Bir şeyi reddetmekle aksini kanıtlamış olmayız!
İlk başta ve hezeyanla bu soruya cevap vermeye kalkışırsak yapacağımız tek şey cevabı tek ve kısa bir soru ile bitirmek olurdu. Soru da şöyle olurdu: HANGİ ÜNİVERSİTE?
Ancak; Aklı ve bilimi ciddiye almak lazım kuşkusuz. Fakat cehaleti, hele ki örgütlü ve diplomalı ise, daha fazla.
Neticede akıl ve bilim bağışlayıcıdır oysa cehalet, hele ki diplomalı ise amansıdır...
Diplomalı cehalet, aklın nezaketini ve tevazusunu zaaf belleyip hızlı yayılan virüs gibidir. Öyle bir virüs ki, nüve iken tavizsiz savaşılmadığında, değil M-RNA aşısı, alfabedeki tüm harflerin RNA' aşıları bir araya gelse baş edemez.
Fakat yine de uyarımızı yapmaktan geri durmayalım:
“Birisinin imkânsızlığı ispatlanırsa yani olmayana ergi (Reductio ad absurdum ) akıl yürütme yöntemi ile ikincinin doğruluğu anlaşılır.” Savı o denli tehlikeli bir sav ki; Yarın tam tersi olduğunda, inancı siyasi bir ranta çevirenler, samimi inananlara bunu izah edemezler. Çünkü tanrılarını ellerinden , hem de küstahça bir kibrin ve iflah olmaz bir menfaatin karşılığı olarak almış olurlar.
Ki bilim dediğimiz olguyu tarihsel olarak geri sarıp yeniden oynattığımızda, bilim tarihinin, önceden imkansız sanılanın hep mümkün kılınışı ile dolu olduğunu görürüz.
Onlar da görüyor elbette.
Acı olan, evrime karşı manifesto yazacak kadar diş bileyenlerin, hayatlarının tamamında ve sahip oldukları her şeyde, diş biledikleri evrimin sırtına binerek bugüne kadar gelebilmiş olmaları ve bunu yapmalarıdır.
Bu da bizi zorunlu olarak bir tespite götürür: Burada bir cehalet değil, iradi bir tercih vardır: Cehaleti virüs gibi yayıp kolayca yönetebilme tercihi…
Bu tespitten sonra tartışmamızın arenası artık evrim eksenli bilim yahut yaratılış eksenli inanç olmaktan çıkar. Bundan sonraki tartışma politiktir…Dolayısı ile bu tartışmayı politik zeminin dışında , bilim insanı olarak bilim zemininde ve bilim ile bilim insanının tarafsızlığı palavrası ile sürdürdüğümüz an, manifesto sahipleri ellerini “başardık” şeklinde ovuşturmaya başlar.
Çünkü böyle bir tartışma zemini simlidir. Ancak üstünü kazıma cesareti gösterdiğimizde gerçek su yüzüne çıkar. O da duygusaldır (ekonomiktir) ve bunu yönetmek anlamına gelen politikanın ta kendisidir. Çürümektedir ve kokusu yayılıp tüm gözleri , dikkatleri bu koku üzerinden üstüne çekmemek için çürümeyi ve dolayısı ile kokuyu her yere yayma derdindedir.
Yeni de değildir. Ta köleci toplumla, özel mülkiyet ile başlayıp ortaçağ karanlığında ve karanlık kilise duvarlarının ardında, cennetin anahtarlarını, endülüjans belgelerini sattıran engizisyonda doruk yapan aklın devamıdır.
Bu akıl ile uzlaşılmaz, savaşılır…