Vitamin Nedir? Vitaminler Nasıl Sınıflandırılır? Eksikliklerinde Neler Olur?
Vitaminler, Savunma Sistemimizi Nasıl Güçlendirir?
Vitamin, vücudumuzdaki birçok biyokimyasal aktivitenin gerçekleşmesi için önem taşıyan kimyasal maddelerin ortak adıdır. Vitaminlerin etki ettiği biyokimyasal aktiviteler arasında normal hücre büyümesi, hücresel yanıt mekanizması, kan dolaşımının düzenli sağlanması gibi hayati fonksiyonlar da olduğu ve vücudumuz vitaminleri üretemediği için vitaminleri önerilen düzeylerde günlük diyetimizle almamız gerekir. Ulusal Sağlık Enstitüsü'nün (İng: "National Institutes of Health") vitaminler için önerdiği günlük alım miktarlarına şuraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Eğer vitaminleri diyetimizle uzun süre boyunca almazsak, vücudumuzdaki biyokimyasal aktiviteler aksar ve çeşitli sağlık sorunları ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu sağlık sorunlarından biri de vücudumuzun bağışıklık sisteminin düşmesidir. Çünkü vitaminler, aktif olarak bağışıklık sistemimizin güçlenmesinde de rol oynar.
Aslında her vitamin çeşitli biyokimyasal aktivitelere katılarak dolaylı yoldan immün sistemimize etki etse de bu yazımızda öne immün sisteme etkisi ile bir adım öne çıkan vitaminleri inceleyeceğiz.
Vitaminlerin Tarihi
Beslenme bozukluğu sonucunda meydana gelen gece körlüğü hastalığına sahip kişilerin, pişirilmiş karaciğer yedirilmesi ile bu sorunun ortadan kalkması daha miladi takvimin başından 1500 yılın öncesinde tespit edilmiştir. İlerleyen zamanlarda araştırmacılar, birçok hastalığın taze meyve ve sebze yenilmesi ile önlenebileceğini tespit etmişlerdir. 1800'lü yıllarda ise Pellegra hastalığının mısır yiyecekleri ile ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır.
1950'li yıllarda ise İngiltere'de gelişme ve büyüme için gerekli olan ve vitaminler olarak adlandırılan faktörlerin sütte mevcut olduğu belirlenmiştir. Tüm bunların sonucunda vitaminlerin insan ve hayvanların sağlığı, büyümesi, gelişmesi ve üremesi için az miktarda dahi yeterli olan, organizma tarafından sentezlenemediğinde besinlerle dışarıdan alınması gereken ve çeşitli koenzimlerin temel bileşeni olan organik moleküller olarak tanımlamak doğru olacaktır.
Vitaminler insan ve hayvan sağlığını korumada etkin rol oynadığından dolayı, keşiflerinden sonra sağlık alanında yetersiz beslenmeden dolayı meydana gelen hastalıkların tedavisinde başarılar sağlanmıştır.
Makrobesinler olan protein, karbonhidrat ve lipitlerin kendi görevlerin yanı sıra enerji sentezinde de görev almalarından dolayı vücutta bu moleküllere fazla miktarda ihtiyaç vardır. Buna karşılık vitaminlere olan ihtiyaç çok az miktardadır. Vitaminlerin diğer organik moleküllerden farkı, doku yapısına girmemeleri ve organizmaya enerji sağlamamalarıdır.
Vitamin eksikliği sonucunda vücutta değişik bozukluklar meydana gelebilir. Örneğin, az miktarda vitamin eksikliği sonucunda hipovitaminoz, yüksek derecedeki vitamin eksikliğinde ise avitaminoz, zarar verecek şekilde fazla alınmasında ise hipervitaminoz durumları görülür.
İnsanın ve birçok hayvan türünün düzenli bir şekilde büyümesi ve metabolik fonksiyonlarını sürdürebilmesi için 13 tane farklı vitamine ihtiyaç vardır. İnsan, hayvan, bitki ve mikroorganizmaların tümünde vitaminlerin var olduğu ve aynı biyokimyasal fonksiyonlara sahip olduğu bilinmektedir.
Vitamin Kategorizasyonu
Vitaminlerin Adlandırılması
Vitaminler alfabetik sıra, kimyasal yapı ve fizyolojik etkilerine göre isimlendirilirler. Alfabetik sıraya göre isimlendirmede; vitamin A, vitamin B, vitamin C şeklinde isimlendirmeler yapılır. Kimyasal yapılarına göre;
- vitamin A'ya retinol,
- vitamin C'ye askorbik asit,
- vitamin B1'e tiyamin,
- vitamin B2'ye riboflavin,
- vitamin E'ye tokoferol
gibi isimler verilmektedir. Fizyolojik etkilerine göre ise; vitamin eksikliklerinde görülen bozukluklar göz önüne alınarak sırasıyla antiberiberik vitamin, antiskorbutik vitamin, antikoagülan vitamin olarak adlandırılmaktadırlar.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Vitaminlerin Sınıflandırılması
Vitaminler suda çözünenler ve yağda çözünenler olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Bu tip sınıflandırmada vitaminler arasında fizyolojik bir ilişki yoktur, sadece organizmada emilmeleri, depolanmaları ve dağılışları bakımından benzerliklerine göre sınıflandırılmışlardır. Suda çözünen vitaminler, B grubu vitaminleri ve C vitaminidir. C vitamini haricinde tüm suda çözünen vitaminlerin koenzim fonksiyonları vardır. Yağda çözünen vitaminler ise A, D, E ve K vitaminleridir. Yağda çözünen vitaminler hidrofobik (suyun sevmeyen) özelliktedir ve bu yüzden emilimleri için yağ absorbsiyonu normal seviyede olmalıdır. Ayrıca diğer lipitler gibi, kanda taşınmaları için lipoproteinler ve başka taşıyıcı proteinler kullanılır.
Yağda Çözünen Vitaminler
A Vitamini (Retinol, Akseroftol)
A vitamini suda çözünmeyen, yağda ve organik çözücülerde eriyen bir maddedir. A vitamini, ultraviyole ışınlarına ve oksijene karşı oldukça duyarlıdır ancak ısıdan etkilenmez.
A vitamini görme yetisinin oluşabilmesinde kilit bir rol oynayan, ancak bunun yanında büyüme ve gelişmeyi destekleyen ve epitel ile mukus dokularının bütünlüğünün bozulmasını engelleyen bir mikro besin ögesidir. A vitamini ayrıca bir inflamasyon önleyici vitamin olarak da bilinir. Çünkü immün sistemin gelişmesine katkı sağlar ve hümoral ve hücresel düzeyde immün yanıtı düzenleyici rol oynar. Bu konu üzerinde yürütülen çalışmalarda, immün sistem üzerinde etkili organların ve dokuların sabit bir konsantrasyonda A vitamini alımına ihtiyaç duyduğu gösterilmiştir.
A vitaminin üç adet aktif formu vardır. Bunlar; retinol, retinal (retinalaldehit) ve retinoik asittir. Vitamin, yan zincir hidroksil ile sonlanırsa retinol, aldehid ile sonlanırsa retinoik asit, esterleşmiş ise retinil ester olarak isimlendirilir. Organizmada ve doğada sentezlenen A vitamini trans formundadır. A vitaminin doğada genel olarak uzun zincirli yağ asitleriyle esterleşmiş durumda olması ona oksijen, ışık, sıcaklık gibi dış etkenlere karşı dayanıklılık kazandırmaktadır.
Kaynaklar
Memeliler aktif bir şekilde A vitamini sentezi yapamazlar ancak provitamin (vitaminin öncül maddesi) halinde aldıktan sonra aktif şekline dönüştürebilirler. A vitaminin provitamini olan karotenoidler bitkiler tarafından sentezlenir. Bazı türlerde de kaslarda az miktarlarda karotenoid bulunur.
α ve ß karotenler ve kriptoksantin önemli karotenoidlerdir. Bunlar retinal daha sonra retinol ve retinoik asit vermek üzere ayrışır. Karaciğerde retinil palmitat halinde depolanır. Bir ß-iyonon halkası olan α-iyonon halkası olan α- ve ß-karotenlerden 1 molekül A vitamini, iki ß iyonon halkası olan ß-karotenden dioksijenaz enzimi aracılığıyla iki retinaldehid oluşur. Retinal, NADPH-bağımlı retinal redüktaz enzim ile retinole dönüşür.
İnsanın alması gereken günlük A vitamini miktarı bir miligramın altındadır. A vitaminini karaciğer, yumurta sarısı, tereyağı gibi hayvansal kaynaklardan ya da büyük oranda salata, patates, ıspanak gibi yeşil ve sarı bitkisel besinlerle alabiliriz. Bu sebzelerin hepsi karotence zengindir. A vitamininin ihtiyaçtan fazla alınması toksiktir ve çocuklarda kolay kırılan kemik oluşumuna sebebiyet verebilir. A vitaminin en çok bulunduğu kaynaklar ise şöyle sıralanabilir:
- Dana Ciğeri
- Tatlı Patates
- Ispanak
- Havuç
- Kırmızı Biber
Emilim
Herbivor ve omnivorlarda sindirim yolu aracılığıyla alınan ß-karotenler bağırsak ve karaciğerlerde ß-karoten dioksijenaz enzimi aracılığıyla all-trans-retinale (Vitamin A1) okside olur. ß-karoten dioksijenaz enzimi tiroid hormonu tarafından uyarılan bir enzimdir. Bu süreç karnivor hayvanlarda daha düşük seviyelerde gerçekleştiğinden dolayı karnivorlar daha fazla gıda ile hazır formda retinol ve retinal almak zorundadır.
Birçok memelide karotenler A vitamine dönüştükten sonra intestinal kanaldan absorbe edilir. Keçi, koyun, domuz, köpek gibi türlerde karotenler bağırsakta parçalanırken insan, sığır ve atta ise yüksek miktarda karoten absorbe edilerek karaciğer ve yağ dokusunda depolanır. Bu yüzden karoteni absorbe eden türler sarı vücut ve süt yağına sahip olurken, absorbe etmeyen türlerin yağları beyazdır.
Retinal, bağırsak mukozasında geri dönüşümlü bir şekilde retinole indirgenir. Bu reaksiyon Zn-bağımlı retinal redüktaz tarafından katalizlenir ve koenzim olarak NADPH veya NADH kullanılır. Bağırsakta aynı zamanda az miktarda retinal, retinoik asite çevrilir fakat bu reaksiyon geri dönüşümlü değildir. Bağırsak mukozasında son şeklini alan retinol, yağ asitleri ile esterleşir ve safra asitlerinin yardımıyla da şilomikronlar aracılığıyla önce lenf dolaşımına sonra sistemik dolaşıma geçer.
Retinolün dokulara transferi, retinol bağlayıcı protein (RBP) adı verilen yardımcı protein aracılığıyla gerçekleşir. Retinoik asit, dokulara plazmada albümine bağlı bir şekilde taşınır. Ekstrahepatik dolaşıma giren retinol-RBP kompleksi hedef hücrelerin (örn. retinadaki fotoreseptör hücreleri) zarlarında bulunan reseptörler aracılığıyla hücre içine alınırlar.
Retinol, retinal ve retinoik asit nükleer proteinlere de bağlanabilirler, bu yüzden gen ekspresyonu üzerinde etkileri vardır. Bu yüzden A vitamini aynı zaman steroid ve tiroid hormonlarına benzer bir şekilde etki gösterir.
Fonksiyonlar
Görme
A vitaminin görme olayındaki esas etkisi gözün karanlığa adapte olmasını sağlamaktır. Gözün retinasında rodlar (çubuk hücreleri) ve konlar (koni hücreleri) olarak bilinen iki tip reseptör hücre vardır. A vitamini rodlarda rodopsin sentezi, konlarda porfiropsin sentezinin gerçekleşmesini sağlar. Bu iki madde yapılarında bulunan protein kısmı ile birbirlerinden ayrılırlar. Rodlarda opsin proteini bulunurken, konlarda iodopsin maddesi bulunur.
Ronda bulunan opsin proteini 11-cis retinal ile birleşince rodopsin (RHO, görsel mor) oluşur. Rodopsin ışık enerjisinin direkt alıcısıdır, renksiz görüntünün oluşmasını sağlar. Kon reseptör hücreleri ise nesnelerin gerçek renginin algılanmasından sorumludur. Konlar, rodlara benzer şekilde retinal bağlı protein içerir. Bu protein ronların aksine opsin değil iyodopsindir ve birleşmeleri ile porfiropsinler oluşur.
İmmün Sistem Fonksiyonları
A vitamini ve ß-karoten lenfoid organların hücresel fonksiyonları için önem taşır. Bu vitaminler mitojen tarafından uyarılan lenfosit proliferasyonunu, hücresel sitotoksisite, madde giriş-çıkışını ve apoptozisi artırırlar.
Epitel Dokunun Bütünlüğü, Hücre Gelişimi ve Farklılaşması
Yüksek molekül ağırlıklı keratin sentezinin önlenmesi için retinol ve/veya retinoik asit, mukusun önemli bir bileşeni olan glikoproteinin sentezi için retinil fosfat gereklidir. A vitamini eksikliğinde mukus sekresyonunun yetersiz olması hücre kuruluğuna yol açar. Aşırı keratin sentezi nedeniyle, normal epitelin yerini keratinize yüzeyli epitel doku alır.
Tüm-trans haldeki retinoik asit ve 9-cis retinoik asit bileşikleri kısaca retinoid hormonlar olarak da adlandırılır. Bu bileşikler nükleer reseptörleri aracılığıyla hücrelerin gelişmesinde ve doku farklılaşmasında rol oynarlar.
Eksiklik
A vitamini eksikliğinde büyüme, gelişme, görme ve epitel hücrelerin farklılaşmasında sorunlar meydana gelir. Karoten ve retinol karaciğerde depolandığından dolayı eksikliğinde sırasıyla karaciğer, plazma ve retinada düzeyleri düşer. Bu durumda gece körlüğü (niktalopi) daha sonra kornea keratinizasyonu ve körlükle karakterize olan kseroftalmi ortaya çıkar. A vitamini immün sistemde görev alan hücrelerin farklılaşmasında rol oynadığından dolayı eksikliğinde enfeksiyonlara yakalanma ihtimali artar.
Toksisite
A vitamini, toksisitesi en iyi bilinen vitamindir. En karakteristik özelliklerinden biri kemiklerde görülen lezyonlardır. A vitamini fazlalığında hipervitaminozis olayı görülür. Hipervitaminoz A, depo miktarı aşıldığı zaman ortaya çıkar. Akut toksisite durumlarında kusma, baş ağrısı, karın ağrısı ve deride dökülmeler görülür. Kronik toksisitelerde ise saç dökülmesi, kemik ağrıları, kuruluk, kilo kaybı gibi bozukluklar görülür.
D Vitamini
Çoğunlukla hayvansal ve bitkisel besinlerle provitamin olarak alınan D vitamini, sterol türevlidir. Bitkisel kaynaklı olarak ergokalsiferol (D2) ve hayvansal kaynaklı kolekalsiferol (D3) olmak üzere iki formu vardır. Ergokalsiferolün kolekalsiferolden farkı yan zincirinde çift bağ ve bir metil grubu içermesidir.
İnsan vücudunda kolesterolden provitamin D3 (7-dehidrokolesterol) sentezlenir. Bu bileşiğin aktif vitamine dönüşebilmesi için UV ışınlarına maruz kalması gerekmektedir. UVa ve UVc ışınları da belli bir miktarda etkili olsa da en etkili olan 280-315 nm arasındaki UVb ışınıdır.
Kaynaklar
Yetişkin bir insanın D vitamini ihtiyacı günlük yaklaşık 20 µg'dır. D vitamini, karaciğerde depolanabilir ve günlerce, haftalarca kullanılabilir. D vitaminin, güneş ışığından yararlanmanın kısıtlı olduğu durumlarda besinle alınması gerekmektedir. Hayvan kaynaklı olan D3 vitamini karaciğer, yumurta sarısı, balık yağı ve az miktarda sütte, bitkisel kaynaklı olan D2 vitamini ise en çok yosun ve mantarlarda bulunur. Bu vitaminin besin kaynakları:
- Süt,
- Yoğurt,
- Yumurta,
- Peynir,
- Morina Balığı Yağı,
- Somon Balığı.
Emilim
Güneşten ya da besinden alınan kolekalsiferol UV ışığının etkisi ile 7-dehidrokolesterolden sentezlenir. D vitamini plazmadan salındıktan sonra vitamin D bağlayıcı protein tarafından karaciğere taşınır.
Besinlerle alınan D vitamini ince bağırsaklarda emilir. Yağda çözünür özellikte olduğu için safra tuzları emiliminde görev alır. Daha sonra bağırsağın mukozal hücrelerinde şilomikronlar tarafından alınır ve lenf dolaşımına geçer. Buradan da karaciğere transferi gerçekleştirilir. Karaciğere ulaşan D vitamini, 25- hidroksilaz enzimi aracılığıyla hidroksile olur ve 25-OH Vitamin D şekline gelir. Bu formu kanda bulunan esas D vitamini formudur. 25-OH vitamin D, karaciğer, yağ doku ve iskelet kas dokusunda depolanır. Vücuttan D vitaminin atılımı safra yolu ile dışkı sayesinde olur. İdrarla atılma oranı ise çok düşüktür. Steroid türevli olduğu için bağırsaklardan geri emilir.
Böbreğin proksimal renal tübüler epitelyal hücrelerde, 25-OH Vitamin D, 1α-hidroksilaz enzimi etkisi ile A halkasında 1 nolu C atomuna bir OH grubu daha katılır ve böylece aktif form oluşur: 1,25- (OH)2 Vitamin D (1,25-dihidroksi kolekalsiferol; kalsitriol; erkalsitriol).
Fonksiyonlar
D vitaminin başlıca fonksiyonu kalsiyum ve fosfat dengesini sağlamaktır. Bu görevini kalsitriol formuna dönüştükten sonra yerine getirir. Kalsitriol, vitamin D reseptörü (VDR) bulunan dokularda etkilidir ve sentezi paratiroid hormonu tarafından uyarılır.
D vitamini kemik ve diş sağlığı için de gereklidir. İmmün sistem, kalp-damar sistemi ve sinir sistemini de destekler. İnsülin salınımı düzenlendiği gibi Tip 2 diyabetin düşük D vitamini düzeyleri ile ilişkili olduğu gözlenmiştir. Aynı zamanda insanda 200'den fazla gen üzerinde D vitaminin etkisi olduğu düşünülmektedir. Anjiyogenezi ve kanser hücresi proliferasyonunu yavaşlatmak suretiyle karsinogenezi inhibe eder.
D3 vitamininin immün sisteme büyük bir katkısı vardır. Çünkü D3 vitamini, bazı patojen mikroorganizmalar için toksik olan proteinleri üreten genlere etki ederler ve o proteinlerin üretilmesini sağlarlar. Bu proteinler sayesinde vücudumuz patojenlerden korunmuş olur. Vücudumuzda D vitaminin eksikliği enfeksiyon oranını arttırdığı gibi kanser ya da kalp rahatsızlıkları gibi kronik rahatsızlıklardan ölüm oranını da arttırmaktadır.
Eksiklik
Besinlerle alınmasının yanında güneş ışınlarının etkisiyle de vücutta yapılabilen D vitaminin eksikliği kronik alkolizmde, katı vejetaryenlerde ve toplumun dar gelirli kesimlerinde görülür. Ten renginin koyu olduğu ırklarda, D vitamini düzeylerinin düşük olduğu gözlenmiş, bunun nedeni olarak melanin pigmentinin UV ışınlarını engellenmesi için çok fazla üretilmesi gösterilmiştir. Gün ışığına maruz kalmama, yağ emiliminde aksaklıklar sonucu ortaya çıkan hastalıklar, karaciğer-böbrek hastalıkları ve ilerleyen yaş gibi durumlarda da eksiklik ortaya çıkabilmektedir.
Eksikliğinde başlıca etkilenen kısım kemik dokusudur. Bu durum klinikte çocuklarda raşitizm, erişkinlerde ise osteomalazi olarak adlandırılır. Bu hastalıkların her ikisinde de kemiklerin mineralizasyonu tam olmaz ve kırılma eğilimi gösterirler.
Kanda D vitamini düzeyine etki eden başlıca faktörler diyet ve gün ışığıyken genetik yapının da önemli rol oynadığı gösterilmiştir. D vitamini sentezi ve taşınmasında görevli üç farklı gende tek nükleotid polimorfizmi olan kişilerde D vitamini düzeyinde düşüklük gözlenir.
Toksisite
Yüksek miktarlarda alınan D vitamini hiperkalsemi ve fosfatemi gibi bozukluklar oluşturur. Yumuşak dokularda görülen mineralizasyon en ciddi sorundur. Bu sorunlar özellikle kalp, deri altı ve akciğerlerde görülmektedir. Ayrıca kilo kaybı, iştahsızlık, verim düşüklüğü gibi klinik belirtiler de ortaya çıkar.
E Vitamini (Tokoferol)
E vitamini besinde tokoferol olarak bilinen birbirleriyle ilişkili bir grup maddenin karışımı olarak bulunur. En etkin olanı α-tokoferol olup E vitamini etkinliğinin ölçütü olarak kullanılır. β ve γ formları evcil hayvan mamalarında koruyucu olarak kullanılmaktadır.
E vitamini etkisi gösteren ve bitkilerde sentezlenen 8 adet tokoferol mevcuttur, bunların dördü tokoferol dördü tokotrienollerdir. Her birinin α, β, γ, ð formu bulunmaktadır. Tokoferollerdeki farklılık tokol çekirdeğinin değişik yerlerine metil grubunun bağlanmasından kaynaklanmaktadır. Tokoferoller sarımsı renkte yağlar olup, suda erimezler ve oksitlenmeye karşı dirençlidirler.
Kaynaklar
Bitkisel yağlar, karaciğer ve yumurta, E vitamini bakımından oldukça zengindir. E vitamini gereksinimi, çok doymamış yağ asidi alınmasıyla orantılı olarak artar. Oksijen basıncının yüksek olduğu, örneğin eritrositler ve retina gibi dokularda daha fazla E vitamini bulunur. Gebelerde ve yeni doğan bebeklerde E vitamini gereksinimi erişkinlere nazaran çok daha fazladır. E vitamini kaynakları şöyledir:
- Ayçekirdeği,
- Aspir Çiçeği,
- Buğday Ruşeymi,
- Yer Fıstığı,
- Domates,
- Brokoli.
Emilim
E vitamini yağda çözünen bir vitamin olduğu için emilimi yağlarla ilişkidir, safra asitleri ve pankreatik lipaz da emiliminde de rol oynamaktadır. Besinlerle alınan E vitamini bağırsaklardan önce lenf sistemine daha sonra da kan yolu ile karaciğere transfer edilir. Ayrıca deriden emilebilme özelliği de vardır. Çoğunluğu yağ dokusunda ve karaciğerde olmak üzere kalp, kas, testis, uterus, böbrek üstü bezi ve beyinde bulunur. Karaciğerde lipoproteinler aracılığı ile yağ doku ve hücre zarlarına iletilir. E vitamininin yağda eriyen diğer vitaminlere göre vücutta daha geniş alanlarda dağılım gösterdiği düşünülmektedir. Fazla miktarda alınan E vitamini safra yolu ile vücuttan uzaklaştırılır.
Fonksiyonlar
E vitaminin en önemli görevi antioksidan etkiye sahip olmasıdır. Membranlar içinde bulunan doymamış yağ asitlerinin oksitlenmesini önleyerek, membranda meydana gelebilecek yıkımların önüne geçmektedir. İmmün sistem üzerinde de önemli etkileri vardır. Özellikle yardımcı hücreler olan T hücrelerinin sayılarına ve aktivitelerine olumlu etkiler yapmaktadır. Humoral immünitede de benzer etki göstererek B lenfositleri uyarır ve Ig sentezini artırır. E vitamini ayrıca elektronların koenzim Q'ya aktarımına da aracılık ederek solunum zincirine katkıda bulunur. Önemli bir diğer fonksiyonu ise aterojenik olduğunu bilinen LDL'nin oksidasyonunu önlemektir.
E vitamininin en çok bilinen formu, insan sağlığındaki temel görevlerinden dolayı alfa-tokoferoldür. E vitamini ayrıca protein kinaz C (PKC) enziminin aktivitesini de durdurarak nitrik oksit gibi "süperoksit" maddelerin oluşumunu ve hücrelerin zarar görmesini engeller.
Eksiklik
Kistik fibrozis, ciddi yağ malabsorbsiyonu ve bazı kronik karaciğer hastalığı gibi sebepler dışında insanda diyete bağlı E vitamini eksikliği gözlemlenmemiştir. E vitamini eksikliği sonucu bireylerde sinir ve kas membran hasarı ortaya çıkabilir ve tüm bunlara ek olarak eritrosit yaşam süresi de kısalır.
Vitamin E, sinir ve kas hücrelerinin normal gelişimi ve korunması için gerekli olan önemli bir vitamindir. Vitamin E eksikliğinde, yüksek miktarda Ca++'ın hücrelerin içine girer. Mitokondri kalsiyum iyonu ile dolar ve sonuç olarak ATP üretimi azalır. Bu mineral akışı musküler dejenerasyona yani kaslarda yıpranmaya neden olur ve dejenere alanlar karakteristik olarak beyaz görünür. Bu görüntü nedeniyle Beyaz Kas Hastalığı olarak isimlendirilmektedir.
Yapılan bazı çalışmalarda E vitaminin kanser olgularını önleme üzerine etkileri araştırılmıştır. Kolon, rektum, özofagus ve akciğer kanserlerinde E vitaminin riski büyük ölçüde azalttığı belirtilmektedir.
Toksisite
E vitamini, yağda çözünen vitaminler arasından en az toksik olandır. Diğer yağda çözünen maddeler kadar depolanmadığından fazlalığına ait klinik bir bozukluk bilinmemektedir. Gereğinden fazla alındığında dışkı ve idrarla vücutta uzaklaştırılır. Çok yüksek dozlarda alındığı zaman bulantı ve ishal yapabilir. Yapılan hayvan deneylerinde yüksek dozlarının büyümeyi durdurduğu, kasları zayıflattığı, eritrosit sayısını azalttığı ve kemikleşmeyi yavaşlattığı görülmüştür.
K Vitamini (Fillokinon)
K vitamini kanamaya sebep olan hastalıkların araştırılması sırasında keşfedilmiştir. Yağda eriyen, yetersizliğinde pıhtılaşma faktörlerinin sentezinde görülen bozukluklar ile karakterize bir vitamindir.
K vitamininin aktif formaları özellikle yeşil sebzelerde bulunan fillokinon (K1), hayvansal kaynaklı olan ve intestinal bakteriler tarafından sentezlenen menakinon (K2), sentetik formları menadion (K3) ile menadioldür.
Doğal K vitamini yağda çözünür ve ısıya dayanıklıdır. Buna karşın oksidasyona, alkalilere, asitlere ve ışığa dayanıksızdır. Tedavide kullanılan sentetik formları suda çözünmektedir. K vitaminin yarılanma ömrü yağda çözünen diğer vitaminlere göre daha kısadır. Esas depo edildiği yer karaciğerdir. Vitamin K, antihemorajik vitamin olarak da isimlendirilir.
Kaynaklar
K vitamini karaciğer, peynir, tereyağı, marul ve lahana gibi hayvansal ve bitkisel besinlerde bulunur. Hayvanlarda K vitamini ihtiyacı büyük ölçüde bağırsaklardaki bakteriler tarafından karşılanır. Yapraklı bitkiler ise bünyelerinde daha fazla miktarda K vitamini bulundurur.
Yüksek yapılı hayvanların bağırsaklarında bulunan bakteriler K vitamini sentezini gerçekleştirdikleri için, bu hayvanlar diyet ile K vitamini almasalar da kendi ihtiyaçlarını karşılayabilirler.
Emilim
Doğal K vitaminin emilimi ince bağırsaklarda gerçekleşir ve emilimi diğer yağda eriyen vitaminlerde olduğunu gibi safranın etkisiyle kolaylaşmaktadır. Fillokinon aktif transportla, menakinon pasif difüzyonla ince bağırsaklardan absorbe edilir. K1 ve K2 şilomikron yapısında lenfle önce kan dolaşımına sonrada karaciğere taşınır. Menadion (K3) ise suda çözündüğü için intestinal kanaldan daha hızlı absorbe edilir. Emiliminde ise safra asiti gerekli değildir.
K vitaminin ana depo yeri karaciğerdir. Depo edilebilen K vitamini miktarı azdır, diğer yağda çözünen vitaminlere göre çok daha çabuk tüketilirler. Bu nedenle diyetle veya bakteriyel üretimle sürekli alınması gerekmektedir.
Fonksiyonlar
K vitamini, karaciğerde sentezlenen pıhtılaşma faktörleri II, VII, IX, X ile protein C ve S'nin posttranslasyonel modifikasyonlarında koenzim olarak görev yaparlar. Pıhtılaşma faktörleri inaktif formlarda sentezlenir, daha sonra aktif forma gelebilmesi için K vitamine ihtiyaç vardır. K vitamini eksikliğinde karaciğer pıhtılaşma faktörlerini sentezlemeye devam eder ancak pıhtılaşma faktörleri aktif hale gelemez.
K vitamini pıhtılaşma faktörlerini aktif hale getirmenin yanı sıra başka proteinlerde karboksilasyon olaylarında yer alırlar. Bu proteinler, kemik metabolizması, böbrek fonksiyonu ve bağ dokuda yer almaktadır.
K vitamini terapötik olarak dikumarol veya warfarin zehirlenmelerinde kullanılabilir. Kinon ve suda çözünen formları dikumarol ve warfarin tarafından inhibe edilen basamağı bypass edebilirler.
Eksiklik
Bitkisel ve hayvansal kaynaklı besinlerle alınabilen K vitamini aynı zamanda, bağırsak mikrobiyotasında endojen olarak sentez edilebilmektedir. Bu yüzden erişkinlerde eksikliğine pek rastlanmaz. Antibiyotik kullanan kişilerde endojen vitamin oluşumu azalır. Böyle zamanlarda besinle yeterli miktarda K vitamini alınması gerekmektedir.
Eksikliğinde kanamaya eğilim artar, pıhtılaşma süresi uzar. Plasentadan vitamin geçişi yetersiz olduğunda ve bağırsak mikrobiyotası henüz oluşmadığından yeni doğanda eksikliği görülür. Normal beslenen bebek K vitaminini hemen karşılar.
Toksisite
K vitamini genel olarak non-toksik olarak kabul edilmektedir. Genel olarak eritrosit membranlarına toksik etkisi vardır. Yüksek dozda ve uzun süre K vitamini verilmesi sonucu bebeklerde hemolitik anemi ve sarılık gelişebilir.
Suda Çözünen Vitaminler
Tiamin (B1)
Tiamin keşfedilen ilk suda çözünen vitamindir. Birçok omurgalının ve bazı mikroorganizmaların besinlerinde bulunması gereken esansiyel bir vitamindir. Metilen köprüleri ile birbirine bağlanmış pirimidin ve tiazol halkalarından oluşur. Ek grup olarak bir amin, iki metil ve bir hidroksietil grubu içerir. Koenzim şekli tiamin profosfattır.
Karakteristik olarak tiamin, kükürt kokulu ve hafif acı lezzettedir. Suda yüksek miktarda, alkolde kısmen çözünürken, organik çözücülerde hiç çözünmez. Tiamin bazı mikroplar tarafından üretilebilir, bu yüzden çoğu bitki ve hayvan dokularında bulunur ve vücutta depo edilemez.
Kaynaklar
Tiamin, bitkiler ve mikroorganizmalar tarafından sentezlenebilir. Pirinçte, tahılda ve ette yeterli miktarda bulunur. Pirincin dış katmanında bulunduğundan dolayı, ağırlı olarak dış kabuğu alınmış pirinçle beslenen Asya toplumlarında tiamin eksikliğine daha sık rastlanır.
Tiamin ve fosfatlı şekilleri, bitkisel ve hayvansal dokularda az miktarda bulunmaktadır. Hayvansal dokularda en çok karaciğer, kalp, böbrek ve dalakta bulunur. Günlük gereksinim 1-1.5 mg olup, aşırı karbonhidrat alımı ve metabolik hız arttığında (ateş, travma, gebelik gibi durumlarda) bu ihtiyaç artar.
İnsanlar ve hayvanlar B1 vitamini ihtiyacını diyet ile dışarıdan karşılalarlar. Koyun ve sığır gibi bazı geviş getiren hayvanların tiamin ihtiyacı bağırsaklarında bulunan mikroorganizmalar tarafından karşılandığı için bu hayvanlarda B1 vitamini eksikliği görülmez.
Emilim
Tiamin ince bağırsaklardan aktif veya pasif taşıma ile emildikten sonra jejunal mukozada fosforile edilir. Düşük konsantrasyonlarda sodyuma bağlı aktif taşımayla, yüksek konsantrasyonlarda ise pasif taşımayla emilimi gerçekleşmektedir. Tiamin mukozada aktif taşımayla emilir ve plazma proteinlerine bağlanarak portal dolaşım ile karaciğere taşınır. Karaciğerde tiamin pirofosfat (TPP) haline dönüştürülür. Serbest vitamin şekli plazmada oluşur fakat koenzim şekli olan tiamin pirofosfat, böbreklerde fosforunu kaybederek vücuttan atılır.
Vücuttaki depo miktarı 30 mg olup, bunun %80'i pirofosfat, %10'u trifosfat geri kalanı da tiamin ve monofosfattır. Büyük bir kısmı iskelet kaslarında, kalp, böbrekler, sinir dokuları ve beyinde bulunur.
Fonksiyonlar
Tiamin enerji sağlayan metabolik yolaklarda özellikle karbonhidrat metabolizmasında koenzim olarak gereklidir. Koenzim formu olan tiamin pirofosfat, α-keto asitlerin oksidatif dekarboksiklasyonlarına katılır.
Tiamin piruvat dehidrogenaz enziminin prostetik grubu tiamin olduğundan bu vitaminin yetersizliğinde pirüvat dehitrogenaz oksidasyon olayları gerçekleşmeyecektir. Bu durumdan en çok etkilenen organ beyin olacaktır. Çünkü pirüvat tam anlamıyla okside edilemeyecek ve böylece beriberi denilen hastalık ortaya çıkacaktır. Bu hastalıkta motor sinir sistemi bozukluğu, polinevrit (kalp hastalıkları, hidrops ve sıskalık) görülür. Ayrıca felçler ile de karakterizedir.
Tiamin ayrıca transketolaz enzimlerinin prostetik grubudur. Bu enzimler heksoz monofosfat geçidinde (HMS) ve bitkilerde fotosentezde rol oynar. Fotosentezde dışarıdan alınan karbondioksitin karbonhidrata dönüştürülmesinde rol oynar.
Koenzim formu olan tiamin pirofosfat, keto asitlerin dekarboksilasyonu ile keton cisimlerin biyosentezi ve yıkımı reaksiyonlarını katalizleyen iki enzim grubunun koenzimi olarak rol oynar. Tiamin, krebs döngüsü ve pentoz yolağındaki temel fonksiyonlarının yanı sıra sinirsel fonksiyonların iletiminden ve sinir hücrelerinin temel fonksiyonlarından sorumludur.
Eksiklik
Tiamin düzeyindeki değişiklere en duyarlı enzimler pirüvat dehidrogenaz ve transketolazdır. Eksikliğinde pirüvat birikir ve sonucunda beriberi hastalığı meydana gelir. Tiamin eksikliğinin erken semptomları, iştah kaybı, kabızlık, bulantı, depresyon, periferik nöropati ve irritabilitedir. Bu bulgulara genelde yaşlı, düşük gelirli ve beslenmesi sınırlı kişilerde rastlanır.
Daha ileri düzeyde tiamin eksikliğinde, mental konfüzyon, ataksi ve oftalmopleji ortaya çıkar. Bu bulgular genelde kronik alkoliklerde ortaya çıkan Wernicke-Korsakoff Sendromuna eşlik eder.
Riboflavin (B2)
Riboflavin, genel formülü C17H20N4O6 olan, kokusuz, acı lezzetli ve 280oC'de eriyen ısıya dayanıklı portakal sarısı bir bileşiktir. Riboflavin, iki metil ve bir ribitol yan zincirleri içeren heterosiklik izoalloksazin halkasından oluşur. B2 vitamini, 1935 yılında ilk defa sütten izole ve sentez edilmiştir. Bu yüzden ona laktoflavin adı da verilmektedir.
Riboflavin serbest ya da koenzim türevleri olan FMN ve FAD olmak üzere üç formda bulunur. Flavin Mononükleotid (FMN) ve Flavin Adenin Dinükleotid (FAD) formundaki riboflavin çeşitli enzimatik reaksiyonlarda koenzim olarak görev alır.
Kaynaklar
Riboflavin başlıca süt ve süt ürünleri, et ve yumurtada bulunur. Hızla büyüyen yeşil yapraklı sebzeler ve hayvan yemleri, özellikle kaba yonca iyi bir kaynaktır. Günlük gereksinim 1.2-1.6 mg'dır. Riboflavin eksikliği gözlenebilir ancak ölümcül değildir. Genelde kronik alkoliklerde ortaya çıkar. Birçok bakteri riboflavin sentezini gerçekleştirebilir, hayvanlar ise bu vitamini dokularında sentezleyemezler.
Emilim
Besinler ile alınan riboflavin ince bağırsakların üst kısımlarından aktif taşıma ile emilerek kana karışır. Mukozal hücrelerde riboflavin, flavokinaz enzimi (ATP-bağımlı fosforilasyon) aracılığı ile FMN'ye fosforile edilir. FMN portal dolaşımla plazma albuminine bağlanarak karaciğere taşınır. FMN karaciğerde FAD'e dönüştürülür. Bu olaylar başlıca karaciğerde gerçekleşir. Riboflavinin büyük bir bölümü ve FMN kanda öncelikle albumin ve proteinlere bağlanır.
Hem riboflavin hem de FMN dokularda FAD'e çevrilir ve spesifik flavin bağlayıcı proteine bağlanır. En önemli depo yeri karaciğerlerdir. Karaciğerdeki miktar tüm vücuttakinin ⅓'ü kadardır. Diğer depo edildiği yerler ise böbrek ve kalptir. Riboflavin diğer suda çözünen vitaminlerin aksine hayvansal dokularda yüksek miktarda depolanmaz. Birçok dokuda FAD, fosfatazlar ve nükleotidazlar tarafından FMN'e hidroliz edilir. Flavin metabolitler idrar ile dışarıya atılırlar. Normal şartlarda flavinin yarı ömrü 16 gündür.
Fonksiyonlar
Riboflavinin koenzim şekilleri FAD ve FMN'dir. Bunlar; elektron taşıma sisteminde, amino asit metabolizmasında, TCA döngüsünde, lipid metabolizmasında dehidrogenaz ve oksidazların katalizlediği reaksiyonlarda görev yaparlar. FMN ve FAD'ın prostetik grup oluşturduğu enzimlere flavoproteinler denir.
Eksiklik
Koenzim olarak çok çeşitli metabolik süreçlerde görev almasına rağmen riboflavin eksikliğinde yaşamsal bir sorun görünmez. Riboflavin eksikliğinde, dilde inflamasyon, stomatit ve dudak köşelerinde çatlaklar, yağ bezlerinin aşırı salgısı gibi bulgular ortaya çıkar. Prostetik grubu FAD olan ve koenzim olarak NADPH kullanan glutatyon redüktaz enziminin eritositlerdeki aktivitesi, vücutta riboflavin düzeyinin bir göstergesidir.
Niasin (B3, PP Vitamini)
Yapısında piridin halkası bulunan bu vitamin, vücutta eksojen bir amino asit olan triptofandan sentezlenebilir. Ancak triptofandan sentezlenen niasin, vücudun günlük gereksinimi karşılamaya yetmez.
Niasinin biyolojik aktif formu nikotinamid, organizmada piridinli koenzimler olan NAD+ ve NADP+ oluşumunda kullanılır. Bunun dışında DNA tamir mekanizmasında nükleoproteinlerin ve proteinlerin ADP-ribozilasyonunda ADP-riboz kaynağı olarak kullanılır. Diğer bir adının PP olmasının nedeni, eksikliğinde oluşan pellegra hastalığını önlemesi sebebiyle "pellegra preventive" kelimelerinin baş harflerinin kullanılmasıdır.
Kaynaklar
Niasin en çok ette ve karaciğerde bulunur. Nikotinik asit memeli hayvanlarda, bazı bakterilerde ve bitkilerde triptofandan sentezlenir. Birçok mikroorganizmada ise glutamik asit, prolin, ornitin ve glisin gibi bazı amino asitlerden de sentez edilirler.
Niasin tiamin gibi ısıya ve ışığa karşı dayanıklıdır. Karaciğerde çok az miktarda depo edilebilir. Bazı hastalıklar, gebelik, stres, egzersiz gibi durumlar gereksinimini arttırır. İlaç şeklinde günde 50-100 mg yeterlidir.
Emilim
Koenzimler hidrolize olduktan sonra vitaminin hem asit hem de amid formları bağırsağın bütün bölümlerinin mukozasından emilir. Emildikten sonra karaciğere transferi gerçekleşir. Daha sonra NAD ve NADP sentezi için bütün dokulara yayılırlar. Nikotinik asit ve nikotinamid kan plazmasında bulunurlar ve basit difüzyon ile serebrospinal sıvıya geçerler.
Besinlerden alınan nikotinamid, niasin ve Triptofan, NAD+ miktarını artırır. Nikotinamid doğal olarak birçok bitkisel ve hayvansal gıdada bulunur ve vücuda alındıktan sonra deaminasyona uğrayarak niasine çevrilir. Daha sonra sırası ile; NMN (nikotinat mononükleotid) ve Desamido NAD+ ve oradan da NAD+ ’a çevrilir. NAD+ daha sonra fosforile olarak NADP+ elde edilebilir. Önceden de bahsettiğimiz gibi birçok hayvanda NMN triptofan amino asitlerinden sentezlenebilir, ancak kediler ve çoğu balık bu sentezi gerçekleştiremez.
Sentezde triptofan amino asidinin rol almasından dolayı bazı gıda kaynaklarındaki Triptofan miktarı NAD+ üretiminde, niasine oranla daha fazla katkı sağlar. Örneğin inek sütünün Trp içeriğinde yaklaşık 11 "niasin eşdeğeri" bulunur, bununla birlikte niasin içeriğinde sadece bir adet niasin eşdeğeri vardır. Yani oran 11:1'dir. Bu oran Sığır etinde 21:1, yumurtada 19:1, buğday ununda 5:2, mısırda 2:5'dir.
Fonksiyonlar
B3 vitamini; karbonhidrat, lipid ve amino asit metabolizmalarında birçok reaksiyona koenzim olarak katılır. Koenzim formları NAD+ ve NADP+'dir. NAD++ ve NADH+H daha çok oksidoredüksiyon reaksiyonlarında, NADP+ ve NADPH+H+ ise indirgeyici sentezlerde görev alır.
Niasinin önemli fonksiyonlarından biri de organik krom kompleksi olan ve organizmanın insuline yanıtını artıran “glukoz tolerans faktör” ün yapısına katılmasıdır.
Eksiklik
Sınırda niasin eksikliği riboflavin eksikliğinde olduğu gibi glossit ile kendini gösterir. Belirgin niasin ve triptofan eksikliğinde ışığa duyarlı dermatit, demans ve diyare (3D sendromu) ile karakterize pellegra denilen hastalık ortaya çıkar. Sinir dokusunun hasar görmesi sonucu nörolojik bulgular ve ışık gören yerlerde simetrik olarak dermatit görülür. Hastalığın tedavisinde ve korunmada niasin ve triptofan kullanılır. Niasinin günde 500 mg'ın üzerinde kullanımı karaciğer hasarına sebep olur.
Pantotenik Asit (B5)
Pantotenik asit 1938 yılında Roger Williams tarafından karaciğer ekstraktından ve bira mayasından izole edilmiştir. Pantotenik asit; Yunanca pantos (her yer) kelimesinden ismini almıştır. Doğada bol miktarda bulunmaktadır ve çoğunlukla mikroorganizma ve bitkiler tarafından sentez edilir. Bu vitamin hayvan ve bitki aleminde yeterli miktarda bulunur. Birçok hayvanın, özellikle sıçan ve civcivlerin büyümesi için esansiyel bir vitamindir.
Kaynaklar
Bu vitamin insan vücudunun tüm dokularında ve tüm bitkilerde bulunur. Suda kolayca çözünür ve vücutta depolanmaz. Et, balık, yumurta beyazı ve sütte bol miktarda bulunur.
Emilim
Pantotenik asit gıdalarda bağlı ya da serbest formlarda bulunabilir. Bağlı koenzim formları koenzim A ve 4-fosfopantoteindir (açil taşıyıcı proteindir (ACP)). Emiliminden önce bağlı formun serbest forma dönüşmesi gerekir. Koenzim A içerisinde bulunan pantotenik asit emildikten sonra intestinal pirofosfataz tarafından hidrolize edilir. Absorbe edildikten sonra portal dolaşıma katılır.
Hayvansal dokulardaki vitaminin %80'i CoA şeklindedir. Fazla alındığında serbest vitamin olarak idrarla atılır. Dokular içinde en yüksek oranda karaciğer ve böbrekte bulunmasına karşın, depolanmaz.
Fonksiyonlar
Pantotenik asidin insan ve hayvanlarda en önemli görevi, koenzim A'nın bileşimine girmesidir. Bunun yanı sıra pantotenik asit, açil taşıyıcı protein olarak bilinen yağ asidi biyosentezinde görevli bileşiğin prostetik grubuna da girer. Koenzim A'nın metabolizmada önemli görevleri vardır. Asetil KoA, açil KoA türevleri gibi aktif bileşikler oluşturur.Bu yolla karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasının işlenmesini sağlar. Sitrik asit döngüsü ile birçok metabolitin oluşmasına yardımcı olur. Kolesterol ve steroid sentezlerine katılır. Ayrıca pantotenik asit, adrenal hormonların asetil KoA'dan ve kolesterolden oluşumları üzerine etkilidir.
Eksiklik
Besinlerde oldukça yaygın olarak bulunduğundan, pantotenik asit yetmezliği enderdir. Savaş esirlerinde görülen yanan ayak sendromu pantotenik asit yetmezliğine bağlanmıştır.
Piridoksin (B6)
Piridin halkası içeren piridoksin, piridoksal ve piriksalamin olmak üzere 3 formu bulunan B vitaminidir. Piridin türevi olan bu maddelerdeki tek farklılık, halkadaki fonksiyonel grubun türüdür. Piridoksolde alkol, piridoksalda aldehit ve piridoksaminde ise amin grupları fonksiyonel grupları oluştururlar. Piridoksin genellikle bitkisel kaynaklarda bulunurken, piridoksal ve piridoksamin ise hayvansal kaynaklarda bulunmaktadır. Vitamin B6'nın aktif koenzimleri piridoksal fosfat (PLP) ve piridoksamin fosfattır.
Kaynaklar
Piridoksin en çok bira mayası, bezelye, ceviz, yer fıstığı, ay çekirdeği, havuç, buğday ve birçok tahılda bulunur. Hayvansal kaynaklı besinlerde örneğin, tavuk, sığır ve dana etleri, karaciğer, böbrek, balık ve yumurtada oldukça bol miktarda bulunur. Erişkinlerde yaklaşık 1.5 mg/gün olan gereksinim, bebeklerde ve büyüme çağında daha azdır. Vitaminin kaynakları ise şöyle sıralanır:
- Dana ciğeri,
- Nohut,
- Ton Balığı,
- Somon Balığı,
- Patates,
- Tavuk Göğüs Eti.
Emilim
Vitamin B6'nın büyük bir bölümü jejunumdan geri kalanı ise ileumdan pasif difüzyon ile emilir. Kanda plazma proteinine öncelikle albumin ve eritrositlerde hemoglobine bağlıdır. Vitamin B6 az miktarda depo edilir ancak dağılımı vücutta oldukça geniştir ve en yaygın depo edilen formu aynı zamanda koenzimi olan piridoksal fosfattır. Vücutta en yüksek konsantrasyonda bulunduğu yer karaciğerdir. Yıkım ürünü olan 5-pridoksik asit idrarla dışarı atılır. Çok az miktarda da dışkıda bulunur.
Fonksiyonlar
B6 vitamini, vücudumuzda birçok enzimin kofaktörü olarak rol oynar ve koruyucu etkileri bu rolünden kaynaklanır. Piridoksal fosfat şeklinde koenzim olarak amino asit metabolizmasında özellikle transaminasyon ve dekarboksilasyon reaksiyonlarına katılır. Miyelin oluşumunda oldukça önemli olan sfingolipid sentezi için kullanılır. Glikojen yıkımında görevli enzim olan fosforilaz enziminin koenzimidir. Ayrıca steroid hormonların etki mekanizmasında da rolü olduğun gösterilmiştir.
B6 vitaminin çok önemli bir etkisi de kandaki homosistein seviyesini kontrol etmesidir. Homosistein, çok yaygın bir amino asittir. Tüketilen proteinin sindirimi sonucu ortaya çıkar ve kan dolaşımına katılır. Kandaki yüksek miktarda homosistein seviyesi (hiperhomosisteinemi), akut koroner sendrom (AKS) gibi kalp rahatsızlıkları ile ilişkilendirilmiştir.
Vücudumuzun B6 vitaminine ihtiyaç duymasının bir diğer nedeni ise B12 vitaminin emilimidir. B6 vitamininin varlığı B12 vitamininin emilimini arttırmaktadır. Yazının ilerleyen kısmında B12 vitaminini inceleyeceğiz ancak B12 vitamininin kırmızı kan hücrelerini ve çeşitli immün hücrelerini ürettiğini söylemekte yarar var. B6 vitamininin eksikliğinde lenfositlerin (lenfatik sistem hücreleri) büyümesi ve lenfositlerin bir alt kümesi olan T hücrelerinin aktivitesinin azaldığı gözlemlenmiştir.
Eksiklik
Hafif B6 vitamini eksikliğinde irritabilite, sinirlilik hali, depresyon, aşırı miktarda alınmama durumunda ise periferik nöropati ve konvülsiyonlar ortaya çıkar.
Hormon etki mekanizmalarındaki aktif rolü nedeniyle B6 vitamini eksikliğinde östrojen, androjen, kortizol ve D vitaminin etkilerine karşı organizmanın duyarlılığı artar. Ayrıca B6 vitamini eksikliği amino asitlerin özellikle triptofan ve metiyonin metabolizması etkilenir.
Biotin (B7, H Vitamini)
İlk defa 1935 yılında Kögl tarafından kurutulmuş yumurta sarısından izole edilmiştir. Biotin ve kükürt içeren 5 atomlu iki halkadan meydana gelen heterosiklik bir yapıdır. Suda erime özelliğinde olup ısıya ve oksitlenmeye karşı dayanıksızdır. Bu vitaminin dışarıdan alınması şarttır. Biotin, büyüme faktörü olarak da isimlendirilir. Biotin, yumurtada bol bulunduğu halde yumurtanın çiğ olarak alınması sonucu hayvanlarda biyotin yetersizliği görülmüştür. Bu olay yumurtanın beyaz kısmının avidin denen bir protein içermesinden kaynaklanmaktadır. Avidin biotine sıkıca bağlanarak bu vitaminin bağırsaklardan emilmesini engeller.
Kaynaklar
Doğal besinlerde yaygın olarak bulunur. Özellikle karaciğer, böbrek, pankreas, yumurta, maya ve sütte bol miktarda bulunur, aynı zamanda bitki ve mikroorganizmalar tarafından da sentezlenir. Bu vitamin bitkilerde serbest, hayvansal dokularda ise proteine bağlı olarak bulunur.
Emilim
Biotin ince bağırsağın üst kısımlarında emilir. Biotin sindirim esnasında ilk olarak biositin olarak bağlı olduğu proteinden salınır. Daha sonra serbest biotin olarak sindirilir veya biositin olarak bağırsak mukozal hücrelerinden emilir. Tüm hücrelerde bulunmasına karşın en yoğun bulunduğu dokular karaciğer ve böbrektir.
Fonksiyonlar
Karboksilaz enzimlerinin koenzimidir. Aktifleşmiş CO2'nin taşıyıcısı olarak görev yapar. Biotin, enzimlerin yapısında bulunan amino asit kalıntılarının amin grubuna bağlanır.
Karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasında esansiyel bir koenzim olan biotin özellikle yeterli karbonhidrat alınamadığı hallerde glikoneogenezis için büyük önem taşır.
Önceden de bahsettiğimiz gibi çiğ yumurta beyazında biotinin bağırsaktan emilimini engelleyen bir protein olan avidin bulunur. Ancak bu tek başına biotin eksikliğine sebep olmaz. Biotin eksikliğinin oluşması için günde 20 yumurtanın çiğ olarak yenmesi gerekir.
Eksiklik
Antikonvülsan veya geniş spektrumlu antibiyotik tedavisine bağlı olarak biotin eksikliği görülebilir. Başlıca eksiklik semptomları depresyon, kas ağrısı ve dermatittir. Biotinin toksik etkisi bulunmamaktadır.
Folik Asit (B9)
Folasin olarak da isimlendirilen folik asit, antihemorajik bir vitamin olarak bilinir ve antianemik etkisinden dolayı ile de vitamin B12 ile yakından ilişkilidir. Folik asit üç önemli bileşene sahiptir; glutamik asit, aminobenzoik asit ve bir pteridin çekirdeği. Memelilerde hiç sentezlenemezken, bazı türlerin bağırsak mikroorganizmaları tarafından sentezlenebilir.
Sarı kristaller halinde bulunan folik asit suda az miktarda erir, alkalilerde ise tamamen erime özelliği gösterir. Çözeltilerinde ısı ve ultraviyole ışınlarına dayanıksızdır, asitlerden ve oksidasyondan etkilenir.
Folik asitin aktif koenzimi olan tetrahidrofolat, prokaryotik ve ökaryotik hücre metabolizması için gerekli bir moleküldür. Pürin bazlarının, dTMP (Deoksitimidin monofosfat) ve metiyonin dahil bazı amino asitlerinin biyosentezi için esansiyel bir koenzimdir.
Kaynaklar
Yeşil yapraklı bitkilerde bol miktarda bulunur. Ayrıca taze sığır sütü, pişmiş karaciğer, muz, konsantre portakal suyu gibi gıdalarda da bulunur. Süt ve yumurta ise folik asit bakımından oldukça fakirdir. Besin kaynakları şöyledir:
- Marul,
- Ispanak,
- Avokado,
- Somon Balığı,
- Kabuklu Deniz Ürünleri.
Emilim
Hayvanlar ve bakteriler folik asit almadan yaşamlarını sürdüremezler. Hayvanlar kendi vücutlarında folik asidi sentezleyemedikleri için diyetle almak zorundadırlar. Hayvanlardan farklı olarak bakteriler FA'yı hazır alamazlar ve bu nedenle enzimatik reaksiyonlar ile pteridin, PABA ve Glu'dan sentezlemek durumundadırlar.
Folik asidin bağırsak mukoza hücreleri tarafından emilebilmesi için daha besinlerde iken monoglutamate hidrolize edilmesi gerekmektedir. Poliglutamatlar memeli hücre membranlarını geçemezler. Monoglutamatlar, absorbe edildikten sonra plazmaya taşınırlar ve poliglutamat haline çevrilip depo edilecek yerlere gönderilerek metabolize edilirler. Karaciğerdeki folatlar kana karışmak için tekrar monoglutamatlara çevrilir. Folatlar idrar ve dışkı yolu ile vücut dışına atılabilirler.
Fonksiyonlar
B9 vitamini nükleik asitlerin, çeşitli proteinlerin ve sinir dokularının yapımında kilit bir role sahiptir. Bu yüzden immün sistem üzerinde dolaylı ama çok önemli bir etkisi vardır. B9 vitamininin immün sistem üzerindeki bir diğer etkisi de beyin sayesinde gerçekleşir.
B9 vitamini mental ve duygusal sağlık açısından çok önemlidir. Varlığında, sinirler arası iletimi sağlayan nörotransmiter maddeler daha çok üretilir ve daha güçlü bir bağışıklığınız olur. Yokluğunda veya eksikliğinde ise anksiyete, depresyon, dil ülserleri, megaloblastik anemi gibi durumlar ortaya çıkabilir.
Koenzim şekli olan tetrahidrofolat, metil, metilen, metenili formil, formimino gibi tek karbonlu birimlerin taşınmasından sorumludur. Tetrahidrofolat serin, glisin, histidin ve triptofan amino asitlerin karbon birimini alır, amino asit ve nükleotid sentezindeki ara metabolitlere taşır.
Folik asit immün sistem içerisinde de önemli fonksiyonlara sahiptir. Folik asit yetersizliğinde patojenlere karşı T lenfositlerin yanıtlarında gerileme, timus fonksiyonlarında azalma görülür.
Eksiklik
Özellikle yaşlılarda folat, B12 ve B6 vitaminlerinin eksikliğinde hiperhomosisteinemi görülür. Kanda homosistein düzeylerinin artması sonucunda ateroskleroz, tromboz ve hipertansiyon için bir risk faktörüdür.
Birçok kanser hücresi normal hücrelerden daha hızlı büyür ve bölünür ve bu nedenle büyümeleri ve canlılığı, nükleik asit biyosentezini özellikle de DNA biyosentezini inhibe eden antimetabolitlere karşı oldukça duyarlıdır. DNA sentezinde dNTP'lerin yeterli bir miktarını üretme yeteneklerine müdahale ederek kanseri ve diğer çoğaltıcı hücreleri öldüren birkaç antimetabolit örneği vardır. Bunlardan biri de metotreksattır (methotrexate-MTX).
MTX, FAR'ın rekabetçi bir inhibitörü olarak işlev gören bir FA yapısal analoğudur ve enzime FA veya DHFA'dan en az 100 kat daha fazla afiniteye sahiptir. FAR inhibisyonu THFA'nın arzını düşürür, bu da THFA'nın inhibisyonuna neden olur. Böylece, DTMP'nin THFA'ya bağlı metilasyonu ve pürin biyosentezindeki THFA'ya bağlı basamaklar inhibe edilir.
Kobalamin (B12)
Vitamin B12 vitaminler arasında en kompleks yapıya sahip olan vitamindir. İlk olarak 1926 yılında diyette kısmen pişirilmiş karaciğer yedirilen kişilerde pernisiyöz anemi oluşmasıyla keşfedilmiştir. 1956 yılında ise 3 boyutlu yapısı açıklanmıştır. Kırmızı renkli kristal şeklinde olan kobalamin yüksek sıcaklıkta, su ve alkolde erir fakat aseton, eter ve kloroformda erimez.
Yapısında dört pirol halkası ve ortaya yerleşmiş kobalt iyonundan oluşan korrin halka sistemi vardır. Taşıdığı ek gruplara göre metilkobalamin, hidroksikobalamin, dezokadenozilkobalamin, siyanokobalamin olarak 4 farklı formu bulunur.
Kaynaklar
B12 vitaminin kaynakları et, süt ürünleri, balık, kabuklu deniz ürünleri gibi hayvansal besinlerdir. Hayvansal kaynakları arasında:
- Kırmızı Et,
- Deniz Tarağı,
- Dana Ciğeri,
- Süt ve Süt Ürünleri,
- Somon ve Ton Balığı.
B12 vitamini insan ya da bitki hücrelerinde doğal olarak sentezlenemez; dolayısıyla bitkisel besin kaynağı bilinmemektedir. Bu yüzden hayvansal gıdalarla ya da besin takviyeleri ile almak durumundayız. Bu nedenle katı vejetaryenler (veganlar) B12 eksikliği riski taşır.
Gelişmekte olan ülkelerde hayvansal besinlerin sınırlı olmasından dolayı özellikle çocuklarda B12 eksikliğine görülür. Kolon bakteriler tarafından sentezlenen vitaminin emilimi sınırlıdır. Tüm dokularda 2-5 mg kadar B12 deposu vardır. Bunun %50'si karaciğerdedir.
Emilim
B12 vitaminin bağırsaklardan emilimi intrinsik faktörün varlığında gerçekleşir. İntrinsik faktör bir glikoprotein olup, mide salgısında bulunur. Vitaminin intrinsik faktöre bağlanması ile ileumun mukozal hücrelerinden emilimi gerçekleşir. İntrinsik faktörün olmadığı durumlarda B12 vitaminin emilimi çok az olacağından böyle durumlarda B12 vitamininin ek kaynaklardan alınması gerekmektedir.
İleumdan emildikten sonra vitamin intrinsik faktörden ayrılarak plazmanın kendisine özel spesifik taşıyıcı proteinine transfer edilir. Daha sonra taşınacağı doku hücresinin yüzeyinde bulunan reseptöre bağlanır ve hücre içine girerek intrasellüler kobalamin lizozomlara geçer, daha sonra tetrahidrofolat metil transferaz ve metilmalonil CoA mutaz enzimlerinin kofaktörü olmak için serbest hale gelir. B12 vitamini günde yaklaşık olarak 2-5 mg olarak safra, idrar ve dışkı ile vücut dışına atılır.
Fonksiyonlar
B12 vitamini insan vücudundaki her hücrede metabolizmaya katılır. Özellikle DNA sentezinde, yağ asitleri ve amino asit metabolizmalarında yer alır. Vücudumuzda yaygın olarak bulunan lenfositlerden olan B hücrelerinin sentezinde ve T hücrelerinin çoğalmasında rol oynar.
Hayvanlar üzerinde yapılan bir çalışmada, B12 vitamininin eksikliğinde model hayvanların immün sistemlerinin düştüğü ve viral ya da bakteriyel enfeksiyonlara açık hale geldikleri gösterilmiştir.
B12 koenzim olarak hayvanlarda iki önemli reaksiyonda rol alır.
- Metilmalonil -KoA'nın süksinil -KoA'ya dönüşmesi: Bu reaksiyon mitokondride gerçekleşir ve 5' - deoksiadenozilkobalamin görev alır.
- N 5 -metiltetrahidrofolat asitten (N5 - metil - H4 folat) homosisteine metil grubu transferi ile Metiyonin sentezi: Bu reaksiyon sitoplazmada gerçekleşir ve metilkobalamin görev alır.
5'-deoksiadenosilkobalamin gerektiren ilk reaksiyon, propiyonatın TCA döngüsünün bir ara maddesi olan süksinil-CoA'ya dönüşümünde önemlidir. Propiyonat, yağ asitlerinin mitokondriyal β-oksidasyonu sırasında ve hepatik glukoneogenez sürecinde oldukça önemlidir.
Metilkobalamin gerektiren ikinci reaksiyon ile pürin, pirimidin ve nükleik asit biyosentezine katılmak üzere H4 -folat kullanılabilir hale getirilir. B12 vitamininin metabolizmasında bu nokta folik asitinkiyle yakın ilişkilidir ve her ikisi de bir karbon metabolizmasında temel taşır.
Metilmalonil-CoA reaksiyonunun yanı sıra miyelinin lipit veya protein bileşenlerinin sentezinde görev aldığı düşünülmektedir. Bu, demiyelinizasyonu (veya miyelinasyon eksikliğini) ve B12 eksikliğinde gözlenen sinir dejenerasyonunu açıklamaya yardımcı olmaktadır. Araştırmacılar B12 eksikliği ile ilişkili nörolojik bozuklukların nispi bir metiyonin eksikliğine sekonder gelişebileceğini düşünmektedir. Bu vitaminin eksikliği aynı zamanda doku karnitin kaybına neden olur. Daha az karnitin, uzun zincirli yağ asitlerinin mitokondriyal membranlar arasında dolaşımına neden olacaktır.
Eksiklik
Yaşılarda intrinsik faktör ve/veya HCL salınımı azalmasında, uzun süreli vejetaryen diyet nedeniyle ve malabsorpsiyon yapan hastalıklarda B12 vitamini eksikliği görülebilir. B12 vitamini eksikliğinde, N5-metil tetrahidrofolat diğer şekillere dönüşemediğinden N5-N10-metilen tetrahidrofolat ve N10-formil tetrahidrofolat düzeyleri azalır. Tetrahidrofolatın pürin ve timidilat sentezi için gerekli bu türevlerinin yetersizliği, kemik iliğinde eritrositlerin sentezi sırasında DNA/RNA oranının bozulmasıyla sonuçlanır ve megaloblastik anemi gelişir. B12 vitamini eksikliğinde homosistinüri ve metilmalonik asidüri ve metyonin eksikliğine bağlı olarak nörolojik bozukluklar görülür. B12 eksikliği ile ilişkili olan pernisiyöz anemi, besinsel eksiklikten çok, vitaminin absorbsiyonunun bağlı olarak ortaya çıkar (intrinsik faktör eksikliği).
Askorbik Asit (C Vitamini)
Yağda ve organik çözücülerde erimeyen askorbik asit, beyaz kristaller halinde, katı yapıda ve suda erime özelliğine sahip bir vitamindir. Askorbik asidin yapısı glikozun okside formu şeklindedir. pH'ın artması ile birlikte gümüş ve bakır iyonları tarafından askorbik asidin oksidatif parçalanması hızlanır. Dehidre formu indirgenmiş formuna göre daha dayanıklıdır.
C vitamini karbonları arasındaki çift bağ nedeniyle indirgeyici potansiyeli olan bir moleküldür. Fizyolojik ortamda anyonik formu olan askorbat şeklinde bulunur. Vitamin C, karbonhidrat metabolizmasında üronik asit yolağı üzerinden sentezlenir.
Kaynaklar
Sağlıklı bireyler için yeterli C vitamini normal beslenme ile sağlanabilir. Domates, patates, biberler, turunçgiller, yeşil yapraklı sebzelerde bolca bulunur. İnsan sütü de C vitamini içerir. C vitamini için önerilen günlük doz erkeklerde 90 mg, kadınlarda 75 mg ve sigara içenlerde 100 mg'dır. C vitamininin kaynakları:
- Kırmızı Biber,
- Turunçgiller,
- Patates,
- Domates,
- Ispanak,
- Bezelye.
Kimyasal yapısı glikoza oldukça benzeyen askorbik asit, bitkilerde ve hayvanların birçoğunda glikozdan sentezlenmektedir. İnsan, kuş, kobay, balık ve omurgasızlarda L-gulonolakton oksidaz enzimi olmadığından glikozdan askorbik asit sentez edilemez.
C vitamini suda çözünen bir vitamin olduğu için vücutta depolanamaz bu yüzden her gün alınması gerekir. Besinlerin hazırlanması sırasında kolayca oksidasyona uğrar ve aktivitesini yitirir. Ayrıca ısıya karşı dayanıksız olduğundan fazla pişirmeyle tahrip olur. Çiğ besin maddelerinde askorbat oksidaz enzimi inaktif haldedir, kesme-soyma işlemlerinde aktifleşerek askorbik asidi oksitler.
Emilim
C vitaminin bağırsaklardan emilmesi monosakkaritler gibidir. Bu vitamin hücreye girmeden dehidroaskorbik asit şeklindedir, hücreye girdikten sonra askorbik asit şeklini alır. C vitamininin emilimi yüksek oranda dehidro şekline çevrildiği yer olan midede gerçekleşmektedir.
Askorbik asit çoğu dokuda, hipofiz, adrenal korteks, korpus luteum ve timus gibi bezlerde plazmadaki düzeyinden 20-30 kat daha fazla miktarda bulunmaktadır. Sağlıklı insanda normal olarak 100 ml kanda 1.0 mg askorbik asit bulunur. C vitaminin yarılanma ömrü 16 gündür.
Fonksiyonlar
C vitamini, ya da diğer adıyla askorbik asit, immün sistemimiz üzerinde en etkili vitaminlerden birisidir. Çünkü C vitamini bir antioksidandır. Vücudumuzun serbest radikallerin zararlı etkilerinden korunmasını sağlarken aynı zamanda patojenlere karşı da savaşır. İmmün sistemimizde yer alan birçok hücre C vitaminine ihtiyaç duyar. Özellikle fagositoz yapan fagositik hücreler ve T hücreleri C vitamininin toplanmasına ihtiyaç duyar. Bu yüzden C vitamini yokluğunda enfeksiyonlar daha hızlı yayılabilmektedir.
C vitamininin bir diğer özelliği de demir mineralinin emilimini arttırmasıdır. Demir minerali kırmızı kan hücrelerinin üretiminde rol oynar ve yapısına katılır. Kan hücrelerinin artması demek lenfosit hücrelerinin dahil bütün hücrelerin daha iyi beslenmesi demek olduğundan immün sistemin daha da güçleneğini söylemek mümkündür.
C vitamini önemli bir antioksidan ve koenzim olarak görev yapar. Endojen ve plazmada bulunan antioksidan görev yapan askorbik asit, sıvı ortamlarda oksidazları tutarak fonksiyonunu sürdürür. Şekillenen serbest radikallerin verdiği zarar ve lipid peroksidasyonunun şekillenmesi kanser ve kardiyovasküler hastalıkların şekillenmesine zemin hazırlar. Meydana gelen radikaller lipidlere, enzimlere, proteinlere ve DNA'ya bağlanarak patolojik bozuklukları ve kanseri ortaya çıkarır.
Tetrahidrofolik asit sentezi vitamin C'nin varlığına bağlı olduğundan, vitamin C yetersizliğinde tetrahidrofolik asit sentezinin yetersizliği söz konusudur. Kapillar damarların hücre arası maddesi, interstisyel madde, dentin ve osteofit dokuların normal teşekkül etmesi için askorbik aside ihtiyaç vardır. Askorbik asit, adrenal medulla, merkezi ve sempatik sinir sisteminde biyojenik aminlerin (katekolamin) biyosentezinde önemli rol oynar.
Vitamin C, ayrıca lökositlerde önemli miktarlarda bulunur. Diyabetik hastalarda lökosit askorbat konsantrasyonlarıdaki noksanlığa bağlı olarak yara iyileşme sürecinde defekt ve enfeksiyonlara karşı immün yanıtta azalma olmaktadır.
Eksiklik
C vitamini eksikliğinde eklemlerde şişme, diş eti kanamaları ve anemi ile seyreden iskorbüt hastalığı görülür. Bu hastalık olgun kolajen sentezindeki bozukluk nedeniyle ortaya çıkar. Anemi demir emilimin azalmasına bağlıdır. Son yıllarda yapılan çalışmalara göre C vitamininin uzun süre yüksek dozda alınması prooksidan etki göstermektedir. Akut toksisitesi bilinmemektedir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 8
- 6
- 4
- 2
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- H. S. Demirel. (2022). Tusem Biyokimya. ISBN: 9789759124045. Yayınevi: TUSEM Egitim Saglik Ltd. Sti.. sf: 448.
- S. Sayıner. Biyokimya-Ii. (21 Şubat 2021). Alındığı Tarih: 8 Mayıs 2024. Alındığı Yer: Biyokimya | Arşiv Bağlantısı
- Ask A Biologist. How Do We See Light? | Ask A Biologist. Alındığı Tarih: 8 Mayıs 2024. Alındığı Yer: Ask A Biologist | Arşiv Bağlantısı
- İ. Küfrevioğlu, et al. (2020). Biyokimya. ISBN: 9789758986200. Yayınevi: Aktif Yayınevi. sf: 645.
- C. Tüzün. (1988). Organik Kimya. Yayınevi: Oktay Yayın Dağıtım.
- F. Gürdöl. (2021). Tıbbi Biyokimya. ISBN: 9786053355946. Yayınevi: Nobel Tıp Kitabevleri. sf: 696.
- Health Navigator New Zealand. Role Of Vitamins | Health Navigator Nz. Alındığı Tarih: 8 Mayıs 2024. Alındığı Yer: Health Navigator New Zealand | Arşiv Bağlantısı
- E. Vermeulen, et al. (2000). Effect Of Homocysteine-Lowering Treatment With Folic Acid Plus Vitamin B6 On Progression Of Subclinical Atherosclerosis: A Randomised, Placebo-Controlled Trial. The Lancet, sf: 517-522. doi: 10.1016/S0140-6736(99)07391-2. | Arşiv Bağlantısı
- P. Vellema, et al. (1996). The Effect Of Cobalt Supplementation On The Immune Response In Vitamin B12 Deficient Texel Lambs. Veterinary Immunology and Immunopathology, sf: 151-161. doi: 10.1016/S0165-2427(96)05560-2. | Arşiv Bağlantısı
- J. A. Irfan, et al. Vitamins: Key Role Players In Boosting Up Immune Response-A Mini Review. (31 Mart 2017). Alındığı Tarih: 4 Haziran 2023. Alındığı Yer: Omics Online | Arşiv Bağlantısı
- L. Leka, et al. (1997). Vitamin E Status And Immune Function. Methods in Enzymology, sf: 247-263. | Arşiv Bağlantısı
- G. Treiber, et al. (2013). Vitamin D And Immune Function. Nutrients, sf: 2502-2521. | Arşiv Bağlantısı
- A. Hahn, et al. (2009). Vitamin C And Immune Function. Medizinische Monatsschrift fur Pharmazeuten, sf: 49-54. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Lui, et al. (2018). Role Of Vitamin A In The Immune System. Journal of Clinical Medicine, sf: 258. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 16:45:07 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11320
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.