Dinlerin toksik ama bağlayıcı özelliklerinden biri olan korkutma ve cezalandırma fikrinin kişiye aşılanması, kişinin istese bile o korkudan dolayı o dini terk edememesine yol açar. Bu korku genellikle küçüklükten aşılanır, çünkü küçük çocuğu korkutmak ve o zamanlardan fikirler aşılayıp kalıcı hâle getirmek daha kolaydır. Kitaplarda ya da peygamberlerin anlatılarında bile geçmeyen tonlarca cezalandırma şekli uydurulur. Bunu genellikle tarikat liderleri dinine değil de kendi tarikatına adam çekmek ve yaver toplamak için yapar. Muhafazakar aileler de kendi ailelerinin aşıladığı gibi cezalandırılmaktan korktuğu için maalesef "aman oğlumuz dinsiz olursa, ana baba olarak biz cezalandırılırsak" diye bu korkuyu daha küçük yaşından çocuklarına aşılar. Toplum arasında da bu korku salınır. Kişi doğruyu görse bile kafasında gömülü olan "cezalandırılma" korkusundan dolayı garanti olan yolu yani dini terk etmemeyi seçer. Çünkü o dini terk ederse ufak bile olsa ebediyen cezalandırılma şansı vardır kişinin kafasında. Hatta bu tür korkunun fazlaca aşılandığı kişiler gerçekleri defalarca görmelerine rağmen kendisini cezalandıran o dine ya da düşünceye yeni mantıksal temeller oluşturur, gerçekten mantıklı olsa da olmasa da. Bu, kutsal kitapların ya da peygamberlerin, ya da din önderlerinin anlattığı gerçek ve huzurlu iman eyleminden farklı olarak kişinin yobazlaşmasına yol açan imanı oluşturur. Kişi gerçekler ne kadar önde olursa olsun düşüncelerine inanır, savunur ve o dini (ya da düşünceyi) terk etmez, edemez.