Felsefe Nedir ?
Felsefeden ne anlaşılmaktadır? Felsefenin konusu nedir? Herkes soru sorabildiğine göre, filozofun sorduğu sorularda farklı olan nedir?
Giriş
Tarafımızca seçilmeyen, koşulları hakkında doyurucu bir bilgi
sahibi olmadığımız, belirsizlikler ve bilinmeyenlerle dolu yaşamın
içinde, insan ediminin boyutlarını ölçerek yaşamı güvenli kılabilecek en
önemli etkinliklerden biri felsefedir. Yaşamak, kimi zaman bir şeyler
yapıyor olmak, kimi zaman ise bilerek (bilinçli olarak), bir şeyler
yapmaktan sakınmaktır. Zira yapmamak da bir eylem biçimidir. Bir şeyi
yapmak ya da yapmamak kararı, tercihlerin teraziye konulmasıdır. İnsan,
sürekli kararlar vermek zorundadır ve kimi zaman çok zevkli olabilen bu
etkinlik, kimi zamanlarda ise fazlasıyla tedirginlik ya da acı verici
olabilmektedir. Karar vermek, mevcut koşullar içinde bir şıkkı yeğlemek,
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
onu seçmektir. Bu seçim ise, her şeyden önce bilgiyi (bilmeyi) zorunlu
kılmaktadır.
“Yaşam, zaman stadyumunda bir yarış, bir performanslar ve tercihler
zinciri midir?
Engellerle dolu bir yolu izleyip, bu engelleri aşarak, bir noktadan
diğerine ulaşmak için sarf edilen bir çabadan mı ibarettir yoksa?
Sadece bir yerlere ulaşmak, ya da bir şeyler olmak mıdır?
Yoksa seçilmiş ya da verilmiş belli bir yolda yürüyüşüne devam etmek,
kimi zaman da koşmak mıdır? Hepsidir yaşam.
Yapmaktır o, burada ve şimdi.
Ancak, sadece emek (yapmak) tek başına yeterli olmamaktadır,
bu emeğin yönünü çizecek tarihsel bir bilincin olması da zorunludur.
Uygarlığımızın teknolojide kaydettiği ilerlemenin, ahlaki ve felsefi
donanım bakımından kaydettiği ilerleme ile eşit olmadığı uzun zamandır
bilinen ve üzerinde tartışılan bir konudur. Zaten bugün hissedilen ve
yaşanan çok yönlü sıkıntıların başlıca nedenlerinden biri de, bu ahlaki ve
felsefi yordamın eksikliği ve geri plana itilmiş olması değil midir?
Uygarlığımız bugün, yol boyunca yapmış olduğu tercihlerin, ama
özellikle tarihsel dönüm noktalarında yapılan yön değişikliklerinin
acısını çekmektedir. Günümüzde artık açık ve net olarak görülmektedir
ki, büyük uygarlıklar, toplumsal ve siyasal farklılıklarını ne yazık ki,
sahip oldukları büyük teknolojiyi, taş devrindeki insanlardan çok da
farklı olmayan bir şekilde kullanarak çözmeye çalışmayı
sürdürmektedirler. Tarih öncesi insanının binlerce yıl önce birbirlerine
attıkları ilk kurşunlar olan çakmak taşlarının yerini, bugün artık hidrojen
ile atom bombaları ve kimyasal silahlar almıştır. Çağdaş insan çok
ilerlemiş, gurur duyduğu bir uygarlık ve teknoloji geliştirmiştir ama diğer
insanlarla olan çelişkilerini çözmek için başvurduğu yöntemi, mağara
adamınınkinden ayıran tek fark, bugün, kullanılan silahların tahrip
gücünün daha yüksek olmasından ibarettir. Uygarlığımızın yansıttığı
birbiriyle uyuşmayan, karmaşık görüntü karşısında önerilebilecek tek
şey, felsefeye daha çok eğilmek, onu daha iyi bilmeye ve anlamaya
çalışmak olacaktır
Felsefeden ne anlaşılmaktadır?
Bildiğimiz gibi, felsefe ile ilgilenmeye başladıktan bir süre sonra,
ortalama bir insan genellikle şöyle şeyler söylemeye başlamaktadır:
“Bütün bu, kavramları, yöntemleri analiz etme ve eleştiriden geçirme işi
iyi de, tüm bunların ne yararı var ki? Bir kere, bu yoğun zihinsel işlemler
(kavramları öğrenme, kavrama, analiz etme, sorgulama ve eleştirme vb.)
çok sıkıcı. Ayrıca ben, gerçekte bu teknik ayrıntılarla hiç
ilgilenmiyorum. Benim bilmek istediğim şey, bütün bunların ne ifade
ettiği, ne anlama geldiği… İçinde yaşadığım dünya gerçekten nasıl bir
dünyadır? Bu dünyada, peşinden koşulmaya değer şeyler nelerdir?
Felsefe, bizi bu sıkıcı işlemlerle karşı karşıya bırakmak yerine, neden,
tüm bu işlemlerden çıkarılması gereken sonuçların neler olduğunu
doğrudan doğruya söylemiyor? “
Bizlere pek de yabancı gelmeyecek olan bu ifadelerde de
görülebileceği gibi, ortalama insan, aklını kurcalayan ve yanıtlamakta
güçlük çektiği sorulara bir cevap ister, çünkü birçok filozofun, hayatta
karşılaşılan sorunlara ilişkin olarak yanıtlara sahip oldukları gibi bir iddia
ile ortaya çıktığını bir şekilde duymuştur. Gözden kaçırdığı nokta ise, söz
konusu yanıtı, her filozofun içinde bulunduğu koşullarda ve kendi bakış
açısından ileri sürdüğü, dolayısıyla bu yanıtların ancak benzer koşullar
içinde bir anlam ve değere sahip olabileceğidir. Örneğin Aydınlanma,
Modernite ve Kapitalizm gibi tarihsel, ekonomik ve kültürel süreçlerden
geçmiş bir ülke ve toplumun ferdi olarak bir filozofun sözgelimi,
yoksulluk sorunu ve daha insancıl koşullarda yaşama arzusunun
gerçekleştirilmesine yönelik açıklama ve önerileri, tamamen farklı
koşullarda yaşamını sürdüren ve söz konusu süreçlerden geçmemiş
toplumlarda yaşayan insanlar için geçerli olmaktan oldukça uzak bir
yanıt olacaktır. Bu nedenle bu yanıtların, her ne kadar benzeri sorunlarla
yüz yüze gelmiş olsalar da, insanların tümü için aynı derecede geçerli
olması mümkün değildir. Farklı zaman dilimlerinde ve farklı
toplumlarda, ekonomik, kültürel ve toplumsal koşullar ve dolayısıyla
sorunların ortaya çıkış biçimleri de farklı olacaktır.
Felsefeye ilgi duymakla birlikte, henüz onu tanıma imkanını
bulamamış olan sıradan bir insan, genellikle felsefeyi, çok şey vaat eden,
çekici ama aslında vaat ettiklerini karşılamaktan uzak, anlaşılması
neredeyse imkansız denilebilecek kadar zor ve ilk başta uyandırdığı
ilginin aksine, aslında çok sıkıcı bir uğraş olarak görmektedir.
Filozofların yazdıklarında, zihnini meşgul eden sorunların nasıl
çözülebileceklerine ilişkin herhangi bir ipucu yerine bulabildiği tek şey,
bu sorunların çeşitliliğinin ve derinliğinin, kendi düşündüğünden çok
daha fazla olduğunun farkına varmasını sağlayan ve onu aslında hiç
ilgilendirmeyen analizler bolluğu olmaktadır. Felsefe ona, aklını
kurcalayan sorunun kaynaklarına, koşullarına, biçimlerine ilişkin bir sürü
ayrıntılı bilgi ve analizler vermekte, ama onun sorununun nasıl
çözülebileceğine ilişkin herhangi bir şey söylememekte ya da tüm bu
birikim içinde neyi seçmesinin daha iyi olabileceği konusunda ona hiç de
yardımcı olmamaktadır. Kendisinin bu filozoflar kadar akıllı ve bilgili
olmadığını düşünen sokaktaki insan, doğal olarak filozofların
yanıtlarında, her insan için geçerli olabilecek bilgi, öneri ya da çözümler
bulmayı umut etmektedir. Daha da açık bir şekilde söylemek gerekirse,
ortalama insanın felsefeye yönelmesinin altında yatan asıl neden, kendi
düşünme ve bilgilenme yeteneğini geliştirmekten çok, kendisinin
çıkarması gereken sonuçları hazır olarak bulabileceğine ilişkin beslediği
umuttur.
Felsefe Nedir?
Felsefe, bir takım gizli hikmetlerle dolu olduğu görüntüsü veren,
bazı ağırbaşlı ve saygıdeğer insanlarca dile getirilen gizemli kavramlarla
bezenmiş, adeta çözülmemek üzere hazırlanmış bir bilmece değildir.
Hayatın bizzat içinden yükselen bir etkinlik olarak felsefe, aslında
yaşamın diğer olgularından çok uzaklarda ya da onlardan çok farklı
değildir. Sözgelimi kimi zaman o, soğuk algınlığı kadar basit bir şeydir,
kimi zaman kalp krizi kadar dramatiktir. Kimi zaman ise, sözgelimi bir
veba kadar vurucu ve yıkıcı bir şeydir.
Felsefe, insana, geçmişine ait zengin deneyim ve birikimini
göstererek, ona, kendi kaderini çizmesinde yardım edebilir. Böylece,
onun bugününü doğru değerlendirmesine ve gelecek yönelimleri için
isabetli seçimler yapmasına yardımcı olabilir. Çünkü insan sürekli
yolculuk içinde olan bir varlıktır. İnsan olmak demek, yolda olmak
demektir. İnsan tamamlanmamıştır, dolayısıyla, yaşadığı sürece her bir
anda farklılaşmaktadır. Yaşamak, içkin ve belirlenmiş bir var oluşa sahip
olmak değil, bu var oluşu andan ana gerçekleştirmeye çalışmaktır.
Yaşamak, insanın miras aldığı birikim, donanım ve doğayı, kendi
düşünceleri, sözcükleri ve eylemleriyle uzlaştırmaya çalışmasıdır.
Felsefenin konusu nedir?
Aslında felsefenin konusu, her bireysel var oluşun temel
toplumsal ve tarihsel boyutundaki insan yaşamıdır. Bize, her tarihi çağa,
o çağa egemen olmuş yaşamın ve kuşakların bakışı ile bakma olanağını
sağlayan etkinlik, felsefedir. Felsefe ile uğraşmak, daha ötelere açılmak
ve bireysel yaşamın özünü araştırmaktır. Bir yanıyla bilimdir o,
nesnelerin bilgisidir. Bir yanıyla ise, gerçekler arasında gidip gelirken,
yol göstericiliğine ihtiyaç duyduğumuz bir pusuladır. Ama özellikle ilk
filozoflar açısından baktığımızda, o bir yaşam biçimidir.
Felsefe zor bir konudur ve spekülatif düşüncenin
karmaşıklıklarını tanımayanlar için şaşırtıcıdır. Bunun da ötesinde,
teknik terminolojiden çok hoşlanır. Üstelik çeşitli felsefelerin vardıkları
sonuçların birbirleriyle tam bir çelişki içinde olmalarının yanı sıra,
tartışılması gereken konuların neler olması gerektiği konusunda da çeşitli
felsefeler arasında hiçbir anlaşma yoktur. Hemen her felsefenin,
tartışılmaya değer bulduğu konu, diğer felsefeninkinden farklıdır. Bu
durumda, felsefeye yeni başlamış bir okuyucunun, “Eğer filozoflar, ne
aradıklarını bile bilmiyorlarsa, onu bulmaları nasıl beklenebilir ki?” diye
düşünmesi elbette şaşırtıcı olmayacaktır, ancak yine de durumun böyle
olması, felsefenin bir tarafa itilmesini haklı çıkarmaz. Çünkü filozof,
fizikçi ya da biyolog gibi evrenin şu ya da bu bölümünü açıklamakla
uğraşmaz. O, sıradan insanın ahlaki iç sezgilerini, azizlerin dinsel
bilincini, sanatkârın estetik beğenisini ve buna benzer insana özgü pek
çok disiplinden ve düşünsel etkinliklerden gelen düşünce ve bilgilerin hiç
birini göz ardı etmeden ve bunlara benzer daha pek çok insani öğeyi
kuşatacak şekilde, evreni ve insanlık tarihini bir bütün olarak kavramaya
çalışır. Bu nedenle, her şeyi içine alan bu kadar geniş kapsamlı ve
kuşatıcı bir araştırmada, spesifik sorunlara ilişkin belirli ve kesin bilgiler
bulmayı beklemek, pek de haklı bir davranış olmayacaktır.
Felsefenin kendisinin, sürekli bir değişim içinde olduğu da
doğrudur, çünkü incelediği konuların kendileri sürekli bir değişim içinde
oldukları için, onlara ilişkin bilgilerin değişmesi de olağandır. Ayrıca
durmadan değişen ve zaman zaman, önceki ileri sürülen görüşlerle
çelişkili hale gelen, yalnızca felsefe değildir. Bilimin öyküsü de,
terkedilmiş kuramların yıkıntıları ile doludur, zira bir çağın bilimsel
kuralları ile ilkeleri, sonraki dönemlerde tümüyle değişmektedir.
Dolayısıyla kendi alanında o güne dek ileri sürülenlerden daha farklı ve
öncekilerle çelişen görüşler ileri sürmek, felsefenin, kendi dışındaki
disiplinlerle (bilim-sanat) ortak olan yönüdür. Diğer disiplinlerden farklı
olarak felsefede daha belirgin bir şekilde kendini ortaya koyan özellik,
üzerinde fikir yürütülen konulara ilişkin farklı görüşlerden değil, ama,
filozofların düşünüş biçimleri arasındaki farklılıklardan
kaynaklanmaktadır.
Görüldüğü gibi felsefe, yalnızca gerçeklerin kataloğunu
çıkarmakla yetinmemekte, bu gerçeklerin anlamını da araştırmaktadır.
Bilim adamının, din adamının, sanatçının ve sıradan kişilerin
deneyimlerini bir araya toplamakta ve birbirinden bu kadar farklı tüm bu
deneyimlerin hepsini olanaklı kılan bir evrenin nasıl bir evren
olabileceğini anlamaya çalışmaktadır. Burada felsefenin yapmaya
çalıştığı şey, bizzat bu gerçeklerin kendileriyle ilgilenmekten ibaret
olmayıp, aynı zamanda bu gerçeklerin insan varlığına ifade ettikleri
anlamı ortaya koymaya çalışmaktır. Bunu yaparken filozof, bir dizi
seçme ve reddetme ilkesi geliştirir ve insanlara ifade ettikleri anlama
bağlı olarak gerçekleri, önemleri bakımından bir sıralamaya tabi tutar.
Bazılarını, önemli olarak kabul edip, inceleme alanına dâhil ederken,
diğer bazılarını da önemsiz ya da gerçek dışı olarak kabul ederek dışlar.
Anlam ve öneme ilişkin bu değerlendirme ve tartma çalışmalarında,
filozofların kendi bakış açıları, dünya görüşleri ve kendilerine özgü değer
ve düşünceleri önemli ölçüde belirleyici olmakta, kendi benimsemiş
oldukları değerler ve düşüncelere uyumlu olanlar değerlendirmeye tabi
tutulurken, bu değer ve düşüncelerle uyuşmayanlar, değerlendirme dışı
kalmaktadırlar.
Herkes soru sorabildiğine göre, filozofun sorduğu sorularda farklı
olan nedir?
İnsanın gündelik yaşamı, bir takım yapıp etmeler, eylemeler
içinde geçer demiştik, zira yaşamak istiyorsa, eylemek zorundadır.
Eylemek ise, son çözümde, genellikle insanın ya kendi bedensel-tinsel
varlığında ya da çevresinde bir değişikliğin oluşması veya oluşturulması
ile sonuçlanmaktadır.
Bu eylemlerin başladığı noktaya biraz daha yakından
baktığımızda göreceğimiz bir diğer şey, eylemden neredeyse tümüyle
farklı bir şey olan sorudur. Başka bir deyişle, soru-eylem ilişkisi, bizim
gündelik yaşamımızda oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Kimi zaman
sorular eylemi başlattığı gibi, kimi zaman da eylemler sorulara yol
açmaktadır. Gündelik yaşamımızda sorduğumuz soruların çoğu, pratik
yaşamın içinden gelmekte olup, çoğunlukla eylemlerle ilgilidir. Bu
sorular, varlığımızı sürdürebilmemiz ve yaşamımızı düzenleyebilmemiz
için duyulan gereksinimlerle yakından ilişkilidirler ve bu yönleri nedeniyle de ya kendileri eylemlere yol açarlar ya da eylemlerle
sonuçlanırlar.
Ama bir de, çok daha nadir olmakla birlikte, pratikteki belirli
eksiklikleri gidermek ya da belirli gereklilikleri yerine getirmekle ilgisi
olmayan sorular vardır. Bu soruların, varlığımızı ayakta tutmak ya da
gündelik yaşamımızı düzenlemekle ilgili kaygılarla hiçbir ilişkileri
yoktur. Aslında, bu sorular da, insandaki bir tür gereksinimin
dışlaşmasıdır, ancak bu tür soruların gündelik yaşamı ilgilendiren
herhangi bir gereksinim ya da düzenleme kaygısıyla ilgisinin olmaması
nedeniyle, bu tür soruların bir takım eylemlerle giderilmeleri de mümkün
değildir.
Filozofun sorduğu sorular da, yanıtları aranan birer sorudurlar,
ancak bu tür sorular bir başkasına sorulmayıp, kişinin kendi kendine
sorduğu birer soru olmak özelliğini taşımaktadırlar. Felsefenin
sorularının en belirgin özelliği öncelikle budur. Felsefede sorulan sorular,
bir kalabalığın önünde, sözgelimi bir filozoflar topluluğuna yapılan bir
konuşmada dile getirildikleri zamanlarda bile, aslında soruyu soranın
daha önce kendine yönelttiği ve öncelikle kendisi için sorulmuş birer
soru olmak özelliğini taşımaktadırlar.
Filozof, bilindiği gibi, öncelikle soru soran bir kişidir, ama
sıradan insanlardan farklı olarak bu soruları, başkalarına değil, öncelikle
kendine soran kişidir. Zaten filozofu kendi kendisiyle yaptığı
konuşmalara başlatan etken de, genellikle, kendisine sorduğu bu
sorulardır. Bu soruların başkalarına değil de, kendine sorulmasının en
önemli nedeni, böyle bir soruyu (sözgelimi: İyi nedir?) soran kişinin
(filozofun), sorduğu soruya ilişkin başkalarından alacağı hiçbir cevapla
yetinmemesi, bu sorunun çok daha derinlerine inmeye çalışmasıdır.
Çünkü felsefenin sorduğu sorular, yanıtları bir kerede verilebilecek
sorular değillerdir. Ayrıca yine bu sorular, genellikle, verilen yanıtlarda
soruyu soranın belirleyici özelliğinin ağır bastığı sorulardır. Başka bir
deyişle, cevap, soruyu soran ile çok yakın bir ilişki içinde olup, soruyu
soran tarafından belirlenmektedir. Kısaca söylemek gerekirse, herhangi
bir felsefe sorusunu soran kişinin işi kendi kendisiyledir. O, bu tür
soruları, başkalarının bu konudaki düşüncelerini duymak amacıyla
sormaz, çünkü felsefe, herkesin gidebildiği yere kadar kendi ayaklarıyla
gitmesini gerekli kılan bir alandır. Kişi, kendi sorularını öncelikle
kendine sormalı ve sorduğu soruya verdiği ilk yanıtlarla yetinmeyip
(çünkü yüzeysel olacaklardır), gittikçe derinleşmeli ve farklı yanıt
arayışlarını sürdürmelidir. Felsefede önemli olan, soruya hemen yanıt
vermekten çok; sorusundan vazgeçmemek, aynı soruyu tekrar tekrar
sormak ve her seferinde, öncekilerden farklı görüş açılarına ulaşmaya
çalışmaktır.[1]
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ Meral IŞILDAK. (2010). Felsefe Nedir?. DergiPark, sf: 46-57. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 10/01/2025 02:55:50 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/17454
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.