Şartlara göre hareket bir politikacı hem otoriter hem liberal hem eşitlikçi hem liberal hukukçu olabilir. Yani bir merkezci gibi düşünebiliriz. Peki merkezci olmanın nesi yanlıştır?
Merhaba.Mevcut düzen statükocu değil zaten (Genel kontekst'ten bakıyorum ülkemiz özelinde konuşmuyorum).Pazar nerede ise tezgah orada.Fukuyama'nın dediği gibi :"İdeolojilerin sonu göründü/geldi".Tabii ki belli kurallar çerçevesinde bazı şeyler değişmiyor, belki de değişmeyecek.Ama tabii,burada toplumsal yargılar ve öteden beri gelen statükocu düşüncelerin etkisi var.Yeni nesiller eskiye nazaran çok daha farklı düşünüyor.Merkezci olmak birçok surette doğru değildir.Çünkü kozmopolit bir coğrafayada,epey bir düşünsel farklılıklarla karşılaşırsın.Farklı düşünceler merkezci komutlarla yönlendirilmek istemezler.Niye istesinler ki? Dünyanın neresine bakarsanız bakın,özgür,seküler,marjinal vesaire gibi modernist tanımlar çerçevesinde değerlendirilebilecek bir anlayış yoktur(Antitezi olan arkadaş varsa cebine iki tane daha argümanını koysun.Almanya'da bu hafta "Devlet,coronavirüs bahanesiyle bizi uyutuyor" diyen Alman halkı,derisi farklı diye ayrımcılık gösteren Nazi anlayışı,buraya son dem'de olmuş yüzlerce iğrenç olay sığdırılabilir ama yazımın mehabetine saygımdan paylaşmayacağım.).Bunu en optimum seviyede uygulayan anlayışlar vardır sadece.Ve bu ülkeler adını söylememe gerek yok zannediyorum; eğitimde,endüstirde,ekonomide hayli yol katetmiş görünüyorlar.
İdeoloji saplantısı denilen asıl olaydan bahsetmek istiyorum: Öncelikle eğitim. Bir bireyin ideolojisini belirleyen en önemli etken, aile, arkadaş çevresi, toplumda edindiği statü sebebiyeti ile oluşturduğu çevre. Bir birey yetiştiği bu toplumda ona verilen baskılayıcı ideolojik safsataların etkisine mutlak olarak maruz kalıyor. Bunlar bireyi etkilendiği ideolojiye pozitif veyahutta tam tersi negatif, ters bir etki yaratabiliyor. İnsanlar ideolojileri bir gereklilik gibi görüyor, bir ihtiyaç, zorunluluk barındıran bir düşünce yapısı olduklarını sanıyor. İdeolojiler bireyin ruhuna, kalbine ve özellikle beynine işleyen idealist düşünceler bütünüdür. Bu düşünce ve fikirler bireye gayrimeşru olan tüm eylemleri, meşrulaştırmak adına yaptığı eylemlere büründürür. İdeolojik bağlılıklar bireye şart koşulan gerekli eylem ve hareketi sağlamak adına fikirsel düşüncelerin empoze edilmesi ile başlıyor. İdeoloji kavramının kesin bir çıkış tarihi yoktur, insanlar bu fikir ve düşünce sayılan siyasi eylemleri benimsemiş ve kutuplaşmak, birbirlerini ötekileştirmek adına ideolojilere sığınmıştır. İdeolojik saplantı, insanların dinamik bir eyleme geçmesi adına idealist düşünceler empoze etmeye devam ettikçe, birey mevcut "X" ülkesinin içeresinde yer alan ekonomik-sosyal-siyasi-yaşam şartları gibi konuların sebebiyetini kavrayamıyor ve bunun suçlarını yine karşıt ideolojiden sorumlu olduğunu savunuyor.
Merkeziyetçi yapının oluşması için ya milli mücadele dönemi gibi bir savaş yaşamamız ya da gökten mesihin inmesi gerekiyor.Yani ya zorunluluk ya da çoğunluğun inandığı ilahi bir güç. İnsanların ideolojik safsatalarından kendi özgür düşünceleri ile prangasından kurtulması, insanların ortak bir değer, ortak bir yapıda buluşması adına birleştirici bir gücün, ahlaki ve etik olarak aynı zamanda hukuksal ve genel irade adına kendi değerlerini oluşturmasıdır. İdeolojiler, ahlaki ve etik konulardan bahsetmez, hukuk üstünlüğü tanımaz, toplumun yaşam şartlarını düşünmez(çünkü en iyi yönetimi sadece kendi iktidara gelirse düzeleceğini söyler.) insanları kutuplaştırır, gerçeği görmekten alıkoyar. Mevcut ideolojilerin yok olması ve insanların ortak amaç ve gayeleri adına ortak bir değerde buluşması, sorunlara çözüm bulmada gerekli olan en öncelikli maddi eylemdir.İdeolojiler, insanların düşünce yapısını bozarak, gerçekleri görmesine engel sebebiyeti veren en önemli konudur.