Bu oldukça kapsamlı bir konu; ancak temel olarak olan şu: Homo sapiens'in ataları Afrika'dan çıktıktan sonra özellikle kıyı şeridini takip ederek Dünya'nın geri kalanına yayılmaya başladılar. Bu süreçte popülasyonlar arasında kesintisiz bir bağlantı olmadığı için, coğrafi izolasyonlar oluşmaya başladı. Örneğin günümüz Hindistan'ın doğusuna ulaşan popülasyonlar, Anadolu civarında kalanlar ile bağlantılarını yitirdiler. Buna bağlı olarak, hemen her coğrafi izolasyon vakasında olduğu gibi, gruplar arası gen alışverişi olmadığı için türleşmenin ilk adımı atılmış oldu. Bu süreçte belli başlı fiziksel farklılıklar her bir popülasyonda izole halde belirginleşmeye başladı; çünkü her tür en nihayetinde bulunduğu ortama adapte olmaktadır.
Bu izolasyon sırasında diller de izole olduğu için birbirlerinden farklılaştılar (tıpkı farklı aksanların, baskın aksandan izole olması halinde yeni dillere evrimleşmesi gibi). Zaten linguistik evrim ile biyolojik evrim arasında çok sıkı paraleller mevcut.
Kan grupları bu ayrışmadan çok önce evrimleştiği için zaten tüm popülasyonlara yaklaşık olarak eşit dağıldı.
Ancak izolasyonlar sonradan insanların sayısının artması, popülasyonlarının genişlemesi ve nihayetinde teknolojinin ilerlemesi sonucu ortadan kalkmaya başladı. Bu nedenle genler karışmaya, popülasyonlar arası farklılıklar azalmaya başladı. Bu noktaya kadar biyolojik olarak ırklardan söz edebilirdik; çünkü biyolojide ırk kavramı izolasyona göre tanımlanmaktadır (her ne kadar artık bu tanım bile pek kullanılmıyor olsa da). Ancak ortada izolasyon kalmayınca, etkin olarak ırk kavramı da dağılmış oldu. Sadece atalardan miras kalan farklılıkları taşımaya devam etti popülasyonlar. Bunlar arasındaki öbeklenmeyi artık ırklarla değil, klin gibi daha belirsiz sınırlara sahip kavramlarla izah etmekteyiz.