COVID-19 salgınının çok erken evrelerinde, epidemiyolojinin (salgın bilimin) en temel salgınla mücadele yöntemi olan "test, takip, izolasyon" üçlüsünü uygulamaya başladığımız günlerin en başlarında bir terim gündeme geldi: sürü bağışıklığı. Bu kişiler, "test, takip, izolasyon" gibi temel bir gerçeğe sırt çevirip, "Bırakınız hastalansınlar, bırakınız iyileşsinler, biz de işimize bakalım." demeye getiriyorlardı. Hastalıkla mücadele ederken karantinalar yerine ekonomimizi felç ettirmek yerine, salgını doğal haline bırakmamızı ve virüsün normal şekilde popülasyonda yayılıp sönmesini arzuluyorlardı.
Böylelikle zenginler para basmaya devam edebilecek, onlara imrenerek bakan ve bir gün zengin olma hayaliyle yaşayıp muhtemelen hiçbir zaman olamayacak kitleler ise, bu hayalin peşinde telef olmak uğruna zenginlerin para basabilmesi için gereken ayak işlerini yapmaya devam edebileceklerdi. Elbette sürü bağışıklığı stratejisi, güçlü olmayıp da güçlüymüş gibi davranmaya çalışan devletler için de önemliydi: Ekonomi hasar görmezse ve bir ihtimal hasta ve ölü sayıları pek göze çarpmazsa, tabanlarına "zor zamanlarda, güç ve birlik sayesinde, engelleri başarıyla atlama" mesajları vermeyi sürdürebilirlerdi.