Gönlümün gözünde kara bir ırmak akar,
Ne tatlı, ne acı, dilde bir iz kokar,
İçtikçe derinleşir toprağın sesi,
Kâh dilden geçer, kâh saklı kalır hevesi,
Kimisi usûlca dokunur onun yüzüne,
Kimisi gafil, çalkalanır köpüğün göğsüne.
Genelde pek yazdıklarım anlaşılmayabiliyor o da benim yeteneksizliğimden dolayı, şunları düşündüm yazarken:
"Gönlümün gözünde kara bir ırmak akar" derken, aslında içimde akıp giden, siyah ve gizemli bir duygu selinin, kahvenin renginde ve karakterinde vücut bulduğunu hayal ettim.
"Ne tatlı, ne acı, dilde bir iz kokar" cümlesiyle, kahvenin tadının tek bir yönle sınırlanamayacağını; ne tam tatlı, ne de tam acı, dilde karmaşık bir iz bıraktığını anlatmaya çalıştım.
"İçtikçe derinleşir toprağın sesi" ifadesinde, kahve çekirdeğinin kökünden, topraktan gelen o doğallığı her yudumda daha derin hissetmeyi, içten bir bağ kurmayı kastettim.
"Kâh dilden geçer, kâh saklı kalır hevesi" dizesinde, bazen tadın açıkça hissedildiğini, bazen ise bu keyfin derinlerde, tam anlatılamayan bir yerde saklandığını göstermek istedim.
"Kimisi usûlca dokunur onun yüzüne" sözleriyle, bazı insanların kahveyi bir ritüel gibi, saygıyla, nazikçe, sanki bir değere dokunur gibi içişini hatırlatmak istedim.
"Kimisi gafil, çalkalanır köpüğün göğsüne." satırında ise, bazı kişilerin kahveyi sadece bir uyarıcı, bir günlük alışkanlık olarak tükettiğini; yüzeydeki köpüğü karıştırır gibi, içsel anlamına varmadan geçiştirdiklerini anlatmaya çalıştım.