2011 yılında yaşanan bir deprem ve tsunami nedeniyle tetiklenen Fukushima Nükleer Santrali Kazası, 165.000 kişinin radyasyon maruziyeti sebebiyle zorla göç etmesine sebep oldu ve Dünya'daki birçok ülke için bir uyarı görevi gördü: Her ne kadar bu kaza sonucunda hiçbir ölüm yaşanmamış olsa da (raporlanan 1 ölümün de nükleer sızıntı nedeniyle olup olmadığı halen tartışmalıdır), Japonya gibi teknolojik olarak üstün bir ülkede bile nükleer santral kazası yaşanabiliyor olması, halihazırda Çernobil gibi vakalardan ötürü nükleer santrallere karşı mesafeli bir tavır sergileyen insanların, nükleer enerjiden daha da uzaklaşmasına sebep olmuştu. Bu trendin bir parçası olarak bazı ülkeler nükleer yatırımlarını kesmiş veya azaltmış, bazıları nükleer santral sayılarını azaltma veya yenilerini inşa etmeme kararı almıştı.
Ta ki COVID-19 tarafından tetiklenen ekonomik kriz ve hemen sonrasında başlayan Ukrayna-Rusya Savaşı ile birlikte enerji fiyatlarında derin bir yarığın oluşmasına sebep olana dek... Dünya genelinde petrol ve doğalgaza erişimin hızla azalması, enerji piyasasını adeta baştan yaratarak, fosil yakıt fiyatlarını katlayarak artırdı. Geçtiğimiz haftalarda Rusya'nın Avrupa'ya doğalgaz akışını tamamen kesme tehdidi sonrasında Avrupa'daki enerji fiyatları 10 kata kadar artarak, kıta genelinde yaşanacak soğuk bir kışa hazırlanma yarışına sebep oldu. İşte tüm bu gelişmeler, ülkelerin nükleer enerjiye bakış açılarını yeniden değerlendirmelerine sebep oluyor.