Aslında birçok etmen var. Gerek politik hatalar gerek bilinçsizlik.
Benden önceki arkadaş biraz değinmiş ancak tam manasıyla öyle kalmıyor. Evet gerek tohum ve yakıt ve gübre tarzı ürünler ithal geldiği için döviz kaynaklı durumlarda kurtarmayabiliyor. Ancak döviz daha düşük olsa da kurtarmayacaktır.
Çünkü çiftçilik dediğimiz şey aslında ülkemizde neredeyse hiçbir şekilde doğru yapılmıyor.
Nedenlerden en büyüğü bilinçsiz çiftçilik ve yetersiz teşfikler.
Önceklikle yetersiz teşfiklerden alalım konuyu ele.
Tarım ve orman bakanlığı bu konuda oldukça yetersiz. Çiftçi bildiği ürünü ekiyor veya hemen satabileceği ürünü ekme gayetine düşüyor. Yerli ve ata tohum içi veya yakıt desteği verilmiyor tabi bu da ürünün daha en başta girdisini yükseltiyor. 2 yıl önce gittiğimde buğdayın dönüm başına maliyeti 150 liraydı. Şu an bu fiyat 500 ü görmüştür diye tahmin ediyorum. E bir çok arazide dönümden 500 kilo üzeri ekin alamadığımızı var sayarsak, şu an buğdayın kilo başına maliyeti 1 lira. Satış fiyatı da 3 lirayı bulur. Bu da 1 kilo buğdayı 3 liradan almak yerine ithali daha ucuza getirmek demek. Bu yüzden ithal ürüne gitmek halk açısından daha mantıklı geliyor. Aslında burdaki en büyük politik hata da Japon sendromu. Halk ufak çiftçilikten para kazanamıyor. Bu yüzden gidip şehirde asgari ücretle bir işe giriyor. Hem sigortası ödeniyor hem de daha çok para kazanıyor. Bu göçle birr süre sonra da şehirler genişliyor, tarım arazileri yerine sanayi bölgelerine ve imar alanlarına bırakıyor bu da daha da az tarım ürünü üretilmesine haliyle daha da pahalı tarım ürünlerine sebep oluyor.
Ancak iş burda bitmiyor. Burda çiftçinin bilinçsizliği de var. En büyük sorunlardan bir tanesi tarım arazilerinin yanlış kullanımı. Türkiye'de zaten tarım arazileri imar aflarıyla ziyan edilirken üstüne çiftçi ufak arazilerde veya çok verimli arazilerde yanlış ürün yetiştiriyor. Kaldı ki Türkiye'de buğday yetiştirmeyi ve bunu teşfik etmeyi ben şu anlık doğru bulmuyorum. Çünkü Türkiye çok büyük bir araziye sahip olmadığı gibi büyük tarım arazilerine de sahip değil. Buğday dediğimiz ürünü yetiştirmek için büyük ve toplu arazilere ihtiyacınız var. Örneğin 3-5 dönümlük arazide buğday yetiştirilmez. Maliyeti, getirisinden daha da yüksek olur. Buğday yetiştirmek istiyorsanız makinenin olmak şartı ile ekeceğiniz tarla en az 200 hatta 500 dönümlük tek bir arazi olmalı ki hem ucuza hem de kazancına değecek bir sonuç çıksın. Avrupaya bakın, ucu bucağı görünmeyen arazilerde mısır, buğday gibi ürünler yetiştirilir. Adamın devasa makineleri, tek başına biçerdöveri vardır. Ancak Türkiyede koca köyde 1 veya 2 tane biçerdöver var. Ufak arazide ancak ya bahçecilik ya bağcılık ya da meyve yetiştiriciliği veya seracılık yapılır. Ancak hala Türkiye'de nadasa bırakılan alan bile çok. Hatta anız yakımı, tarlaya boruyla su salımı gibi saçma ve geleneksel durumlardan hala kurtulamadık biz.
En basit matematik ile, 1 dönümden 500 kilo buğday aldığınızı var sayalım, aynı arazinden modern tarım ile 400 kilo domates alınabilir. Hangisinin değeri daha fazladır. Veya dönüm başında 300 kilo üzüm alınabilir. Veya 300 kilo meyve alınabilir. Bahçecilikte insan gücü daha fazla olduğu için büyük arazilerde meyve ve sebze yetiştirilmesi hepsi için olmasa da daha zor ve gereksizdir.
Ayrıca yanlış araziye yanlış ürün de çok ekilir ülkemizde. Örneğin Ergene havzasında pirinç falan çok görsek de trakyanın arazileri Kırklareli hariç, genellikle alüvyal arazidir. Bu da daha verimli bir arazi demek. Alüvyal arazilerin bir diğer özelliği de, sık su baskınlarıdır. Buğday gibi bir ürün 1 hafta su altında kalırsa çürür ve ziyan olur. Ancak ağaçlar veya bahçecilikte veya pirinçte bu durum geçerlik değil. Daha uzun sürelerde daha sık taşkınlara dayanabilir. Ancak baktığınızda Edirnede en çok yetiştirilen ürünlerden biri buğday. Ne işi var orda buğdayın. Hem araziler parçalıdır hem de taşkın arazisinde ne işi var buğdayın. Buralara ekilecek ürünler belli. Kaldı ki ergene havzasında fabriklaların ne işi var. Kırklareli gibi taşlık bir arazi varken ne akla hizmet gidip Çorlu'ya fabrika yapılır bu da ayrı bir saçmalık. Trakya bölgesinde sanayi bölgesi Kırklareli'dir. Edirne Tekirdağ, Çanakkale de şehirlerin genişlemesine izin verilmez. Verimli arazi doludur. Ne işi var binanın orda. Veya ne işi var zeytinlik arazisinde otelin. Portakal arazisinde devre mülkün, yazlıkların. Ve burada mevsimler ve yağız miktarları da kaale alınmalıdır. Beşeri coğrafya ne için var yoksa 2 3 soru çözdürmek için değil herhalde. Tüm bunları toparladığımızda da haliyle bu durumların ortaya çıkması şaşırılacak bir sonuç değil. Çünkü bilim ve arazi kullanımı dikkate zerre alınmamış. Jeopolitik sadece askeri amaçla yapılmaz. Tarımsal ve şehirsel amaçla da yapılır.
Ukrayna, Rusya gibi ülkeler toprakları düz ve büyüktür (Biraz SSCB etkisi de var tabi). Haliyle onlar bizden daha çok buğday yetiştirebilir. Kaldı ki buğday teşfikinden önce farklı besin teşfikleri de yapılmalı. Sadece un ve makarna ile karnımız doyuruyoruz yokluktan. Ete de teşfik ver. Pirince de ver. Ancak biz ormanı yakıp bina dikiyoruz, sonra Ukraynadan da İsrail de de tarım ürünü alırız. Normaldir.
158 görüntülenme