Gen ile çevre arasındaki etkileşim, biyolojinin en heyecan verici araştırma sahalarından birisidir. Kalıtımın temel birimi olan genler, fiziksel yapıyı ve davranışları şekillendirir; daha sonra bu genlerin bir sonucu olan birey, içinde bulunduğu çevreyle etkileşerek hayatta kalma ve üreme mücadelesi verir; buna bağlı olarak seçilir veya elenir. Bu, o genlerin o çevredeki başarısını belirler; dolayısıyla birey adeta bir "aracı" gibidir, daha ziyade birey, genlerin çevreyle etkileşmesinde bir arayüz gibidir. Bu süreçte çevrenin de genlerin işlevini değiştirebildiğinin keşfedilmesi genetiğe bakış açımızı değiştirmiştir; ancak genler ile çevre arasındaki bu temel etkileşim, biyolojik evrimin de kalbinde yer alan mekanizma olmuştur.
Genin evrime olan etkisini anlamamız için ilk önce genin ne olduğunu daha net açıklamakta fayda var: Kalıtsal materyalin, yani DNA’nın, belirli proteinlerin sentezinde görev alan parçalarına gen adını veriyoruz. "Genler, canlıların biyolojik gelişimi ve canlılığını korumasında önemli rol oynar." demek dahi genlerin canlılık için önemini açıklamada oldukça yetersiz kalır; çünkü genler aslında bu olaylara sebebiyet veren birim değil, bizim canlılık tanımımızın kökenleridir. Bir diğer deyişle genler, biyolojik anlamda canlılığın en küçük ve anlamlı yapı taşıdır. Her ne kadar kalıtsal materyali olan (yani genleri bulunan) virüsler gibi bazı yapıları cansız olarak nitelesek de, kalıtsal bir niteliği olmayan hiçbir varlığı "canlı" olarak kategorize etmemekteyiz. Bu açıdan bir gen, aynı zamanda kimi biyologlarca “En Küçük Eşleyici” olarak da tanımlanır.