Kedi Felsefesi
Kediler ve İnsanlar

- Blog Yazısı
Kitabın yazarı olan John Gray, siyaset felsefesi, analitik felsefe ve fikirler tarihi alanında uzmanlığı olan bir profesördür. Kendisi “Ateizmin Yedi Türü, Saman Köpekler, Kara Ayin, Kuklanın Ruhu” isimli kitaplarıyla bilinmektedir. Yazar, “Kedi Felsefesi” adlı kitabında ise genel olarak insan doğası ve kedi doğasının hangi yönleriyle farklılıklar barındırdığını ele almaktadır. Yazara göre ölüm gerçeği karşısında anlam arayışını devam ettiren bireylerin sığınağı olan felsefe ve dinler, kedili bir yaşam tarzı karşısında anlamsızlaşmaktadır. Çünkü kedice var olabilmek, farklı ütopyalara ihtiyaç duymadan yaşabilmektir. Kedice var olabilmek, hayat karşısında oyalanmaya ihtiyaç duymamak demektir. Kedice var olabilmek, endişe duymadan nefes alabilmektir. Bu noktada yazar, kedi kuyruğuyla araladığı dünyanın kapısına okuyucuları davet ediyor. 137 sayfadan oluşan yazarın “Kedi Felsefesi” kitabı altı bölümden oluşmaktadır. Yazar kitabın ilk bölümü olan “Kediler ve Felsefe” başlıklı bölümde insan ve kedi doğasının hangi temeller üzerine kurulu olduğundan bahsetmektedir. Ona göre insan, kendi öz doğasına sadık kalamamakta ve hayatının büyük bir çoğunluğunu değişim serüveni üzerinden yürütmektedir. Dolayısıyla bireylerin tüm çabaları mutluluğa ulaşma hırsıyla geçmektedir. Bu noktada yazar, insanların mutluluğa ulaşma gayretlerinde felsefe ve din olgusunun önemli olduğundan bahseder. Nitekim insanların içine doğdukları dünya onlara yabancı ve tehditkar görünmektedir. Din ve felsefe tehlikelerle dolu olan dünyada insanlara nefes alabilir bir dünya sunmaktadır. Ancak yazara göre kedilerin bu türden bir felseye ihtiyaçları yoktur. Konuyla ilgili argümanlarını yazar şu şekilde açıklar: “Doğalarına sadık kalan kediler, onun kendilerine sunduğu hayattan hoşnutturlar. İnsanlarda ise doğalarından hoşnut olmamak doğalmış gibi görünmektedir. İnsan denen hayvan, öngörülebilir trajik-ve bazen de absürt- sonuçlara yol açabilse de olmadığı bir şey olmaya çabalamaktan asla vazgeçmez. Kedilerin böyle bir çabası yoktur. İnsan hayatının büyük bir bölümü, bir mutluluğa ulaşma mücadelesidir. Kediler için ise mutluluk, esenliklerine yönelik fiili tehditler ortadan kalktığında döndükleri olağan ruh halidir.”(s.2)[1] Bununla birlikte yazar kedilerin soyut düşünme becerisine sahip olmamalarını bir eksiklik değil aksine özgürlüğün bir yansıması olarak görmektedir. Ona göre felsefe sözcüklerden oluşan bir dünya yaratmaktadır. Dolayısıyla kedilerin dünyasında somut bir şekilde algılayamadıkları kurgulara yer yoktur. Böylelikle sözcüklerin tiranlığı da geçersiz kalmaktadır. Yazar şu şekilde ifade eder: “ Felsefe insan aklının zayıflığına delalet eder. İnsanlar niçin ibadet ediyorlarsa, aynı nedenle felsefe yaparlar. Kendi yaşamlarında inşa ettikleri anlamın çok kırılgan olduğunu bilir ve onun çökmesi korkusuyla yaşarlar. Ölüm, anlamın nihai çöküşüdür; zira insanların kendilerine anlatmış oldukları her türlü hikâyenin sonunu imler. Böylece onlar da zamandan bağımsız bir dünyada bedenin ötesinde bir hayata geçişi ve insanın hikâyesinin bu diğer âlemde devam ettiğini tahayyül ederler.”(s.3)[1] Yazara göre inşa ettikleri kurgularla yaşayan insanlar kedilere göre daha az bireyseldir. Bu noktada yazar iddialarını desteklemek için on dokuzuncu yüzyılda yaşamış Alman filozof Arthur Schopenhauer’den alıntı yapar. Zira Schopenhauer’e göre insanlar özgürlük noktasında kedileri kendilerine benzetmektedir. Ancak Schopenhauer bu saptamayı doğru bulmaz. Çünkü bu saptamaların temeli Platoncu bir anlayışın nihai sonucudur. Bu anlayış farklı şekillerde ortaya çıkan arketip olmaktan öteye geçemez. Dolayısıyla yazar bireyselliğin kedi ve insan doğası arasındaki temel farklardan biri olduğunu belirtirken kedilerin her birinin değişik özelliklere sahip olduklarını vurgular. Yazara göre “Kedilerle yaşamış olan hiç kimse onları tek bir türün birbirinin yerini tutabilir örnekleri olarak göremez. Onların her biri benzersiz şekilde kendisidir ve birçok insandan daha bireyseldir.”(s.5)[1] Kitabın ikinci bölümü olan “Kediler Niçin Mutlu Olmaya Çabalamazlar?” başlıklı bölümde yazar felsefenin bir sükûnet aracı olarak kullanıldığını açıklar. Zira Antik Çağ filozoflarından olan Epikurosçular mutluluğa ulaşmada insan nefsinin terbiye edilmesi gerektiğinin elzem olduğunu söylerler. Dolayısıyla bu insanlar dünyevî zevklerden feragat ederek mütevazi şekilde yaşamayı seçerler. İnzivaya çekilerek gösterişten uzak bir hayat tarzını benimseyen Epikurosçular, mutluluğa ulaşmada bu hayat tarzını uygun görmektedirler. Ancak yazara göre “Ataraxia’ya ulaşmak mümkün olsaydı bile, cansız ve durağan bir yaşam şekli olurdu bu. Neyse ki ölümcül bir sükûnet, pratikte insanların uzun süre koruyabildikleri bir ruh hali değildi.”(s.35)[1] Yine yazara göre felsefî fikirler, çelişkilere kapı aralamaktadır. Çünkü bireyler insan aklı ile daha yaşanabilir bir dünya tahayyül ederler. Üstelik gerektiğinde bireysel dürtüler dahi baskılanır. Ancak tüm bu çabalara karşın hayatın olağan akışının kontrol edilmesi mümkün değildir. Yazar şu şekilde ifade eder:” Gerçekte ise ne yaşama biçimimizi ne de duygularımızı bu şekilde kontrol edebilmemiz mümkündür. Yaşamımızı rastlantılar, duygularımızı ise bedenimiz şekillendirir. İnsan hayatının –ve felsefenin- büyük bir bölümü, bu gerçek karşısında kendini oyalama çabasıdır.”(s.35)[1] Bu kertede yazar, oyalanma meselesinde insanların ve kedilerin farklı özelliklere sahip olduklarından bahseder. Çünkü kediler kendilerine ait bir izlenim oluşturamadıkları için ölüm gerçeği karşısında, ölümsüzlüğü düşünmemek adına oyalanmaya gerek duymazlar. Yazarın ele aldığı kitabın üçüncü bölümü olan “Kedi Etiği” bölümünde insan türünün hayvanlara göre daha ahlakî bir portre çizdikleri inancı üzerinde durulmuştur. İnsan türüne göre kediler söz konusu ahlaktan yoksun olarak kabul edilirler. Onlar herhangi bir merhamet ve itaat duygusu taşımazlar. Dolayısıyla yaşadıkları kozmosu daha yaşanabilir bir evrene dönüştürme gibi bir dertleri de yoktur. Daha açık ifade etmek gerekirse insan türü, ahlaki açıdan kendi soyunu üstün görmektedir. Yazar bu konu hakkındaki fikirlerini şu şekilde ifade eder:” İnsanlar ahlaktan söz ettiklerinde, aslında hakkında fikir yürüttükleri şeyin ne olduğunu bilmezler. Ama aynı zamanda söylediklerinden sarsılmaz bir şekilde emindirler. Bu durum çelişkili görünebilir, oysa değildir zira onların yaptıkları, duygularını ifade etmektir. Bunları desteklemek üzere sıraladıkları olgular bir tarafa bırakılırsa, değerler hakkındaki yargılarında doğru ya da yanlış yoktur. İşte bu yüzden, ahlak konusunda uzlaşma olamaz. Değer yargıları yalnızca duyguları ifade ediyorsa, o zaman uzlaşılacak(ya da uzlaşılamayacak) bir şey de olamaz.”(s.52-53)[1] Diğer bir deyişle yazara göre evrensel ahlak yasası mümkün değildir. Ona göre bireyler evrensel anlamda yasalar oluşturamaz. Çünkü söz konusu yasalar, tek tip bir model inşa edemez. Dolayısıyla her insan birbirinden farklı ahlak anlayışına sahiptir. Bu durum, herkes için geçerli olan ahlak portresini engellemektedir. Bu bağlamda yazar, hayvanların ahlak anlayışına sahip olmadıkları inancını inkar eder ve Aristoteles’e atıfta bulunur. Aristoteles, “Hayvanların Tarihi” adlı kitabında yunusların aralarındaki ilişki biçimlerine odaklanır. Bu hayvanların yavrularını besleme şekillerinden aralarındaki iletişime kadar vurgu yapar. Aristoteles bu saptamalara, yaptığı gözlemler sonucu ulaşmıştır. Düşünüre göre doğru yaşam, canlıların doğalarına sadık kalmasıyla mümkün görünüyordu. Dolayısıyla yunusların avlarını yakalarken gösterdikleri çaba, belirli bir erdemin sonucuydu. Kitabın dördüncü bölümü olan “İnsan Sevgisine Karşı Kedi Sevgisi” bölümünde yazar hayvanlarla ilgili kaleme alınan eserlere yer verir. Söz konusu eserlerin yaratıcılarından biri olan Patricia Highsmith, insanlar tarafından hor görülen hayvanların, insanlardan öç almalarını konu edinir. Highsmith’in biyografisini yazan Andrew Wilson, şu şekilde ifade eder:” Highsmith, hayvanları özne olarak konumlandırarak ve onların düşüncelerini seslendirerek, insanın akılcılığını yücelten Batı felsefe geleneğini sarsar.”(s.80)[1] Dolayısıyla yazarın atıfta bulunduğu romancı son derece hayvansever biridir. Öyle ki romancı, bir kedinin kuyruğuna dahi zarar verildiğini görse o kişiyi vurmakta bir an bile endişe etmeyeceğini belirtir. Yazarın ele aldığı beşinci bölüm olan “Zaman, Ölüm ve Kedi Ruhu” adlı bölümde ise insanların ölüm olgusuna yaklaşımları ele alınır. Bu noktada yazar, antropolog olan Ernest Becker’dan alıntılar yapar. Buna göre bireylerin hayatın rutin akışında odaklarını değiştirerek oyalanma gereksinimleri duymalarına neden olan en önemli faktör, ölüm gerçeğidir. Çünkü insan zihni, öylece yok olup gitmeyi kabullenemez. Nitekim bu durumda ritüeller, bahsi geçen kompleks halin üstesinden gelmek için faydalı bir araç haline dönüşür. Böylelikle insan zihni, olumsuz durumları söz konusu pratiklerle örtbas edebilir. Diğer yandan yazara göre insanlar, evrende bir birey olarak yer almaktan hoşlanmazlar. Bu durumda sırtlarında taşıdıkları acı, ağır bir çuval gibi sıkıntı verir. Tam da bu yüzden felsefe, söz konusu sıkıntıları kaldırmak üzere ortaya çıkmıştır.Ancak yazara göre bazı bireyler ölüm gerçeğinden endişe etmezler ve hiç doğmamış olmayı yeğlerler. Bu noktada yazar fikirlerini şu şekilde açıklar:” Şayet kediler geriye dönüp hayatlarına göz atabilselerdi, hiç yaşamamış olmayı dilerler miydi? Böyle olacağını düşünmek zor. Onlar hayatlarını hikâyelere dönüştürmediklerinden, onun trajik olduğunu düşünmeleri ya da hiç doğmamış olmayı dilemeleri mümkün değildir. Onlar hayatı bir armağan olarak kabul ederler.”(s.111)[1] Kitabın son bölümü olan “ Kediler ve Hayatın Anlamı” adlı bölümde yazar, postmodernistlerin iddia ettiklerinin aksine bir insan doğasının olduğundan bahseder. Ancak bu insan doğası bireylerin anlam gereksinimlerinden ortaya çıkar. Bununla birlikte insan doğası, değişken hayat tarzları yaratmıştır. Yazar şu şekilde ifade eder:” Bireysel doğa kurgusunun içerdiği hakikat, bizim için iyi olan hayatı seçmediğimiz;onu bulduğumuzdur. Kendi verdiğimize inandığımız kararların sonucu bile olsalar, yaşadıklarımız bizim tarafımızdan belirlenmez.”(s.122)[1] Diğer yandan yazar, insanların diğer canlılardan ne üstün ne de değersiz olduklarını vurgular. Ona göre bir yaşama, önem atfedilebilecek değer kıstası yoktur. Dolayısıyla “insan, insandır, kediler de kedi.” (s.122)[1]
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 02/05/2025 07:01:14 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/15352
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.