Bu bahsettiğiniz konu, tam olarak, felsefenin ve daha çok bilimin batıda doğmuş gelişmiş ve özellikle sistematize edilmiş olması ile ilgili.
Batı, felsefi ve bilimsel keşif ve gelişimi ile dünyaya ve insana daha gerçekçi yaklaşmıştır. Bilimin temel dinamiklerini de yazmış ve kabullenmiş bir medeniyet olduğu için batı çevresine, açıklanabilir, kanıtlanabilir, test edilebilir bir bakış tutturmuştur. Doğu ise kadim felsefe ve inanışları batıya göre daha fazla sürdürmüş (Budizm ve Hinduzim gibi), dinlerin ortaya çıkış noktası olduğu için daha manevi bir bakışla dünyayı değerlendirdiği için daha soyut bir algı geliştirmiştir.
Aynı şeyi sanatsal kabullerle de test edebiliriz. Batının sanatı daha birey odaklıdır, doğunun sanatı ise daha tanrısal bakışa odaklanmıştır. Osmanlıda perspektifin yasak olmasından tutun da Mısır ya da Hint sanatındaki hep yaratıcı tasvirli tasarımlara, doğudaki ses çeşitlemelerinin doğal seslerden beslenirken batıda daha yapay seslere (org gibi) ilgi duyulmasına, insanın batıda daha güçlü ve etkin, doğuda ise daha küçük ve naif resmedilmesine birçok açıdan bu ayrım göze çarpar. Batının tanrıları güçlü kuvvetli heybetli ve çekici olsalar da insan bedeni ve formundadır. Doğunun tanrıları ise çoğunlukla farklı hayvanlar, doğa olayları, kozmolojik cisimler gibidirler. Tüm bu ayrımlar hep felsefe ve bilimin batıda ortaya çıkması ile paraleldir.