Eski dönemlerde yaşayan dişiler ömürleri boyunca 36-50 defa adet dönemi geçiriyordu. Bunun sebebi vahşi ortamda sürekli kan kaybetmek hem enerji ve besin kaybetmeye hem de avcıların dikkatini daha çok çekmesine sebep olabilir. Bu sebeplerden dolayı regl olmanın evrimsel süreci çok iyi anlaşılmalıdır.
Primatlar ve fareler de dahil olmak üzere sadece birkaç memeli hayvanda "hemokoryal plasenta" denen yapı evrimleşmiştir. Bunlar arasında en garip olanı insan plesentası. Rahim içerisinde endometriyal doku bulunur. Bunun içerisinde incecik kan damarları vardır. Bu damarlar embriyoya kan kaynağı olarak iş görür. Bunun anlamı şudur : Yeni büyüyen fetüsün artık annenin kan kaynaklarına doğrudan ve hiçbir kesinti bulunmayan bir bağlantısı vardır. Bebek, hormonlar salgılayarak anneyi manipüle bile edebilir. Örneğin kan şekerini arttıracak hormonlar salgılayarak annenin kan damarlarını genişletebilir. Genişleyen kan damaları sayesinde bebeğe daha çok besin ulaşır. Bazı fetüs hücreleri kan damalarından annenin doku ve organlarına ulaşabilir. Hatta annenin beyni içerisine bile ulaşabilir. Yani bir bebek ana rahminden çıktıktan sonra bile, annesinin organlarında hayatta kalan hücreleri bırakabilir.
Anne hayatta kalan her bir yavrusuna eşit besin sağlamayı ister. Hatta kaynakları gelecekteki olası çocukları için bile ayırır. Bir yandan da fetüs hayatta kalmak için programlanmıştır. Kardeş sevgisi yok denilebilir. Anneden ne koparırsak o mantığıyla hareket ederler. Baba ise, "yavruyu hayatta tut, anne ölürse ölsün" mantığıyla hareket eder. Yani burada yavru kendini, baba ise kendini ve yavruyu düşünmektedir. Annenin de vücudunda kendisini koruyacak bazı olaylar olması gerekmektedir.
Tüm bu çatışan çıkarlar, evrimsel süreçte dişilerimizin bu kadar vahşi bir hemokoryal plasentaya sahip olmasının ana nedenidir. Hemokoryal plesantaya sahip olan dişiler, hamilelik sürecince büyük yatırımlar yapması gerekmektedir. Plasenta bir kere yerine oturdu mu, anne sadece hormonlarının kontrolünü yitirmekle kalmaz, aynı zamanda plasenta koparken iç kanama riskiyle karşı karşıya gelir. İşte bu sebeple gebe annelerin embriyolarını çok ama çok yakından takip etmeleri büyük önem taşır. Zayıf hayatta kalamayacak fetüslerle yola çıkmak annenin hayati riskini de arttırmaktadır.
Endometriyum tabakası vücutta fetusun yaşayabilceği en rahat yer olduğu düşünülse de yapılan araştırmalar bunun tam tersini yani hayata tutunabilecek en zor yer olduğu sonucuna varmıştır.Hatta oldukça ölümcül bir yer olduğu sonucuna varılmıştır. Sadece güçlü embriyolar bu ortamda hayatta kalabilir. Yani bir farenin sırtı veya bacağı fetus için çok daha uygun dokulardır. Bunun cevabı evrimsel yaşam mücadelesinde yatıyor. Bir dişi, plasentanın kan dolaşımına ulaşmasını ne kadar erteleyebilirse, spesifik bir embriyoyu "isteyip istemediğine" karar vermek için o kadar uzun süresi var demektir. Yine şunu vurgulayalım: Aslında anne embriyoyu bilinçli ve algılarına dayanarak seçmez; vücudundaki genlerden doğan kimyasal yapılar buna otomatik olarak karar verir ve bu karar, evrimsel süreçte şekillenmiştir.
Ancak bu olaylar sayesinde zayıf bir embriyonun ana rahmine tutulmasına engel olunur. Böylece zayıf bir embriyo için zor ve acı dolu hamilelik dönemi çekilmemiş olur. Ancak burada da bir çıkar çatışması mevcuttur: Embriyo, plasentaya en kısa sürede ulaşarak yapışmak ister. Yalnızca bu sayede annenin zengin kan damarlarına en kısa sürede ulaşmış olur ve hayatta kalma şansını arttırır. Bunu başarabilmek için embriyo endometriyuma tutunabilmek için özelleşmiştir.
Kaynaklar
- Yazar Yok. Evrim Ağacı. (30 Eylül 2019). Alındığı Tarih: 30 Eylül 2019. Alındığı Yer: Bağlantı | Arşiv Bağlantısı