Modern Evrim Kuramı dahilinde farklı duygular, farklı zamanlarda evrimleşmiştir. Hepsinin evrimi bir anda olmamıştır. Örneğin korku gibi ana duygular, beynimizin en alt katmanındaki bir bölgeden yönetilmektedir ve bu kısım, bizim memeli-öncesi atalarımızdan bizlere mirastır. Yavruya ait hisler ise (annenin yavrusuna duyduğu sevgi/şefkat gibi) erken memelilerde evrimleşmiş, günümüze kadar taşınmıştır. Suçluluk ve onur gibi sosyal duygular ise ilk defa sosyal primatlarda evrimleşmiştir.[1]
Örneğin aşk, bu şekilde evrimleştiği düşünülen bir duygudur. Şöyle bir hayali deney düzenleyelim: İki grubumuz olsun, 30'arlı iki grup. Her bir grupta 15 dişi, 15 erkek var. A grubunda aşk dediğimiz duygu yok. B grubunda ise var. Şu açıktır ki, aşk, cinselliğe giden yolda çok önemli bir etmendir. Günümüzde aşk duymadan cinsel birleşmeler yaşansa da, genellikle gerçek üreme olan ve çocuk doğumuna sebep olan birlikteliklerde genelde aşk unsuru bulunmaktadır. Evli çiftler, en azından evlenirlerken ve çocuk sahibi olurlarken birbirlerine aşıktırlar. Demek ki aşk duygusu, cinselliği desteklemektedir. Bu sebeple, hayali deneyimizde, A grubundakiler aşk duygusu beslemedikleri için daha kısıtlı bir şekilde çiftleşebileceklerdir. B grubundakiler ise daha başarılı olacaklardır. Yalnız burada şu nokta gözden kaçmamalıdır: Aşk, sosyal primatlarda ve en net bir şekilde insanlarda evrimleşmiş bir duygudur. Dolayısıyla başka canlılara uyarlamak çok doğru olmayacaktır.[1]
Bu noktada, unutmamak gerekir ki en "kutsal" hislerden biri olarak görülen aşk da, belirli hormonlar ve diğer kimyasalların beyinde yarattıkları biyokimyasal reaksiyonlara verilen tepkiden başka bir şey değildir. Temel olarak, tüm duygular gibi bir yanılgıdır. Ancak Doğal Seçilim tarafından, cinselliğe katkı sağladığı için desteklenmiştir.[1]
Korku, apaçık bir şekilde, hayatta kalma şansını arttıran bir faktördür. Çünkü korku hissi, pek çok hormonun ortak çalışması sonucu duyulmaktadır. Ve bir canlı eğer korkuyorsa, av olmak konusunda daha düşük bir ihtimale sahiptir. Çünkü korkan bir canlı, kendini ortaya çıkarmaktan çekinecek ve avcılara karşı daha uyanık olabilecektir.[1]
Bazı his ve duygularımız bu ikisine de katkı sağlamıyor gibi gözükebilir ancak derin ve ayrıntılı düşünüldüğünde mutlaka arada dolaylı da olsa bağlantı bulunabilecektir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, bazı evrimsel basamaklar "nötral"dir ve Doğal Seçilim üzerinde etkileri yoktur. Bunlar "genetik sürüklenme" dediğimiz olay ile yok edilir ya da popülasyona yayılır.[1]
Duyguların evrimi konusunda çok eski ve ilginç bir deney vardır. Dünyanın dört bir yanındaki misyonerlere belli yüz ifadelerini gösteren fotoğraflar gönderilmiş ve bunları yerli halka göstermeleri istenmiştir. Sonuçta bir çok yüz ifadesinin (yani duyguların dışa vurumunun) kültürden bağımsız olarak aynı anlamı ifade ettiği görülmüştür. Uzak akraba sayabileceğimiz bazı hayvanlarda bile bizimkilere oldukça benzer yüz ifadelerinin bulunması bu durumun evrimsel derinliğini anlatır.[1]
İnsan vücudunun en kompleks organı olan beyin, insandan önceki memeli [2]beyninin aşamalı evrim ve gelişiminin bir sonucudur. İnsan beyni, içinde ilk memelilerden bu yana bütün memelilerde ortak olan ve bu sebeple memeli beyni olarak da isimlendirilen hipotalamusu ihtiva eder. Ayrıca içinde hipotalamusun ve farklı görevleri yürüten çeşitli kısımların bulunduğu limbik sistem, daha çok hayatta kalmayı sağlayan dürtü, içgüdü ve ihtiyaçların doğuşundan karşılanmasına kadar olan sürecin yöneltildiği ve böylece duygusal hareketliliğin kontrol edildiği yerdir. Yani yeme-içme, korku, öfke, merak veya endişe, cinsellik, haz gibi temel duygular burada ortaya çıkar. Örneğin bir tehlikeyle karşılaşan memelinin hayatta kalması için yapması gereken şeye dair istek ve dürtüyü oluşturan beyindeki limbik sistemdir.[2]
“Her bir duygu, bir organizmanın bilişsel, fiziksel ve psikolojik tecrübe ve davranışa aniden uyum sağlamasına yardım eden özelleşmiş bir durumdur” tanımına yer verilmiştir.6 Doğal seleksiyonun da etkili olduğu bu süreçte böylece organizma çevresindeki tehdit ve fırsatlara karşılık verme kapasite ve eğilimini artırma yollarını elde etmiştir.[2]
Bireylerin herhangi bir şeye karşı hissettikleri arzu ve duyguyu tatmin etmek için yaptığı eylemi sık sık tekrarlaması, zamanla o duygu ve arzu ile eylem arasındaki sebep-sonuç ilişkisinin otomatikleşmesine, arzunun hissedildiği anda eylemin kendiliğinden ortaya çıkmasına, dolayısıyla herhangi bir beklenti veya fayda düşünülmeksizin o davranışların gerçekleştirilmesine yol açabilmektedir.[2]
Darwin’e göre, duyguların dışa vurumu olan yüz ve beden diline ait ifadeler insanların huzur ve iletişimi için gereklidir; çünkü bunlar karşılıklı ilişkileri belirler. Bireyler, iletişim kurduğu insanın jest ve mimiklerine göre ona karşı sevgi ve güven veya korku ve endişe hissederek kendisine bir davranış haritası çizer. Örneğin yeni doğmuş bir bebeğin ilk duygularının şekillenmesinde annenin jest ve mimiklerinin önemli bir etkisi vardır. Yine bebeğin güzel bir davranışını annenin gülümseyerek onaylaması ya da kötü bir şey yaptığında kaşlarını çatarak onaylamaması gibi mimikler bebeğin doğru davranışlarını pekiştirmektedir. Dolayısıyla duygu ve düşüncelerin en doğal ve gerçekçi biçimde dışarı yansımaları jest ve mimikler yoluyla gerçekleşmektedir.[2]
Darwin duyguların insanın huzuru için gerekli olduğunu söylemiştir. Benzer düşünceyi paylaşan bir başka görüşe göre de her bir duygu organizmanın yaşam mücadelesinde ayakta kalmasına yardım edecek biçimde evrim geçirmiştir. Örneğin fiziksel acı ansızın veya gelecekte ortaya çıkacak silsile zararlardan korunmak için evrilmiş bir kapasitedir. Aynı şekilde endişe duyma çeşitli zarar ve tehlikelerden korunmayı sağlayan bir duygudur. Yorgunluk aşırı çaba sarfetmekten, üzüntü ise çok fazla kayba uğramaktan alıkoyan duygusal tavırlardır. Bunlar bireylerin bir işe veya eyleme motive edilmelerinde duyguların sağladıkları olumlu katkının göstergeleridir.[2]
Çevresel faktörlere uyum sağlamanın temelinde bireyin varlığını sürdürme isteği vardır. Dolayısıyla bu isteği mümkün kılacak olan hayatta kalma mücadelesi de duyguların evriminde önemli bir etkendir.[2]
Duyguların evriminde biyolojik ihtiyaçlar ve alışkanlıklarla birlikte toplumsal/kültürel şartların etkisinden de söz edilebilir. Bu etki daha çok memeli tabiatına yerleşmiş duyguların şekillenmesinde ve yaygınlık kazanmasında görülebilir. Yine toplumsal kurallar bireylerin bazı duygu ve davranışlarının pekişmesini bazılarının ise pasif kalmasına sebep olur. Örneğin bencillik toplum tarafından hoş görülmeyen ve kınanan bir davranış olduğu için bireyler cömert olma veya yardım etme davranışlarını yapmaya sevkedilirler. Toplumun bu yöndeki baskısı ve yapılmadığı takdirde toplumdan dışlanma korkusu bireyleri belli davranışları yapmaya zorlar; bu durumun sürekliliği de o davranışların yerleşmesine yol açar. Bu şekildeki duygu ile kültür arasındaki ilişkide de bir çift yönlülükten söz etmek mümkündür. Yani hem duygular sosyal ilişkinin kurulmasına zemin hazırlar hem de mevcut ilişkilerin duyguları etkilemesi sonucunda bireyler karmaşık sosyal hayata uyum sağlar.[2]
764 görüntülenme