Camus felsefesi, insanı içsel olarak tanımlamaya yönelik ve bu dünyadaki varlığına ilişkin bağlantısını anlamaya çalışmaktadır. Bu konular hakkında birçok eser yazan filozof Yabancı eserin de kişinin... Daha fazla göster
Camus felsefesi, insanı içsel olarak tanımlamaya yönelik ve bu dünyadaki varlığına ilişkin bağlantısını anlamaya çalışmaktadır. Bu konular hakkında birçok eser yazan filozof Yabancı eserin de kişinin yaşama dair kendi elinde olan veya olmayan durumlara karşı kayıtsızlığı ele almıştır. Bu bir bakıma insanın dünyaya, dünyanın da insana olan yabancılığını vurgulamaktadır (Güngör, 2019: 191). Duyguların değersizleştiği, dünya ile insan arasında ki şu ana kadar varolan bağın kopması ve insan için bunca yıl süregelen içgüdüsel ya da zorunlu kılınan ölçütlerin yıkılması buna istinaden insanın konumsuzluğu veyahut yurtsuzluğu saçma olarak değerlendirilir. Bu saçma ya da saçma düşüncesi insanın içerisinde her vardır sadece bir gün bu suskunluğu bozup dışa vurumu beklemektedir.
“Kaderim, bana fikir sorulmadan tayin olunmaktaydı”(Camus, 2019: 92) Diyerek hayata karşı kayıtsız kalışımızın ve bazı konular üzerinde irademizin olmadığını yabancı eserinde temele alan Camus, kopuşa ya da farkındalığa varmayı saçmanın ilk belirtisi olarak görmektedir. Gündelik hayatta ki monotonluk, beklentilerimiz karşısında dünyanın bize olan suskunluğu, anlamlandırılamayan amacı ve sonucu olmayan tekrarlanan her şey insanın varoluşsal düşüncelere itmesi saçma fikrinin oluşumunda ki nedenlerdir. Bu şekilde yabancı eserinde gündelik yaşam döngüsünden dışarı çıktığı, eylemler karşısında absürd tepkiler veren başkahraman Meursalt, roman boyunca saçma ya da saçma düşüncesi ile kopma ve bu saçmanın sadece duygu olmadığını dile getirir. Meursalt, annesinin ölüm haberi ile başlayan ve annesinin cenazesi başında ağlayan kişilere tahammül edemiyormuşçasına “artık ağlamasa” ve “sonunda sustu”(Camus, 2019: 12) şeklinde tavır sergilemesi aslında bizlere şu zamana kadar dayatılan ahlak tabularının ilk yıkım örnekleridir. Devamında havanın güzelliği ve uzun zamandır kırlara gitmediği annesinin cenaze işleri olmasaydı biraz dolaşmaya çıkabileceği düşüncesine girmesi ölen kişinin annesi değil de bir yabancıymış gibi davranması diğer insanlar için hayati önem taşıyan konuların Meursalt için bir anlamı olmadığını fark edilir (Güngör, 2019: 190). Meursalt’ın cenaze başında uyuması, ağlamaması hatta ağlayanlardan ve orada bulunan ihtiyarlardan bir nebze de olsa rahatsız olması farklı bir kişinin bu durum için hissedeceği ya da bürüneceği tavrın tamamen zıttı konumunda yer almaktadır. Ne var ki Meursalt için her şey normaldir. O derece ki ‘ben’i oluşturan, var eden şeylerden biri olan annesini son kez görmek bile istememiştir. Cenaze işlemleri (cenaze töreninde) boyunca sürekli olarak şikayet edecek bir şey bulur. Güneşin tam tepede olması bu sebeple terlemesi, yaşlı ihtiyarın geride kalması, orada bulunan kişilerin kıyafetlerini yorumlayacak kadar saçmalığın duygusal ve kavramsal kabulüdür bir bakıma. Vefat edenin annesi değil de normal karşılanabilecek bir eylem gerçekleşmişçesine sakindir. Meursalt bu sessizlik ve sakinlik için "Hiçbir zaman söyleyecek fazla sözüm yoktur, onun için susarım.” (Camus, 2019: 62) ifadeleriyle kendini tanıtlamaktadır. Onun bu kayıtsızlığı annesinin vefatından idamına kadar sürmüştür.