Omurgalılar olarak aşina olduğumuz cinsellik kavramının evrimi, eşeyli üremenin evriminden sonraki 1,5 milyar yıllık ek bir evrim sürecinin sonucunda olmuştur. Bahsettiğimiz cinsellik (seks), iki aktif üye gerektirmekle beraber, birinin erkek üreme kanalının bedenin dışında kalan, "verici" bir organa, (namıdiğer “penis”e), diğerinin ise dişi üreme kanalının beden içerisinde kalan "alıcı" bir alana (yani vajinaya) sahip olması lazımdır. Bu seks kavramına sahip olan canlılar arasına insanlar ve diğer memeli hayvanlar yanı sıra, bazı kuşlar, amfibiler, sürüngenler ve balıklar da girer. Bizim seksimiz, yosun seksinin aksine, havadan veya dış bir elemandan alakasız ve bağımsızdır (eh, en azından "dış elemanlara" insanların bazı seks davranışlarında rastlamak mümkün). Bizde sperm ve yumurtanın buluşması, iç döllenme ile gerçekleşir. Bu görünüşte daha güvenilir ancak aldatıcı düzeyde karmaşık olan iç döllenme, omurgalılar arasında neredeyse 400 milyon yıldır varlığını korumaktadır.
Avustralya çöllerinde bulunan birtakım taşlar sayesinde omurgalıların sahip olduğu iç döllenmenin tarihsel gelişimini izleme şansımız var. 2008 yılında, paleontologlar tarafından, annesine hâlâ bir göbek bağı aracılığıyla bağlı olan bir balık embriyosunun 380 milyon yıl öncesine işaret eden bir fosili bulundu. Fosilin görünümü, bu yeni balık türüne uygun bir ismi de doğurdu: Materpiscis, yani anne-balık.
Bu, keşfedilen tek embriyo fosili değildi. Müzelerde bulunan çok sayıda balık embriyosu fosili de, yeni buluntuların bilinciyle tekrardan incelendi ve bu sayede daha fazla balık fosilinin bulunmasına öncülük etmiş oldu. Bu keşiflerden önce aynı kalıntılar, büyük balıkların içinde sindirilmeden kalan küçük balık kalıntıları şeklinde açıklanmıştı.
Keşfedilmiş fosiller canlı doğumun (viviparite) ilk örneklerini, aynı zamanda, omurgalılarda iç döllenmenin ilk örneklerini oluştururlar. Anlaşıldığı üzere, bu fosil örnekleri, spermin döllemesi için suya atılmış yumurta mantığıyla gerçekleşmemiştir ve bu durum oldukça farklıdır. Bundan da yola çıkarak bu fosillerin seksin ilk örneklerini sembolize ettiğini söyleyebiliriz.
Araştırmaları, yukarıda bahsettiğimiz Materpiscis fosillerinin çevresinde gelişen paleontolog John Long'un Dawn of the Deed isimli kitabı bu konuda oldukça faydalıdır. Kitapta John Long ve ekibi, hamile bir dişi bulmanın verdiği heyecandan doğan umutla, tarihin korumuş olabileceği en eski "omurgalı pipisini" bulmayı istediklerini yazıyorlar. Ne büyük bir başarıdır ki John Long ve ekibi, bahsedilen bu uzvun fosillerini buldular!
Paleontolojinin çok büyük bir oranda şansa bağlı bir bilim dalı olmasına karşın, daha önceden belirlenmiş bir kanıt bulma amacıyla çıkılan çalışmaların başarıyla sonuçlanan tek örneği, John Long ve ekibininki değildir. Bu durumun diğer bir örneğini, Hollandalı anatomist Eugene Dubois’un "kayıp halka"yı bulmaya odaklı çalışmalarında da görebiliriz. Dubois'un kayıp halkası, bizim şu an Homo erectus olarak adlandırdığımız, "dik insan" anlamına gelen adı dolayısıyla, mahrem uzuvlarımızın konu olduğu göndermelere yol açan, soyu tükenmiş olan insansı türdür.
Long'un arayışı ve ardından gelen keşfi, sadece, cinsel biyoloji tarihine katkı sağlayan alelade bir buluş değildi. Onun arayışı, çok daha kapsamlı bir kavrama yönelikti: Cinselliğin ne zaman eğlenceli bir gerçek hâline geldiği sorusuna... Ancak fosilleşmiş bir penis, eğlenceli seksin oluşumuna kanıt olabilir miydi? Balıklar için eğlence diye bir gerçek var mıydı?
Bu soruların cevabını bulmak kolay değil. Cinsel birleşmenin ve dolayısıyla yakın temaslı sosyalleşmenin, bu aktiviteye katılan canlılar için taşıdığı büyük riski göz önünde bulundurduğumuzda, cinselliğin haz vermek gibi bir zorunluluğunun olduğu yönünde bir varsayımda da bulunabiliriz. Bu konuda kapsamlı bir incelememizi buradan okuyabilirsiniz.
Aslında, başarılı bir üreme süreci geçirildiği ve karşı taraftaki ikna edilebildiği sürece, çiftleşme yalnız bir taraf için haz verici bir aktivite olmakla kalabilir. Hatta bu ödüllendirici mekanizma, iç döllenme evrimsel sürecinin erken safhalarında ortaya çıkmaya başlamış, yani genital bölgeye giriş durumunu barındıran bir iç döllenmeden de öncesine dayanan bile olabilir. Ama olmayabilir de... Fosillerden eğlence ve haz konularına dair bilgi almak oldukça zordur. Ancak bu keşfedilen, hangi organların hangi bölgelere giriş izni olduğunu bu sessiz fosillere sorabiliriz.
Antik balık fosillerinde bulunan pelvik yüzgeçlerin bazı balıklarda görmeye alışık olduğumuz, "çiftleşme bağlayıcıları" adını verebileceğimiz uzantılara benzemesi, Long ve ekibine ne tarz fosillerle karşılaşmak istediklerine dair bir fikir sunmuş oldu. Bahsedilen "bağlayıcılar", erkeğe bağlı uzantının dişiye girmesinden, daha doğrusu tutunmasından dolayı bu adı almıştır. Long ve takımı bu beklentiyi kullanarak fosilleşmiş çiftleşme bağlayıcılarını, bulunan en eski erkek üreme organı olarak tanımlamışlar. Aslında bahsedilen organ bir "intromittent", cinsel aktivite sırasında başka bir organizmanın içine giren organdır. Bu tanımlamaları yaklaşık 380 milyon yıllık olduğu bilinen Incisoscutum türüne ait antik balık fosilinde keşfetmişlerdir.
2014 yılında yine aynı mekanizmayı içeren Microbrachius dicki ("Dicki", İngilizcede penis teriminin argo bir karşılığıdır) adlı, daha eski bir balık türü bulunmuştur. Microbrachius dicki'nin keşfiyle omurgalılarda iç döllenme, 385 milyon yıllık bir geçmişe sahipti.
Long ve ekibinin, Incisoscutum üzerinde bulduğu organ aslında bir "protopenis" olarak sınıflandırılabilir. Bunun sebebi, protopenislerin bizim alışık olduğumuz penisin tam tersi yöne yani balığın ayaklarına doğru uzamasıdır. Fosillerdeki protopenislerin varlığı, paleontologları bu balıkların seks hayatını hayal ederken oldukça yaratıcı olmak durumunda bıraktılar. Long'un anlatımına göre, dişi balığın sırtı deniz tabanına yaslanmış ve erkek balığın hafif erekte hâldeki penisi dişinin genital açıklığına kenetlenmiş bir şekilde, içeri dönük 69 pozisyonunu oluştururlar.
İnsanlarda Haz Veren Seksin Evrimi
Tüm bunlar, bizim bildiğimiz bebek yapma sahnesi midir? Antropolojik bir açıdan bakarsak, pek de sayılmaz. Yakın tarihimiz süresince dünyada yer alan çoğu heteroseksüel birleşme, bildiğimiz "misyoner pozisyonu"nda, yani erkeğin üstte olduğu pozisyon, pozisyonunda gerçekleşir. Bu arada, Peter Gray ve Justin Garcia'nın "Evrim ve İnsanın Cinsel Davranışları" başlıklı kitaplarında da anlattığı üzere, konunun gerçek "misyonerler" ile pek bir ilgisi yok gibidir; çünkü misyonerlerin yaptıkları sekste bu pozisyon en sık görülen pozisyon değildir.
Ve hangi partner üstte olursa olsun, partnerlerin yüzleri birbirine dönük olduğu pozisyonlar, biyolog Alan Dixson'ın, "Cinsel Seçilim ve İnsan Çiftleşme Sistemlerinin Kökeni" adlı kitabında anlattığı gibi, diğer hayvanlardan farklı olarak insanlar tarafından en fazla tercih edilendir. Aslında insanlar çiftleşme pozisyonlarında haz ve eğlence peşinde koşarken oldukça yaratıcı hayvanlar olmuşlardır. Ancak her hayvan gibi insanların da yöneldiği bazı temel pozisyonlar vardır. Ne yazık ki içe dönük 69, bizim üreme yolunda tercih ettiğimiz bir pozisyon olamamıştır.
Şimdi asıl konumuza geliyoruz: haz verici seks. Konuyu insan boyutunda ele alacak olursak Long'un antik balık seksi, eğlenceli seksin temellerini atan bir keşif olabilir mi? Evet, olabilir. En azından erkekler için geçerli bir durum olabilir.
Kadınların eğlencesi hakkında konuşmak istiyorsak, antik balıklarımızın büyülü bir hevesle hünerli parmaklar geliştirmesi gerekmektedir. Bu gelişim de protopenislerin birkaç milyon yıl sonrasına denk gelmiştir. Kısa zaman önce Journal of Experimental Zoology dergisinde yayımlanan Kadın Orgazmının Evrimsel Kökeni adlı bir makalede açıklandığı gibi:
Dişi insan orgazmı temel cinsel birlikteliklerde son derece nadirdir, özellikle, fazladan klitoral stimülasyon yoksa. Aslında orgazm daha çok kadınların mastürbasyon aktivitelerinde ya da homoseksüel birlikteliklerde görülür.
Yani türümüzün yarısı olan dişilerde seksin haz verici yönü, "el işçiliğine" bağlı gibi gözükmektedir. Ve çoğu erkek olan paleontologların şu ana kadar keşfettiği parmak fosilleri, kadın orgazmını açıklayabilecek bir faktör henüz hiç ele alınmamıştır.
Kaynaklar
- Yazar Yok. Evrim Ağacı. (29 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 29 Nisan 2020. Alındığı Yer: Bağlantı | Arşiv Bağlantısı