gerek yok, sen kendini savundun.

Tüm Reklamları Kapat

-ona şiddet uyguladım yaptığım yanlıştı bir çocuk arkadaşına vurmamalı onun kendisine vuracağından emin olsa bile!

-yani birisi sana vurunca sen öbür yanağını gösterip buraya da vur mu diyeceksin? Tanrıdan dilekte bulunduğun zaman dikkatli ol,Necip kimi dilekler onun tarafından kabul edilir. Gerçek yaşamında üniversiteyi bitirdikten sonra yaz sıcaklarında ders çalışıp öğretim görevlisi olmak için jürinin karşısında başarısız oldun ve salondan ayrılırken bunu hak etmediğini düşündün. Tanrı seni duydu ve dilediğin gerçekleşti, daha ne istiyorsun?

-bu gerçek dünya değil iyilik meleği, sanal dünyada yaşıyorum. Bak sana gauss'un öykünü anlatayım. Gauss on yaşındayken matematik öğretmeni o gün ders anlatmak istemez ancak öğrencilerin meşgul olması gerekmektedir. Bu amaçla herkesin birden yüze kadar olan sayıların toplamını bulmasını ister. Gauss ilk sayı olan bir ile son sayı olan yüzü ,toplar ve defterinin köşesine yüz bir yazar. İkinci sayı olan iki ile sondan bir önceki sayı olan doksan dokuz sayısını toplar ve yüz bir bulur. Bu şekilde tam elli tane yüz bir olduğunu anlayıp çarpma yapınca cevabı 5050 bulur. Cevabı bulması

Birkaç dakikasını almıştır. İki ders boyunca öğretmen masasında gazetesini okuyacağını hayal eden öğretmen cevabın doğru olduğunu anlayınca şok olur ve karşısındaki çocuğun bir dahi olduğunu anlar. O doğuştan dahi olduğu için bunu başardı. Ben üstün zekalı değilim bu insanları kandırmaktır. Genç yaşta makale yazıyor olmam tecrübem sayesinde gerçekleşiyor , hiçbir zaman Newton ya da Gauss olamam!

Tüm Reklamları Kapat

-Gauss konusunda sana hak veriyorum ancak Newton konusunda sana katılmam imkansız. Newton'un tanrı vergisi bir zekası yoktu. Başarısını disiplinli çalışmasına borçluydu. Optik konusunda o kadar çok yoğun çalışırdı ki kendi gözleri ile yaptığı deneyler nedeni ile körlük tehlikesi yaşadı. İngilterede grantham şehri yakınlarında woolsthorpe 'da erken bir doğumla hayata geldi. Doğmadan babasını kaybetmişti.

Dört yaşına kadar annesi ile büyüdü, daha sonra annesi başka biri ile evlendi ve yedi yıl boyunca ona anneannesi baktı.

Newton'ın evrensel kütle çekimi ve hareketin üç kanunu, sonraki üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütle çekim kanunu ve Alman gökbilimci Johannes Kepler'in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton aynı zamanda ilk yansıtmalı teleskop'u geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı da oluşturmuştur.

Isaac Newton, bilim insanları tarafından bilim tarihinin en etkili insanlarından biri olarak kabul edilmektedir. 1999'un sonlarında, 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Isaac Newton, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında Albert Einstein'dan sonra 2. sırayı almıştır. Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart'ın 1978 yılında yayımladığı "Dünyaya Yön Veren En Etkin 100" adlı kitabında ise Newton, 2. sırada yer alarak Albert Einstein dahil tüm bilim insanlarının en üstünde tutulmuştur. Ünlü bilimkurgu yazarı Isaac Asimov da, Newton'dan ''tarihin en büyük bilim insanı'' olarak bahsetmiştir.

Tüm Reklamları Kapat

Sana ayrıcalık tanımamızın sebebi insanlığın giriştiği en önemli ve heyecan verici keşif yolculuklarından biri olan

Evrenimizin davranışını yöneten temel ilkelerin araştırılmasında rol almandır.

İki buçuk bin yıldan fazla süren bir yolculuk sonunda insanlar önemli bir ilerleme gösterdi. Bununla birlikte

Bu yolculuk son derece zor olduğunu kanıtladı ve gerçek çoğu zaman yavaş yavaş ortaya çıktı.

Tüm Reklamları Kapat

Yine de yirmi birinci yüzyıl bize olağanüstü yeni anlayışlar kazandırdı, bazıları o kadar etkileyici oldu ki pek çok bilim insanı fen biliminin temel ilkelerinin bir anlayışa yakın olabileceğimiz görüşünü dile getirdi.

Dünyamızın davranışının temelini ilkelere sahip olduğumuz anlayışı aslında onun matematiğinin takdir edilmesine bağlıdır.

Bazı insanlar ilköğretim düzeyinde matematik kapasiteleri olmadığı inancını oluşturacaklarından bunu umutsuzluğun bir nedeni olarak kabul edebilirler.

Pek çok insanın korkulu rüyası matematik bize ilkokul yıllarında ezberlediğimiz çarpım tablosu, basit kesirler, birleşik kesirler ve tam sayılı kesirleri anımsatır.

Tüm Reklamları Kapat

Bu noktada aklımıza şu soru gelir:İnsanlar

Kesirlerin manipülasyonunda ustalaşamazlarsa, fiziksel teorinin en ileri noktasında devam eden araştırmayı kavrayabilmeleri için nasıl iyi bir şekilde tartışabilirler?

Ben bu konuda iyimser davranmak istiyorum, kesirlerde dört işlem yapamayan insanların aslında sahip olduğu potansiyelin farkına varamayan insanlar olduğunu iddia ediyorum.

Mesleğinde ilk yılını tamamlayan bir coğrafya öğretmeni ile birlikte ders çalışırken onun şu tespitini unutmuyorum.

Tüm Reklamları Kapat

"Matematik bin bir gece masalları gibi, her seferinde işi kitabına uydurup, bir çözüm buluyorsunuz."

Bin bir gece masalları olmadan etrafımızdaki fiziksel varlıkları yöneten kuralları anlama imkanımız yok.

İlkokul sırasında öğrendiğimiz kesirlerde sadeleştirme işlemi aslında Einstein genel görecelik kuramında kullanılan denklik bağıntısı kavramının bir uygulamasıdır.

Her insan yeteri kadar okursa her seviyede bilgiyi anlama kapasitesine sahiptir.

Tüm Reklamları Kapat

Evrenimizi hangi yasalar yönetir? Onları nasıl tanıyacağız?

Bu bilgi Dünyayı anlamamıza ve dolayısıyla eylemlerini bizim avantajımıza yönlendirmemize nasıl yardımcı olabilir?

İnsanlığın doğuşundan beri insanlar bu gibi sorularla derinden ilgileniyorlar.

İlk başta, kendi yaşamlarından elde edilebilen anlayış türüne atıfta bulunarak Dünyayı kontrol eden etkileri anlamaya çalışmışlardı.

Tüm Reklamları Kapat

Kontrol eden her ne olursa olsun ya da her kim olursa olsun, çevrelerinin, olayları kontrol etmek için kendileri gibi davranacağını hayal etmişlerdi:

Başlangıçta, olayların kaderlerinin yada insan dürtülerine çok uygun şekilde hareket eden varlıkların etkisi altında olduğunu düşünmüşlerdi.

Buna göre, güneş ışığı, yağmur fırtınaları gibi doğa olaylarının seyri, kıtlık hastalığı, bu tür insan dürtüleri tarafından güdülenen tanrıların veya tanrıçaların kaprisleri açısından anlaşılmalıdır.

Ve bu olayları etkilediği algılanan tek eylem, tanrı figürlerinin yatıştırılması olacaktır.

Tüm Reklamları Kapat

Fiziksel Dünyamızın davranışının temelini oluşturan ilkelere sahip olduğumuz anlayışı, aslında onun matematiğinin biraz takdir edilmesine bağlıdır.

Ancak yavaş yavaş farklı türden kalıplar güvenilirliklerini oluşturmaya başladı. Güneş'in gökyüzündeki hareketinin hassasiyeti ve gündüzün geceyle değişmesiyle net ilişkisi en bariz örneği sağladı; ama aynı zamanda Güneş'in yıldızlara göre konumlanmasının, mevsimlerin değişmesi ve buna bağlı olarak hava durumu ve dolayısıyla bitki örtüsü ve hayvan davranışları üzerindeki net etki ile yakından ilişkili olduğu görüldü.Buradaki açıklamalarımda, birçok önemli matematiksel kavramın doğasında bulunan fikri, güzelliği ve sihri aktarmakla daha çok ilgileneceğim.

İşin büyüsü, bir kesir fikrinin gerçekte doğrudan doğruya fiziksel Dünyada, olmamasına rağmen pasta parçalarıyla tam olarak ölçülen şeyleri deneyimlememize yaramasıdır.

Bu, doğrudan deneyimimizin sayısız varlığını kesin olarak ölçen 1,2,3 gibi doğal sayılar durumunun aksine Platonik dünyaya ait bir olgudur.

Tüm Reklamları Kapat

Kesirlerin tutarlı bir anlam ifade ettiğini görmenin bir yolu, aslında tanımı yukarıda belirtildiği gibi tam sayı çiftlerinin sonsuz koleksiyonları açısından kullanmaktır.

Bir kesirli sayıyı kendi başına bir tür varoluşa sahip bir varlık olarak düşünmek daha iyidir ve çiftlerin sonsuz koleksiyonu, bu tür bir varlığın tutarlılığı ile uzlaşmamızın yalnızca bir yoludur.

Aşinalıkla, kesir gibi bir varlığı kendi varoluş türüne sahip bir şey olarak kolayca kavrayabileceğimize inanmaya başlarız ve sonsuz bir çiftler topluluğu fikri yalnızca bilgiç bir alettir, bir kez sahip olduğumuzda hayal gücümüzden hızla uzaklaşan bir alet.

matematik sadece kendi yarattığımız kültürel bir etkinlik değil, kendine ait bir yaşamı var ve çoğu kez fiziksel evrenle inanılmaz bir uyum buluyor.

Tüm Reklamları Kapat

Matematik Dünyasına girmeden fiziksel Dünyayı yöneten yasaları derinlemesine anlayamayız.

Özellikle, yukarıdaki bir eşdeğerlik sınıfı kavramı sadece matematikle değil, aynı zamanda modern parçacık fiziğine göre doğanın kuvvetlerini tanımlayan ayar teorisi ilkeleri gibi önemli fizikle de ilgilidir.

Sana Am-tep'in hikayesini anlatayım. Am-tep bir sanatçıydı.o gece yorucu bir günün sonunda atölyesindeki tahta sedirinin üstünde uyumaya çalışıyordu.Aslında kendisi dahi uykuda yada uyanık olduğunu tam olarak kestiremiyordu.Bu esnada tuhaf bir şey oldu,Am-tep kalkıp pencereye yöneldi,güneş kuzeyden yükselmeye başlamıştı!

Bu yükselen kırmızı nesne güneş olamazdı,bu kadar çabuk sabah olacağına gözleri inansa bile yorgun kemikleri inanmıyordu.

Tüm Reklamları Kapat

Uzakta denizden gökyüzüne doğru yükselen adeta ateşten oluşmuş bir hava koridoru vardı.Pencerenin önünde durduğu anda koyu bir bulut gördü.Bu bulut adeta dev bir şemsiye gibi ateş sütununu kaplamıştı keder veren bir hali vardı.Gece boyunca gördüğü yıldızlar birer birer yok olmaya başlamıştı.Sanki cehennemden yeryüzüne inmiş olan bu ateş koridoru ve iç karartıcı şemsiye yıldızları yutuyordu.Am-tep bu manzara karşısında korkmuş olmalıydı fakat korku yerine o daha çok etkilendiği için kımıldamadan pencere önünde durup izlemeye devam etti.Karşısında kusursuz bir simetri vardı.Ruhunu karartan bulut birden doğuya yöneldi.

Daha önce Tanrı'nın bu kadar şiddetli öfkesine tanıklık etmemişti.İlk tepkisi kendisini suçlamak oldu.Öküzün üzerinde yükselen dünya heykelini yaparken bir kusur işlediğini düşünmeye başladı.Acaba tanrıları kızdıracak bir hatası mı olmuştu?Büyük Sarayda bir sorun olabileceğini düşünmeye başladı.Rahip-Kral şeytani Tanrının isteklerini yerine getirmek için vakit kaybetmezdi,fedailer olmalıydı.Geleneksel meyve şölenleri yada kurban edilen hayvanlar bu şeytani Tanrının öfkesini yatıştırmak için yeterli olmazdı.Fedailer insanlar arasından seçilmeliydi.Kısa bir süre sonra etkili bir rüzgar ile oda içinde savruldu.Rüzgarın kulakları uğuldatan bir sesi vardı, bir an için sağır olduğunu sandı Am-tep.Büyük bir emek vererek yaptığı kilden kaplar bulundukları raflardan salınarak yere düşüp parçalara ayrıldılar.Rüzgarla savrulup odanın bir köşesinde iki büklüm düşünürken odadaki karışıklığı gözlemledi.Denizin üzerinde beliren korkunç manzarayı gözlemlemek için güçlükle de olsa ayağa kalkmayı başardı.Kendisine doğru gelmekte olan dev dalga ile birlikte sanki hipnotize olmuştu.Dev dalgalar gemileri bir ceviz kabuğu gibi kıyıya doğru sürüklüyordu.Gemiler sahile vurduktan sonra kıyıya yakın yerlerde kurulan evlere zarar verdi.Am-tep daha kötüsünün olabileceğini düşünüyordu ve bu düşüncesinde haklıydı.Bu şiddette bir doğa olayının yatışması için sadece bir insan kurban edilmesi yeterli olamazdı.Birden çocuklarına döndü, sonra yeni doğmuş torununa baktı,çocukları ve torunu tehlikede olabilirdi.Genç bir kız ve yeni doğmuş bir bebek şimdi tapınağa doğru büyük bir kalabalık eşliğinde yola çıkmıştı.Önde rahipler tütsü dumanını havaya savururken yer büyük bir gürültü ile ikiye ayrıldı,rahipler ,kurbanlar ve peşlerine takılan insanlar bu derin çukur tarafından yutuldu.Bu depremden dolayı büyük saray da yıkılmıştı.Am-tepin şimdiye kadar yaşadığı sakin huzurlu dünya yok olmuştu,bu güzel ada halkı el sanatları ile uğraşır komşu topluluklar ile ticaret yapardı.Büyük sarayda çeşit çeşit bitkiler farklı renkte ve güzellikte çiçekler hayvan türleri bulunurdu.Savaşı ve savunmayı halk bilmezdi.Birkaç yıl önce yetenekli marangoz ve aynı zamanda denizci oğlunun yaptığı gemi ile adayı terk etmişti Am-tep.Torunun dünyadaki her olayı merak eden bir havası vardı.Yolculuk boyunca hava sakindi.

Neden tanrılar kimi zaman kızgın olurdu ve karşılaştıkları tufanları kim nasıl idare ediyordu,zihnini kurcalayan bu soruyu torunu ile paylaştı fakat bir cevap bulamadı.Bu olaydan sonra bir yüzyıl hatta bir milenyum geçmiş olmasına rağmen Am-tep'in sorusuna cevap bulunamadı.

Amphos kendisinden yüzyıllar önce yaşayan dedesi Am-tep gibi sanatçıydı,altın süs eşyaları,her çeşit kilden yapılmış küpleri özenle sıralar yaşamını sanatı ile kazanırdı.Yaklaşık kırk nesil boyunca hep aynı sanat ile uğraşmışlardı.Nesiller boyunca aktarılan tek yetenek el sanatları değildi,aynı zamanda araştırma ve öğrenme arzusu da aile içinde nesillerden nesillere aktarılmaktaydı.Büyük felaket huzur içinde yaşayan bir toplumu yok etmişti.Yüzyıllar evvel Am-tep'in zihnini meşgul eden sorular şimdi de Amphos'un cevabını bulmak için yanıp tutuştuğu sorular ile aynıydı.

Tüm Reklamları Kapat

Amphos bitkilerin yapısına çalıştı.Böceklere ve yaşamında karşısına çıkan diğer küçük yaratıklara çalıştı,taşları ve kayaları inceledi.Öğrenme arzusu ile doluydu ve gözlem yapmayı çok seviyordu.tarıma ilgisi vardı ve tek bir tohumdan bir bitkinin nasıl olup da yetişip geliştiğini öğrenmek istiyordu.

Acaba Tanrılar yıldızları daha düzenli bir şekilde yerleştirmeyi neden denememişlerdi?Bir çiftçi tarafından rastgele savrulan tohumları andırıyordu yıldızlar.Tabiatın kanunları kusursuz bir şekilde işliyordu.Evrenin yaradılışında rol oynayan batıl inançlar ve cahillik değil,sayılar ve geometriydi.Bir milenyum önce Am-tep'in yaptığı gibi Amphos da deniz yolculuğuna çıktı.Croton şehrine ulaştı.Bu şehirde gerçeği bulmaya odaklanmış bir tarikata kabul edildi

Bu tarikatın önderinin ismi Pisagordu.

Bu üçüncü okuyuşumdu. Toplam on bir sayfa yazmıştım ve artık tek bir satır yazamıyordum. Dün gece boş sayfa açıp beyaz ekrana uzun uzun baktım. Gözlerim kapanmaya başladı beyaz ekran beni büyülemişti. Masa başında yazmak için ilham gelmesini beklerken rüya görmeye başladım.ruhum bedenimden sıyrılıp yükselmişti aşağıda sonsuz mavilikte deniz ve dipteki yosunları görebiliyordum. Bu bir tatil ülkesiydi. Bir süre sonra bu ülkeden sıyrılıp bir kuzey Avrupa ülkesine süzüldüm.

Tüm Reklamları Kapat

Yüksek bir tepede büyük bir şato gördüm, belki de sahibi kont Draculaydı. Şato o kadar büyüktü ki, merdivenlerden zemin kata inene kadar ağzından ateş çıkaran ejderhaya yakalanıyordum.

Bu arada bu yüksek kubbeli bina içinde uçma yeteneğimi neden kaybettiğimi düşünmeye başlamıştım.

Yazmaya ilk başladığım günlerde ünlü olmanın hayallerini kurardım. Sıradan bir kitapçının herhangi bir rafında gezinirken karşıma çıkan kitabın yazarı olmak en büyük mutluluk kaynağım olacaktı.

Basılan dördüncü kitaptan sonra bu hayal yavaş yavaş yok olmaya başladı. Şimdi gecenin bu saatinde sıcak yatağımda uyumak yerine yazdığım on bir sayfayı tekrar tekrar okuyorum. İlk izlenimlerim bir Wattpad romanı izlenimi verdiği yönünde, ergenler için okunabilir bir kitap. Günün büyük kısmını ergenlerle geçiren benim için bir sürpriz olmasa gerek!

Tüm Reklamları Kapat

Aslında kitabımda hedefimi anlatmaya çalışacaktım. Refah ülkesine gitmek için geceleri uykusuz kaldığımı gözlerim yavaşça kapanırken kuantum mekaniği okumaya devam ettiğimi yazacaktım.

Hayallerim gerçekleşir de okulum biterse medeni ülkelerden birine gittiğim de ilk işim az kullanılmış bir araç almak olacaktı.

Yaşadığım ülkede yaptığım mesleği çağdaş bir ülkede yapmak için başvuruda bulundum aslında ancak ülkemde aldığım pedagojik formasyon eğitimini çağdaş ülkeler yeterli bulmuyordu bu amaçla hatırı sayılır dergilerde makaleler yazmalıydım. Yazmanın tek yolu vardı:sabahlara kadar okumak!

İlk ders gözlerim kapanmaya başladı, öğrenciler konuyu ikinci ders anlatmamı istediler çünkü onlar da benim gibi oturdukları sırada uyumaya başlamışlardı. Uyanık olanlar cep telefonlarını kullanıyordu.

Tüm Reklamları Kapat

Mesleğimin ilk yıllarında öğrencilerle sohbet ederdim şimdi ise ben elli yaşıma girdim onlar hala on beş yaşında artık konuşacak ortak bir noktamız yok. Öğretmenler masasında çayımı yudumlarken bir an evvel zilin çalmasını hemen okulun dışına çıkıp sigaramı yakmayı hayal ediyorum.

Elimdeki makaleyi tekrar tekrar okuyarak öğrencilerin bana hediye olarak sunduğu kırk dakikayı verimli kullanmak istiyorum çünkü ikinci ders Paskal üçgenini ve Binom açılımını anlatacağım.

Kuantum mekaniğini ve klasik mekaniği öğrenmem gerek son yazacağım romanım için bu gerekli araya ergenler için birkaç satır ekleyeceğim. Elbette onların dilini kullanmam gerek örneğin takipçi kasmak, görüldü atmak, hikaye basmak gibi.

Bu satırları yazarken yaşadığım ülkeden neden memnun olamadığımı düşünüyorum. İdeal devlet nasıl olmalı sorusu birkaç gündür zihnimde. Bu soru da beni "Devlet" isimli eseri okumaya sevk ediyor.

Tüm Reklamları Kapat

Elimizdeki metnin Yunanca adının sadece dilimize değil, öteki dillere de çevrilmesi sırasında alınabilecek kararlar bile, bir tartışmanın kapısını aralayabilir cinstendir. Bunu söylerken, daha çok akademisyenleri, hatta daha da öteye Platon uzmanlarını ilgilendirecek bir soru olan, Platon'un metnine tekil "politeia" mı yoksa çoğul "politeiai" adını mı vermiş olduğu sorusunu kastetmiyoruz. Platon külliyatı içinde günümüze ulaşan elyazmalarında her iki biçimin de kullanıldığını öğreniyoruz. Platon'un en ünlü öğrencisi Aristoteles'in bu eserden yaptığı alıntılarda kullandığı tekil biçimi tercih etmememiz için herhangi bir neden bulunmadığını ve bu tercihin büyük olasılıkla yerinde olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. "Devlet" başlığını tercih etmeme durumunda, metnin başlığı "Devlet Biçimleri" olarak düşünülmelidir. (Bu konuda epey bir tartışma yapıldığı belli oluyor. Çoğu uzman, ağırlığını "tekil" halden yana koyuyor; U. v. Wilamowitz-Moellendorff, Platon, 2. cilt., Berlin, 1919, çoğul biçimi benimseyen çevirilere örnek. Ancak elbette Aristoteles'in alıntıları felsefe-kültür tarihi bakımından en güvenilir, sahici kaynak olma hakkına sahip; çünkü, Platon adı altında, günümüze sahiciliği tartışılır, hatta sahteliği aşikâr epey bir birikim uzanagelmiştir. Batı'da yapılan çevirilerin ortak kaynağı olan Yunanca metninin yanı sıra "Yasalar" metninin ve öteki politik içerikli Platon metinlerinin sahte olduğunu, Politeia'ya bir yorum yazan, İS 5. yüzyılda yaşamış Proklos'un iddia ettiği söylenir.) Çeviriye dönecek olursak, başlık hakkında karar vermeye yönelik asıl güçlüğün bu tekil-çoğul tercihi arasına sıkışmadığını, "politeia"yı ister Devlet isterse de Devlet Biçimleri olarak karşılayalım, sorunun, Yunanca kavramın derinliğini ve genişliğini modern ya da öteki devlet kavram ve tasarımları ile vermenin zorluklarından kaynaklandığını söylememiz gerekiyor. Bu ilişkiyi biraz açmakta yarar var; çünkü buradan metne girişin bir ilk kapısını da aralama imkânı elde edebiliriz. Kuşkusuz, "devlet" geleneği farklı sosyal-politik-kültürel topluluklar; "devlet" dendiğinde, içeriği değişik ve farklı doldurulacak bir kurumun çağrışımlarına açılıyorlar. Burada bizim yetki ve uzmanlık alanımızın dışında kaldığı için, kendi sosyal-politik-kültürel dünyamızda "devlet" sözcüğünün içeriğinin, bir kavram olarak, toplumsal "zihinde" "duygu ve algıda", toplumsal/bireysel psikolojide nasıl doldurulduğunu tartışmak bize düşmez. Zaten bu "giriş" kapsamında fiziksel olarak da imkânsızdır bu. Gene de kısaca bir iki değinme yaparak, özellikle "modern devlet" anlayışını çok geç "ithal etmiş" bir ülkede, Platon'un politeia'sının oldukça farklı bir devlet kavrayışına işaret ettiğini hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Çünkü, aynı sözcük ya da kavram, diyelim ki, devlet ile imparatorluk (reich) kavramını ve çağrışımlarını birleştirmiş, devleti soyut bir zorlayıcı gücün temsilcisi (yasal) şiddet tekelleşmesi olarak algılamaya eğilimli bir Alman zihni ile farklı bir devlet yaşantısı bulunan bir İngiliz'in zihnine farklı yansıyacak; bu iki farklı bakış açısından Platon'un politeia'sı da değişik düzlemlerde alımlanabilecektir. "Polis"[4] ya da Kent Devleti ve Yurttaş İlişkisi Politeia, eski Yunanlı için (en azından metnin yazıldığı dönemde) önemli ölçüde bireysel, kişisel yaşantı parçası gibi bir şeydi; "polis" insanının ya da yurttaşının bizzat katıldığı bir deneyimdi; politeia bir iç düzendi, "polis"in ruhuydu, kişi de (yurttaş da) bu "polis ruhunun" vazgeçilmez, ortadan kaldırılmaz parçasıydı. Dolayısıyla da "politeia, onun dışında, ona yukarıdan zor uygulayan soyut bir kurum olarak hiçbir anlam taşıyamazdı. Yunanlılara özgü politik bir yaratım olan "polis," kişinin (yurttaşın, bireyin) yararlarını düzenleme adına, onun karşısında, zor uygulama yetkisini meşrulaştırmış bir karşı güç olarak yer almıyordu; polis, mekânsal bir merkezin, polis'in (kentin) içinde, çevresinde bir araya gelmiş, bağımsız bir cemaat (topluluk) oluşturan yurttaşların toplamıydı. Polis topluluğu (cemaati) kişinin yurttaş (politeas) olarak yaşayabileceği biricik sosyal alandı; bu nedenle de en azından onun politik varoluşunun ortadan kaldırılması ya da polis dışına itilmesi, bugün bizim anlayıp kavrayabileceğimizden çok farklı sarsıntılara yol açabiliyor, kimliğin, kişiliğin ve varoluşun yitimini ifade ediyordu. Kişi, polis'te, doğuştan itibaren yurttaşlık hakkı kazanmış oluyordu; çünkü hem hakiki polis'li olan anne, gene bir polis yurttaşı olan babaya bir çocuk armağan etmiş oluyordu; bu yönden, fiziksel bakımdan polis'li olma hakkını elde ediyordu çocuk; ama öte yandan da aile hukukuna göre düzenlenmiş, kendi gelenekleri, dinsel kult ve tören âdetleri bulunan bir cemaatin (phratrie) içinde dünyaya geldiği, bu cemaate kabul edildiği için de polis yurttaşı, öteki deyişle bir kent yurttaşı sayılıyordu. politeas (polis yurttaşı) savaşta ve barışta kenti için yaşar ve kentin hemen surları önüne gömülür, ya da savaşta ölmüş ve geri dönememişse, bütün öteki savaş kahramanları ile birlikte bu kez sembolik olarak surların önündeki mezarlıkta yerini alır, politik hayatını kentin (devletin) içinde öteki işlevlerini yerine getirerek gerçekleştirirdi: Ya askerdi ya da komutan; dar anlamda politik görev yapan, onurlu bir resmi işte çalışan bir memurdu (bürokrat); ekonomik işlerle uğraşır, dini gereklikleri yerine getirirdi. Yunan polis'i, bütün kult (tapınma/ibadet) görevlerinin yönetildiği merkez, tanrıların iradesinin gerçekleştirilme aracıydı. Polis tanrıların koruması altındaydı, o da, "kalede", Akropolis'te oturan tanrılarını kayırıp koruyordu. Kentin bütün eylemleri, aldığı kararlar, yaptığı tercihler ilkece tanrılarındı ya da onlar adına, onların istediği eylemler olarak anlaşılıyordu; bu eylemleri yerine getirenler, tanrıların lütfuyla, onların koruması ve yol göstermesi sayesinde yapabiliyorlardı bunları; demek ki polis'e karşı asice, yıkıcı ve başına buyruk davranan kimse, aslında tanrıların buyruk ve isteklerine karşı gelmiş oluyordu.

İlginç bir tesadüf olması gerek, yıllar sonra ülkemde bazı politikacılar hükümet lehine oy kullanmayan vatandaşların cennete gidemeyeceğini ifade ediyor.

Polis düzeni, tanrıların düzeninin gerçekleşmesinden başka bir şey değildi; bu da dünya düzeninin burada temsil edilmesi demekti; Yunanlılar için dünya ile düzen kavramının aynı sözcükle ifade edilmesi herhalde anlamlıdır. Tanrılara giden, polis'in üstüne yükselmiş olurdu; çünkü eski Yunanlı, Tanrı ile ve dünya ile bireysel bir bağ kurma gibi bir anlayışa sahip değildi; o ancak polis'e, kente aidiyeti sayesinde insan olma vasfına sahip olabiliyordu. Ancak düzen, biçimler ve kurallar üzerinden gerçekleşir; bu biçimlerin, ilke ve kuralların toplamı, devlet düzenini (anayasayı), öteki deyişle politeia'yı, ya da devlet biçimini meydana getirir. Düzenin yasası (anayasa) sadece "agraphoi nomoi", yazıya geçmemiş örf, âdet, gelenekler ve yasalar olarak yurttaşların "içinde" var olduğu, yaşadığı sürece, etkili olabilmek (icra edilebilmek) için yazılı düzleme geçmiş olmak zorunda değildir; ancak devletin uzun süreli var olması durumunda, genellikle olduğu gibi, bu örf ve âdetler, davranış belirleyici yasalar, önemli noktalarıyla yazılı kayıtlara dökülebilir, böylece çarpıtmalardan, istenmeyen değişikliklerden korunabilir. Bu noktada polis, artık yasayı koyan, düzen talep eden kurum olarak, polis hayatının her alanında tek tek yurttaşların "karşısına" çıkar. Ne var ki bu ilişki, polis'in bir yasa koyucu ve düzenleyici olarak yurttaşını, bizim anladığımız anlamda "zorlaması" anlamına gelmekten çok, bir kaygılı anne, eğitimci, yetiştirici, yol gösterici ilişkisi olarak anlaşılmalıdır.

Kaygılı bir annenin kaygı oranı yada koruma içgüdüsünün artması durumunda benim ülkemde olduğu aşamaya geleceğini düşünüyorum.

Tüm Reklamları Kapat

"Sen düşünme, ben senin yerine düşünürüm!"

Sen okuma araştırma üretme ben bunları senin yerine yaparım! Sen sadece tüket!

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında üretime ağırlık verilirken şimdi tüketime ağırlık veriliyor.

Bununla birlikte insanlar bu durumdan memnun bence sosyologların makale okumayı bırakıp bu durumu incelemeleri gerek. Toplum olarak emek vermeden kazanmayı kanıksadık galiba.

Tüm Reklamları Kapat

Polis'in ilke ve düzenlemeleri, bir annenin, bir babanın, bir kardeşin, dolayısıyla da bütün yurttaşların himaye edici, yönlendirici sesini temsil ederler. Polis'in biricik hedefi, yurttaşlarının gerek tanrısal gerekse insansal düzlemde varoluşlarını düzenlemek ve korumak; gençleri, en iyi yurttaşlar olarak yetiştirmek, bütün yurttaşlarına mutlu bir hayat sağlamak olduğundan, polis düzeninin yetkili ellerine, bugünkü modern dünya insanının, en azından Batı demokratik toplumlarındaki bireyin kolay kolay anlayabileceğinden çok fazla, bireyin özel hayatına ve mülkiyet ilişkisine müdahale imkânı veren haklar teslim edilmişti.

Yurttaşlara mutlu bir hayat sağlamak!

Yirmi yıldır en çok duyduğum sloganlardan biri bu ve bu amaçla özel hayata müdahale etme yetisini kendinde gören idareciler.

Son günlerde gençlerimizin yorucu bir eğitim yılının sonunda düzenlenen bahar şenliklerinin iptal edilmesi buna örnek verilebilir.

Tüm Reklamları Kapat

Bu kararın alınmasında tarikatların da ne kadar etkili olduğu bence tartışılmaz.

Belki de Platon'un yazdığı devlet dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Hep ulaşmak istediğim refah ülkelerinde de kim bilir yolsuzluklar olabiliyordur. Yaşadığım ülkede frekansı daha fazla olduğu kesin.

Ortadoğu'da kıyafeti nedeni ile tutuklanan kadınlar olurken batıdaki çağdaş ülkelerde bu olmasa da

Bu refah ülkelerinin kusursuz olduğu anlamına gelmiyor. Bununla birlikte uykusuz gecelerimde yüksek fizik ve matematik çalışarak makale yazıp ünlü bir akademisyen olup batı ülkelerinde akademisyen olarak çalışma hevesim azalmıyor.

Tüm Reklamları Kapat

Ancak polis yurttaşı, bu haklardan kendisine yöneltilen talepleri, kişisel alana bir müdahale gibi algılamıyor, kendisinden talep edilenleri yerine getirmeyi, gerek kendisi gerekse de öteki yurttaşlar bakımından yerinde ve gerekli fedakârlıklar olarak görüyordu. O karanlık, hayatı silip yok edici ölüm karşısında etkili olabilmenin biricik yoluydu bu fedakârlıklar ya da hatta kendini kurban etmeler.

Politeia (devlet), yaşayan bütün yurttaşların tarihsel olarak gelişmiş haklarının ve bu haklara karşılık gelen görevlerinin bir tür özeti, genel talepler ile kişisel hak ve isteklerin gücünden türemiş canlı, yaşayan bir birim, bir bütünlük olarak anlaşıldığında, onu taşıyan yurttaşların ekonomik, politik, hukuksal ve elbette dinsel ve düşünsel ilişkilerde yaşadıkları dönüşümlerle birlikte, devletin de bu dönüşümlere, yeniliklere cevap verebilecek düzenlemelere gitmesi de kaçınılmazdı.

Politeia'nın bu yönde gerçekleştirdiği adımlar, reformlarda ya da devrimlerde görünürleşiyor, muhafazakâr çabalar ile reform çabalarının karşı karşıya geldiği yerde tayin edici önem taşımaya başlıyorlardı. Politeia'da gerçekleştirilen dönüşümler ile ilgili olarak Sparta'lı Lykurgos, Drakon, Solon, Perikles, Atinalı Kleistenes ve gene başka kentlerdeki (polis'lerdeki) isimler akla gelmektedir. Bu ve benzeri kimselerin talep ettikleri reformlar ya da atılmasını istedikleri ilerici adımlar, bütün bir kentin değilse bile, kent yurttaşlarının önemli bir bölümünün talepleri olarak ortaya çıkmış yenileme girişimlerini, hayata yönelik yeni istekleri dile getirmekteydi. Yeni bir düzene yönelik talepler, bütün bu reform ve yenileştirme isteklerinin yeni yasal düzenlemeler içinde tespit edilmesini ve polis'in, yurttaşların yaşama biçimlerinin ve taleplerinin ifadesi olma görevini, bundan böyle de yerine getirtmeyi hedeflemekteydi. Yunan toplumu hem coğrafi yönden birbirinden kopuk birimlerden oluşuyordu hem de çeşitli yerel, etnik cemaatlere ve kültürlere bölünmüştü; bu sosyal yapıyı taşıyan birkaç yüz polis vardı. Bunların çoğunun tarihi ve siyasal yapıları hakkında hemen hiçbir şey bilinmemektedir; dolayısıyla da Atina, Sparta gibi birkaç polis devleti örnek olarak kabul edilir. Coğrafi yönden bakıldığında surlarla çevrili polis'lerin dışında geniş kırsal alanlar yer almaktaydı. Her polis'in yüksekçe bir alana kurulu bir kalesi, öteki deyişle akropolis'i ve bir pazar yeri (agora'sı) bulunmaktaydı. İÖ 3. yüzyılın hemen başında, özellikle, merkezi konumdaki Atina polis'i (sitesi) ya da kent-devleti, siyasal-ekonomik dengelerin bozulmasıyla, muhafazakârlığın arttığı bir döneme girmişti. Sokrates'in duruşması da bir yönüyle bu bağlamda ele alınması gereken bir tarihsel trajediyi yansıtıyordu. Atina karşısında "bir tür aydınlanma"yı temsil eden ve Atina dışı merkezlerde etkili olan Sofistler, felsefelerinde "insanı" ölçü olarak öne çıkartıp şeylerin doğruluğunu ve geçerliğini öznelleştirirler; tek kişinin bireysel bilincinin ve algılarının, nesnel dünya karşısında güvenilmez duruma gelmesi, aslında yukarıda sözünü ettiğimiz polis devletinin düzenleyici ilke ve yasalarına bir güvensizlik, genel geçer kurallara bir başkaldırı anlamına gelmekteydi. Sofistik düşünce, bireyi sorun olarak, bütün bir varlığın ve isteğin merkezine yerleştirmeye başlayınca, o zamana kadar uzana gelmiş bütün düzenleri sarsan bu anlayış, polis "evrenini de" yepyeni sorunlarla, endişe, kuşku ve taleplerle karşı karşıya getirdi. Gerçekten de İÖ 4. yüzyıl, o zamana kadarki hayatı taşıyan bütün sağlam görünmüş temellerin sarsılması demekti. Örneğin tanrılar ya da tanrısallık anlayışı, varlığın en temel ve eski ölçüsünü oluşturur ve insanın bütün eylem ve davranışları, son tahlilde, tanrı düzeninin karşısında tartılıp yerine oturtulurken, "sofistik kuşkuculuğun" yaygınlaşmasıyla birlikte, sadece tanrısal düzenleyici ilkeler değil, onların doğrultusunda meşruiyetini bulan ilişki ve kurumlaşmalar da sarsılmaya yüz tuttu. Örneğin İÖ 4. yüzyılın başına kadar, Atina'da yönetim genellikle "soylu" sayılacak kişilerin sorumluluğunda kalmışken, şimdi herkes devlet görevlisi olma hakkına sahip olduğunu düşünüyordu. Gerçi bu "yeni dönem", soylu dediğimiz kentin varlıklı kesimlerinin çocuklarından daha çok polis yurttaşlarının çocuklarından yeni bir eğitim kalitesi talep ederken, yepyeni bir öğretmen tipinin de gelişmesini zorunlu kılmaktaydı. Bu gelişme metnimiz bakımından apayrı bir önem taşıyor. Bu öğretmenler de gene Sofistler içinden çıktılar. Bunların en ünlülerinden biri, dersinin hedefi olarak "areta politike"yi, yani kente özgü yetenek ve beceri geliştirmeyi, gerek evde, gerekse kentte, pratik hayata ayak uydurmayı öğreten Abdera'lı Protagoras'tı. Bu anlayış politik teorinin de doğuşuna işaret ediyordu ve Yunanlı genci eğitmeye kalkmış hiçbir öğretmen, polis için eğitim verdiği sürece, en iyi devlet biçiminin hangisi olduğu sorusuna değinmeden eğitim yapamazdı. Eğitimin temel amacının bu olması gerektiğini düşünüyorum.

Bir genç çarpanlara ayırmadan yada denklem çözmeden önce yaşadığı toplum için en doğru devlet biçiminin ne olduğunu kavramalıdır. bu kazanım için tek bir yol var : kitap okumak.

Tüm Reklamları Kapat

Çocukluğunda eline geçen harçlıkla kitap alan ve yaşamı boyunca sabahlara kadar okuyan bir lidere sahibiz bir başka deyişle çok şanslı bir toplumuz. O zaman temel soru şu:

Bu kadar şanslı bir toplumda yaşıyorsam neden refah ülkelerine gitmek istiyorum?

Hayatta tek amacımız daha yeni araçlar almak ve daha konforlu dairelerde oturmak mı olmalı diye düşünüyorum. Hükümet başkanımız bu tür isteklerin sıradan olduğunu belirtti. Bu fikre sahip olan birinin maddiyattan çok okumaya ve aydınlanmaya değer veren gösterişten sakınan bir yaşam tarzına sahip olması gerekir.

Kimi zaman kendimi suçlu hissediyorum sıradan isteklerimi yerine getirmek için geceleri –bana göre günün en verimli saatleri- kitap okumak yerine mekanik ve dinamik çalışarak hayatımı maddi açıdan kurtarmaya çalışıyorum.

Tüm Reklamları Kapat

Kuantum mekaniği sadece bu amaçla okuduğum bir kitap değil, insanların bu konuya yoğun bir ilgisi var. Bununla birlikte kuantum fiziği yada klasik mekanik bir Rus klasiği gibi odaya çekilip birikim olmadan okunacak kitaplar değil.

Aslında kuantum teorisinin bize atomların veya temel parçacıkların mikroskobik altı seviyelerindeki gerçekliğe inanmamızı söylediği şey, sıradan klasik resimlerimizden o kadar uzaktır ki, basitçe kuantum düzeyindeki resimlerden tamamen vazgeçmeliyiz. birçok fizikçi, kuantum ölçeklerinde gerçek bir gerçekliğin varlığından bile şüphe duyuyor ve bunun yerine cevaplar elde etmek için sadece kuantum-mekanik matematiksel formalizme güveniyor gibi görünüyor. Yine de tüm bunlara rağmen, 17. yüzyıl Newton mekaniğinden gelişen kapsamlı ama tamamen klasik şemanın Lagrange Hamiltonian prosedürler koleksiyonunun ne kadarının kuantum-mekanik teorisinin temel arka planını sağladığı çok dikkat çekicidir.

Tek bir parçacık için, zaman bileşeni t ile uzaysal bileşenleri x, y ve z arasında belirgin bir göreli simetri olduğu ortaya çıkıyor. Bunun kuantum mekaniğinin gerçek zaman evrimini tanımlamada nasıl önemli bir rol oynadığını birazdan göreceğiz. Bununla birlikte, birçok parçacık dahil olduğu için, fiziğin uzaysal ve zamansal yönlerinin tedavilerinin çok farklı olduğu göreli olmayan bir prosedür sağlarlar.

Kuantum mekaniğini anlamaya çalışırken ne kadar doğru davrandığımı düşünüyorum. Amacım bilim öğrenmek mi yoksa yaşadığım ülkeden kaçmak mı?

Tüm Reklamları Kapat

Yalnız olduğumda ve makale yazarken yada yazmaya çalışırken neden ilerlemiş yaşıma rağmen Maxwell denklemlerinin yüksek boyutlu uzaylarda yazılıp yazılmayacağını düşünme sebebimi bulmaya çalışıyorum. Bu denklemleri bulursam bilime hizmet mi etmiş olacağım yoksa kendimi ve ailemi bu ülkeden kurtarmış mı olacağım?

Yaşadığım ülke yaşam enerjimi sömürüyor, çünkü yolsuzluk yapanlar yargılanmıyor. İnsanlar yolsuzluk olsa bile hükümet çalışıyor zihniyetine sahip ve bu bakış açısı batıda yok, en azından ben olmadığını düşünüyorum. Uykusuzluk son günlerde problem olmaya başladı, ders arasında uyumaya başladım ve masa başında kestirdim. Gözlerimi açtığımda dersin sadece beş dakikası kalmıştı. Meslektaşlarım dersimin boş olduğunu düşünerek beni uyandırmadı. Bu seferlik bir sorun olmadı ama bu şekilde devam edersem idareye yakalanacağım kesin. Yazımın başından beri övdüğüm o refah ülkelerinde bu hareketim cezasız kalmazdı. Asıl probleminde bu olduğunu düşünüyorum. Mesleğinin hakkını vermeden yapan insanların cezasız kalması sıradanlaştı. Ülkemde ticaret bakanı kendi bakanlığına kazık atıp hesap vermeden görevini devredebiliyor. Tarikat yurtlarında çocuklar taciz ediliyor ve kimse sorumluluk üstlenmiyor. Din eğitimi veren kurumlar görünmeyen ama her alanda hissedilen bir zırh ile korunuyor. Refah ülkelerinde din eğitimi veren kurumlar devletin tüm kademelerine sızmıyor.

Bu noktada şunu söyleyebilirim ki batı ülkesinde yaşamak sadece kaliteli araba sürmek ve bol para harcamak anlamına gelmiyor. Tarikatların ülke yönetiminde söz sahibi olmadığı yaşam standartlarının yüksek olduğu insan haklarına değer verildiği bir ülkede yaşamak anlamına geliyor. İşte bu nedenle ülkemizdeki mülteciler Akdeniz'de boğulmayı göze alarak batıya sığınmak istiyor.

Ergenler için yazdığım romanda ilerlemek yerine ideal devletin nasıl olması gerektiğini düşünüyorum ve her paragraftan sonra sigara molası veriyorum. Uyku problemimi çözmem lazım. Bu yaşam tarzı en başta öğrencilere zarar veriyor. Yüksek boyutlu yada soyut manifoldlara çalıştığım uykusuz geceler derslerde verimsiz olmama neden oluyor. Platon'un kusursuz devletini hafta sonu okumak daha uygun olacak.

Tüm Reklamları Kapat

İlk sayfalardan itibaren ideal devletin tanımı yapılıyor. Bu tanım ne kadar sürecek bilmiyorum ama gecenin kalan kısmında mekanik problemlerine ağırlık vermeliyim.

Sofistik düşüncenin eğitim anlayışına bağlı etkilerden ve dönemin entelektüel ikliminden nasibini alarak yetişenlerden biri Platon'du. Aile kökeni ve akrabalık ilişkileri bakımından onun bir devlet adamı olarak polis (site) devletine hizmet etme olasılığı öylesine akla yakındı ki ne annesinin, ne babasının onun doğumunun ardından (İÖ 428/427), oğullarına bakıp da devlet adamlığının ötesinde bir uğraşla ünleneceği, herhalde akıllarının kenarından bile geçmemiş olmalıydı. Platon, Atina soylu zümresinden geliyordu. Bu toplum katmanının yaşama felsefesi zihinsel ve bedensel hareketlilik, hareketlerde zarafet, insan ilişkilerinde nezaket ve ölçülülük, ama aynı zamanda ince bir alaycılık ve mizaha yatkınlık gibiydi. Elimizdeki bilgiler Platon'un ne anne ne de baba tarafından akrabalık temellerine inmemize imkân tanıyor. Baba Ariston'un, Atina'nın son kralı Kodros sülalesi ile, anne Perikton'un ise, ünlü Atina yasaları yapıcısı Solon ile akrabalığından söz edilmiş olsa da, bu bilgileri doğrulama imkânı bulunmamaktadır. Anne tarafından kuzenlerinden biri olan Kritias, ileride ünlü Atina "Otuzlar" yönetiminin- ya da "tiranların" arasında yer alacak, zengin bir akrabadır; bir aristokrat olan Kritias bugünün diliyle söyleyecek olursak "aşağı tabakayı" hor görür ve küçümser; o entelektüel yetenekleri gelişmiş, felsefeci, ozan, devlet adamı kimliklerini kişiliğinde birleştiren biridir. Platon'un, her ikisi de kendisinden daha büyük olan erkek kardeşleri Adeimantos ve Glaukon, Devlet diyaloğunda Sokrates'in muhatapları olarak rol alıp, düşünce tarihine geçmiş olma şansını, küçük kardeşleri Platon'a borçludurlar. Platon, kız kardeşinin oğlu olan Speusippos'un, hayatını sürdürmesi için gerekli maddi gelirden yoksun olduğunu görmüş ve yeğenini, kendinden sonra Akademi'nin yöneticisi olarak görevlendirmiştir. Kısacası Platon kuşağı, aktif politikadan tamamen uzak, sessiz bir hayatı tercih etmiştir. Platon'un, politik hayattan uzak kalmaya kolay kolay karar veremediği ve epey bir kararsızlık geçirdiği, iç hesaplaşmalardan kurtulamadığı belli olmaktadır. Onun kendine çizdiği bu "kader yolu" belki de, felsefenin, günümüze kadar politika ile bir türlü barışmamasının ya da birleşmemesinin nedeni olarak da anlaşılabilir. Zaten bu kararı, onun seçtiği bu yolu anlamak demek, Politeia'yı anlamamız için zorunlu zihinsel çabanın belli bir bölümünü yerine getirmiş olmak demektir. Bir başka deyişle, Platon'un politika yolunu niçin seçmediğini açıklamakla, Politeia'yı anlamamıza giden yolda en iyi rehberliği yaptığını söylemek mümkündür. Platon'un İÖ 354 yılında, 73 ya da 74 yaşındayken yazıp Sicilya'ya gönderdiği bir mektup, kendi elinden, kendi hayatına bir geri dönüp bakma, hayatını değerlendirme işlevi taşımaktadır.

"Bir zamanlar gençken, birçok kimse gibi düşünüyordum: Aklımda, kendimin efendisi olur olmaz politikaya yönelmek vardı. Gelgelelim bu kararıma, kamusal hayattaki şu deneyim engel oluşturdu: O zamanki düzenimiz (anayasamız) geniş bir çevrede değersiz, hor görülmekteydi ve sonunda çöktü. Yeni düzenin tepesinde 51 erkek vardı... Ancak bunların 30'u sınırsız iktidar yetkisiyle bütün hükümeti (yönetimi) devraldılar. Onların arasında birkaç akrabam ve tanıdığım vardı ve bunlar kalkıp beni de hemen (aralarına) çekmeye çalıştılar... Gençliğimde bu konuda edindiğim deneyimler beni haklı çıkardı. Onların devlet yönetimini, haksız bir yoldan döndürüp, adaletin yoluna sokacaklarını ummuştum. Bu nedenle de büyük bir merakla ne yapacaklarını dikkatle izlemeye koyuldum ve kısa süre içinde, bu adamların, eski anayasayı koyacak yer bulamadıklarını gördüm. Başka birçok şeyin (hatanın) yanı sıra arkadaşım olan yaşlıca bir adamı, dönemin en dürüst, en namuslu insanı demekte hiç tereddüt etmeyeceğim Sokrates'i, bir yurttaşı idama götürmek üzere başkalarıyla birlikte görevlendirdiler; böylece onu suç ortağı yapmayı amaçlamışlardı. Ne var ki Sokrates boyun eğmedi ve onların canice eylemlerine katılmak yerine her şeyi göze almayı tercih etti. Bunu ve buna benzer hiç de öyle önemsiz olmayan kimi şeyleri görünce beni bir tiksintidir aldı ve bu cani idareden uzaklaştım. Çok geçmeden o 'Otuzlar' devrildi ve anayasa lağvedildi. Bunun üzerine yeniden, çok yavaş ilerlese de, politik düzlemde faal olma isteği beni sarmaya başladı... Gelgelelim o iktidar sahiplerinden bazıları, Sokrates'e en son mal edilebilecek en kötü suçlamalarla arkadaşımızı mahkemeye çağırdılar. Anlayacağınız onu tanrısızlıkla suçlayarak mahkemeye çıkardılar ve hüküm giydirip hükmün infazını sağladılar... Bunu ve hükümeti, yasaları, töreleri yöneten kişileri görünce ve yaşlandıkça bu çarkın bütününü kavradım ve doğru bir sonuca varıp politika yapmanın ne kadar zor olduğunu anladım. Çünkü dostlar ve güvenilir "parti" yoldaşları olmadan hiçbir şey yapmak mümkün değildi... Ayrıca yasama ve ahlak alanında çöküntü ve çürüme şaşırtıcı bir şekilde artıyordu. Böylece, başlangıçta politika yapmaya çok hevesli olduğum halde, bu olayları gördükçe ve bütün bu plansız, amaçsız sürüklenişi inceledikçe kafam karışmaya başlamıştı. Gerçi bütün bunların ve devlet varlığının nasıl daha iyi olabileceği konusunda düşünmekten vazgeçmedim ve hep bir eylem fırsatı kollayıp durdum, ancak sonunda mevcut devletlerin berbat bir durumda olduğunu kavradım. Çünkü mükemmel bir yeni organizasyon, elverişli şartlar sunarak, imdada yetişmezse devlet-yasa ilişkileri hemen hemen iflah olmaz bir durumda kalacaktı. Bunun üzerine kendimi, hakiki felsefenin hakkını teslim ederek, sadece onun bütün kamusal ve özel hayattaki adalete bakış imkânı verebileceğini ve doğru ve hakiki filozoflar iktidara gelmeden ya da devletlerin iktidar ve güç sahipleri ilahi irade sonucunda gerçek filozoflara dönüşmeden, insan soyunun mutsuzluğunun son bulmayacağını açıklamaya zorunlu hissettim."

Yetmişinin ortasındaki Platon'un polis ile olan ilişkisini, ömür boyu edindiği deneyimlerin bir özetini sunduğu bu mektup, buraya alınmış kısa bölümüne rağmen bize yeterince bir fikir veriyor. Politeia'da (473d) "Filozof krallar" bölümünün bir varyasyonu gibi geliyor kulağa. Platon'un politika yapmaya kendini adeta mecbur hissetmesi, onun kişisel karakterinin kaçınılmaz bir sonucu gibi görünse de, gene aynı karakter özelliği, kendisine, yerine getiremeyeceği talepler yönelttiğinden, onun politikaya adım atmasını önlemektedir. Onun "dünyaya böylesi bir kez gelir" dediği biricik insan Sokrates, hayat yolunu çizişine ve aldığı kararlara damgasını vuran kimsedir.

Tüm Reklamları Kapat

Yaşadığınız ülkede olumsuzluklar varsa doğru olan davranış politikaya katılmak mı olmalı yoksa geniş kitlelere ulaşmaya çalışmak mı? Günümüzde insanlar bu amaca ulaşmak için "takipçi kasıyor"

Eskiden roman yazılırmış ve ben geçmişte yaşayan bir adam olarak hala roman yazmanın toplum ile irtibat kurmanın bir yolu olduğunu düşünüyorum. Bu amacıma ne kadar ulaştım bilmiyorum ama bu gün okulda ders arasında bir öğrencim yanıma gelip kitabımı çok beğendiğini söylediğinde çok mutlu oldum. Bir kişi bile olsa onun yüreğine şiirlerimle dokunmak tatmin olmama neden oldu.

Problem şu ki ben kendimi Platon gibi hissetmiyorum yani politikaya katılmanın bir zorunluluk olduğunu düşünmüyorum. Boş zamanlarımı oy peşinde koşmak yerine "Kara Kitap" okuyup kaybolan karısının peşinde koşan adamın maceralarının tekrar tekrar üzerinde geçiyorum. Şirödinger eşitliğine çalışmak yerine ergenler için yazdığım romanımı gözden geçirdim. Orta yaşlı bir adam bir mucize sonucu gençleşip lise yıllarına geri döner. Aile babası olan bu adam işine gidip çocuklarını büyütürken paralel evrende okul sıralarına geri dönüp hislerini açıklamaya çekindiği sıra arkadaşı P.'nin yanına oturup ona karşı özel hislere sahip olduğunu açıklayacaktır.

Şu an hayatında hedeflediğin amaca ulaşamadın bunun farkındayız dergilere yolladığın makaleler basılmaya değer görülmüyor, katıldığın edebiyat yarışmalarında dereceye giremedin.

Tüm Reklamları Kapat

Bu sonuçlar yaşam ile bağını kopardı kabul ediyorum. Ben senin iyilik meleğin olarak görevlendirildim çünkü karşına çıkan başarısızlıklar seni hayattan koparmamalı, mücadele etmelisin!

Başarı kimseye altın tabak içinde sunulmaz. Seni anlamaya çalışıyorum, bu dünyadan ayrıldıktan sonra iz bırakmak istiyorsun, Montaigne gibi yüzyıllar sonra okunmak istiyorsun.

-senin gerçek olup olmadığını anlamakta zorlanıyorum, bu bir rüya olmalı.

-inan bana bu yaşam kadar gerçek, beş yaşındayken balkondan aşırı derecede sarktığında yardımına ben koştum. O günü hatırlıyor musun?

Tüm Reklamları Kapat

İlkokul birinci sınıfta hece kitabına çalışırken öğretmenin yanına geldi, elinde kalın mavi karton kapaklı bir kitap vardı, sınıfta sadece sana bu kitabı hediye etti ve sen ilk satırı yaşamın boyunca unutmadın.

İyilik meleği bu yaşlı adama neden bu iyiliği yapmıştır?okuyucu bu sorunun cevabını düşünerek meraklanacaktır. İlerleyen sayfalarda esas oğlan eski aşklarını hatırlar.

Okul müdürü beni tebrik ederken babam benimle gurur duyduğunu söylüyor. Unuttuğum bir nokta var bizi biz yapan hatalarımızdır, oysa benim hata yapma şansım yok. İyilik meleğim gerçekten bana iyilik mi yaptı acaba?

İnsanlar hata yaparak olgunlaşır ve doğruya ulaşır. İlk bakışta bu yetenek büyük bir lütuf gibi geldi. Sokağımızın virane konağının bahçesinde futbol oynuyoruz,birazdan gerçek hayatımda Mehmet ile kavga edeceğimi ve ben onunla konuşmaya çalışırken burnumu kıracağını biliyorum. Beklediğim an geldi, Mehmet topu fırlatıp bana doğru koşarak geldi ama ilk darbeyi ben vurdum, zavallı çocuğun dudağı kanamaya başladı. Kendimi hile yapan bir oyuncu gibi hissettim. Mehmet ağlayarak eve gitti. Kuzenim yaptığım hareketin çok yanlış olduğunu bunun sadece bir oyun olduğunu söyledi. Bu oyunu gereğinden fazla ciddiye aldığımı ve gereksiz yere kalp kırdığımı belirtip evine gitti. Bu sözü hiç unutmamıştım. Gerçek hayatımda dudaklarının kanaması gereken kişi bendim. Mehmet'in bana vuracağını beklemiyordum ve ben onun karşısında

Tüm Reklamları Kapat

Saf saf beklerken yumruğunu birden burnumda hissetmiştim, olması gereken buydu!

Annem ve babam tarafından sürekli takdir edilmek

Beni yormaya başladı. Bu alternatif zamanda ders çalışmaya gerek yok bir dikdörtgenin alanının kısa kenar ile uzun kenarın çarpımına eşit olduğunu zaten biliyorum. İngilizce ve almanca konuşabiliyorum. Yaşıtlarım ise yeni kelimeleri öğrenmek için defalarca yazmak zorunda kalıyor. Ayşe ise hayatından memnun. Okul birincisinin sıra arkadaşı olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyor ama bu mutluluk kısa sürecek. İkinci sınıfta Ayşe okulumuzdan ayrılacak. Babasının memur olması nedeni ile taşınacaklar. Ona gerçeği anlatsam deli olduğumu düşünecektir.

"Ayşe ben aslında elli yaşında amatör bir yazarım. Lise yıllarımda bir türlü öğrenemediğim organik kimya dersini otuz yaşında sıcak yaz günlerinde öğrenci gibi ders çalışarak öğrendim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum."

Tüm Reklamları Kapat

Hakkımda ne düşünür acaba? Onun beyaz tokalarını çok seviyorum. Okulun avlusunda onunla "elim sende" ya da saklambaç oynamak ne kadar güzel! Çocuk olmayı çok özlemişim!

Her şey yolunda , hayatımda başarısızlığa yer yok . ayşe yanımdan ayrılmıyor ama ben mutlu değilim. Beni rahatsız eden nedir bilmiyorum. Kendimi kopya çeken bir öğrenci gibi hissediyorum. Sınıf arkadaşlarıma haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım. Onlar minik beyinleri ile ilk kez duydukları geometrik terimleri pekiştirmeye çalışırken ben tecrübem sayesinde hiç zorlanmıyorum.

-senin iyilik meleği olduğunu sanıyordum.

-ben sana iyilik ettim, sayemde yirmi yaşında genç bir profesör olacaksın uluslar arası dergilerde senin ismin yazacak ve farklı ülkelerde seminerlere katılacaksın.

Tüm Reklamları Kapat

-sadece bir ay sürem olduğunu söylemiştin. Başarısız olduğum üniversite giriş sınavında yapamadığım soruları kolaylıkla çözüp yeni mesleğimle yeni bir hayata başlayacaktım!

-hesaplarda bir değişiklik oldu,Necip.

-benim yüzümden çocuğun dudağı kanadı, kendimi suçlu hissediyorum.

-sen vurmasaydın o sana vuracaktı, bu nedenle kendini suçlu hissetmene gerek yok, sen kendini savundun.

Tüm Reklamları Kapat

-ona şiddet uyguladım yaptığım yanlıştı bir çocuk arkadaşına vurmamalı onun kendisine vuracağından emin olsa bile!

-yani birisi sana vurunca sen öbür yanağını gösterip buraya da vur mu diyeceksin? Tanrıdan dilekte bulunduğun zaman dikkatli ol,Necip kimi dilekler onun tarafından kabul edilir. Gerçek yaşamında üniversiteyi bitirdikten sonra yaz sıcaklarında ders çalışıp öğretim görevlisi olmak için jürinin karşısında başarısız oldun ve salondan ayrılırken bunu hak etmediğini düşündün. Tanrı seni duydu ve dilediğin gerçekleşti, daha ne istiyorsun?

-bu gerçek dünya değil iyilik meleği, sanal dünyada yaşıyorum. Bak sana gauss'un öykünü anlatayım. Gauss on yaşındayken matematik öğretmeni o gün ders anlatmak istemez ancak öğrencilerin meşgul olması gerekmektedir. Bu amaçla herkesin birden yüze kadar olan sayıların toplamını bulmasını ister. Gauss ilk sayı olan bir ile son sayı olan yüzü ,toplar ve defterinin köşesine yüz bir yazar. İkinci sayı olan iki ile sondan bir önceki sayı olan doksan dokuz sayısını toplar ve yüz bir bulur. Bu şekilde tam elli tane yüz bir olduğunu anlayıp çarpma yapınca cevabı 5050 bulur. Cevabı bulması

Birkaç dakikasını almıştır. İki ders boyunca öğretmen masasında gazetesini okuyacağını hayal eden öğretmen cevabın doğru olduğunu anlayınca şok olur ve karşısındaki çocuğun bir dahi olduğunu anlar. O doğuştan dahi olduğu için bunu başardı. Ben üstün zekalı değilim bu insanları kandırmaktır. Genç yaşta makale yazıyor olmam tecrübem sayesinde gerçekleşiyor , hiçbir zaman Newton ya da Gauss olamam!

Tüm Reklamları Kapat

-Gauss konusunda sana hak veriyorum ancak Newton konusunda sana katılmam imkansız. Newton'un tanrı vergisi bir zekası yoktu. Başarısını disiplinli çalışmasına borçluydu. Optik konusunda o kadar çok yoğun çalışırdı ki kendi gözleri ile yaptığı deneyler nedeni ile körlük tehlikesi yaşadı. İngilterede grantham şehri yakınlarında woolsthorpe 'da erken bir doğumla hayata geldi. Doğmadan babasını kaybetmişti.

Dört yaşına kadar annesi ile büyüdü, daha sonra annesi başka biri ile evlendi ve yedi yıl boyunca ona anneannesi baktı.

Newton'ın evrensel kütle çekimi ve hareketin üç kanunu, sonraki üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütle çekim kanunu ve Alman gökbilimci Johannes Kepler'in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton aynı zamanda ilk yansıtmalı teleskop'u geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı da oluşturmuştur.

Isaac Newton, bilim insanları tarafından bilim tarihinin en etkili insanlarından biri olarak kabul edilmektedir. 1999'un sonlarında, 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Isaac Newton, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında Albert Einstein'dan sonra 2. sırayı almıştır. Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart'ın 1978 yılında yayımladığı "Dünyaya Yön Veren En Etkin 100" adlı kitabında ise Newton, 2. sırada yer alarak Albert Einstein dahil tüm bilim insanlarının en üstünde tutulmuştur. Ünlü bilimkurgu yazarı Isaac Asimov da, Newton'dan ''tarihin en büyük bilim insanı'' olarak bahsetmiştir.

Tüm Reklamları Kapat

Sana ayrıcalık tanımamızın sebebi insanlığın giriştiği en önemli ve heyecan verici keşif yolculuklarından biri olan

Evrenimizin davranışını yöneten temel ilkelerin araştırılmasında rol almandır.

İki buçuk bin yıldan fazla süren bir yolculuk sonunda insanlar önemli bir ilerleme gösterdi. Bununla birlikte

Bu yolculuk son derece zor olduğunu kanıtladı ve gerçek çoğu zaman yavaş yavaş ortaya çıktı.

Tüm Reklamları Kapat

Yine de yirmi birinci yüzyıl bize olağanüstü yeni anlayışlar kazandırdı, bazıları o kadar etkileyici oldu ki pek çok bilim insanı fen biliminin temel ilkelerinin bir anlayışa yakın olabileceğimiz görüşünü dile getirdi.

Dünyamızın davranışının temelini ilkelere sahip olduğumuz anlayışı aslında onun matematiğinin takdir edilmesine bağlıdır.

Bazı insanlar ilköğretim düzeyinde matematik kapasiteleri olmadığı inancını oluşturacaklarından bunu umutsuzluğun bir nedeni olarak kabul edebilirler.

Pek çok insanın korkulu rüyası matematik bize ilkokul yıllarında ezberlediğimiz çarpım tablosu, basit kesirler, birleşik kesirler ve tam sayılı kesirleri anımsatır.

Tüm Reklamları Kapat

Bu noktada aklımıza şu soru gelir:İnsanlar

Kesirlerin manipülasyonunda ustalaşamazlarsa, fiziksel teorinin en ileri noktasında devam eden araştırmayı kavrayabilmeleri için nasıl iyi bir şekilde tartışabilirler?

Ben bu konuda iyimser davranmak istiyorum, kesirlerde dört işlem yapamayan insanların aslında sahip olduğu potansiyelin farkına varamayan insanlar olduğunu iddia ediyorum.

Mesleğinde ilk yılını tamamlayan bir coğrafya öğretmeni ile birlikte ders çalışırken onun şu tespitini unutmuyorum.

Tüm Reklamları Kapat

Söz ettiği öğretmen ile iyi anlaşan iki arkadaş olmuşlardır. Okuldan sonra bir kafede oturup sol görüşlü iki birey olarak muhafazakar kesimlerin dedikodusunu yaparlar, laikliğin elimizden gittiğini düşünüp beraber dertlenirler. Hiç ummadıkları anda arkadaşlıkları aşka dönüşür. Esas oğlan her zaman esas kızımıza sarılmak onu koklamak istemektedir. Ders aralarında öğretmenler odasında yalnız kaldıklarında saf öpücükler el ele oturmalar başlamıştır. İlişkinin en güzel anları ilk günlerdir ne de olsa! Mutlu yaşamında aklında hep aynı soru vardır. Bu iyiliği bana neden yaptı? Paralel evrende aile babası Necip monoton yaşamına devam ederken hafta sonları çocuklarını yazılı sınavlara hazırlamaktadır. Hayatındaki tek eğlence kitap okumaktır. Sofinin dünyasını tekrar okuyup aydınlanma felsefesine merak salar. Yalın ayak gezen Sokrates'in yaşam öyküsünü merak eder.

Ölümü Yeni Bir Felsefeci Kuşağı Doğuran Adam: Sokrates

(Baba) Sophronisbos'un ve (anne) Phainarte'nin çocuğu olan Sokrates, Atina'nın sıradan yurttaşlarından biriydi. Heykeltıraşlar loncasının üyesi olduğundan, hâlâ soyluluğunu sürdüren Atina aristokrasisine dahil değildi, ama sanki kendiliğinden bu soylu katmanın içinde doğmuş, orada yerini almıştı. Sokrates araştırmacıları uzun zamandan beri, onun sosyal konumunu açıklığa kavuşturmak için uğraşıp dururlar, ancak yine de, ortaya bütün şüpheleri dağıtabilecek kesin sonuçlar koyamamışlardır; ancak bu kararsızlıkta, "diyaloglarında" Sokrates'i vazgeçilmez hocası olarak yaşatan Platon'un payı yok denecek kadar azdır. Yetenekli, zeki, on parmağında on marifet olan bir aristokrat çocuğu olarak, Platon, akrabası Kritias'ın yolundan gitmeye kalkıp önce tragedya yazarlığını denemişti. Gelgelelim Sokrates ile tanışır tanışmaz, yazdıkları, edindiği yeni ilke ve anlayışların ışığında gözüne değersiz göründüğü için onları anında gözden çıkartacaktı. Öyle düşüncesizce, heyecanla atılmış bir gençlik adımı değildi bu; Sokrates, Platon'un bütün bir ömür boyu rehberi olacak; filozof, hocasına duyduğu minnet borcunu ya da ona karşı yerine getirmesi gerektiğini düşündüğü görevi, hemen bütün felsefi düşüncelerini, Sokrates'in ağzından yansıtmakla yerine getirecekti. Ne var ki, bunu yaparken, Sokrates karakterini ve tipini öylesine "Platonlaştırmış", öylesine idealize etmiştir ki, bugün artık Sokrates ile Platon'u birbirinden ayırma imkânı neredeyse ortadan kalkmıştır. Sokrates'in Savunması, edebiyat tarihinin ilk biyografilerinden, hatta monografilerinden sayılabilir. Bu ilişkiden alabildiğine radikal, ama pek de şaşırtıcı olmayan sonucu çıkartan O. Gigon, günümüzde, Sokrates efsanesinden yola çıkarak tarihsel düzlemde geçerli, güvenilir bir tabloya ulaşmanın imkânsızlığına işaret eder. Demek ki Sokrates olayını ister istemez, öteki kimselere ve hayata yaptığı etkilerden, daha doğrusu, dışa yansımış sonuçlardan hareketle kavrayabiliriz. Bu etkiler Atina gençliğinde, ama elbette özellikle soylu zümrenin gençleri arasında öylesine yatay bir yayılma göstermiştir ki, Atina polis cemaati, polis'teki varlığını tehdit altında hissedip, önlem almak zorunda kalmıştır. Çare, melanetin nedenini ortadan kaldırmak, yani Sokrates'i öldürmekti. Sokrates, savunmasını bir tür "ithama" çevirmiş, kendisine aralanan bütün kurtuluş kapılarını kendi elleriyle kapatmıştı. Az sonra bu konuya bir kez daha döneceğim, ama asıl işaret edilmesi gereken nokta, bu duruşmanın ve hükmün, daha sonra da Sokrates'in infazının, dünya düşünce (felsefe) tarihinde bir daha eşi örneği görülmeyecek bir gelişmeye yol açmış olduğu gerçeğidir: Çünkü, Platon, bu vakanın ardından felsefe ile devlet ilişkisi sorununu ömür boyu göz önünde tutmak üzere, aktif olarak politikaya atılmaktan vazgeçmekle kalmamış, bu kararı sonucunda, dünya felsefesine yön verecek bir "filozof" olup çıkmıştı; bundan da öteye bu duruşma ve sonuçları, Yunan felsefesinin bundan böyle bütününe yön vermiş, felsefenin temel ilkelerini belirlemiş, en başta da felsefenin devlet karşısındaki yerini tayin etmişti; öte yandan yeni filozofların hepsi birer "Sokratesci" kesilecekti; insani olanı, bütün dünyevi ihtiyaçlarından arındıran, insanı en temel ihtiyaçlarla sınırlandıran ve öğretisi değiştirilerek bütün bir Stoacı öğretinin içinde sürüp giden Atinalı Antishenedes'ten tutun da, hazcılık öğretisi, Atinalı Epikuros tarafından değişiklikler yapılarak Epikuroscu Okul'da yaşamaya devam eden, hayatın tadını çıkarmayı her şeyden önemli gören Kyreneli Aristippos ve edebiyat çalışmasının önemli bir bölümünü sevgili hocasına ithaf edip, onun düşüncelerini haklı çıkarmaya yönelten polis yurttaşı, cesur, dürüst, sözünü esirgemeyen Xenophon'akadar, Sokrates'in ölümü yeni doğuşların toprağı oldu. Platon ise felsefi diyalogların dışında da hocası hakkında, doğruluğunu gene bizzat Sokrates'e tasdik ettirdiği bir portre sunar. Atina'nın ünlü devlet adamı ve Sokrates'in öğrencisi Alkibiades'in tragedya yazarı Agathon'un bir şölende yaptığı konuşmadır bu portreyi bize sunan. Kuşkusuz bu konuşma da Platon'un bir buluşudur ve bu konuşmadaki Sokrates portresinin idealize edilmiş olduğuna hiç kuşku yoktur; çünkü konuşmayı kaleme alan Platon'un, hocasına olan sevgisinin etkisi altında nesnelliğini yitirmiş olduğunu düşünmek zor olmasa gerekir. Ancak büyük düşünürün, hocasını anlatırken gündelik, geçici, belirleyici olamayanın gerisindeki asıl kalıcı, öz olanı yansıtmaya özen gösterdiği de belli oluyor. Sokrates insanı zorlayıcı, belli bir yöne adeta sürükleyen bir kişiliğin bütün özelliklerini taşır. Eşi benzeri zor bulunur bir insancıllığın temsilcisidir o. Hayat demek yaşamak demek, büyük daimon Eros'un hizmetinde alçakgönüllü katkılarda bulunmak demektir ona göre. Hem zihinsel-entelektüel hem de fiziksel-bedensel üreme (yaratma) itkisinin öteki adı olan Eros, geleneksel bütün değerlerin tartışılır hale geldiği, sallanmaya başladığı, yeni değerlerin arandığı alabildiğine çalkantılı bir dönemde, filozofu, gençliğin yolunu aydınlatmaya çağırmaktadır. Burada kısa bir parantez açıp, bir kez daha Sokrates'in bu çalkantı içindeki konumuna tarihsel-felsefi düzlemden bakmamız gerekiyor. Sofistler felsefi-epistomolojik düzlemde, genel geçerli normları sarsıcı öğretiler ortaya atmaktaydılar. Ölçü insan olunca, sadece algıların genel, ortak bir doğruyu temsil etmelerinden kimse emin olamamakla kalmıyor, aynı zamanda başta Atina olmak üzere, polis-devletlerinin toplumu yönetmeleri için gerekli dinsel-politik ve ahlaki genel geçerli normlarının ya da kurallarının varlığına da itiraz yöneltilmiş oluyordu. Bu politik-dinsel otoritenin çökmesi, toplum düzenine kaosun hâkim olması demekti. Sofistler bu yönden bakıldığında ilerici, sarsıcı, aydınlanmacı bir düşünce yolunu ve hayat tarzını öğretiyorlardı. Sokrates, duruşmalarda, aynen Sofistler gibi, parayla zengin çocuklarına ders verme suçlamasıyla baş başa kaldı; (bkz. Sokrates'in Savunması) ancak görüşlerinin Sofistlerinki ile örtüştüğünü söylemek zordur. Tersine, bireysel olanın ölçü olamayacağını düşünmektedir o; eski, geleneksel olanın batıp gitme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu bu fırtınalı denizde, aslında sıradan bir yurttaş olan bir adam, Sokrates, bu kaosun karşısına dikilmiş, gerek toplumsal gerekse de siyasal hayatta bireyüstü, genel geçerli bir töresel birliğin, geneli bağlayıcı, sarsılmaz ilkelerin savunmasını yapmıştır. Diyalektik Bu noktada yöntem konusunda ilginç bir durum çıkıyor karşımıza: Sokrates'in gerçekte etkili olabildiği dar çevrenin dışına uzanabilmesini de mümkün kılan adımlardan biri, onun, Sofistlerin soru-cevap (diyalektiğini) yöntem olarak kendi görüşlerini benimsetmekte kullanmanın mümkün olduğunu fark etmesiydi. Tamam, Sofistler genel geçerli, bütünü bağlayıcı hiçbir ilke kabul etmeyip, insanı her şeyin ölçüsü saymaktaydılar, ama girişimlerinde, köhne sistemin her düzlemine de hak ettiği darbeyi vurmaktaydılar. Sokrates, bilimin hayranlık duyulan büyüklerini, politikanın kudretli adamlarını bu yöntemle silkeleyebileceğini, o zamana kadar sürdüre geldikleri düşünce ve ilkelerini çürütebileceğini fark etmişti. Sokrates, bilim adamlarının ve politikacıların zihninde "hiçbir bilginin bulunmadığı başlangıçtaki yaşantı durumuna" dönüşü, bir tür "tabula rasa" halini, Sofistlerin yöntemiyle sağlamaya çalışmalıydı. "Bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir" ilkesine dayalı bir başlangıç yapmak, bütün o "büyükler", kudretli politikacılar için elbette derin bir nefretin yeterli nedenini sunmaktaydı. Ancak ilk bakışta bu hiçbir şey bilememe biçimindeki bir başlangıç durumunu kabul ettirerek, buradan hareketle düşünceyi geliştirmeye çalışan Sokrates sarsılmaz ödünsüz iradesiyle, genel yasal düzenliliklere uyuşuyla, ilkelere ölünceye kadar bağlı kalışıyla, ikinci düzlemde Sofistlerden kesinlikle ayrılıyordu; (ayrıca Delphi kâhinine göre kendine görev verildiğinden de emindir Sokrates), bu seçilmişlik inancı ve ilkelerine sonuna kadar bağlı kalma kararlılığıyla, arkadaşlarının, ölüm cezasını durdurma tavsiyelerine de uymayacaktır. Kararı veren yargıçların, Sokrates'in nasıl olsa bir kaçma yolu bulacağından emin olduklarını düşünebiliriz; bu nedenle de kararlarını verirken işin ölüme kadar varacağını ummamış olmalıydılar; ancak Sokrates, önünde açılan kaçma imkânını ilkelerine ve hayat boyu temsil ettiği düşüncelere ihanet olarak algıladı, çünkü haklı ya da haksız, verilen hüküm yasaları temsil eden yargıçların kaleminden çıkmıştı; o bu yasalara sonuna kadar bağlı kalmaya kararlıydı. Bütünün düzeni, hiçbir zaman toplumun tek tek üyelerinin, bütün karşısında önemsiz olan yan kaygıları ya da ihtiyaçları nedeniyle sarsılmamalıydı. Her şey iyi de, öğrencileri için gene de bir gerçek vardı: Hocalarını kaybetmişlerdi. Tayin edici olan da buydu. Ara sıra gülünç davranışlarda da bulunmuş, kendini güldürünün nesnesi olarak da kullandırmış olan Sokrates, sonuçta onu tanıyanların gözünde idealize edilerek, bütün bilgelikleri kimliğinde temsil eden, ölüme, ilkeleri doğrultusunda gözü kapalı giden bir kahraman olarak yeniden yaratılıp felsefe ve insanlık tarihine armağan edildi. Platon ise Sokrates kişiliğinin her iki yanını da gösterir, hayatın içindeki insan Sokrates ile arayan eristikçi, yani güzel söz ustası birini tanıştırır Platon bize aydınlatıcı hoca, Adeimantos ve Glaukon'un temsil ettiği Atina gençliğinin yol göstericisidir o artık. Sokrates uyandırma faaliyetini Atina'nın sokaklarında, agoralarında, soyluların misafirhanelerinde ve ordu karargâhlarında gerçekleştirir. Bütün bir "polis" onun "politik" faaliyetinin sahnesi gibidir. Bu yerlere veda etmesi, bugünün yaygın bir deyişiyle "kamusal alana" veda anlamına gelmiştir. O andan sonra Sokrates için meydanlar ve sokaklar herhangi bir faaliyet gerçekleştirmesine uygun olmaktan çıkar. Platon ise sevgili hocasının ölümü üzerine, kentin kuzeybatısında Heros Akademisi'ne çekilip orada öğretmenliğe başlar. Aktif politika yapma isteği ile politika deneyiminin öğrettiği ve politikayı imkânsızlaştıran acı gerçekler arasındaki ikilem, onu her şeye rağmen çaresizliğin ve umutsuzluğun karanlıklarına sürüklemez.

Hayat ne garip!

Tüm Reklamları Kapat

Yıllar geçse de temel kurallar değişmiyor, insanların önünde yıllar önce olduğu gibi bu gün de iki seçenek var: itaat edip sessiz kalmak yada politikaya girip fikirlerin için mücadele etmek.

Yaşadığım ülkede bu gün kırk bir madenci tedbir alınmadığı için gaz patlamasında öldü ve yöneticilerimiz bunun kader olduğunu söylediler. Bu ülkede yönetici olmak çok kolay çünkü her türlü tedbirsizlik karşısında kadere sığınıp sıyırabiliyorsun.

Oysa hep ulaşmaya çalıştığım refah ülkelerinde kadercilik yok. İnsan yaşamına değer veriliyor ama bu noktada kendime de kızıyorum bu toplumda batıya gidip sadece kendimi kurtarmaya çalışıyorum. Yaşadığım toplumda anlayışın değişmesi için savaşmayı seçmiyorum.

Ben mücadele etmeyeyim nasıl olsa benim yerine sokaklarda pankart açıp "insan hayatına saygı istiyoruz" diye bağıran gençler olacaktır. O gençler benim yerine polis tarafından toplanıp merkeze götürülecektir. Benim yerime sosyal medyada neden sadece bizim ülkemizde madenci ölümleri gerçekleşiyor ? sorusunu soran insanlar sansür yasası nedeni ile üç yıl hapis ile cezalandırılacaktır.

Tüm Reklamları Kapat

Çok geçmeden uzak ve yakın çevrelerden gelen genç yaşlı birçok insan, hatta anlatıldığı gibi, erkek kılığına girmiş kadınlar Platon'un derslerine girmeye başlarlar.

Ne büyük bir mutluluk! Dersimi dinlemek için erkek kılığına giren kadınların geldiğini hayal ettim bir an.

Oysaki kırkbeşlik kişilik sınıfta dersi dinleyen öğrenci sayısı onu bulmaz, çoğu arka sıralarda uyur orta sıralardakiler telefonla zaman öldürür. Sabahlara kadar sosyal medyada en verimli zamanlarını harcayan öğrenciler için okumanın bir anlamı yoktur. Öğretmenler atanamamakta doktorlar her gün hastalar tarafından dayak yemektedir. Eczacılar para kazanamadıkları için bu gün yapacakları yürüyüşü maden işçilerinin ölümü nedeni ile ertelemiştir.

Burası, günümüzdeki okul kavramının bizde çağrıştırdığı ilişkileri temsil etmekten uzak bir eğitim merkezidir. Öğrenen ve öğreten arasında bir yaşantı birliği söz konusudur.

Tüm Reklamları Kapat

Öğrenen ve öğreten arasında bir yaşam birliğinin olması ne güzel bir düş değil mi?

Matematiği yaşam biçimi haline getirmiş, elinden kitap düşmeyen sırf soyut matematiğin hayatta uygulamalarını daha iyi kavramak için fizik çözen öğrencilere sahip olmak!

Bu düşten fazlası!

Kısa yoldan para kazanmayı ideal haline getirmeyen tek dertleri takipçi kasmak olmayan gençlerin olduğu bir ülke. Elbette refah ülkelerinin gençliğinin de bizimkinden çok farklı olduğu söylenemez.

Tüm Reklamları Kapat

Bu konuda batı ile eşit durumda sayılabiliriz. Oysa başarı için emek gerekir yıllarını vermek gerekir

Kısaca meslek erbabı olmak gerekir.

Yıllarca süren bir eğitimdir bu, hatta Aristoteles örneğinde olduğu gibi, ancak hocanın, ustanın ölümüyle kesilen bir eğitim sürecidir.

Bu eğitimle harmanlanmış hayatın hedefi, hakiki, doğru ve iyi olanın bilgisine, "ebedi İdealar âleminin güneşine" ulaşmaktır. Benim için idealar aleminin güneşine ulaşıp refah ülkelerinde yaşamak ancak ünlü bir bilim insanı olmakla mümkündür.

Tüm Reklamları Kapat

Bu amaçla yazdığım makaleler karalama olarak basılmış olsa da umudumu kaybetmemem gerekir.

Platon yada Sokrates için idealara ulaşma hedefinin içinde baştan itibaren politik amaçlar da yer almıştır benim her zaman uzak olduğum bir alan size nedenini açıklamaya çalışayım. Ülkemde ilk iki partinin liderleri yetmiş yaşında, liderin değişmesi için ölmesi gerekiyor ve parti içi muhalefet kavramı tanımsız.

Milletvekili olmak için tarikat önderi aşiret lideri yada iş adamı olmanız gerekiyor. Son zamanlarda eski futbolcular ve emekli güreşçiler de modaya uydu.

Peki soru şu:bu durum binlerce yıllar önce yok muydu,buna rağmen felseficilerimiz politikaya atılmaya bir sorun görmemişler.

Tüm Reklamları Kapat

Dinleyicilerin ne olması gerektiğini söyler: Dört duvar arasına çekilmiş, hayattan kopuk bilgiçlik değildir amaç, filozoflar olarak devlete yol gösterebilecek adamlar olmaktır. Dolayısıyla da Dion'un tiran Dionysios'a karşı Siracusa seferine akademisyenlerin ve akademi öğrencilerinin de katılmış olması ve Platon'un Dion'a hayırlı yolculuklar ve başarılar dilemekle kalmayıp ona eşlik de etmesi anlaşılır bir durumdur.

Platon'un Atina'nın epey uzağındaki bir yere yapılan sefere katılması, bize bir şeyi daha göstermektedir. Platon'un zihin gözü, sadece memleketi olan Atina polis'ine değil bütün Yunan kentlerine, Helenlerin ve barbarların dünyasına çevrilmiştir. Platon bu noktada hocası, ustası Sokrates'i çok gerilerde bırakmıştır. Söz konusu dünyanın büyük bir bölümünü kendi gözleriyle gören Platon'un, Mısır'a ve Asya'ya gidip gitmediği kesinlikle bilinmemekle beraber, İtalya'da bulunduğu, hatta Sicilya'ya üç kez gittiği bilinmektedir.

Platon orada Pythagorascılarla, özellikle de Tarentli Arkhytas ile felsefi ilişkiler kurmakla kalmamış, Siracusa tiranının sarayında baskıcı bir politikanın boyutlarını da tanımış, buradan kendi politik görüşlerini geliştirecek veriler toplamıştır.

Kendi yurdunun demokrasisi ile Sicilya'daki tiranlığı karşılaştırarak demokrasinin kimi zaaflarını tespit edebildiği gibi tiranlık ile tiranın (zorbanın) bir devlet ve insan/yönetici tipi olarak temsil ettikleri olumlu ve olumsuz yanları görebilmiş, bu arada Siracusa tiranı ile aynı çatı altında kalarak onun aile içi yaşayışını, tebaasına davranış ve tavırlarını gözlemleyebilmiştir; bu şartlar, her şeyi olanca çıplaklığıyla, süslenmeden, tiyatrodaki gibi poz haline gelmeden zaaflarıyla, güçlü yanlarıyla görmesine imkân vermiştir.

Tüm Reklamları Kapat

16.10.2022

Fiziksel teoride çok fazla ele alınmamasına rağmen, fiziksel dünyanın davranışının altında yatan matematikle bir ilgisi olduğu için seçim aksiyomundan söz edeceğim.

Şu an için bu konu hakkında fazla endişelenmemek yerinde olacaktır. Eğer seçim aksiyomu, su götürmez bir akıl yürütmenin uygun bir biçimiyle şu ya da bu şekilde çözülebilirse, o zaman onun doğruluğu gerçekten de tamamen bir meseledir ve ya Platoncu dünyaya aittir.

Öte yandan seçim aksiyomu yalnızca bir fikir veya keyfi bir karar meselesiyse, o zaman Platoncu mutlak matematiksel formlar dünyası ne seçim aksiyomunu ne de onun olumsuzlanmasını içerir.

Tüm Reklamları Kapat

Platon'un dünyasına ait olabilecek iddialar kesinlikle doğru olanlardır.

Aslında, matematiksel nesnelliği gerçekten Platonculuğun neyle ilgili olduğu olarak görürdüm.

İddianın bir varlığı olduğunu söylemek, onun nesnel anlamda doğru olduğunu söylemekten başka bir şey değildir.

Benzer bir yorum, örneğin 3 sayısı kavramı veya tam sayıların çarpımı kuralı veya bir kümenin sonsuz sayıda öğe içerdiği fikri gibi - hepsi nesnel kavramlar oldukları için Platoncu bir varlığa sahip olan kavramlar için de geçerlidir. Benim düşünce tarzıma göre Platoncu varoluş basitçe bir nesnellik meselesidir ve buna göre bazı insanların bu şekilde görmesine rağmen kesinlikle mistik bir şey olarak görülmemelidir.

Tüm Reklamları Kapat

Bununla birlikte, seçim aksiyomunda olduğu gibi, bir varlık için bazı önerilerin nesnel bir varlığa sahip olarak kabul edilip edilmeyeceğine ilişkin sorular hassas ve bazen teknik olabilir.

Buna rağmen, kavramların genel sağlamlığını takdir etmek için kesinlikle matematikçi olmamıza gerek yok. Mandelbrot kümesini oluşturmak için bir kompleks sayının önce karesini alıp sonra sabit bir sayıyı ekleyerek yeni sayıyı düzlemde işaretlemeye gerek yok demek istedim.

Mandelbrot kümesi olağanüstü bir yapıya sahiptir, ancak herhangi bir insan tasarımı değildir. Dikkat çekici bir şekilde bu yapı bir basitlik kuralıyla tanımlanır.

Belirtmek istediğim nokta, setin ince detaylarındaki inanılmaz komplikasyonları ilk gördüğünde Mandelbrot'un kendisi bile setin olağanüstü zenginliği hakkında gerçek bir ön yargıya sahip olmadığıdır.

Tüm Reklamları Kapat

Mandelbrot seti kesinlikle herhangi bir insan zihninin icadı değildi.

Küme, matematiğin kendisinde nesnel olarak oradadır.

Kümeye fiili bir varlık atfetmenin anlamı varsa, o varlık bizim zihnimizde değildir, çünkü hiç kimse kümenin sonsuz çeşitliliğini ve sınırsız karmaşıklığını tam olarak kavrayamaz. Varlığı, en iyi ihtimalle bu çıktıların, setin kendisine bir yaklaşıklığın gölgesinden başka bir şey olmadığı için, inanılmaz karmaşıklığının ve ayrıntısının bir kısmını yakalamaya başlayan çok sayıda bilgisayar çıktısında da yatamaz.

Yine de şüphe götürmeyen bir sağlamlığı var; çünkü aynı yapı -onu inceleyen bilgisayardan bağımsız olarak- ne kadar yakından incelenirse, tüm algılanabilir ayrıntılarında o kadar büyük bir inceliğe kadar ortaya çıkar.

Tüm Reklamları Kapat

Varlığı ancak Platonik formlar dünyasında olabilir.

Sakın gene felsefe yapmaya başlama dediğinizi duyar gibiyim!

Yapılara herhangi bir tür aktüel varoluş atfetmekte güçlük çeken pek çok okuyucu olacağının farkındayım.

Bu tür okuyuculardan ricada bulunayım, onlar sadece varoluş teriminin onlar için ne anlama gelebileceğine dair kavramlarını genişletsinler.

Tüm Reklamları Kapat

Platon'un dünyasının biçimlerinin, tablolar gibi sıradan nesnelerle aynı türden bir varoluşa sahip olmadığı açıktır.

Mekânsal konumları yoktur; ne de zaman içinde var olurlar.

Nesnel kavramlar zamansız varlıklar olarak düşünülmeli ve ilk insan tarafından algılandıkları anda var oldukları varsayılmamalıdır.

Gösterilen setin belirli girdapları, bilgisayar ekranında ilk görüldükleri anda varlıklarını kazanmamışlardır.

Tüm Reklamları Kapat

Setin arkasındaki genel fikir ilk kez insanca ortaya konduğunda da ortaya çıkmadı.

Dolayısıyla matematiksel varoluş, yalnızca fiziksel varoluştan değil, aynı zamanda zihinsel algılarımız tarafından atanan bir varoluştan da farklıdır. Yine de, üç ayrı dünyaya ait varlıklar olarak diğer iki varoluş biçiminin -fiziksel, zihinsel ve Platonik- her biri ile derin bir bağlantı vardır.

Platonik dünyayı fiziksel dünyayla ilişkilendiren bu gizemlerin ilkiyle ilgili olarak, matematik dünyasının yalnızca küçük bir bölümünün fiziksel dünyanın işleyişiyle ilgili olmasına izin veriyorum.

Beklenmedik önemli uygulamalara sık sık şaşırmamıza rağmen, günümüzde saf matematikçilerin faaliyetlerinin büyük çoğunluğunun fizikle veya başka herhangi bir bilimle açık bir bağlantısı olmadığı kesindir.

Tüm Reklamları Kapat

Aynı şekilde, zihniyetin belirli fiziksel yapılarla birlikte ortaya çıktığı ikinci gizemle ilgilidir. Fiziksel yapıların çoğunluğunun zihniyeti tanıtması gerektiğinde ısrar etmiyorum. Bir kedinin beyni gerçekten zihinsel nitelikleri uyandırabilirken, ben aynı şeyi bir kaya için söyleyemiyorum. Son olarak, üçüncü gizem için, zihinsel faaliyetimizin yalnızca küçük bir bölümünün ilgilenmesi gerektiğinin apaçık olduğunu düşünüyorum.

mutlak matematiksel gerçek! (günlük hayatımızı dolduran çok çeşitli rahatsızlıklar, zevkler, endişeler, heyecanlar ve benzerleriyle daha çok ilgileniyoruz) Bu üç gerçek, alınan her bir dünya ile bir sonraki dünya arasındaki bağlantının temelinin küçüklüğünde temsil edilir. Fiziksel evrendeki her şey, tamamen kesin ayrıntılarla matematiksel ilkeler tarafından yönetilir - belki de öğreneceğimiz gibi denklemler veya belki de bugün denklemler terimiyle adlandıracağımız olanlardan temelde farklı olan bazı gelecekteki kavramlar tarafından yönetilir.

Eğer bu doğruysa, o zaman kendi eylemlerimiz bile, kontrolün katı ilkeler tarafından yönetilen bazı rastgele davranışlara hala izin verebileceği bir kontrole tamamen tabi olacaktır.

17.10.2022

Tüm Reklamları Kapat

Akademide öğretmen ve "usta", hoca olarak görev yapması, sorumluluğunu yerine getirmesi için yeterli değildi elbette; okuldaki konuşmaları doğrudan dinleyemeyenlere, sözlü bilgiye ulaşamayanlara ya da hatta ulaşmak istemeyenlere yazılı metinlerle ulaşmak gerekiyordu. Oldukça mutlu bir rastlantı sonucu, İlk Çağ'dan bize neredeyse eksiksiz ulaşan Platon metinlerini anlamak, onları eksiksiz kavramak, Platon araştırma ve incelemelerinin en zor yanını oluşturmaktadır. Kimse kalkıp Platon'u tamamıyla anladığını iddia edebilecek durumda değildir. Bir hatırlatma: Sokrates geriye yazılı tek bir satır bırakmamıştır. Onun çalışmaları tamamen söze daha doğrusu ikili konuşmaya, yani diyaloglara dayanmaktaydı.

Ne yazık ki yıllar sonra aynı aşamaya geldik, derslerde yazmak yerine beyaz tahtanın fotoğrafını çeken gençler eve vardığında yorgunluğunu atıp yemek yedikten sonra okulda çektiği fotoğrafı inceliyor.

Bir konuyu anlamakta zorluk çekiyorsa tabletten yada cep telefonundan o konuyu anlatan bir video izliyor.

Hangi yolu seçerse seçsin genç öğrenci eline kalem alıp beyaz sayfaya yazı yazmıyor.

Tüm Reklamları Kapat

Bu durum benim için de geçerli olmaya başladı.

Klasik mekanik yada dinamik problemlerini elime kalem alıp çözmek yerine son günlerde winedt uygulamasında boş belge açıp klavyeyi kullanmayı uygun bulmaya başladım.

Platon'u da bağlayan bir özellikti bu, çünkü gerek o gerekse bütün öteki yazıyı kullanan Sokratesciler diyaloglar yazmışlardır. Diyalog üzerinde biraz durmamız gerekiyor. Diyaloglar, gerçekten yapılmış kabul edilen bir konuşmanın yazıya dökülmüş biçimidir; oysa daha baştan yazılı olarak ortaya çıkmış, sözlü izlenimi vermek isteyen, böyle olunca da yazılı halini, aslında kendini diyalog diye tanımlayarak aşan bir türdür. Diyalog baştan itibaren gerçekten yazılı bir metin biçimi olarak sabitleşmiş, değiştirilmez bir "konuşma"yı temsil eder. Yazan ile okuyan birbirine ne kadar uzaksa, aynı şey, diyaloğu sürdürenler ile okur için de geçerlidir. Hakiki bir sözlü sohbetin kişisel yakınlığının yerinde yeller esmektedir (yazılı) diyaloglarda. Platon, söz konusu 7. Mektup'unda, "son tahlilde amacımın ne olduğunu belirtecek hiçbir yazım bulunmamaktadır" der. Ona göre, amacı zaten öyle kolay kolay dile getirilebilecek, söylenebilecek bir şey değildir; anlatılmak istenilen, meseleye yönelik birçok ortak çalışmanın ve birlikte yaşamanın sonucunda aniden doğup ortaya çıkar ve sıçrayan bir kıvılcım gibi yaklaşır. "Kuşkusuz, şunu biliyorum ki, ben kendim yazacak ve söyleyebilecek olsaydım, en doğrusunu (iyisini) söylemiş olurdum. (...) Bu bana mümkün görünseydi, bu ülkede, insanların büyük yararına olacağından, yazmaktan daha güzel ne olabilirdi ki. Ancak, bu konuda konuşmayı denemenin, çok az insan dışında insanlık için iyi ve yararlı olacağını sanmıyorum." (7. Mektup, 341c-e). Bundan çok daha önce yazılmış ve sahiciliği hâlâ tartışılan bir mektupta da, "Bu nedenle bu konuda hiçbir şey yazmadım, Platon'un yazısı yoktur ve de olmayacaktır; şimdi böyle dedikleri şeyler, güzel ve genç bir Sokrates'ten kalmadır," diye belirtir. (2. Mektup, 314c) Platon'un birkaç yaşlılık dönemi eseri hariç, hep kendi adına değil de Sokrates adına konuşmasını, daha doğrusu diyalogları hep Sokrates'e yaptırmasını bu tespit çok iyi açıklıyor. Peki de Platon niçin geriye yazılı bir metin bırakmamakta, en azından varsayım olarak sözlü diyalogları Sokrates'e yaptırıp bu sınırı kollamakta bu kadar direnmiş olabilir ki? Aslında diyalogları yazılı metin saydığımızda, kendisinden önceki her filozofu geride bırakacak kadar çok yazmıştır. Düşüncelerini sadece sözlü yoldan aktaran Sokrates örneğine rağmen sonuçta Platon gene de bizlere büyük bir yazılı birikim ulaştırabilmiş, bunu gerçekleştirebilmek için de diyaloglar gibi bir anlamda dolaylı bir yol seçmişse, bunu, düşüncelerini kendi ömrü ile sınırlı tutmak istemeyen yaratıcı bir aklın buluşuna borçluyuz, demek yerinde olacaktır. (Platon'un yazı yolunu seçmesinin kuşkusuz zorlayıcı başka nedenleri de vardı. Sokrates, ölümünün üzerinden daha beş on yıl geçmeden bir mitos olup çıkmış, düşüncelerinin ne olduğu konusundaysa birbiri ile zıt, çelişen bir sürü görüş ortaya atılmaya başlamıştı. Dolayısıyla Sokrates düşüncesini yazılı belgeler halinde korumayı Platon'un kaçınılmaz görevlerinden biri olarak algılamış olması anlaşılır bir durumdur.) Yazılı olana karşı olan Platon, diyalog yolunu seçerek ve kendisini bu diyalogların arkasında tamamen gizleyerek, hem yazının söze göre her bakımdan eksik ve yetersiz olduğu biçimindeki görüşleriyle çelişmemiş oluyor hem de birbirini tamamlayan ihtiyaçlara cevap veriyordu. Platon için söz, konuşmacının duyguları, sıcaklığı ve gücüyle doldurulmuştur; gene de söz, bizi en son nedene, varlığın hakiki, doğru bilgisine, yani İdealar'a (yazıya) göre çok daha fazla yaklaştırsa bile, bir sonraki adım, bir tür "sıçrama" olmaksızın İdealar'ın bilgisine tamamen ulaşmamıza yetmez; öğretmen ile öğrenciyi birbirine bağlayan ve kendiliğinden, artık söze gerek olmadan ortaya çıkan kıvılcım, işte bu, kaderin kutsadığı, belirlediği bir anda, kairos'ta, yani tayin edici uğrakta, bizi İdealar'ın kusursuz bilgisine götürecek sıçramayı sağlar. Öyleyse, doğrudan söz değil, ama diyaloğun kurduğu öğretmen, hoca, usta ile öğrenci arasındaki ilişki de her türlü iletici aracın ötesinde, kairos'ta, kusursuz bilgiye ulaşmak söz konusudur; sözün bile bizi o nihai bilgilere götürememesinin nedeni, elle tutulur gözle görülür, işitilir olana fazlasıyla bağlı olmasındandır; yazı ise sözden bile çok daha az elverişli bir araçtır bu yolda; soğuktur, kişisel tınının, rengin, duygunun yansımalarına kapalıdır; ruhun kapsadığı gözün, gönül gözünün yardımından yoksundur; üstelik değişmez biçimde bir kerelik verilmiştir, sabittir, düşünce, yazının içinde donar; yanlış anlaşılmalara karşı savunmasızdır, çaresizdir, okunma anında, bir kere ortaya çıktıktan sonra, artık kendini (sözün sağladığı imkânda olduğunun aksine) savunmaya geçemez, neyse odur; demek ki yazıdan, bizi o nihai İdealar bilgisine götürebileceğini ummak beyhudedir. Öyleyse yazı, ancak ikinci dereceden, söze tabi bir "ast" görevi yüklenebilir; yazı, yaşlılıkta belleğin desteği olabilir, ama sonuçta ciddi değildir; oyundur, ciddi olanın, spude'nin karşısında kavranması bizim için zor bir biçimde padia'yı, şakayı, eğlenceyi, neşeyi temsil eder. Önemli olan, her şakanın içindeki ciddi olanı da düşünebilmek, hiçbir zaman spude ile padia'yı birbirinden koparmamaktır. Örneğin çocuğun oyunu müzik ile danstır, ama her ikisi de erkeklerin dikkat etmesi gereken ciddi görevler de taşırlar. Tanrıların onuruna verilen şölenler, yapılan bayram ve eğlenceler gençler için oyundur; ancak bu oyunda, birbirine en iyi uyan çiftleri arayan yöneticiler için ciddiyettir oyun (424e, 459e). Ayrıca oyun, ciddi bir şey olan felsefe karşısında, saçı sakalı ağarmış yasa koyucuların işidir. Yasalar da ciddiyetin en son şeklini temsil etmezler, bunlar hakikatin (gerçekliğin) sadece yansımaları, imgeleridirler, kendisi değil (300c); bu nedenle kimileri için zorunluluk taşımazken kimileri için hayatın kılavuzudurlar (425d). Peki, uğruna Platon'un ömür boyu düşünüp çalıştığı insan varlığının bu bağlamdaki durumu nedir? İnsani olan, çok ciddi sayılmaya değecek herhangi bir şey yoktur; çünkü insan tanrıların elinde sadece bir oyuncaktır; tanrı ise her türlü ciddiyeti hak eder. Demek ki her şeyin bir yanı oyun, öbür yanı da ciddiyettir, ciddi olandır. 

Okundu Olarak İşaretle
4
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Raporla
Mantık Hatası Bildir
Yukarı Zıpla
Bu İçerik Size Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 0
  • Tebrikler! 0
  • Bilim Budur! 0
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Umut Verici! 0
  • Merak Uyandırıcı! 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 03/05/2024 11:27:52 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/16943

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Keşfet
Akış
İçerikler
Gündem
Nükleer
Hayvanlar
Yok Oluş
Diş Hekimliği
Olumsuz
Şizofreni
Sürüngen
Genom
Karanlık Enerji
Tardigrad
Asit
Tohum
Dinozorlar
Demir
Tercih
Yaşam
Samanyolu Galaksisi
Uluslararası Uzay İstasyonu
Yüz
Maske
Evrim Kuramı
Çocuk
Güç
Hindistan
Güneş Sistemi
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Gündem
Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?
Bağlantı
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Bu platformda cevap veya yorum sistemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla aklınızdan geçenlerin, tespit edilebilir kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Ekle
Soru Sor
Sosyal
Yeniler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
Kaldığım Yeri İşaretle
Göz Attım

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.
[Site ayalarına git...]

Filtrele
Listele
Bu yazıdaki hareketlerin
Devamını Göster
Filtrele
Listele
Tüm Okuma Geçmişin
Devamını Göster
0/10000
ve seni takip ediyor

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close