Biyolojik organizmaların tümü, algısal kısıtlılığa sahiptir. Evreni olduğu gibi değil, algı sınırlarının izin verdiği hali ile deneyimler. Bu nedenle, algı kısıtlılıklarının kalktığı, zeka sınırlarının kalktığı haliyle (biyolojik sınırların yok olduğu öngörülerek) bir gerçeklik tasavvurumuz var. Çevresel uyaranlar belli sınırlar dahilinde algılandığı için, dışarıda insan türünün algı kapasitesi harici bir evren olduğu kabul edilmekte. Ancak, bu çıkarıma yine algı kısıtlılığı üzerinden varıldığı için, insan türü için gerçeklik, sadece kabullere dayanır. Yani mağaraya yansıyan gölgelere bakarak, mağara dışını anlamaya çalışmak oldukça gerçekçi bir ironi. Deney ve gözlem, türe ait kısıtlılığın göreceliliklerini-yanılmalarını aşmak için kullanılan bir onay sistemi. Ancak gerçekliği anlamak, analiz etmek, keşfetmek oldukça farklı bir durum. Henüz bu konuda elimizden bir şey gelmiyor.
Ayrıca bu tarz gerçeklik - hakikat sorgulamalarını insan türü yeni yeni yapıyor biyolojik geçmişine bakarsak. Genetik yapı, yaşamda kalmayla ilgili özellikler üzerinden aktarıldığı için, temel fiziksel ihtiyaçların karşılanması temelli bir gelişim dönüşüm oldu. Bu nedenle ışığın çok ama çok küçük bir miktarını görebiliyoruz, buna rağmen kör olmadığımızı iddia edebiliyoruz. Çünkü yaşamda kalmamız için yeterli oluyor bu azıcık miktar.[1]
Kaynaklar
- John Macquarrie. Existentialism. Alındığı Tarih: 28 Şubat 2022. Alındığı Yer: Philpapers.com | Arşiv Bağlantısı