Böyle gizliden gizliye bilimden nefret edenlerin birkaç tane cümlesi var, bilgece sözlermiş gibi sarf edilen ama bomboş ve tamamen hatalı olan... Bu da onlardan biri.
Bilim bir şeyi ortaya çıkardığında, eldeki en iyi veriyi kullanarak ortaya konabilecek en objektif sonucu çıkarıyor. Ama ilk seferde eldeki veriler konuyu tam olarak yansıtamayacağı için, tüm bilgiye erişmek çok zor olduğu için, ilk açıklama da gerçeği (mesela) %60 isabetle yansıtıyor olabilir. Tahmin edileceği üzere, yeni veriler ve yeni bulgular ışığında bu yüzde gıdım gıdım iyileştirilecek ve giderek %100'e yakınsayacak (belki asla ona tam olarak erişemeyecek olsa bile).
Şöyle düşünün: Fizikte bir bulgunun bilimsel olarak geçerli olabilmesi için 6-sigmaya varan doğruluk kriterleri kullanılıyor. 6-sigma ne demek? Öyle bir güvenilirlik/isabetlilik düşünün ki, aynı deneyi 1 milyon kere tekrarlasak ortalamada 999.997 kez aynı sonucu almayı bekleriz. Neden 1 milyon değil? Çünkü her aracın hata payları var, her ölçümün hata payları var. Bunlar o kadar düşük ki, birebir aynı gözlemi yaparken hatalı bir değer bulabilmeniz için yaklaşık 333.333 kez gözlem yapmanız gerekiyor ki 1 tanecik hatalı gözleme denk gelebilin. Bilim, bu kadar güvenilir.
Açık konuşalım: İnsanlık tarihinde bu kadar isabetli ve güvenilir olan tek bir tane bile bilgi türü olmadı ve bu gidişle daha uzun bir süre olamayacak. Bilim ve diğer bilgi türleri arasındaki güvenilirlik farkı, Evren ile karınca arasındaki büyüklük farkına yaklaşıyor. Diğer bilgi türleri de kendi metotlarıyla yol/yön gösterici olabiliyorlar; ama iş "doğru olanı", daha doğrusu "gerçek olanı" bulmak olduğunda, bilimin yanına yanaşmaya başlamayı akıllarından geçirebilecek kadar sağlam, (bilim-harici) bir metodolojiyi yetiştirebilecek entelektüel kapasiteye sahip olacak ön koşulları sağlamaya başlamayı arzulayabilecek olgunluğa erişmeye doğru ilk adımlarını atabilmek için daha trilyonlarca kat yol gitmeleri gerekiyor. Evet... Zaten bu nedenle farklı yöntemlerle de iddia üretilebilir; ama o iddia doğru mu diye sorduğumuzda bakacağımız tek yer var: bilim.
Ama soruyla ilişkili olarak önemli olan şu: Bilim, bir konuda %60 doğruluk oranına sahipken de var olan en güvenilir bilgiyi üretiyordu, %70'ken de, %83'ken de, (doğal olarak) %99'ken de... Neden? Çünkü metodolojisi, kendini kandırmaksızın gerçeği ortaya çıkarmayı ve bunu objektif olarak ortaya koyabilmeyi içeriyor. Cevabı önceden varsayıp da çözümü ona göre uydurmaya çalışmıyor. Diğer metodolojilerde olduğu gibi, ama daha önemlisi, hiçbir metodolojisi olmayanların yaptığı gibi sürekli bir şeyleri atıp tutmuyor. Eldeki veriye bakıyor, bu verinin neye işaret ediyor olabileceğini kestiriyor ve o yöne yürümeye başlıyor.
Bu istikrarı göstermeksizin kendilerinin "en doğru" olduğunu söyleyenler ne yapıyorlar? Atıp tutuyorlar, eğip büküyorlar. Çünkü gerçeğe ulaşma konusunda evrensel olarak kabul edilebilecek bir metodoloji ortaya koyabilmiş değiller. Eğer sürekli bir şeyler atıp tutarsanız, istatistik biliminin ortaya koydukları gereği, arada bir tutturmanız kaçınılmazdır. Bu, bilimden daha iyi bir metodoloji tutturduğunuz anlamına gelmiyor.
Bazen "Ohoo bilim daha bunu yeni mi keşfetti, ben bunu X zamandır biliyordum." diyenlerin yaptığı da bu. "Madem o kadar biliyorsun, bir sonraki Nobel'i alsana; Nobel'i geçtim, gerçeği ortaya koyabilmeye dayanan, ulusal veya yerel 1 tanecik bilim ödülünü almayı denesene..." demeyle sönüverecek, bomboş bir özgüven bu. Cahil cesareti... Önemli olan, bir şeyleri 1 sefer doğru tutturmak değil; hemen her şeyi, hemen her sefer, ortalamada diğer herkesten ve her yöntemden daha doğru olanı ortaya koyabilmek. Bilimin başarısı bu.
Düşünsenize: Newton bir teori geliştiriyor, Einstein onun yerini alan bir başka teori geliştiriyor. Ama en temel varsayımları yanlışlanan, bir bilim karşıtının tabiriyle "dün bir şey söylerken bugün başka bir şey söyleyen" teori (Newton'un teorisi), bugün uçakları, arabaları, motorları, yolları, binaları, kanalları, bilgisayarları, televizyonları, cep telefonlarını, radarları ve aklınıza gelebilecek modern teknolojilerin neredeyse tamamını mümkün kılmaya devam edebiliyor. Bilimin gücü bu.
Şimdi... Bu bilgiler ışığında, "Doğru olan var olandır, bilim değildir." diyen birinin, olgunlaşmamış fikrî düzleminde aslen ifade etmeye çalıştığı şeyi irdeleyelim...
İlk olarak: Evet, elbette "doğru olan var olandır"! Bu cümle bir bilgi içermiyor ki... Bu, totoloji dediğimiz, saçma sapan bir mantık hatası (ağacı tanımlarken, "Ağaçlar, ağaçtır." demek gibi).
Ama zaten bu tür sözlere sığınanların genelde "doğru" veya "gerçek" ile işi olmuyor. O cümle aslında şöyle okunmalı (totolojiyi çıkarırsak): "Doğru olan, bilim değildir." Bu tür sözleri söyleyenlerin gerçekten sinyalledikleri kadar cesareti olsa, içleriyle dışları bir olsa, her şeyden önce kendilerine dürüst olabilecek kadar erdemli olsalar, bu lafları böyle aforizmaymış gibi sunmazlar. Olduğu gibi söylerler: "Doğru olan, bilim değildir." Çünkü düşündükleri bu.
Bilimin (istemli veya istemsiz) karşıtlarından fersah fersah ileride olması da biraz bundan. Birileri konuşuyor, birileri yapıyor. Yapan tarafa "bilim" diyoruz. Konuşanlar, anlattığım gibi, ortaya bir metodoloji koyamıyorlar. Ve bilim, yanlışlardan korktuğu kadar, yanlış yaptığında onu açıkça düzeltmeyi de bildiği (ve bunu yapacak mekanizmaları merkezine aldığı), her şeyden çok kendini kandırmaktan korktuğu, bu nedenle de zaman içinde değişebildiği için güvenilir. Tam tersine, eğer değişebilir olmasaydı güvenilmez olurdu.
Ayrıca bu bilimin zaman içinde değişmesini veya "bir zaman söylediğinin tersini söylediği" iddiasını da ortalama bir kişinin sandığından çok ama çok daha iyi anlamak lazım. O da fazlasıyla abartılan bir konu. Mesela bir kişi, bu tür konularda zırt pırt gündeme getirilen, doktorların bir zamanlar sigara içmeyi önerdiği gibi laçka ve onursuz bir yalana inanıyorsa, bunu derhal düzeltmeli. Bilimin değişmesinin biçimi ve sınırlarının gerçekte ne olduğunu öğrenmek için bu yazımızı öneririm.
Özetle, bilime de kendince bir yaşam alanı yaratıyormuş gibi gözüküp de durmadan onun güvenilmezliğinden dem vuranlar, genellikle akılları sıra bilime olan güvenin altını oyabilirlerse, kendi ideolojilerini yerleştirecek zemini yaratabileceklerini hayal ediyorlar.
Bunu, bilimin araçları (internet, bilgisayar, cep telefonu, yaşadıkları bina, o binada barınmalarını sağlayan su/elektrik/gaz altyapısı, vs.) sayesinde yapabilmeleri de özellikle ironik...
106 görüntülenme