Hepsi Evrim’in İçinde!
Sorudan bağımsız olarak; kanımca biz insanların en yaygın yaptığı hata, en yakın benzerimizden atom altı dünyaya ve küçülen ölçekte, evrene değin ve büyüyen ölçekte hangi konuda değerlendirme yaparsak yapalım kendimizi olayın dışında (kümenin dışında) tutma, her şeyi etkileyen ve fakat etkilenmeyen ( Bir bakıma tanrısal bir vasıf ile) bir zaman ve mekânda konumlandırma eğilimi olsa gerek.
Bunu iradi olarak yaptığımız kanısında değilim fakat bu durum bu hataya sık sık düşmediğimiz anlamına gelmez.
Bu durum özellikle metafizik alanla ilgili ve ağırlıklı olarak, bazen de maddi evrenle ilgili olarak yaptığımız tespit ve değerlendirmelerimizde karşımıza çıkabiliyor. Özellikle evrim konusunda ve evrimin, bana göre sadece daha anlaşılır olsun diye doğal ve kültürel olarak ayrıştırılmasının bir neticesi olarak.
Evrim, canlının etkilediği ve etkilendiği çevre çerçevesi içinde, bütün girdilerin sonucunda varlığını (soyunu) , değişe dönüşe sürdürebilmesini sağlayan uyumun adıdır.
Bu girdiler bazen zengin bir habitat, bazen diğer türlere nazaran avantaj sağlayan bir yıkım (seçici ve iri dinozorlara nazaran seçici olmayan ve küçük atalarımızın meteor yağmuru esnasında sahip olduğu avantaj gibi) , bazen tesadüfler zinciri bazen de bizim ( aşı, organ nakli, antibiyotikler ve aklımıza gelebilecek kültürel evrimimize delalet her şey gibi) doğrudan müdahalemiz.
Meteor yağmurunun evrim üzerinde nitelik olarak etkisi ne ise kullandığımız aşıların etkisi de odur. MÜDAHALE… Bunun iradi olup olmaması sonucu değiştirmiyor.
Neticede ister aşı ister antibiyotik, ister yapay organ ve nicesi, etkilediği varlık canlı olarak tanımlandığı sürece evrimin içindedir. Bunu biz insanların iradi olarak yapıyor olması aslında evrime bir aykırılık değil evrimin ta kendisidir.
Neticede beynimiz, çalışma sistemi, hücrelerimiz, belleğimiz, duygularımız halen maddi temellidir ve halen evrimsel süreçlere tabidir. Yani değişime, dönüşüme, uyuma…
Evrime müdahale olarak algıladığımız yapay organların, antibiyotiğin, aşıların vb. canlıya etkisi ile kuraklığın, meteorların, depremlerin, ani iklim değişimlerinin bölgelerindeki canlılara etkileri arasında nitelik yönünden bir fark yok.
Hepsi de bir şeyi değiştirir. Hepsi de ya yeniye yol açıp eskiyi, uyum sağlayamayanı ortadan kaldırır ya da var olan birilerine avantaj birilerine dezavantaj sağlar.
Bu nedenle hastalıklara çare bulmak, hatta “ölümsüzlüğe” giden yolda hızla ilerlemek bile insanlığın sonunu kendi kendine getirmez. Neticede insan kapalı bir kutuda değil, etkilediği ve etkilendiği sayısız koşul ve tüm bunları yasalarla belirleyen maddi bir evren, buna uygun değişen dönüşen bir doğanın içinde ve bir parçası.
İnsanlığın sonu bu evrensel yasalara, bu yasalara tabi olan doğal süreçlere, bu doğal süreçlerin bir çıktısı olan canlılığın yeniye uyumuna, yani kültürel evrim adı altında yarattığımız değişimin doğa ile ne denli uyuşacağına bağlı olarak ya son bulur ya da evrimleşerek devam eder.
Bunun dışında beklenmedik bir son ancak, aç gözlülüğümüzün ve kibrimizin bir sonucu olarak şimdiye kadar ki hiçbir evrensel ve evrimsel yasa ile izah edilemeyecek şekilde olabilir. Bindiğimiz dalı keserek. Ki yapıyoruz. Doğayı tahrip ederek, dünyanın bizim için yaşanılır olma vasfını yitirmesine vesile olarak, en büyük utanç kaynağı olması lazım gelen kitle imha silahlarını bir iftihar ve itibar alameti var sayarak. Bir deli, bir düğme ve bir son. Bu da evrimin içinde…( var sayarız ki devasa bir meteor düşmüş)… Sonuçta evrim uşağımız değil ya. Kalanlarla devam eder.