Antropolojinin Yöntemleri: Kültürel ve Arkeolojik Antropoloji
Saha çalışması, antropolojinin en önemli uygulamalarından biridir ve diğer kültürleri yerel çevrelerinde gözlemleyerek çalışmak amacıyla uzak bölgelere seyahat etme geleneğinin takibinde ortaya çıkmıştır. Antropolojinin tüm alt alanlarında bilgi edinmek amacıyla belirli şekillerde saha çalışmaları yapılmaktadır; ancak yöntemler alandan alana farklılık gösterebilmektedir. Buna uygun olarak saha çalışmaları, günümüzde şehir antropolojisinde bir kimsenin memleketi, görsel veya dijital antropolojide internet, etnotarih veya müze antropolojisi bağlamında ise üniversite arşivleri ve müzelerde bulunan koleksiyonları da içerecek şekilde genişlemiştir.
Birçok insan, insanlık tarihinin geçmişine doğal bir hayranlık duymaktadır. Belki de bizlerden daha önce yaşamış insanların bıraktığı nesnelerde kendimizi görebilmemizden kaynaklanan bu hayranlık, geçmiş medeniyetlerin beşeri kültürel eserlerinde, tapınaklarında ve kalıntılarında kendini göstermekte; antik dönemde yaşamış insanların düşünce ve dünya görüşlerini aydınlattığımız bu yolculukta ilk adımı atmamızı sağlamakta; bazen karşımıza dev insanlar, ejderhalar ve hatta dünya dışı varlıkları içeren mitler çıkmaktadır. Bununla beraber, çağdaş arkeolojide insan geçmişini araştırmak için elbette daha az tahmine dayalı yöntemler kullanılmaktadır ve alanın temelini bilimsel yaklaşımlar ve teknikler oluşturur.
Arkeolojik Teknikler
Arkeoloji alanında bir saha çalışması yapmanın ilk adımı, yüzey eserleri veya kültürel kalıntı içerme potansiyeli bulunan bir bölgenin etüdünü yapmaktır. Bu etüt bölgede basitçe yürüyerek yapılabilir veya bölge yüzeyinde anlaşılması zor olan, doğal olması beklenmeyen topografik değişiklikler veya potansiyel yapıların görülebilmesi için drone/Google Earth benzeri çeşitli teknolojilerin kullanımını içerebilir. Etüt neticesinde bulunan kültürel eserler, alanda bir arkeolojik kazının yapılmasına önayak olur. Kazı veya test birimlerinden alınmış rastgele örnekler, bulunan kültürel materyaller çerçevesinde sahanın potansiyelinin belirlenmesinde kullanılabilir. Toplanan tüm kültürel kalıntıların GPS koordinatları, alanda bulunan bitki ve hayvanlarla beraber kayıt altına alınır ve potansiyel doğal kaynakların belirlenmesinde kullanılır. Patika, yol ve ev boşlukları gibi özellikler saha notlarında belgelenir ve kaydedilir. Farklı devletler, bir alanın "arkeolojik saha" olarak belirlenmesine ilişkin farklı protokoller uygulamaktadır; ancak ana hatlarıyla takip edilen standart, altı nesnenin birbirlerine yakın halde bulunmasını gerektirmektedir.
Arkeologlar, bir sahayı kazıya hazırlarken ızgara sistemi kullanarak sahanın tüm yüzeyini ipler yardımıyla kare bölümlere ayırır. Böylelikle arkeologlar, sahada bulunan tüm eserleri ve kalıntıları haritalandırabilmekte ve belgeleyebilmektedir. Bulunan tüm eser ve kalıntılara bir katalog veya erişim numarası verilir. Bu numaralar etiketlere yazılarak eserlere iliştirilir. Düzgün etiketleme, eserin saha dışına çıkarıldığı durumlarda özellikle önem kazanır.
Kazı son derece yavaş bir süreçtir. Arkeologlar mala ve hatta diş fırçaları ile çalışarak kırılgan kemik ve eserleri topraktan arındırır. İnsanlar ve bitkiler arasındaki ilişkinin tarih boyutunda kurulabilmesi için kazı sırasında polenleri incelemek amacıyla toprak örnekleri de alınabilmekte; sahada bulunan tohum, kabuk veya hayvan kemikleri gibi doğa kaynaklı kalıntılar (İng: "ecofacts"), hayvan kalıntıları üzerine çalışan zooarkeologlar veya floral (bitki) kalıntılar üzerine çalışan arkeobotanikçiler gibi diğer uzmanlar tarafından incelenebilmektedir.
Tüm kültürel ve doğal nesneler, kalıntılar, ızgara sistemi rehberliğinde harita üzerinde bulunduğu konum ve koordinatlarıyla detaylı bir şekilde saha notlarına kaydedilir. Bu koordinatlar, ilgili nesnenin birinci bağlamını oluşturur. Yeryüzüne çıkarılan herhangi bir nesnenin kayıt altına alınmadan hareket ettirilmesi, arkeoloğun arkeolojik bağlamı ve bu bağlama ilişkin verileri kaybetmesine neden olur. Arkeolojik bağlam, arkeolojik ilke ve uygulamalarda temel bir rol oynamaktadır. Zira eserlerin, kalıntıların ve doğa kaynaklı kalıntıların öneminin ve hatta yaşının anlaşılması için bu nesnelerin bulunan diğer nesneler ile ilgisi ve bağlamı bilinmelidir. Birinci bağlamlarından çıkarılan (yani hareket ettirilen) nesneler, bulunduğu bölge sayesinde edindiği bağlamı kaybeder ve ikinci bağlam kapsamında ele alınır.
Bu belgeleme ve kayıt altına alma çalışmaları, arkeolojik kayıtların bel kemiğini oluşturur ve ileride yapılacak araştırma ve analizlere yol gösterir. Dolayısıyla bu kayıtların özenli ve düzgün tutulması son derece önemlidir.
Arkeolojik Tarihlendirme Yöntemleri
Kültürel nesnelerin yaşını saptamak, arkeolojik araştırmaların önemli bir parçasıdır. Zira bir sahanın ve bu sahada bulunan eserlerin yaşını bilmek, bize aynı zamanda insan kültürünün zaman içinde nasıl geliştiğini ve değiştiğini gösterir. Paleontoloji ve jeoloji gibi diğer bilim alanları da antik geçmişte hayvan ve bitki türlerinin anlaşılması; dünyanın ve hayvan türlerinin zaman içinde nasıl evrimleştiği sorularının cevaplanması amaçlarıyla tarihlendirme tekniklerinden faydalanır.
Göreceli Tarihlendirme
İlk tarihlendirme yöntemlerinde jeoloji disiplini altında geliştirilmiş göreceli tarihlendirme yöntemi ilkelerinden faydalanılmıştır. Kanyon uçurumlarını inceleyen jeologlar, bu bölgelerde strata (tekil: "stratum") adını verdikleri farklı türlerde kaya katmanları bulunduğunu gözlemlemiş; aşağıda yer alan katmanların yukarıda bulunan katmanlardan daha eski olduğunu öne sürerek üstdüşüm (üst üste binme) ilkesi (İng: "law of superposition") olarak bilinen ilkeyi oluşturmuştur. Bu üstdüşüm ilkesine göre yalnızca jeolojik katmanlar değil; aynı zamanda bu katmanlar içinde bulunan nesneler, daha derin katmanlardaki nesnelerin daha eski, bu katmanların üzerindeki katmanlarda yer alan nesnelerin ise daha yeni olduğu varsayımına dayanarak göreceli olarak tarihlendirilebilmektedir. Üstdüşüm ilkesinin arkeolojik saha çalışmalarına uygulanması işlemi stratigrafik süperpozisyon olarak da isimlendirilmektedir. Bu yöntem dahilinde her bir katmanın volkan, taşkın veya insan, hayvan veya bitki müdahalesi olmadığında uzun süre stabilliğini koruyacağı ve çok uzun bir zaman diliminde oluşacağı; buna bağlı olarak bir katman içinde bulunan ve/veya iki veya daha fazla katmanı kesen kültürel veya doğal bir eserin, bulunduğu katmandan daha genç olacağı varsayılmaktadır.
Üstdüşüm ilkesi, ilk olarak Danimarkalı bilim insanı Nicolas Stena tarafından öne sürülmüştür. Bu ilke, ilk kullanımlarında büyük hayvanların, ağırlıklı olarak memelileri içeren megafaunaların ve dinazor kemiklerinin toprak içindeki konumları temel alınarak yaşlarının belirlenmesini mümkün kılmış; yöntem sayesinde memeli megafaunalarının ve dinazor kemiklerinin arasında onbinlerce yıl olduğu ve buna bağlı olarak da dinazor kemiklerinin memeli megafaunalarından çok daha yaşlı olduğu bulgulanmıştır. Fosil kalıntılarının gerçek yaşına yönelik edinilen bu bilgiler, jeolojik zaman ölçeğine devrim niteliğinde bir yeni bakış açısı getirmiştir.
Bu ilke ışığında belirli bir katman set ve dizgesinin birkaç sahada ve yeterince geniş bir alanda gözlemlenmesine bağlı olarak bölgenin diğer alanlarında aynı stratanın aynı yaşta olacağı varsayılmıştır. Bu öngörü, jeolog ve arkeologların toprak ve kaya yapılarından faydalanarak belirli bir bölgede gözlemlenen olguların konumları bazında göreceli olarak tarihlendirebilmesini mümkün kılmıştır. Arkeologlar, bu yönteme arkeolojik tabakalandırma (stratifikasyon) adını vermiştir. Arkeologlar, bu yöntem ile katmanlar içinde yer alan eserlerin bulunduğu konumları baz alarak insanların kültürel bağlamlarını belirlemeye çalışırlar. Kültür katmanlarının altında bulunan stratigrafik katmanlar, üzerinde bulunan katmanların daha yeni olduğu varsayımı göz önünde bulundurularak ilgili nesnenin yaşın belirlenmesine yönelik bir temel oluşturmaktadır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Arkeologlar tarafından kullanılan bir başka yöntemde de tipolojik sekanslar temel alınır. Bu yöntemde nesnelerin benzer görünümdeki diğer nesneler ile karşılaştırılması yoluyla aralarındaki ilişkilerin anlaşılması hedeflenir ve yaygın olarak karşılaşılan nesneler arasındaki ilişkilerin anlaşılması amacıyla arkeolojinin birçok alt dalında kullanılmaktadır. Tipolojik sekansların bir örneği, yerliler tarafından kullanılan mızrak uçları üzerinde yapılan araştırmalarda karşımıza çıkmaktadır. Bu araştırmalarda farklı bölgelerde bulunan uçlar, arkeolojik kazı sahasında çıkarıldıkları bölgeler de göz önünde bulundurularak karşılaştırılır ve zaman içindeki değişimleri analiz edilir.
Tipolojik sekanslamanın bir başka biçmi de serileme (İng: "seriation") sürecini içerir. Bu süreçte eserler, aynı kültüre ait oldukları belirlendikten sonra kronolojik bir şekilde sıralanır. Bu yöntem, İngiliz Mısır bilimci Flinders Petrie tarafından, Petrie'nin açığa çıkardığı mezarlarda bu mezarların tarihine yönelik herhangi bir kanıt bulunmaması ve mezarların stratigrafi yöntemiyle sıralanamaması nedeniyle ortaya atılmıştır.
Arkeolojik kazılarda bozunmadan kalan çömlek, taş alet ve diğer nesnelerin tipolojik sekanslanması yalnızca tarih tahminlerinde kullanılmamakta; kültür, toplumsal yapı ve dünya görüşlerinin zaman içindeki değişimlerini de büyük oranda aydınlatabilmektedir. Örneğin tarımın başladığı M.Ö. 12.000 tarihlerinde, yani Neolitik dönemde katmanlarda büyük değişiklikler yaşanmıştır. Bu değişiklikler arasında toprağın işlendiğine yönelik emareler, belirli bitkilerin yetiştirildiğini gösteren polenler, yerleşik yaşama daha uygun örüntüler ve gıdaların, tahılların depolanmasının önem kazanmasıyla artan çömlek kullanımı da bulunmaktadır. Arkeolojik kanıtlar, aynı zamanda nüfusun arttığını ve hayvan sürüsü ve toprak mülkiyetini, ticaretin başlangıcını da içeren daha karmaşık kültürel ve ekonomik sistemlerin geliştiğini de gösterir niteliktedir. Belirli bir saha ile ilişkilendirilen çömlek türlerinin bulunduklara yere kıyasla yakın veya uzak bölgelerde bulunması ile ticaret faaliyetlerinin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Ticareti yapılan nesneler arasındaki ilişkilerin belirlenmesi ile komşu toplum ve yerleşim yerleri arasındaki muhtemel ekonomik ve politik ilişkiler de aydınlatabilmektedir.
Kronometrik Tarihlendirme Yöntemleri
Mutlak tarihlendirme yöntemleri olarak da bilinen kronometrik tarihlendirme yöntemleri, arkeolojik nesnelerin kimyasal veya fiziksel analizlerinin temin alındığı yöntemlerdir. Arkeologlar, bu yöntemleri kullanarak göreceli tarihlendirme yöntemleri ile elde edebilecekleri sonuçlara kıyasla daha isabetli aralıklarda tarihlendirme yapabilmektedir. Radyoaktif karbon-14 (14C) izotopunun kullanıldığı Karbon 14 Yöntemi, organik materyallerin tarihlendirilmesinde en sık kullanılan yöntemdir. Bu yöntem, yaşayan bir organizmanın ölmesi durumunda içerdiği karbonun bilinen bir hızda bozunuma uğrayacağı gerçeği temel alınarak geliştirilmiştir. Yöntem, 300 ila 50 bin yıl yaşındaki organik dokuların tarihlendirilmesinde kullanılmakta ve bu yöntem sayesinde 50 yıllık bir hata payı ile organizmanın ne zaman öldüğü ölçülebilmektedir. Test edilecek nesneler, yöntemin isabetli sonuçlar verebilmesi için derhal gözeneksiz kaplara kapatılır ve böylelikle toz, polen veya bakteri gibi organik maddelerin sonuçları etkilemesi engellenir.
Kayalar gibi organik olmayan materyallerin tarihlendirilmesinde ise uranyumun atomik bozunmasının veya potasyumun argona bozunmasının ölçüldüğü yöntemler kullanılmaktadır. Bu radyoaktif materyallerin bozunma hızları da bilinmekte ve ölçülebilmektedir. Bozunma, elementler ilk meydana geldiğinde başlar ve bu elementleri içeren nesnelerin ne zaman meydana geldiğini ve/veya kullanıldığını belirlemek amacıyla ölçülür. Arkeolojik sahaların tarihlendirilmesinde özellikle kullanışlı olan bir başka unsur ise volkanlardır. Zira volkanlar, geniş alanlara lav ve kül çökmesine sebep olur; patlamalar da kısa sürede gerçekleştiği için patlama neticesinde çevreye yayılan tüm materyaller benzer bir kimyasal yapıda olurlar. Bu çerçevede volkan kaynaklı küllerin tarihlendirilmesiyle kültürel unsurlar da küle olan yakınlıkları veya uzaklıkları baz alınarak daha isabetli bir şekilde tarihlendirilebilmektedir.
Dendrokronoloji tekniği ise ahşap ile yapılmış antik yapı veya meskenlerin ağaç halkaları ölçülerek tarihlendirilmesi ilkesini temel alır. Bu halkalar her yıl oluşur ve ilgili yıldaki besin ve su miktarına göre genişlikleri bakımından farklılık gösterir. Çapraz tarihleme, farklı yerlerdeki benzer ağaçlardan alınan karot örnekleri arasındaki geniş ve dar halka modellerinin eşleştirilmesiyle gerçekleştirilir. Bu şekilde elde edilen bilgi, direk ve kiriş gibi ahşap arkeolojik kalıntıların tarihlendirilmesi için kullanılabilir. Dendrokronoloji, New Mexico, Chaco Kanyonu'ndaki Pueblo Bonita arkeolojik sahasında, MS 800 ile 1150 yılları arasında Pueblo halkı tarafından kullanılmış ev yapılarının tarihlendirilmesinde kullanılmıştır. Merkezi Tucson'da bulunan Ağaç Halkası Araştırma Laboratuvarı (İng: "The Laboratory of Tree-Ring Research"), dünyanın en eski dendrokronoloji laboratuvarıdır.
Arkeolojik nesnelerin tarihlendirilmesine yönelik en etkili yaklaşım, bir dizi tarihlendirme tekniğinin bir arada kullanılmasıdır. Bir arkeolog bu sayede veriyi üçgenleyebilir veya veriler arasında korelasyonlar kurabilir. Birden fazla yöntemin bu şekilde kullanılması, belirli bir arkeolojik sahanın dönemine ilişkin güçlü bir kanıta ulaşmamızı sağlar.
Koruma ve Doğacılık
Koruma hareketi, 19. yüzyılda Avrupa ve Amerika'da bulunan insanların insan yerleşimlerinin ve dünyanın doğal kaynaklarının hor kullanımının çok sayıda hayvanın, bitkinin ve önemli çevrelerin tahribatına veya tehlike ile yüz yüzüne gelmesine sebep olduğunu görmeleri ile başlamıştır. Kalan doğal peyzajları ve habitatları anlamaya ve korumaya yönelik çabalar, 1860'larda, kısmen yaban hayatı ve doğal alanlara yönelik endişeler neticesinde şekillenmiştir. Bu endişelerin yanında spor organizasyonları ve açık hava aktiviteleri yapan insanların endişeleri de önem arz etmektedir. Öncül koruma çabalarının birincil amacı, spor yapan ve açık havada vakit geçiren kimselerin avlanma, balık tutma ve keşif faaliyetlerini sürdürebilmeleri amacıyla park ve vahşi bölgelerin önemli doğal ekosistemlerini korumaktır. Bu çerçevede koruma altına alınan ABD - Yellowstone ve Yosemite Ulusal Parkları gibi yerler günümüzde de korunmaya devam etmektedir.
Öncül Koruma Faaliyetleri
Bu erken dönem koruma çabalarının bir bileşeni de doğa tarihi müzelerinde sergilenmek üzere tür örneklerinin toplanmasıdır. Bu toplama çabası, aynı zamanda doğacılık olarak da bilinen, doğanın doğrudan gözlemlenmesi yoluyla dünyayı ve dünyayı yöneten yasaların anlaşılmasını temel alan hareketin bir parçasıdır. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında birçok şehir ve ulusun kendi doğa tarihi müzelerini kurmaya ve doldurmaya yönelik çabalarına bağlı olarak doğa koleksiyonlarında küresel boyutta kayda değer bir artış görülmüştür. Bu koleksiyonlar memelilerin, kuşların, balıkların ve bitkilerin tür koleksiyonlarına sık sık başvuran zooarkeologların ve arkeobotanikçilerin işlerine bir hayli yaramıştır. Zira bu bilim insanları, bu türler sayesinde insan mezarlıklarında bulunmuş doğal nesneleri ve hayvan kalıntılarını tanımlayabilmektedir. Birçok arkeoloji laboratuarı da karşılaştırmalı anatomi, analiz ve tanılama amaçlarıyla kullanılmak üzere hayvan iskeleti koleksiyonları içermektedir.
Bazı hayvan türlerine ek olarak Amerikan Yerli sepetleri ve diğer sanat nesneleri de toplanmış ve doğa tarihi müzelerine yerleştirilmiştir. Örneğin bugün Auckland - Yeni Zelanda'da bulunan Auckland Müzesi'ne giden ziyaretçiler, girişte iki geniş totem direği görebilirler. Dünyanın birçok eski müzesinde karşımıza çıkan bu Kuzeybatı Yakası totemleri, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında küresel bir koruma ve doğacılık hareketinin bir parçası olarak Amerika'nın Kuzeybatı Yakası'ndan toplatılmıştır. Birçok müze, bu eserleri satın almak istemiş; eserlerin Amerikan Yerlisi sahiplerinin eserleri satmak istemediği durumlarda ise bu eserler sahiplerinden çalınmıştır. Birçok doğa tarihi müzesi, Yerli halkları ve hayvanları kendi "doğal" dünyasında sergileyen dioramalar oluşturmuştur. Yerli halkların hayvana ve bitkilere benzediği imasını uyandıran bu dioramalar, günümüzde sert bir şekilde eleştirilmektedir. Buna bağlı olarak birçok müze bu uygulamayı durdurmuş ve hatta isimlerinden doğa tarihi sözcüklerini çıkarmıştır. Bununla birlikte, Smithsonian Enstitüsü'nün Washington DC'deki Ulusal Doğa Tarih Müzesi ve New York'taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi hem bu unvanı korumakta, hem de Yerli halkların dioramalarını sergilemeye devam etmektedir.
Kurtarma Antropolojisi
Yerli eserlerinin toplanmasıyla bağlantılı olarak doğan bir başka alan da kurtarma antropolojisidir. Kurtarma antropolojisi, 19. yüzyılın devamında Amerika ve dünyanın diğer bölgelerinde soylarının tükeneceği düşünülen yerlilerin maddi kültürlerinin toplanmasına yönelik bir çabadır. Bu dönemde birçok antropolog, kendilerini dünyanın dört bir yanında bulunan kabilelerde yaşayan insanların maddi kültürlerini, hikayelerini, dil listelerini ve etnografilerini toplamaya adamıştır. Bu çerçevede toplanan koleksiyonların birçoğu nesnelerin doğrudan satın alınması veya bu çabaya katkıda bulunan insanlarla (görüşmecilerle) yapılan konuşmalar ile oluşturulmuştur; ancak toplama çabalarının bir kısmı kabile kültürel eserlerinin çalınması veya aracı tüccarlardan satın alınmasını da içermektedir.
Bu alanda faaliyet gösteren antropologların birçoğu, Smithsonian Enstitüsü'nün bir dalı bölümü olan Amerikan Etnoloji Bürosu (BAE) tarafından görevlendirilmiştir. Bu antropologlar, birçok Amerikan Yerlisinin evi olan rezervasyonlarda yerli halklarla bir arada yaşamıştır. Dönemin önemli araştırma odaklarından birisi de dildir; zira bu dönemde birçok Yerli dili hızla yok olmaktadır. Antropologlar, dili analiz ederek sözcüklerin anlam ve bağlamlarını anlayabilmekte, ilgili kültürün felsefesi ve dünya görüşüne dair bir fikir edinebilmektedir.
Bunlarla beraber BAE, bu antropologlara iyi bir maaş vermemiştir. Bu nedenle bazı antropologlar, çalıştıkları insanlardan düşük bir ücret karşılığında kültürel nesneler satın almış ve bu nesneleri çok daha yüksek fiyatlara müzelere satmıştır. Bu uygulama, günümüzde ahlaksız ve istirmarcı bir davranış olarak değerlendirilmekte; dönemde yapılan antropolojik araştırmalar, yalnızca inceledikleri kültürün kültürel bilgi birikimine odaklandığı ve kültürün karşı karşıya olduğu zorlukları göz ardı ettiği için de eleştirilmektedir. Dönem antropologlarından sadece birkaçı araştırdığı halkların rezervasyonlarda karşı karşıya olduğu yoksul yaşam koşullarını dikkate almış ve bu konunun ele alınmasında rol oynamıştır.
Leonard J. Frachtenberg, bu kurtarma antropolojisi döneminde çalışmış ve üzerinde çalıştığı insanlara yardım etmiş antropologlardan biridir. Frachtenberg, 20. yüzyıl dönümünde, Oregon'un kıyısında, Lincoln County'de bulunan Siletz Rezervasyonu'nda yaşayan insanların dillerini toplamak üzere çalışmalar yürütmüş, görüşmecileriyle kapsamlı araştırmalar yapmış ve çalışmalarını temel alan bir dizi sözlü tarih yayınlamıştır. Frachtenberg'in çalıştığı Coos, Coquille, Aşağı Umpque ve Alsea kabilelerine ait bu insanların bir kısmı rezervasyonlarda yaşamaktadır; bir kısmı ise kendi ata topraklarına geri dönmüştür. Frachtenberg, bu çalışmalarla birlikte 1850'lerden kalan, yürürlüğe konmamış anlaşmaların kabileler tarafından bulunmasında ve bu anlaşmaların federal hükümete karşı dava açmak için kullanılmasında da rol oynamıştır. Bu anlaşmalar, yerlilerin Oregon kıyısında bulunan ata topraklarını federal devlete vermesi ve barışçıl bir şekilde Siletz rezervasyonuna taşınması halinde devlet tarafından bir ödeme alacağı taahhüdünü konu almaktadır. Yerliler anlaşmaya uygun davranmış ve sözlerini tutmuştur; ancak hiçbir ödeme almamıştır. Frachtenberg, bunun üzerine Coquille'lü bir adam olan George Wasson'un Washington DC'ye seyahat etmesine ve Ulusal Arşivlerde bu anlaşmaların kopyalarını bulmasına yardımcı olmuştur. Bu sayede kabileler de 1908 yılında federal devlete topraklarının parasını ödemesi amacıyla dava açabilmiştir. Süreç, birçok kabile için yaklaşık 40 yıl sürmüştür ve hâla birçok kabile adil bir şekilde ödemelerini alamamıştır.
Müze Koleksiyonları
Kurtarma antropolojisi döneminde antropologlar tarafından toplanan materyallerin çoğu kendilerine müze ve üniversite arşivlerinde bir yer bulmuştur. Günümüzde birçok doğa tarihi müzesi çok sayıda kabileye ait nesneleri içeren geniş dioramalar; müze araştırma kütüphaneleri ise kapsamlı el yazması ve etnografi koleksiyonları içermektedir. Bu koleksiyonlara arkeologlar da katkıda bulunmuştur; öyle ki birçok müzede sayısı milyonları bulan, bazıları tam, çoğu tek kemik halinde geniş insan kalıntısı koleksiyonları bulunmaktadır. Yerliler bu koleksiyonları, özellikle kutsal olarak gördükleri insan kalıntılarının toplanmasını eleştirmektedir. Toplanan kemiklerin birçoğu üzerine hiç çalışılmamıştır ve belki de hiç çalışılmayacaktır. Zira erken dönem antropologları, zamanlarının büyük bir kısmını yalnızca eser toplayarak geçirmiş; topladıkları eserler üzerine çalışmak veya bu eserleri analiz etmeye hiç vakit ayıramamış; başka projeler üzerinde çalışmaya başlamaları veya vefat etmeleri nedeniyle eserler depolara kapatılıp kalmıştır. Günümüzde üzerinde hiç çalışılmamış milyonlarca kemiğin yanında yine sayısı milyonları bulan somut eser ve el yazması etnografi bulunmaktadır. Bu arşivlenmiş eserler, hem antropologlar, hem de geçirdiğimiz 200 yıl boyunca uygulanan asimilasyon politikaları nedeniyle kültürlerinin bazı parçalarını kaybetmiş Yerliler için büyük araştırma fırsatları sunmaktadır.
Bu fırsatı değerlendiren insanlardan birisi dilbilimsel antropolog Henry Zenk'tir. Zenk, başta Chinook, Kalapuya ve Molalla kabileleri olmak üzere batı Oregon kabilelerinin dillerini ve kültürlerini araştırmaya yıllarını vermiş; 1970-80'lerde Grand Ronde kabilesiyle araştırmalar yürütmüş ve Güney Alaska'dan Kuzey Kaliforniya'ya ve Montana'ya kadar uzanan kabilelerin konuştuğu bir ticaret dili olan Chinuk Wawa'yı yetkin bir düzeyde öğrenmiştir. Zenk, bu dili Grand Ronde Rezervasyon Kampı'nda yaklaşık 30 yıl boyunca öğretmiş; Willamette ve Umpqua Vadilerinde bulunan Kalapuya kabilelerinin konuştuğu Kalapuya dilleri üzerine uzmanlaşmış ve 2013 yılında Melville Jacobs'a ait Kalapuya defterlerinin çevrilmesi üzerine bir projeye başlamıştır.
Washington Üniversitesi'nde görevli Melville Jacobs, Kuzeybatı Yakası'nın dillerini 1928'den 1971'de vefatına kadar çalışmış bir antropologdur. Özellikle Kalapuya'ya odaklanan Jacobs, Batı Oregon'da yaşayan insanların dilleriyle ilgili bilgilerle 100'den fazla saha defteri doldurmuş; 1945 yılında Kalapuya Yazıları (İng: "Kalapuya Texts") adlı, Kalapuya sözlü tarihini konu alan bir kitap yayınlamıştır. Jacobs, aynı zamanda Kalapuya konuşucusu John Hudson ile de çalışmış; Leonard Frachtenberg ve Albert Gatschet gibi erken dönem antropologları tarafından derlenmiş birçok yazının çevrilmesinde rol oynamıştır. Jacobs ve Hudson, bu yazıların bir kısmını çevirebilmiştir; ancak Hudson'ın 1953 yılında ölümüyle yazıların büyük bir kısmı çevrilmeden kalmıştır.
Bunun üzerine Zenk, meslektaşı Jedd Schrock ile öncelikle Kalapuya dilini öğrenmiş; ardından Jacobs'un Louis Kenoyer adlı bir Kalapuyalı'nın bilgi ve tarihini kaydettiği bir dizi defteri çevirmiş, bu çeviriyi de 2017 yılında Benim Hayatım - Louis Kenoyer: Grand Ronde Rezervasyonunda Geçen Bir Çocukluğun Anıları (İng: "My Life, by Louis Kenoyer: Reminiscences of a Grand Ronde Reservation Childhood") ismiyle yayınlamıştır. Zenk ve Schrock'un çalışmaları, kendilerinden önce gelen antropologların mevcut çalışmalarının yarattığı araştırma olanaklarına harika bir örnektir.
Zenk'in Grand Ronde kabilesinin üyeleriyle olan bu işbirliği, Grand Ronde kabile üyeleriyle kapsamlı bir şekilde çalışmasını gerektiren doktora projesi ile başlamış ve 50 yıl boyunca sürmüştür. Zenk, bu projede doğal olarak Grand Ronde kabilesiyle yakın temas halinde çalışmış; Kenoyer'in hikayesinin bu çevirisinin kabileye faydalı olması, bu kabilenin tarihini daha iyi anlaması için çabalamıştır. Öyle ki Grand Ronde kabilesi, Zenk bu kabileyi araştırmaya başladığında federal devlet tarafından tanınan bir kabile bile değildir. Zenk; bir danışman, öğretmen, çırak ve usta, eğitmen ve araştırmacı olarak kabile üzerinde daima bir olumlu etki olmuş; çalışmaları bu kabilenin tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş ve yıllardır kayıp olan tarih ve kültürlerinin bir kısmını tekrar kazanmasına yardımcı olmuştur. Zenk, 90'larda kabile üyelerine Chinuk Wawa dilini öğretmeye başlamıştır; günümüzde ise kabile, bu dilin çocukları tarafından öğrenilmesine yönelik kapsamlı bir dil benimseme projesine sahiptir.
Antropolojide Önemli İsimler: Albert Gatschet (1832-1907)
Kişisel Tarih: Albert Gatschet, 1868 yılında ABD'ye göç etmiş İsviçreli bir filolog ve etnologtur ve Güneydoğu kabilelerin dillerine ilişkin çalışmaları ve Oregon'un Klamath Kabileleri üzerine yaptığı etnografisi ile tanınmaktadır. Dilbilim alanına ve Amerikan Yerlisi dillerine özel ilgi duyan Gatschet, 1872 yılında 16 güneydoğu kabile söz dağarcığının karşılaştırmalı analiziyle dikkatleri üzerine çekmiştir ve bu çalışması, dilbilim alanında yeni araştırma alanlarının doğmasını sağlamıştır. 1877 yılında Rocky Mountain Bölgesi'nin Coğrafi ve Jeolojik Araştırmaları'nda etnolog olarak çalışmak üzere işe alınmış; California ve Oregon bölgelerinde yaşayan Yerlilerin dillerini konu alan defterleri toplamıştır.
Kariyeri boyunca ABD ve Avrupa'da İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerinde makaleler yayınlayan Gatschet, birçok dili ve çok sayıda Yerli dilini kayda değer bir akıcılıkla konuşabilmektedir. İlk büyük çalışması olan İsviçre'deki Yer Adları Üzerine Etimolojik Araştırma, 1865-1867 (İng: "Etymological research on place names from Switzerland, 1865–1867", Alm: "Orts-etymologische Forschungen aus der Schweiz"), günümüzde hala otoritesini ve geçerliliğini korumaktadır.
Antropoloji Alanları: Filoloji, etnoloji, dilbilim.
Alandaki Başarıları: Gatschet'in en önemli analizlerinden birisi, başta kuzey Florida'da konuşulan Timucua dili olmak üzere güneydoğu kabile dilleri hakkındadır. Gatschet, 1612-1614 yılları arasında Timucualıların dil metinleri toplayan Katolik rahip Peder Pareja'nın notlarını analiz ederek Timucua'nın ayrı bir ölü dil grubu olduğunu tespit etmiş, aynı zamanda Güney Carolina bölgesinde konuşulan Catawba dilini de incelemiş ve bu dilin batı Büyük Ovalar'da konuşulan Siyu (İng: "Siouan") dilleriyle akraba olduğu sonucuna varmış; 1881 ve 1885 yılları arasında Louisiana'da çalışarak iki yeni dil keşfetmiş ve güney kabilelerinin etnografik tasvirlerini tamamlamıştır. Bunların ardından 1886 yılında ise Biloxi ve Tunica dillerinin son konuşucularını bularak bu dilleri de Siyu dilleriyle ilişkilendirmiştir. Körfez kabileleriyle ilgili çalışmalarını iki ciltlik Krik Yerlilerinin Göç Efsanesi (1884, 1888) (İng: "A Migration Legend of the Creek Indians (1884, 1888)") isimli eseriyle yayınlamıştır.
Gatschet, 1877 ve 1878 yıllarında Oregon'da bulunan Grand Ronde Rezervasyonu'ndaki kabilelerle zaman geçirmiş; bu kabilelerde konuşulan Kalapuya, Molala ve Shasta dillerinin son konuşucularını konu alan ilk profesyonel saha notlarını derlemiş; Kalapuya gömüleri hakkında araştırmalar yayınlamış ve notlar almıştır. Rezervasyondan ayrılmasının ardından Tualatin Vadisi'nde, Tualatin Kalapuya halkının kendi ata topraklarında sürdürdüğü gelenekleri araştırmış; ardından Klamath Rezervasyonu'na giderek Klamath dili hakkında saha notları toplamıştır. Bu notları ise iki bölüm şeklinde ABD İçişleri Bakanlığı'nın Kuzey Amerika Etnolojisine Katkıları'nın 2. cildi olan Güneybatı Oregon'un Klamath Kızılderilileri (1890) (İng: "The Klamath Indians of Southwestern Oregon (1890)") adlı eseriyle yayınlamıştır.
Gatschet, 1891 yılında Amerikan Etnoloji Bürosu (BAE) tarafından ABD ve Kanada'da bulunan Algonquian halkını araştırmakla görevlendirilmiştir; ancak hastalığı nedeniyle emekli olmak zorunda kalmış ve bu çalışmayı asla tamamlayamamıştır. Buna karşın Gatschet çalışmayı asla bırakmamış, ölümüne yakın zamanlarda Çin dilleri üzerine çalışmıştır.
Gatschet'in eşi Louise Horner Gatschet, Gatschet'in ölümünden sonra saha notlarını Amerikan Etnoloji Bürosu'na satmış ve çalışmalarının büyük bir kısmının çevirileri için bu büro tarafından işe alınmıştır. Gatschet'in mektuplarından seyahatlerinde eşinin de yanında olduğu anlaşılmakta ve saha çalışmalarına birçok şekilde destek verdiği tahmin edilmektedir.
Çalışmalarının Önemi: Gatschet, birden fazla kabileyi yerinde ziyaret etmiş ve bir sonraki on yıl içinde ölecek birçok insanın etnografi ve yorumlarını başarıyla derleyebilmiş sayılı öncül profesyonel antropologdan biri olmanın yanında alana konu olan dil ailelerini analiz etmiş ve bağlantılı dillerin öncül çerçevelerini oluşturabilmiştir. Çalışmaları, Amerika'nın Batı Oregon ve Güneydoğu Körfez alanında yapılmış dil çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. Yerli dillerinin araştırılmasında birçok titiz yönteme başvurduğu profesyonel hayatı, insan toplumlarına yönelik araştırmalarında bilimsel yöntemleri uygulaması ile anılan Franz Boas'ın birçok çalışmasından daha eskiye dayanmaktadır.
Yorum ve Ses
İnsanlığın geçmişinin araştırıldığı çalışmalarda araştırmacıların yorumlarının oynadığı rol giderek daha fazla anlaşılmakta ve önem kazanmaktadır. Zira bu çalışmalarda iyi yürütülmüş araştırmalar ve o anda mümkün olan en iyi kanıtların kullanılması temel alınmaktadır; ancak bir araştırma çerçevesinde geçmişte gerçekten ne olduğuna ilişkin ulaşılan tüm sonuçlar, bu tarih yazarlarının sunduğu yorumlar ile şekillenmekte; bu yorumlar da bulgularını yayınlayan ve diğer bilim insanlarıyla paylaşan bu insanların geçmişleri ve bakış açılarından; ırklarından, uluslarından, sosyal statü ve dini inançlarından, politik duruşlarından, amaçlarından ve eğitimlerinden etkilenmektedir. Antropolojik çalışmalar uzun yıllar boyunca Kuzey Yarımküre'de büyüyen ve büyüdükleri yerin sistemine uygun şekilde eğitim alan Beyaz ve erkek akademisyenler tarafından gerçekleştirilmiştir; bu ortak arka plan da ciddi boyutta bir yorum bilişsel önyargısına sebep olmaktadır.
Bunun yanında dikkat çeken bir konu da kültürel eser koleksiyonlarının büyük bir kısmının müzelere kazandırılmasından ardından yüzyılı aşkın süredir hiç dokunulmamış olmasıdır. Bu somut eserlerin hangi kabinlere nasıl bir aranjmanda yerleştirileceği, altlarında ne yazacağı o zamanın müze küratörleri tarafından belirlenmiş; bu küratörlerin de büyük bir çoğunluğu eserleri üreten insanlardan veya bu insanların çocuklarından veya torunlarından hiçbir şekilde destek almamıştır. Dolayısıyla birçok sergide sergilenen eserler doğru bir şekilde gösterilmemekte veya tanımlanmamakta; sergilenen eserlerin materyal yapısı, kim tarafından yapıldıkları, kabile kültürleri, toplandığı alanlar ve kullanımları konusunda isabetsiz bilgiler yer almaktadır.
Bu çerçevede birçok müze, elinde bulundurdukları koleksiyonların hikâyesini daha iyi anlatabilmek için Yerli insanların yardımına başvurmaktadır. Yerliler, kültürel eserlerin anlamı ve bağlamı konusunda doğru bilinen yanlışların düzeltilmesinde rol oynamakta; üretimlerinde kullanılan materyal ve süreçler gibi temel konularda doğru bilgiler sağlamakta ve aynı zamanda nesnelerin aranjmanı ve nasıl gösterileceği konusunda alınan kararlara ışık tutmaktadır.
Etnografi ve Etnolojinin Gelişimi
Etnografi, kültür antropologları tarafından, bir kültürün veya toplumun bir tanımının oluşturulmasına yönelik bir yöntemdir ve bu yöntemi kullanan etnograflar, saha çalışması, müze koleksiyonları, devlet kayıtları ve arkeolojik veriler gibi birçok kaynaktan topladıkları bilgilerden faydalanır. Bu yönteme bağlı olarak 19. yüzyılda koltuk antropolojisi (İng: "armchair anthropology") adı verilen yeni bir etnografi türü gelişmiştir. Koltuk antropolojisi, insan toplumları ve davranışlarına ilişkin teorilerin yalnızca ikinci el bilgilere dayanarak oluşturulması anlamına gelir. Bu çalışma türünün iyi bilinen figürlerinden birisi Lewis Henry Morgan'dır. Morgan, en ünlü yayını olan Ho-dé-no-sau-nee veya İrokualar Birliği'ni (1851) (İng: "League of the Ho-dé-no-sau-nee, or Iroquois (1851)") ağırlıklı olarak okuduğu diğer kitaplardan faydalanarak oluşturmuştur. Morgan, kariyeri boyunca çeşitli zamanlarda Yerli insanlarla görüşmüştür; ancak bahsi geçen eserini yazmadan önce İrokualar üzerine etnografik bir çalışma yapmamıştır.
19. yüzyılın ikinci yarısında ise birçok antropolog ve akademisyen, Amerika kıtasında, o zamanlar birçoğu yalnızca federal rezervasyon kamplarında yaşayan yüzlerce kabile hakkında yapılmış araştırma projelerinde bulunmuştur. Bu antropolog ve akademisyenlerin birçoğu, fizik eğitimi alan ancak antropolog olarak ünlenmiş, Columbia Üniversitesi'nde profesörlük yapan Alman asıllı akademisyen Franz Boas'tan etkilenmiştir. Boas, akademisyenlerin insanlar üzerine bir çalışma yapacakları zaman yayınlanmış diğer kaynaklardan bilgi toplaması yerine ilgili etnografik bilgilerin çalışmak istediği insanlardan doğrudan alınması gerektiğini savunur. Boas, kısa sürede antropoloji alanında bir önder olarak görülmeye başlanmış ve Amerikan Etnoloji Bürosu'nda eşdeğer bir mevkiye getirilmiştir.
Boas, antropolojinin dört alanının dördünü de savunmuş, bu alanlarda eserler yayınlamış; akademik kariyeri sırasında birçok önemli soruya ışık tutmuştur. 1907 tarihli "Antropoloji" denemesinde antropologlara iki temel soru yöneltir; "Neden dünyanın kabileleri ve ülkeleri farklıdır; ve mevcut farklar nasıl gelişmiştir?". Boas, aynı zamanda akademisyenlerin görevlendirilmesi ve Yerli insanlar hakkında bilgi toplaması için sahaya gönderilmelerinde de rol oynamıştır. Saha çalışmalarına ilişkin belirlediği standartlar, çağdaş antropoloji biliminin temelini oluşturmaktadır.
Erken dönem antropologları için bir ilgi alanı da çeşitli Yerli toplumları arasındaki benzerlikler ve farklardır. Bu benzerlikler ve farklara ilişkin karşılaştırmalara duyulan ilgi neticesinde antropolojinin etnoloji adı verilen alt alanı doğar. Etnoloji, farklı grupların kültürlerarası yönden karşılaştırılmasını konu alır ve bu alan dahilinde, antropolojinin erken dönemlerinde çeşitli Yerli toplumlarının birbirleri arasında kurdukları ilişkiler tahsis edilmeye çalışılır. Bu çaba, diyalekt, giyim ve dış görünüş bağlamındaki benzerliklerin yanında çeşitli kabilelerin ne doğrultuda ne kadar göç ettiği gibi soruları da kapsar. Erken dönem antropologları, bu soruların cevaplarını aydınlatmaya ve kabile kültürlerindeki değişimleri takip etmeye çalışmıştır. Bu konuya ilişkin bir başka büyük soru da Yerli insanların Amerika kıtasına ilk olarak nasıl ayak bastığı sorusudur. Antropologlar, insanların "eski" dünyadan "yeni" dünyaya yaptığı göç örüntülerini saptamak amacıyla etnoloji uygulamalarından faydalanmış; belirli bağlantılar kurmuş ve kültür nesneleri paylaşmıştır. Etnoloji, günümüzde dilbilim, arkeoloji ve biyolojik antropolojide hala sıkça başvurulan bir uygulama alanıdır.
Etnolojinin bazı ek uygulamaları arkeolojik yöntem ve analizler ile iç içedir. Örneğin etnoarkeoloji alanında ağırlıklı olarak Amerikalı arkeolog Lewis Binford tarafından ortaya atılmış metodlar kullanılmakta; arkeologların bir insan kültürünün arkeolojik geçmişine ilişkin belirli sonuçlara ulaşmak amacıyla yakın zamanlı veya mevcut insan kültürlerine dair etnografik bilgilerden faydalanması konu alınmaktadır. Binford, 1978 tarihli Nunamiut Etnoarkeolojisi (İng: "Nunamiut Ethnoarchaeology") adlı eserinde çağdaş Yerli insanların hayvan kalıntılarını imha etme biçimlerini Nunamiut atık bölgelerinden toplanan kanıtlarla karşılaştırmaktadır. Bu karşılaştırmalar ile bir model oluşturulmakta; bu model de Yerli insanların atalarının geçmişte bu hayvan kalıntılarını nasıl imha etmiş olabileceği sorusuna yönelik ipuçları sunmaktadır. Bu modeller elbette mükemmel değildir; ancak birçok Yerli kültürün kültürlerinin bazı kısımlarını günümüze kadar koruduğu gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Etnografide Bakış Açısı ve Yorum
Etnografi, kültür antropologları tarafından hala yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu yönteme başvuran kişiler, araştırmaları sırasında bir kültüre veya topluma ilişkin çeşitli bakış açılarına ulaşmak amacıyla birçok görüşmeciye başvurur. Zira hiçbir insan, tek başına bulunduğu kültür konusunda yetkili bir merci olamamakta, kültürünün her boyutunu tam manasıyla bilmemektedir, dolayısıyla eksiksiz bir tanıma ulaşmak için birden fazla bakış açısından faydalanmak temel bir önem taşır. Erken antropoloji çalışmalarında yalnızca ataerkil bakış açıları ele alınmış ve bu nedenle oluşturulan etnografilere bir ataerkil önyargı bulaşmıştır. Günümüzde ise antropologlar, kasıtlı olarak farklı bakış açıları aramakta, farklı toplumsal cinsiyetlerde, yaşlarda, farklı toplumsal roller oynayan insanlara danışmaktadır.
Kültür antropolojisi alanında yapılan saha çalışmalarının en zorlayıcı yanı, bir başka kültürü herhangi bir önyargı olmaksızın gözlemleme ve çalışma zorunluluğudur; zira antropologlar, bu zorunluluğu dikkate almadıkları takdirde etnografilerine büyük önyargılar dahil edebilirler. Örneğin etnosentrik veya etik bakış açısındaki (İng: "etic perspective") bir antropolog, üzerinde çalıştığı kültürü kendi kültür ve inancına göre yargılayabilir.
Bir kültürü bu kültüre ait insanların bakış açısıyla gözlemlemek ise emik bakış açısı olarak isimlendirilmektedir. Dolayısıyla bir antropoluğun iyi bir araştırmacı olabilmesi için önyargılardan bağımsız olması, emik bir bakış açısı ile gözlem yapabilmesi ve veri toplayabilmesi gerekmektedir. Buna ek olarak bir antropoloğun toplanan bilgileri yorumlama şeklinin de araştırma bulgularını ciddi ölçüde etkileyebileceği unutulmamalıdır. Örneğin, birincil olarak erkek ve Beyaz ırk mensubu erken dönem antropologları, dünyayı bu gözlüklerle görmüş ve araştırma bulgularını da bu şekilde yorumlamıştır. 1850'li yıllarda bir erkek antropoloğun üzerinde çalıştığı etnografide kadınlarla ilgili daha fazla bilgi bulunması gereğini dillendirmesiyle başladığı kabul edilen feminist antropoloji, bu önyargıyı ele almaya çalışır. 1920'li yıllarda Zora Neale Hurston ve Ruth Benedict gibi kadın antropologlar bu alanda yayın yapmaya başlamıştır; ancak 1928 yılında Margaret Mead'ın Samoa'da Ergen Olmak (İng: "Coming of Age in Samoa") isimli eseri yayınlanana kadar kadın antropologlar dikkate alınmamıştır.
Kadınların rolü, katkıları ve bakış açıları, bu gelişmelere bağlı olarak 20. yüzyılın sonlarında çok daha fazla göz önüne çıkmıştır. Feminist antropologlar, yalnızca alanda erkek antropologlara biçilen rollere denk roller talep etmemiş; antropolojik çalışmaların odak noktalarını hayatın aile, evlilik, çocuk bakımı ve kadınlar tarafından oynanan ekonomik ve toplumsal rolleri de içerecek şekilde genişletmek için de çaba göstermiştir. Zira erkek antropologların bu hükümdarlığı, insan toplumlarının analizini erkeklerin egemenliğinde olan rol ve faaliyetleri öne çıkaran bir önyargıyla kirletmiştir. Örneğin erken dönem toplumlarına yönelik yapılmış birçok arkeolojik çalışmada kadınlara hiçbir rol biçilmemiş veya rollerinin yalnızca ev işleri ve çocuk büyütme ile sınırlı olduğu düşünülmüş; kadınların eve ekmek götürdüğüne veya ekonomik faaliyetlerine yönelik kanıtlar ise ya hiç aranmamış, ya da yoksayılmıştır. Buna da ek olarak erken dönem toplumlarında kadınların erkeklerin hizmetinde olduğu bile düşünülmüştür; ancak günümüzde birçok erken dönem toplumunun oldukça eşitlikçi olduğu, kadın ve erkeklere eşit statü verildiği görülmektedir. Feminist antropoloji sayesinde hem alanda yapılan araştırmaların kadınların oynadığı rolleri de içerecek şekilde genişlemesi sağlanmış, hem de farklı toplumlardaki cinsiyet rollerinin araştırmacının kendi toplumunun dayattığı cinsiyet rollerinden bağımsız olarak anlaşılması hedeflenmiştir.
Katılarak Gözlem ve Röportaj
Katılarak Gözlem
Saha çalışması, antropologların sık sık aşina oldukları yerlerden kopmalarını ve bambaşka yerlere gitmelerini gerektirir. Bu antropologlar, kendilerini bulundukları yere ait hissetmeyebilir ve yeni bir kültüre ve çevreye alışırken zaman zaman rahatsızlık duyabilirler. Bu nedenle birçok antropolog, her gün yeni çevrelerine ilişkin his ve gözlemlerini kayıt altına alarak çalışmaya başlar. Başka kültürler üzerinde bu şekilde araştırma yürüten antropologlar, katılarak gözlem adı verilen bir yöntemden faydalanır. Bu yöntem, antropoloğun ev sahibi kültürün faaliyet ve etkinliklerine doğrudan katılımını ve bu faaliyetlere yönelik gözlemlerini kaydetmesini içerir.
Araştırmacılar, ev sahibi kültür ve çevre ile katılımcı olarak etkileşimlerini saha defterleri, bilgisayar dosyaları, dijital kayıtlar, fotoğraf veya film gibi çeşitli imkânlarla kayıt altına alabilir; saha çalışması sırasında harita, turizm broşürleri, kitaplar veya çalıştıkları insanların elişi eserleri gibi hatıralar edinebilirler.
Bazı araştırmacılar, kültürün önemli bileşenlerini unutmamak veya gözden kaçırmamak amacıyla faaliyetlere yönelik izlenimlerini bu faaliyetlerin gerçekleşme anında kaydedebilmektedir; ancak birçok araştırmacı, bu faaliyetleri belgelemeye yönelik çabalarının kültürü rahatsız etmemesi için faaliyetler tamamlanana kadar fotoğraf çekmekten, çizim yapmaktan veya saha defterine not almaktan geri durur. Araştırmacılar hangi yöntemi takip ederse etsin, saygılı ve sorumlu olmaları, fotoğraf veya kayıt almadan önce mutlaka insanlardan izin istemeleri son derece önemlidir. Bu nedenle birçok araştırmacı, araştırmalarına başlamadan önce çalışacağı insanlardan imzalı izin belgesi alır; sahaya gitmeden önce enstitüsü tarafından onaylanmış ve yazılı kayıt altına alınmış bir plana uygun olarak hareket eder.
Röportaj
Bir kültüre yönelik önemli bir bilgi kaynağı da ilgili kültür ile büyümüş insanlarla yapılan röportajlardır. Bu röportajlar elbette biraz rahatsızlık verici olabilir, ve bu nedenle araştırmacıların röportaja alınacak insanların (görüşmecilerin) rahat hissetmesi için ellerinden geleni yapmaları önemlidir. Araştırmacılar, bu rahatsızlığı göz önünde bulundurarak röportajları için görüşmecinin evi gibi rahat edecekleri, aşina oldukları yerleri tercih eder; ilgili kültürde misafirlik geleneklerini takip ederek görüşmecilerinin rahatlamalarını sağlar. Röportaj, hoş sözlerle, araştırmacının kendisini tanıtmasıyla, nereden geldiğini ve neden bu araştırmayı yaptığını anlatmasıyla başlar.
Röportajlar uzun veya kısa olabilir, görüşmecinin bilgi düzeyine göre takip buluşmaları ve başkaca röportajlar da içerebilir. Birçok görüşmeci, genellikle kültürlerinin birçok bileşenine yönelik derin bir kavrayışa sahip olması nedeniyle seçilmektedir. Bu tür bir iç bilgi, bir antropoloji araştırma projesi için hayati düzeyde önem taşır. Bu buluşmalarda röportaj sorularının yanında anket soruları da sorulabilmektedir. Röportajlarda ses ve video kayıtları için sık sık kayıt ekipmanları kullanılır; ancak bu ekipmanların kullanılması, bazı insanlar tarafından rahatsız edici olarak değerlendirilebilmektedir. Bu nedenle hem bu kayıtlar alınmadan ve hem ileride yapılacak projelerde kullanılmadan önce görüşmecilerin açık rızası alınmalıdır.
Etik
Çağdaş sosyokültür araştırmacıları ve antropologlar, bir kurumsal inceleme kurulu (IRB) tarafından belirlenmiş protokolleri ve araştırılan kültüre özel tüm araştırma protokollerini takip etmek zorundadır. Bu kurullar, sosyal bilim alanlarında yapılan araştırmalar için üniversite bünyesinde bulunan ve herhangi bir araştırma başlamadan önce araştırma planlarını incelemek ve onaylamak ile görevlendirilen komiteler şeklindedir. Bu sürece ek olarak ev sahibi kültür ile paralel bir şekilde yürütülen bir inceleme süreci de olabilir. Araştırma önerisi, inceleme başlamadan önce sorulacak sorulara örnekler, insanları etkileme potansiyeli olan risk faktörleri, bu insanlar için duygusal destek planları, kimliklerinin gizlenmesine yönelik yöntemler, araştırma amacının açık bir şekilde ifade edileceğinden emin olmak için dil kullanımları ve araştırma verilerinin arşivlenmesi hakkında nihai bir plan ile beraber yapılacak araştırma türüne ilişkin spesifik bilgileri de içerecek şekilde bütünüyle planlanır. Yerli halkların yaşadığı birçok ülkenin kendilerine ait araştırma protokolleri bulunur ve yabancı ülkelerin de bu ülkelerde araştırma yapma izni almak için takip ettiği protokol ve süreçler vardır.
Sosyokültür, tıp veya klinik araştırma alanında araştırma yürüten araştırmacılar ise tüm röportajları için görüşmecilerinden yazılı onay almalı ve bu araştırmayı neden yaptıkları ve araştırmanın ileride nasıl kullanılacağı konularında açık ve dürüst olmalıdır. Araştırmaya ilişkin protokoller, araştırmaya alınacak kişilerde strese sebep olma veya zarar verme potansiyelleri temelinde seviyelere ayrılır. En yüksek seviyede eksiksiz açıklama, imzalı rıza ve projeye dahil olan tüm kişilerin anonimliğinin tam olarak korunması gerekir. Bir araştırma planında aynı zamanda kayıtların, notların ve verilerin ileride kullanılmak üzere arşivlenip arşivlenmeyeceği veya proje sonunda imha edilip edilmeyeceği de belirtilmelidir. Araştırmalar neticesinde elde edilen bilgiler, kendilerine makalelerde veya kitaplarda yer bulabilmekte ve/veya diğer araştırmacıların kullanımına sunulan geniş anonim veri havuzlarına yüklenmektedir. Dolayısıyla bu konular da araştırmaya katkıda bulunan insanlarla paylaşılmalıdır. Görüşmeciler, isimlerinin kullanılmasını tercih etmediği sürece genellikle anonim kalır. Birçok araştırmacı, günümüzde araştırma konusu olan kültüre raporların incelenmesi, düzenlenmesi ve yanlış bilgi ve yorumların giderilmesi konularında büyük haklar tanımakta; nihai eser ve araştırma verilerinin mülkiyet hakkını da bu insanlara vermektedir. Bunun yanında araştırmacılar, araştırma verilerinin asıl amaçları haricinde bir başka amaçla kullanılmasını engellemek için proje sonunda araştırma verilerini imha etmeyi tercih edebilmektedir.
Uzun süreli araştırmalar, kariyerleri boyunca görüşmecileriyle güven ilkesine dayalı ilişkiler kuran birçok profesyonel için bir norm haline gelmektedir. Antropolojinin erken dönemlerinde araştırmacıların görüşmecileriyle uzun süren ilişkiler kurması neredeyse hiç duyulmamış bir olgudur; bununla beraber birçok araştırmacı, kısa süreli ilişkileri sömürgeci olarak görmeye başlamıştır. Uzun vadeli araştırmalar, proje ve programların takibinin sağlanması için söz konusu kültüre yılda veya iki yılda bir geri dönmeyi gerektirmektedir. Araştırmacılar, genellikle çalıştığı kültürdeki projelerinin planlanması ve yönetimi aşamalarına da dahil eder ve bazen araştırma amaçlarını bu insanların ihtiyaçlarına göre belirlemeye çalışır. Bu türdeki araştırmalar daha açık uçlu olmakta ve işbirlikçi kültür tarafından önemli olarak görülen sorun ve sıkıntıların çözümünün ön plana alındığı odaklar çerçevesinde hareket etmektedir. Bu araştırmaları gerçekleştiren bilim insanları ise bireysel projeleri için bilgi toplamak yerine ilgili kültüre destek olmayı hedefler.
Bu açık uçlu araştırma türü, Vine Deloria Jr. gibi Yerli araştırmacıların eleştirileri neticesinde geliştirilmiştir. Deloria, erken dönem antropologlarının üzerinde çalıştığı insanlara herhangi bir katkısı olup olmadığını sorgulamıştır; zira bir araştırmacı, üzerinde çalıştığı insanların dile getirdiği, önemli olarak gördüğü endişeleri dikkatli bir şekilde dinlemeli, doğrudan bir çözüm üretme veya ilgili sorunların nedenleri ve gözden kaçabilecek taraflarına yönelik içgörülerini paylaşma yoluyla bu sorunların ele alınacağı bir proje geliştirmeye çalışmalıdır. Bu çerçevede araştırmacı, ekibinde ilgili kültürün üyelerini bulundurur ve araştırma sonuçları, bu sonuçlardan faydalanmaları için bu insanlar ile paylaşılır. Araştırmacı elbette bulgularını yayınlayabilir; ancak ilgili toplum, neyin önemli olduğu ve neyin paylaşılıp paylaşılmaması gerektiği konularında alınacak kararların bir parçası ve bu bulgular temel alınarak geliştirilecek tüm projeler üzerinde söz sahibi olmalıdır. Yayınlanma amacıyla hazırlanmış tüm belgelerin ilgili kültürün kurduğu bir komiteye sunulması, bu belgelerin incelenmesi, düzeltilmesi ve onaylanması bazı durumlarda gerekli kılınır. Bu nedenle Yerli halklar üzerinde çalışan ve ilgili kabilelerin üyesi olan birçok antropolog, bulgularını kabile konseyine sunmak zorundadır.
Çağdaş antropologlar, topladıkları materyalin nihai mülkiyetini genellikle bu materyalleri sağlayan kültür sahiplerine bırakır. Hatta günümüzde bazı araştırmacılar bulgularını paylaşırken yazar statüsünü doğrudan üzerinde çalıştıkları topluma vermekte; kendilerini editör veya derleyen olarak göstermektedir. Bunun bir örneği olarak Atalarımızın Konuşmayı Öğrettiği Gibi, (Or: "Chinuk Wawa: Kakwa nsayka ulman-tilixam laska munk-kemteks nsayka" İng: "As Our Elders Teach Us to Speak It") adlı metin verilebilir. Bu metin Chinuk Wawa Sözlük Projesi tarafından hazırlanmış ve Oregon Grand Ronde Topluluğu Konfedere Kabileleri tarafından yayımlanmıştır. Henry Zenk ise bu bilgilerin derleyicisi olarak sunulmaktadır. Birçok ülkede takip edilen fikri mülkiyet haklarında da etnografik içerik mülkiyetinin bizzat görüşmecilere ait olduğu varsayılmaktadır. Öyle ki bu görüşmecilerin hem yasal olarak, hem de IRB politikaları gereğince bir çalışmaya katılma veya bir çalışmadan verilerinin çıkarılmasını talep etme hakları bulunur.
Nicel ve Nitel Analiz
Nicel veri, araştırma sorusunun cevabına katkıda bulunabilecek özellikteki ölçülebilir veya sayılabilir verilerdir ve bir kültürde belirli bir davranışın insanlar tarafından ne sıklıkla sergilendiği veya bir sanat formunun veya motifin bir kültürel nesnede kaç defa kullanıldığı gibi sınırlı ve spesifik soruların anlaşılmasında doğrudan rol oynayan yollardan birini oluşturur. Bu veriler ile oluşturulan istatistikler, araştırmacıların zaman içinde trend ve değişimleri anlamasını mümkün kılar. Bir kamp alanında hayvan kalıntılarının sayısı ve dağılımı gibi kültürel kalıntı sayımları, bir kamp alanının ne sıklıkla kullanıldığını ve hangi türde hayvanların avlandığını gösterebilir. Buna bağlı olarak Yerlilerin gıda işlediği birkaç farklı alanda istatistik karşılaştırması yapılabilir ve her bir alanın birincil fonksiyonu belirlenebilir.
Nitel veri, antropologların kültür araştırmalarında dil, davranış, ritüel, sembolizm ve insanlar arasındaki ilişki vb. konularda daha subjektif analizlere dayanarak kültürleri anlamlandırmalarını sağlar. Nitel veri, sınıflandırılabilen ve kategorize edilebilen açık uçlu sorular ile ortak temaların daha iyi bir şekilde belirlenebilmesini ve daha derin cevaplar alınabilmesini mümkün kılar. Bu veri türünde frekans veya şeylerin sayısı yerine araştırmacının öznel içgörüleri ve kavrayışı rol oynamaktadır. Antropoloji ve sosyal bilimlerin diğer alanları, karışık yöntemlere başvurarak sık sık iki türde veriyi birbirine entegre ederler. Verilerin bu yöntemlerle üçgenlenmesiyle de hem anket sonuçları gibi objektif ve frekans bilgisi içeren, hem de gözlem gibi öznel bilgiler içeren verilerden faydalanılmakta ve daha bütüncül bir kavrayışa ulaşılabilmektedir.
Modelleme
Birçok antropolog, insanların araştırma bulgularını gözlerinin önüne getirebilmesi ve anlaması amacıyla modeller oluşturur. Modeller, çeşitli veri noktaları arasındaki ilişkilerin anlaşılmasını sağlar ve nitel bileşenler de içerebilir. Aşina olduğumuz ve sık sık gördüğümüz bir model türü de haritalardır. Haritalar, insanların mesafe ve gösterilen bileşenler arasındaki ilişkileri anlaması için binlerce veri noktasının düz bir zemine yansıtılmasıyla oluşturulan grafiklerdir ve genellikle iki boyutlu olurlar. Bununla beraber küre olarak bildiğimiz üç boyutlu haritalar da yok değildir. Haritalar da, küreler de veri noktaları ile oluşturulur; ancak çeşitli özelliklerin ayırt edilebilmesi için renk kullanımı veya insanlar tarafından adlandırılmış çeşitli coğrafi bölgeler gibi nitel bilgiler de içerebilmektedir. Sık sık karşımıza çıkan diğer modellere örnek olarak grafikler, takvimler, zaman çizgileri ve tablolar verilebilir. Günümüzde önem kazanan bir başka modelleme aracı ise GPS'tir.
GPS (Küresel Konumlama Sistemi), arkeolojide de giderek artan bir şekilde kullanılmaktadır. Bir araştırma alanının modeli, bilgisayar programları ve bir dizi GPS koordinatı kullanarak oluşturulabilmekte; sahada bulunan herhangi bir eser veya sahanın içerdiği önemli özellikler, ilgili modele koordinatları ile beraber kaydedilebilmektedir. Bu haritalandırma yöntemi, özellikle sahada ileri çalışmaların yapılacağı durumlarda araştırmacının orijinal eserlerin bulunduğu noktayı tam olarak bilmesini ve buraya geri dönebilmesini mümkün kılar. Yöntemin bir başka faydası da inşaat şirketlerinde göze çarpmaktadır. İnşaat şirketleri, bu modellerden faydalanarak en hassas kültürel sahaların yerlerini belirleyebilmekte ve bu sahalara zarar vermekten kaçınabilmektedir. Tüm bunlara bağlı olarak devlet daireleri ve kabile yönetimleri, önemli kültür sahalarının birden fazla kademe içeren GPS haritalarını oluşturur. Verilerin bir peyzaj içinde bu şekilde kademelendirilmesi, araştırmacıların mevcut veriyi kolaylıkla düzenleyebilmesini ve belirli bir soru veya işe uygun olarak en önemli verilere odaklanabilmesini mümkün kılar.
Bu yöntemler ile vahşi gıda bitkileri, su kaynakları, yol ve patikalar ve hatta ağaçlar bile teker teker kayıt altına alınabilmekte ve büyük bir hassasiyet ile haritalandırabilmektedir. Böylelikle arkeologlar, geleneksel Yerli peyzajlarını orijinal bitki örtüleri, patikaları ve kaynak mevkileriyle kademe kademe haritalandırmakta ve karmaşık, kademeli haritalar oluşturabilmektedir. GPS, tarihi dönemlerin tekrar oluşturulması konusunda da kendine büyük bir kullanım alanı bulur. GPS modelleri, örneğin geçmişte çeşitli noktalarda binaların yerleşim noktalarının karşılaştırılması yoluyla yaşam alanlarının ve bazı durumlarda bir şehrin bütününün nasıl değiştiğini bizlere gösterebilir. Bu tür modellemeler, günümüze kadar ulaşmış kültürel ve tarihi alanların ve özelliklerin korunmasına yönelik çabaların büyük bir kısmını oluşturmaktadır.
Antropoloji Bilimi
Antropoloji bir bilimdir ve antropologlar bilimsel yöntemi takip eder. Bir antropolog, öncelikle karşılarına çıkan bir olguya yönelik bir araştırma sorusu oluşturur. Ardından, bu soru temelinde test edilebilir bir hipotez yaratır, bu hipotezin test edilmesi için veri ve bilgi toplar. Bilgi, bir veya birden fazla kaynaktan alınabilir ve nitel veya nicel olabilir. Yürüttükleri değerlendirmenin bir kısmı verinin istatistik analizlerini içerebilir. Tüm bu adımların ardından antropolog, bir sonuca ulaşır. Sonuçlar nadiren %100 olumlu veya %100 olumsuz olur ve genellikle bir spektrumda bulunurlar. Olumlu tarafta yer alan sonuçların büyük bir kısmı genellikle "doğru olabilir" şeklinde yayınlanabilir. Antropologlar, bu noktada doğru olduğunu varsaydıkları hipotezin doğruluğunun çeşitli yollarla kanıtlanması için çalışmalarını test ve tekrar test etme yöntemleri oluşturur. Bir hipotez, ancak bu şekilde sıkı bir test sürecine tabi tutulduktan ve elde edilen bulgular, dünyaya yönelik empirik gözlemlerle uyuştuktan sonra teori halini alır ve "doğru olma olasılığı yüksek" olarak kabul edilir. Tüm bu hipotezler, yeni bilgiler edinildikçe çürütülmeye ve değiştirilmeye açıktır.
Koleksiyonlar
Antropolojik araştırmaların tamamını sahada gerçekleşmez. Üniversitelerde ve müzelerde bulunan el yazmalarından ve eserlerden de öğrenilecek çok şey vardır. Bu koleksiyonlar, antropologların kendilerinden önce gelen akademisyenlerin topladığı ve belki de yorumladığı materyaller ile, içerdikleri materyallerin korunması ve kategorize edilmesi için özel olarak tasarlanmış araştırma laboratuarlarında insan kültürünü araştırabilmelerini mümkün kılar.
Arşivler
Arşiv koleksiyonları, hasar veya kayıptan korunmaya değer görülmüş, yayınlanmış, yeniden oluşturulmuş veya orijinal mektuplar, haritalar, çizimler, kitapların orijinal taslakları, nadir kitaplar ve özel ilgi gerektiren başkaca kaynak ve bileşenlerden oluşmaktadır. Arşiv nezdinde büyük bir kaynak da fotoğraflardır ve fotoğraflar, ayrıca özel ilgi isteyen nesnelerdir. Arşiv koleksiyonlarını korumaya yönelik politikalar, eserlerin doğrudan gün ışığına çıkarılmaması ve kuru bir ortamda tutulması gibi uygulamalar içerir.
Arşivler, araştırmacılara geniş bir yelpazede değerli kaynaklar sunar; ancak bu kaynaklara erişim konusunda görece sert politikalar izlenmektedir. Örneğin araştırmacılar, eserleri insan derisinin içerdiği yağ ve asiditeden korumak için tipik olarak eldiven giymek zorundadır. Arşiv koleksiyonları genellikle bir dolaşıma girmez (yani ev sahibi sahalarından ayrılmazlar); ve araştırmacılar, bu sahaya giriş veya sahada bulunan herhangi bir bilgiyi kullanmak için izin almak zorundadır. Arşivlerdeki materyallerin kopyalanması veya koleksiyonlarındaki fotoğraf veya kaynakların yayınlanması için arşivden arşive değişen ücret tarifeleri takip edilmektedir. Araştırmacılar, bazı arşivlere erişmek için planlı hareket etmeli, ziyaret için randevu almalı ve bazı belirli koleksiyonlara erişmek için gereken hazırlıkları yapmalıdır. Araştırmacıların bazı sahalarda düz yataklı tarayıcılar kullanmasına izin verilmemekte; bu taramaların yalnızca flaşsız fotoğraf veya temassız tarayıcılar ile yapılmasına izin verilmektedir. Bazı arşivlerde araştırmacıların herhangi bir tarama yapması, fotoğraf çekmesi veya eseri herhangi bir şekilde kopyalaması tamamen yasaklanmakta, tüm bu işlemler arşiv görevlileri tarafından yapılmaktadır.
Bir arşiv araştırması yapmanın ilk adımı, ilgili koleksiyondaki mevcut kaynakların tanımlandığı ve kataloglandığı liste veya benzeri bir sistemin gözden geçirilmesidir. Bu tanımlayıcı sistemler ile araştırmacılar, herhangi bir koleksiyonun ihtiyaçlarını karşılayacak kaynakları içerip içermediğini öğrenebilir. Bu da herhangi bir arşive yapacakları ziyareti daha verimli ve daha kısa sürede yapabilmelerini sağlar. Bu sistemler, günümüzde o kadar iyi yapılmaktadır ki araştırmacılar, bireysel olarak bir arşivi ziyaret etmelerine gerek kalmadan belirli materyallerin kopyalarını talep edebilmektedir. Birçok arşiv, önemli koleksiyonlarının indirilebilir çevrimiçi kataloglarını internet sitelerinde paylaşmakta ve talep üzerine basılı kataloglar göndermektedir. Birçok arşiv, makul bir fiyat karşılığında talep edilen eserlerin kopyalarını posta veya e-posta ile göndermektedir. Bu kopyaların bu şekilde satın alınması, neredeyse her zaman bir arşiv sahasına gitmek, barınma ve gıda gereksinimlerini karşılamak ile doğacak masraftan çok daha ekonomik olmaktadır. Bununla beraber, herhangi bir koleksiyonun bir araştırma projesi için çok sayıda önemli materyal içermesi durumunda bireysel olarak ilgili arşivi ziyaret etmek daha iyi olabilir.
Üç Boyutlu Koleksiyonlar
Sepet veya çömlek gibi üç boyutlu koleksiyonlar, genellikle yazılı/basılı eser koleksiyonlarından ayrı depolanmaktadır. Bu türdeki koleksiyonlar, onbinlerce kültür nesnesi içerebilmekte ve yazılı/basılı eserlere kıyasla çok daha yüksek düzeyde bakım ve yönetim gerektirmektedir. Öyle ki bu nesnelerin zaman içinde bozulmalarını yavaşlatmak için depolama alanlarında hem ısıya, hem de nem düzeylerine özellikle dikkat edilir; her tür nesnenin en iyi nasıl depolanacağı ve saklanacağı konularında kapsamlı planlamalar yapılır. Örneğin el örgüsü sepetler, destek platformlarına oturtularak liflerine yük binmesi engellenir, tüm organik nesneler bir veya birkaç defa dondurularak liflerinde yaşaması muhtemel böcekler öldürülür. Biyolojik antropologlar veya arkeologlar tarafından kullanılan hayvan ve insan kalıntısı koleksiyonlarının depolandıkları alanlarda ısının azaltılması ve nem kontrolleri yapılması yollarıyla bozunmaları engellenir. Bazı çok eski organik koleksiyonların bozulmamaları için kimyasal olarak stabilize edilmeleri gerekebilir. Tahta kanolar, sepet, saz sandallar veya insan kalıntıları gibi organik materyaller ile üretilmiş nesneler özellikle bozunmaya yatkındır. Bir nehir veya gölün altında bulunan botlar gibi yüzyıllarca hava ile teması kesilmiş organik nesneler, hava ile temas ettiklerinde hızla degradasyona uğrar; dolayısıyla bu nesneler kalıcı olarak dondurulabilmekte veya çürümelerini engellemek için amonyum glikol solüsyonu içinde muhafaza edilmektedir.
Koleksiyonlarda yer alan tüm nesneler, ileri araştırmalar için erişilebilir olmalı, dolayısıyla iyi bir şekilde organize edilmelidir. Örneğin insan deneyimi veya evrimine yönelik çıkarımlarda başvurulan koleksiyon ürünleri; bu konularda bu materyaller kullanarak yapılmış araştırmalara ilişkin bir problem veya ek soru olması halinde araştırmacıların kolaylıkla erişebileceği şekilde tutulmalıdır. Buna ek olarak, bir kuruma bir koleksiyonu bağışlamış ve yönetiminden sorumlu bir antropoloğun ölmesi veya bir başka araştırma enstitüsüne transfer edilmesi halinde koleksiyonun elde tutulacağı süreyi veya bu koleksiyonun ilgili kurumun arşivlerinde kalacağı süreyi kapsayan bir plan olmalıdır. Birçok biyolojik ve kültür koleksiyonu, toplandığı tarihlerden beri depolarda muhafaza edilmiştir ve bunların herhangi bir zamanda arşivlerden çıkarılmasına yönelik hiçbir plan bulunmamaktadır. Smithsonian Enstitüsü'nün 1850 yılında kurulmasından bu yana ev sahipliği yaptığı koleksiyonlar bulunmakta; bu gibi koleksiyonlar, dünyanın dört bir yanında müzeler ve üniversitelerde büyümeye ve genişlemeye devam etmektedir.
20. yüzyılın başlarında birçok müze, nesnelerin vernik ile kaplanması ve organik koleksiyonların DDT (diklorodifeniltrikloroetan) gibi pestisitlerle ilaçlanması gibi uygulamaları benimsemiştir. Ancak, zaman içinde bu uygulamaların yararlı olmadığı, aksine zararlı olduğu bulgulanmıştır. Örneğin vernik, nesnelerin renk ve kimyasal yapısını değiştirebilmekte; DDT ve diğer pestisitler insan sağlığını tehdit etmektedir. Bu nesneler veya insan kalıntıları ile çalışan müze çalışanları veya bu nesnelerin iade edildiği kabile üyeleri, bu kimyasalların insanlara ve geri gömülmeleri halinde çevreye verecekleri zarar konusunda endişe duymaktadır. Buna bağlı olarak da birçok eserin temizlenmesine yönelik çabalar sürdürülmektedir.
Mülkiyet
Günümüzde hem antropologlar, hem de halklar tarafından sorulan bir soru, bu materyal koleksiyonlarında yer alan nesnelerin kime ait olduğu sorusudur. Geçmişte antropologlar veya bağlı bulundukları enstitüler, toplanan tüm nesnelerin mülkiyetini üstlenirdi ve materyallerin görüntülerini yayınlama, nesnelerin mülkiyetini koleksiyon depolarına devretme hakkına da sahipti. Günümüzde ise kabile halkları ve diğer çalışmalara konu olmuş kimseler, ilgili nesnelerin mülkiyetinin kime ait olması gerektiğini sorgulamaya başlamıştır. Zira bu eserlerin birçoğu bilim insanları tarafından bile toplanmamış; koleksiyonerler tarafından bağışlanmış veya satılmış eserlerdir. Hatta bu eserlerden bazıları gömü alanlarından alınmıştır. Tarihi eser kaçakçılığı, Peru gibi bazı ülkelerde yaygın bir kültürel uygulama olarak karşımıza çıkar. Peru'da birçok insan, İnkaların yaşadığı bölgelerde eser bulup satma amacıyla kazılar yapmaktadır.
Mülkiyet sorusu, ilgili nesnenin insan kalıntısı olduğu durumlarda büyük bir ciddiyet kazanmaktadır. ABD'de yaşayan kabile halklarının 1960'lara kadar atalarını geri almaya yönelik bir yetkileri yoktu veya çok azdı. Geri alma, insan kalıntılarının ve/veya dini - kültürel önemi olan eserlerin asıl sahiplerine geri verilmesi sürecidir. Geri alma işlemi, Amerika'da 1990 yılında yürürlüğe girmiş Amerikan Yerli Mezarlarını Koruma ve Geri Getirme Yasası (NAGPRA) hükümlerine uygun olarak gerçekleştirilir. Amerika'da bulunan Yerlilerin 1990 yılından önce 19. yüzyıldan bu yana toplanıp müzelere ve arkeolojik koleksiyonlara konulan milyonlarca insan kalıntısının iadesini talep edebileceği hiçbir yasal yol bulunmamaktaydı.
Konuda atılmış önemli adımlardan birisi de 1966 yılında yürürlüğe giren Ulusal Tarihi Koruma Kanunudur (NHPA). Bu kanun, federal kurumların ülkenin tarihi sahalarının ve yerlerinin korunması amacıyla belirlenmesi ve gereken adımların atılması amaçlarına uygun olarak çıkarılmıştır. Kanun, özellikle Yerli halkları ve bu halkların kültürel ve tarihi kaynaklarını etkilemiştir. Kanunun 106. Maddesi, federal kurumların herhangi bir kalkınma projesini üstlenmeden önce resmi bir inceleme sürecini takip etmesini gerektirmektedir (36 CFR 800). Bu süreç, bir yol yapımı veya büyük sermayeli büyük bir iş niteliğinde de olabilen kalkınma projelerinin fiili kapsamının belirlenmesini içerir. Kapsam belirlendikten sonra projeyi yürütecek kurum, alanda (50 yıldan eski olmak üzere) herhangi bir tarihi kaynağın tespit edilmesi amacıyla iyi niyetli bir çaba göstermeli; eğer bu şartları karşılayan tarihi kaynaklar bulunursa NHPA kapsamı altında korunmaya uygunluğu değerlendirilmelidir. Bu tespit aşamasının tamamlanmasıyla kurum, eyalet tarih koruma görevlisi (SHPO) veya kabile tarihi koruma görevlisi (THPO) ve diğer ilgili grup ve bireylerle bir danışma süreci başlatmalıdır. Bu süreç, projeyi tanıtacak ve anlatacak konuşmacılarla kamu forumları, çeşitli buluşma ve faaliyetlerin yanında projenin başlamasından önce bir ihbar süresi de içermelidir. Bu ihbar sürecinde lider federal kurum, geri bildirim talep eder ve projeye yönelik endişesi olan kabilelerin, kurumların ve bireylerin endişeleri ele alınır. Sahada bulunması muhtemel kültürel nesnelerle ilgilenen kabile ve diğer topluluklarına danışılması şarttır. Zira, bu danışmaların öncül olarak gerçekleştirilmemesi, kültürel ve dini değeri olan tarihi alanların tespitinde eksikliklere yol açabilmektedir.
Bu süreç, projenin potansiyel etkilerini belirleme yükünü etki potensiyeli yok, olumsuz etki yok ve olumsuz etki şeklinde belirlenmiş üç kategori çerçevesinde federal birime yükler. Birim de buna uygun olarak işe uygun eyalet tarih koruma görevlilerinden (SHPO), kabile tarihi koruma görevlilerinden (THPO) ve diğer danışman tarafların onayını alır. Olumsuz bir etki olması halinde federal birim, SHPO ve/veya THPO ve diğer danışan taraflar ile olumsuz etkileri azaltmaya yönelik alınacak tedbirler tartışılır; üzerinde anlaşmaya varılan tedbirler bir mutabakat zaptı halinde yayınlanır ve takip edilmeleri sağlanır. Yerli gruplar genellikle arkeolojik kazıların tek başına yeterli bir tedbir olduğuna inanmamaktadır; ancak her bir topluluğun neyin uygun olup olmadığı konusunda yorumları farklılık göstermektedir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde hemen hemen her bölgede Amerikan Yerlilerine ait kültürel alanlarla karşılaşma olasılığı bulunmaktadır. Bu nedenle bir yolun yapılacağı veya bir binanın inşa edileceği durumlarda ilgili projelerin Bölüm 106 kapsamında incelemeye alınması gerekir. SHPO ve THPO'lar yürütülen işbirliği ve danışma süreci çerçevesinde kültürel alanlardan çıkarılmış kültür nesnelerinin durumu belirlenir ve kaderine yönelik kararlar alınır. Kabileler de bu noktada genellikle insan kalıntılarının rahatsız edilmemesini ve kültür nesnelerinin ilgili kabilelere geri verilmesi gerektiğini savunur. Ulusal Tarihi Koruma Kanunu'nun (NHPA) mükemmel bir kanun olmadığı da unutulmamalıdır; zira NHPA, bir kültürel alanı tamamen yerle bir edecek bir inşaat projesini durdurmakta yetersiz kalmakta ve 1966 yılından önce depolanan koleksiyonlara uygunlanmamaktadır.
Kültür nesnelerinin sahiplerine iade edilmesi ile ilgili bir sorunda birçok eser ve kalıntının kökeninin ve bulundukları yere yönelik detaylı bilginin bulunmamasıdır. Bir nesnenin kökenine ilişkin bilgilerin yetersiz olması, aynı zamanda bu nesnelerin araştırmacılar tarafından kullanılabilirliğini de sınırlandırmaktadır. Birçok durumda eserlerin menşei olarak geniş bölgeler gösterilmekte; dolayısıyla eserin hangi kabile kültürüne ait olduğu belirlenememektedir. Örneğin "New York'tan gelmiş" olarak etiketlenen nesneler, onlarca kabile veya kabile grubuna ait olabilir. Bu çerçevede bir eserin menşeinin dar bir alan ile sınırlandırılması son derece faydalı olmaktadır. Örneğin bir eserin menşeinin "New York" yerine "Buffalo - New York" olması durumunda eserin ait olabileceği potansiyel kabileler yalnızca birkaç tane olur. Geniş bir bağlama sahip nesnelerin ait oldukları kabilelere iade edilmesi neredeyse imkânsızdır; zira bu nesnelerin veya insan kalıntılarının yalnızca ait oldukları kabilelere iade edilmesi gerekir. Bu nedenle 2010 yılında Amerikan Yerli Mezarlarını Koruma ve Geri Getirme Yasası (NAGPRA) kapsamı genişletilmiş; büyük bir bölgesel menşeide bulunan nesnelerin daha önceden anlaşılmış bir yeniden gömme veya iade noktasına getirilmesi sağlanmıştır. Kanunda yapılan bu genişletme ile daha fazla sayıda insan kalıntısı ve nesne, ait oldukları topluma iade edilebilmektedir.
Dünyanın dört bir yanında yüzlerce araştırma koleksiyonun ev sahipliği yaptığı, milyonlarca doküman ile kayıt altına alınmış etnolojik ve etnografik araştırmanın mülkiyetine yönelik de endişeler dile getirilmektedir. Bazı kabile üyeleri, bu materyallerin atalarının entelektüel bilgi birikimini temsil ettiğini ve bu bilgilerin nasıl kullanılacağı tam olarak açıklanmadan kendilerinden alındığını öne sürmektedir. Birçok antropolog, bu araştırmalara dayanarak kitaplar yayınlamış veya üniversitelerinde belirli mevkilere getirilmiştir; buna karşın bunca araştırma ile edinilen bilgilerin, bu bilgilerin alındığı, politik ve yasal baskılarla asimile edilmeye çalışılan kabile halklarına faydası yok denecek kadar azdır. Bazı durumlarda kabile halkları, bu kaynak koleksiyonlarının temel alındığı ve halklarının kültürlerini geri kazanmasının açıkça hedeflendiği araştırma projeleri dahi oluşturmuştur.
Yerli halkların arşiv materyallerinden faydalandığı durumlara bir örnek, Oregon'da bulunan Coquille Amerikan Yerlilerinin çabalarıdır. Bu kabilenin 1954 yılında federal devlet tarafından "sonlandığı" ilan edilmiştir. Kabile de 1989 yılında arşiv dokümanlarından faydalanarak federal devletin kabilesini tekrar tanımasını sağlamıştır. Kabilenin ilgili restorasyon çabaları sırasında karşı karşıya olduğu büyük bir engel, kabile kayıtlarının uzak arşivlerde depolanmış olmasıdır. Bu nedenle Leonard Frachtenberg tarafından desteklenen ve bu makaleye konu olmuş George Wasson'un oğlu olan George Wasson Jr., Smithsonian Enstitüsü'nden Coquille kabilesi ile ilgili antropolojik kaynakların kopyalarının alınması için bir proje hazırlamış ve uygulamaya almıştır. George Wasson Jr.'ın bu çabası, kabilenin federal devlet karşısındaki statüsünü geri kazanmasında temel bir rol oynamıştır.
Coquille Amerikan Yerli Kabilesi, Oregon Üniversitesi antropologları ve batı Oregon kabile öğrencileri tarafından başlatılan Güneybatı Oregon Araştırma Projesi kapsamında 1995, 1997 ve 2006 yıllarında Simthsonian Enstitüsü ve Ulusal Arşivlerden batı Oregon kabileleri ile ilgili 150 bin sayfa doküman toplanmıştır. Bu materyaller, günümüzde Oregon'un Knight Kütüphane Arşivleri özel koleksiyonlar bölümünde büyük bir koleksiyon olarak tutulmaktadır ve bölgede bulunan 17 kabileye bu koleksiyonun kopyaları verilmiştir.
Bu projeler, entelektüel bilginin bilginin toplandığı kabilelere geri kazandırılmasına verilebilecek örneklerdir. Günümüzde birçok kütüphanede entelektüel bilginin bu konu hakkında endişe duyan kabilelere geri verilmesi konusunda politikalar izlenmekte; bu bilgileri herhangi bir ücret istemeksizin veya düşük bir ücret karşılığında kopyalar halinde ilgili kabileler ile paylaşmaktadır. Şarkı kayıtları, birçok kabile halkı için özellikle hassas ve özel bir kültürel eser olarak görülmektedir ve arşivlerde kabile üyelerinin kabilelerine dair bilgi içeren koleksiyonlara yönelik endişeleri geçmişte pek dikkate alınmamıştır.
Bir Etnografi Manzarası: Summers Koleksiyonu ve Grand Ronde Kabilesi
Summers koleksiyonu, Episkopalyen bir papaz olan Robert Summers'ın Amerika'nın Batı Yakası'ndan topladığı, 600'den fazla Yerli eser içeren bir koleksiyondur. Koleksiyonun 300 parçayı aşan büyük bir kısmı, Summers'ın yaşadığı McMinnville - Oregon'a yakın bir mesafede bulunan Grand Ronde Yerli Rezervasyonu'ndan alınmıştır. Summers, 1870'lerde düzenli bir şekilde Grand Ronde halklarını ziyaret etmiş ve bu halkların evlerindeki veya kullanmakta olduğu nesneleri satın almıştır. Nesnelerin büyük bir kısmı, geleneksel yollarla yapılmış örgü basketler ve tepsilerdir. Bu nesnelerin büyük bir kısmı, rezervasyonun kurulduğu 1856 yılından daha öncesine tarihlendirilmektedir. 1890'lardan sonra bir aralıkta Summers, koleksiyonunu çalışma arkadaşı Papaz Freer'e devretmiş, Freer de koleksiyonu 1900'de British Museum'a bağışlamıştır.
Koleksiyon, günümüzde hâla British Museum koleksiyonlarının bir parçası olarak korunmaktadır ve yalnızca nesneler ve alışılmamış derecede iyi korunmaları nedeniyle değerli olarak görülmemekte; aynı zamanda Summers'ın koleksiyon nesnelerini kimlerden satın aldığını, nasıl kullanıldığını ve kültürel arkaplanını da kaydetmesi koleksiyona büyük bir değer kazandırmaktadır. Zira erken dönem antropolojisinde bir koleksiyonerin materyal koleksiyonlarını bu kadar detaylı bir şekilde kayıt altına alması nadir bir olgudur. Summers'a profesyonel bir botanikçi olan ve botanik koleksiyonlarını titiz bir şekilde kayıt altına aldığı tahmin edilen eşinin de yardım ettiği düşünülmektedir.
Grand Ronde kabilesi, 1990'larda British Museum'da bulunan Summers Koleksiyonu'ndan haberdar olmuş, 1999 yılında ise kabile temsilcileri müzeyi ziyaret ederek koleksiyonu incelemiş, kabileler ile ilgili tüm nesnelerin fotoğrafını çekmiş ve kopyalayabilecekleri tüm notları kopyalamıştır. Kabile, bu tarihlerden itibaren bir dizi müze kuratörü ile çalışarak koleksiyonun Grand Ronde'a iade edilmesinin mümkün olup olmadığını öğrenmeye çalışmaktadır. British Museum, birçoğu zamanında Britanya'nın geniş sömürge imparatorluğunun bir parçası olan çok sayıda ulustan alınmış kutsal ve kültürel nesnelere ev sahipliği yapmaktadır ve dünyanın en geniş koleksiyonlarından birini içermektedir. British Museum, herhangi bir eserin ait olduğu topluma iade edilmesine nadiren izin verir; zira böyle bir geri iadenin bir emsal niteliği taşıyacağından ve birçok başka kültürün de benzer taleplerde bulunacağından korkulmaktadır. Kuzey Amerika koleksiyonlarının kuratörleri, buna rağmen Grand Ronde kabilesinin koleksiyonlarını kamuya tanıtacak bir kitap yazılması ve yeterli düzeyde kitlelere ulaşılması halinde bir anlaşmaya varılabileceğini önermektedir. Grand Ronde kabilesi, 2018 yılında koleksiyondan 16 nesnenin ödünç alınması yönünde bir anlaşma sağlayabilmiş ve bu nesneler yeni Chachalu Müzesi ve Grand Ronde'da bulunan Kültür Merkezi'nde sergilenmiştir. Kültür uzmanları, sergi sırasında bu nesnelerin nasıl üretildiği ve ilgili tekniklerin tekrar uygulanıp uygulanamayacağı sorularına odaklanarak bu nesneler üzerine çalışmıştır.
Uluslararası boyutta iade ve geri alma çalışmalarını yöneten protokoller bulunmamaktadır. Grand Ronde kabilesi, bu nedenle üzerinde uzun süre tartılışmış anlaşmalara varabilmek ve British Museum ile iki tarafın da faydalanacağı bir ilişki kurabilmek amacıyla diplomatik kanallara başvurmuştur. Zira Grand Ronde kabilesi, 100 yılı geçen bir asimilasyon çabası nedeniyle birçok geleneksel yeteneğini kaybetmiştir. Kaybettikleri bu bilgilere ve yeteneğe tekrar ulaşmalarını sağlayabilecek bu fırsat, gerçekten de nadir bir fırsattır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: Libre Texts | Arşiv Bağlantısı
- F. Boas. (1974). A Franz Boas Reader: The Shaping Of American Anthropology, 1883-1911. ISBN: 9780226774909. Yayınevi: University of Chicago Press.
- R. T. Boyd. (2015). Chinookan Peoples Of The Lower Columbia. ISBN: 9780295995236. Yayınevi: University of Washington Press.
- J. Gross. (2007). Teaching Oregon Native Langauges. ISBN: 9780870711930. Yayınevi: Oregon State University Press.
- L. Kenoyer. My Life, By Louis Kenoyer: Reminiscences Of A Grand Ronde Reservation Childhood. ISBN: 9780870718830. Yayınevi: Oregon State University Press.
- J. Gross. (2013). Teaching Oregon Native Languages. ISBN: 9780415697552. Yayınevi: Routledge.
- D. G. Lewis. (Tez, 2009). Termination Of The Confederated Tribes Of The Grand Ronde Community Of Oregon: Politics, Community, Identity.
- D. G. Lewis. Natives In The Nation's Archives: The Southwest Oregon Research Project. (1 Ocak 2015). Alındığı Tarih: 12 Temmuz 2024. Alındığı Yer: DigitalCommons USU doi: 10.26077/e5e5-e0b1. | Arşiv Bağlantısı
- E. Sapir. (1949). Selected Writings Of Edward Sapir In Language, Culture And Personality. ISBN: 9780520324060. Yayınevi: University of California Press.
- J. P. Spradley. (1980). Participant Observation. ISBN: 9781478632085. Yayınevi: Waveland Press Inc..
- M. Lewis, et al. (Seyahatname, 1924). Original Journals Of The Lewis And Clark Expedition 1804-1806.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 11:29:38 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/17841
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in Libre Texts. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.