Osmanlı Devleti'nde Tanzimat Öncesi Modernleşme Çabaları: Asırlara Uzanan Bir İmparatorluk, Çağı Nasıl Yakalayabilirdi?
Osmanlı Devleti, her ne kadar nihayetinde yerini modern Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakmış olsa da, tarihi boyunca çok sayıda modernleşme, yani "çağa ayak uydurma" girişimi ve çabası deneyimlemiştir. Bunların bir kısmı, imparatorluk sınırlarındaki bazı sorunların çözülmesini sağlamış, diğerleri ise halk arasında tepkilerle karşılanmış ve reddedilmiştir. Bu yazımızda, Tanzimat öncesi dönem ve Tanzimat döneminde Osmanlı modernleşme çalışmalarına bir bakış atacağız.
Tanzimat Öncesi Dönemde Modernleşme Çalışmaları
Tanzimat öncesi yenileşme hareketlerine baktığımızda göze çarpan ilk girişimler, genel olarak askeri alanlarda kendini göstermiştir. Bunun temel sebebi ise Osmanlı Devleti’nin savaşlarda yenilgiye uğramaya başlaması ile birlikte, bu alanda kendini gösteren gereklilik olmuştur.
Osmanlı Devleti, bu dönemde eski gücünde olmadığını anlayacağı iki anlaşma imzalamak zorunda kalmıştır. Bunlar; Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) antlaşmalarıdır. Bu antlaşmalar, Osmanlı’nın iki kez Avusturya ve yanında yer alan devletlere yenilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Eski askeri gücünde olmadığını net olarak anlayan Osmanlı yöneticilerinde reform düşüncesi kaçınılmaz olarak akla gelmeye başlamıştır.
Bu doğrultuda Osmanlı Devleti, Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip etmek isteyen bir yapıya bürünmeye başlamıştır. Takip eden süreçte Viyana’ya bir elçilik heyeti gönderilmiştir. Ardından yine aynı amaçla Paris’e Yirmisekiz Mehmet Çelebi gönderilmiştir. Bu hareketlerden anladığımız kadarıyla Osmanlı Devleti, Avrupa modernleşmesini yakından takip etmek istemektedir. Gönderilen heyet ve kişilerden, Osmanlı dünyasına uyarlanabilecek olan yenilik ve gelişmeleri tespit etmeleri istenmiştir. Bu gelişmeler neticesinde değişim fikrinin temelleri atılmıştır. Ardından, yenileşme sürecinin Osmanlıdaki ilk karşılığı ise matbaa ve donanmada kendini bulmuştur. Buna rağmen, Tanzimat öncesi yenilik hareketlerinde ağırlıklı olarak askeri yenilikleri gözlemlemekteyiz (Lewis, 1998: 46 - 48).
Osmanlı’da yapılan reformların ilk olarak askeri alanda kendini göstermesi şaşırtıcı bir durum değildir. Çünkü askeri yeniliklerin önünde dini ve siyasi bir engel yoktur. Fakat sosyal ve kültürel yeniliklerin önünde, saydığımız engeller kendini gösterecektir. Osmanlı Devleti bu sebeple hem geleneksel yapısını hem de yeni dünya koşullarına uygun yenilikleri bir arada yürütmeye çalışmıştır. Bu karşıtlık ise modern yapı ve kurumların benimsenmesini zorlaştırmıştır.
Osmanlı'da İlk Matbaa
Reform düşüncesi ile birlikte geleneksel düzenin işlememesi de göz önünde tutularak, Batı’daki birçok yenilik Osmanlı topraklarına taşınmaya çalışılmıştır. Taşınan yenilikler arasında matbaa da bulunmaktadır.
Fakat hâlihazırda matbaanın getirilmesinden önce de matbaa ile ilgili işler yaygın olamamakla birlikte, bunların çoğu gayrimüslimler tarafından yapılmaktaydı. Örneğin, 15. yüzyılda İspanya’dan gelen Yahudi mülteciler, 1493-94 yılları arasında İstanbul’da bir Yahudi matbaası açmışlardı. Bunu takip eden süreçte 1567’de Sivaslı Apkar yine İstanbul’da bir Ermeni matbaası kurdu. 1627’de ise Nikodemus Metaksas bir Rum matbaası kurdu. Yani Osmanlı’daki ilk basım ve matbaa girişimleri görüldüğü üzere gayrimüslimler tarafından başlatılmıştır. Fakat bu girişimler yerel kalmıştır ve yayılamamıştır (Lewis, 1998: 51). Ayrıca bu matbaalarda Arapça ve Türkçe eser basmak yasaktı. Bundan dolayı matbaalar zorunlu olarak Latince, İbranice, İspanyolca veya Yunanca eserler basabiliyordu (Ersoy, 1959: 19).
Osmanlı’da matbaanın daha önceden de var olması topluma indirgenemediği ve yaygın bir hal alamadığı için herhangi bir etkiye sahip olamamıştır. Bu matbaalar üzerinde yapılan denetim ve kısıtlama ise; kışkırtıcı yayın yapmanın yasaklanması, şeklinde gerçekleşmiştir. Bunun dışında yayınevlerine herhangi bir kısıtlama getirilmemiştir (Kabacalı, 1987: 20).
Bahsettiğimiz gibi, belirtilen şartlara uygun olmak koşuluyla gayrimüslimler tarafından yürütülen matbaa faaliyetleri dışında Osmanlı’da bir Türk Matbaası’nın kurulması 5 Temmuz 1727’de meydana gelebilmiştir. Fakat bu süreç oldukça sancılı bir şekilde ilerlemiştir. Gelenekçi çevreler matbaanın kurulmasının sakıncalı olduğuna dair görüşler dile getirmiştir. Bunun sebeplerinden biri de Osmanlı’da bir geçim kaynağı olarak hattatlık mesleğinin var olmasıdır. Ayrıca dinen bu durumun sakıncalı olup olmayacağı hakkında da birçok olumsuz görüş vardı.
Bu atmosferde İbrahim Müteferrika, Vesîletü't-Tıbâ'a adlı bir risale yazma gereği duymuştur. Bu risalede, matbaanın neden kurulması gerektiğine ve kurulması halinde yararlarına ilişkin ayrıntılı bilgiler vermiştir. Ardından bahsi geçen risale, İbrahim Müteferrika tarafından o dönemde sadrazam olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya sunulmuştur. Risalede, içerik olarak matbaanın faydaları sayılmakla birlikte, kabul görmesini güçlendirmek adına matbaa getirilirse dine ait konular dışındaki eserlerin basılacağı da vurgulanmıştır. Çünkü genel bir endişe kaynağı olarak, dine ait kutsal eserlerin zarar göreceği veya basılacak bazı sakıncalı eserler sonucunda zararlı dini akımların oluşturacağı tehlikeden çekiniliyordu. İbrahim Müteferrika matbaada; tıp, tarih, coğrafya, matematik vb. fenni ve sosyal içerikli eserler basılacağını söylemiştir ve bunlar için ruhsat verilmesini istemiştir. Eserlerin Arapça harflerle basılacağını da vurgulamıştır ve hem dönemin şeyhülislamından hem de padişah III. Ahmet’ten sırasıyla fetva ve izin istemiştir (Ertuğ, 1955: 40- 50).
Matbaanın Geçici Olarak Kapatılmasına Kadar Basılan Eserler
Bu gelişmeler neticesinde, belirtilen koşullar ışığında, matbaanın kurulmasına izin verilmiştir. Bu matbaada basılan ilk kitap ise 1729’da Vankulu Sözlüğü olmuştur. Matbaada, kapandığı 1742’ye kadar toplam on yedi kitap basılmıştır. Bu eserler sırasıyla:
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
- Cevheri, Kitab-ı Lügat-ı Vankulu (1729)
- Kâtip Çelebi, Tuhfet-ül Kibar fi Esfari’l- Bihar (1729)
- Krusinski, Tarih-i Seyyah (1729)
- Mes’udi, Tarih-i Hind-i Garbi (1730)
- İbn Arabşah, Tarih-i Timur-i Gürgan (1730)
- Süheyli, Tarih-i Mısr-i Kadim ve Mısr-i Cedid (1730)
- Nazmizade Hüseyin Murteza, Gülşen-i Hulefa (1730)
- Holderman, Gramaire Turque ou Methode Courte et Facile Pour Apprendre la Langue Turque (1730)
- İbrahim Müteferrika, Usul el- Hikem fi Nizam el-Ümem (1732)
- İbrahim Müteferrika, Füyuzat-ı Miknatısiye (1732)
- Kâtip Çelebi, Cihannüma (1732)
- Kâtip Çelebi, Takvim el-Tevarih (1733)
- Naima, Tarih-i Naima (1734)
- Raşid, Tarih-i Raşid (1741)
- Çelebizade İsmail Asım, Tarih-i Asım (1741)
- Ömer Bosnavi, Ahval-i Gazavat-i der Diyar-i Bosna (1741)
- Şuuri & Hasan Efendi, Kitab Lisan el-Acem el-Müsemma bi Ferhengi-i Şuuri (1742)
Adı geçen tüm eserler, Müteferrika matbaasında basılmıştır (Özsoy, 2014: 278-279). Basılan kitaplar, ağırlıklı olarak tarih ve coğrafya gibi eserlerden oluşuyordu. Fakat bu eserler çok yüksek maliyetlerle imal edilebilmekteydi ve halkın bu eserlere erişimi bu sebeple çok kısıtlı şekilde gerçekleşebiliyordu (Demirel, 2004: 89-90). Matbaa 1742’de kapatılmış ve 1784’te faaliyetlerine tekrar başlamıştır. O günden günümüze kadar da faaliyetlerine devam etmiştir (Lewis, 1998: 52).
Osmanlı'da Neden Temel Bilim Kitapları Basılmadı?
Adnan Adıvar’a göre; ilk zamanlarda Osmanlı’da matbaa gibi direkt uygulamalı alanlara hizmet eden askeri veya sosyal yenilikler dışında Avrupa’nın gelişme gösterdiği diğer alanlardan biri olan bilim ve fikir dünyası genel olarak göz önünde tutulmamıştır. Çünkü düşünce dünyasına ait gelişmeler pratik amaçlara hizmet eden askeri alanlar gibi değer görmüyordu.
Bir diğer yaklaşım da kültürel ve sosyal yeniliklerin kâfirlik veya bid’at olarak görülmesiydi [Arapça’da “icat etmek, örneği olmaksızın yapıp ortaya koymak, inşa etmek” anlamlarına gelen “bd‘a” kökünden türeyen bid‘at, “daha önce benzeri bulunmayıp sonradan ortaya çıkan (muhdes) şey” anlamına gelir]. Bugün dahi bu ikililik, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalmıştır. Avrupa kültür ve medeniyetini hoş görmeyip, sadece bilim ve teknolojisini hoş görmek ve ona dâhil olmaya çalışmak, o günlerden bu günlere miras kalan pek çok şeyden yalnızca biridir.
Bu duruma istisna olarak, Fatih Sultan Mehmet gösterilebilir. O, gerçek manada bilimsel denilebilecek bir bakış açısıyla, bilim ve kültürün bir bütün olarak ele alınması gerektiğinin farkına varmıştır. Fakat ondan sonra gelenler genel olarak bu bakış açısının tersi yönünde hareket etmişlerdir (Adıvar, 1943: 44 - 50).
Sultan Selim'in (III. Selim) Askeri Reform Çabaları
Reformist padişahlardan biri olan III. Selim tahta geçtiğinde Batı medeniyetinin örnek alınması gerektiğinin farkındaydı. Yapılacak olan yeniliklerin işlevini yerine getirebilmesi de bu şekilde sağlanabilecekti. Bu amaçla Batı’yı yakından takip etmek adına çeşitli adımları henüz şehzade olduğu zamanda atmıştı.
Sultan Selim, Fransa Kralı 16. Louis ile şehzadeliği döneminde mektuplaşmaktaydı. Bu deneyim, ona Osmanlı dünyasının Avrupa ile kıyas edildiğinde ne kadar geride olduğunu anlamasına dair bir bakış açısı vermişti. Sultan Selim, Batı’nın mutlaka takip edilmesi ve örnek alınmasının farkında olduğu için daha önce iyi ilişkiler içinde olduğu 16. Louis’e elçi olarak İshak Bey’i göndermiştir. İshak Bey, Batı’daki diplomatik, siyasi, sosyal ve askeri yeniliklerin Osmanlı dünyasına taşınması ve uygulanması ile ilgili raporlar hazırlamak için görevlendirildi (Karagöz, M, 1995: 187).
Bu çabalar bize, III. Selim'in yüzünü batıya döndüğünü ve imparatorluğun reformunun Batı odaklı bir seyir izleyeceğini göstermektedir. Sultan Selim, devletin içinde bulunduğu kötü durumu fark etmiş ve yükselen Batı medeniyetine dâhil olmak için adımlar atmaya çalışmıştır.
Neden Askeri Yeniliklere Öncelik Verildi?
Sultan Selim’in ıslahat düşüncesi olgunlaşmaya başladığında, ilk olarak kaybedilen savaşlar neticesinde askeri ıslahatlar yapmanın en acil ihtiyaç olduğunu düşünmüştür. Bu doğrultuda, uzun süredir etkili bir askeri güç olmaktan uzaklaşmış olan yeniçeri ocağı üzerine odaklanmıştır. Bu ocağın eski gücünde olmamasını, zamanla kendi içindeki geleneklerden uzaklaşmasında görmüştür. Çünkü ocağın içine geleneksel yöntemler dışındaki kişilerin dâhil edilmesiyle birlikte, ocak eski etkisinden uzaklaşmıştır.
Sultan Selim’e göre ocağın zamanında başarılı olmasının sebebi, askerlerin üstlerine duyduğu derin saygı ve itaat ile birlikte, yine askerlerin kanunlara itaati ve dine hizmet etmesi şeklindeydi. Bozulan durum ise, tam olarak burada ortaya çıkıyordu. Zaman içerisinde bu niteliklere sahip olmayan kişiler ocağa dâhil olarak sistemin bozulmasına sebep olmuştur. Çözüm ise, bu kişileri tespit edip, ocaktan uzaklaştırmak ve nitelikli kişilerin ocağa dâhil edilmesi ile mümkün olacaktı (Berkes, 2003: 108-120).
III. Selim’in ilk ıslahat girişiminin askeri olmasının birçok mantıksal sebebi vardır. Osmanlı Devleti savaşları kaybetmeye devam ederse, ıslahat girişimleri için uygun ortam da sağlanamayacaktı. Bu sebeple askeri yenilikler ile öncelikle ordu üzerinde ıslahat yapılması ve daha sonrasında güçlü bir ordu teşkilatı sayesinde diğer yeniliklere sıra gelmesi şeklinde düşünülmüştür.
Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) ve Ortak Akıl
Bu dönemdeki yenilikleri kapsayan Nizam-ı Cedit yenilikleri, kelime manası olarak çift anlamlıdır. Birinci anlamı; askeri yenilikler neticesinde Avrupa’daki gibi modern bir ordunun kurulmak istenmesi şeklinde özetlenebilir. İkinci anlamı ise; Sultan Selim’in askeri alandaki yenilikleri ile birlikte diğer alanlarda yapacağı kültürel ve sosyal tüm yenilikleri kapsayacak daha geniş anlamda kullanılmasıdır. Her iki anlamda da III. Selim, devletin yüzünü tam olarak Batıya çevirmek istemektedir. Bu sebeple Avrupa’daki sanat, ekonomi, zirai ve bilimsel gelişmelerin devletin idare edilmesinde temel oluşturmasını istemiştir. Bu doğrultuda Nizam-ı Cedit yenilikleri, devletin batılılaşma yönünde attığı ciddi adımlar arasında yer almaktadır.
Bu düşüncelerine ek olarak Sultan Selim ıslahatlar ile birlikte akıl birliğine de önem veriyordu. Islahatların çok yönlü bir şekilde yerleşmesi için 1792’de sadrazam ile birlikte birçok kişiye devletin işleyişindeki bozuklukların tespiti ve çözümü için önerilerini bir layiha şeklinde bildirmelerini istedi. Bu şekilde yenilikler, tek bir akıldan çıkan kapsamsız halinden kurtulacak ve daha kapsamlı olması sağlanabilecektir.
Verilen emirden sonra toplamda 22 layiha sunulmuştur (Çağman, 2010: 11), (Mardin, 1996: 164). Bu layihalar ile askeri düzendeki eksiklikler çarpıcı bir şekilde öne sürülmüştür. Genel kanı ise, yeniçeri ocağının ıslahı ile birlikte yeni ve Avrupa tarzında düzenli bir ordunun en baştan kurulması şeklinde olmuştur. Bu safhada, yeniçeri ocağının tamamen kaldırılmasına dair doğrudan bir fikir yoktur. Çünkü belli bir ıslah ile eski etkisine kavuşacağı konusunda ümit devam etmektedir. Devam eden süreçte, askeri alanda kumbaracı ve lağımcı sınıfı ile ilgili yenilikler yapılmıştır. Topçu ocağı ıslah edilmiş ve Nizam-ı Cedit ordusu kurulmuştur. Yeniçeri ocağı, gelecek tepkilerden dolayı ıslahatların uygulanacağı ortamın bozulmasından korkulması sebebiyle kaldırılmamıştır. Bunu, kendisinden sonra gelecek olan II. Mahmut yapabilmiştir.
Bunların dışında Sultan Selim, tophane, tersane ve mühendishaneyi ıslah üzerine çalışmalar yaptı. Özellikle askeri ıslahatların ve diğerlerinin gerçekleşmesi için İrad-ı Cedid Hazinesi'ni kurdu. Islahatlar için gereken mali destek bu şekilde sağlanmış oluyordu (Findley, 2011: 33).
III. Selim döneminde modern askeri eğitim için Levent ve Selimiye kışlaları kuruldu. Askeri okullarda ilk kez Fransızca eğitim verilmeye başlandı. Bu şekilde eğitim alan askerler, sadece günün çağdaş askeri eğitimini değil, gelecek yıllarda Batı’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri de takip edebilecekti. Ayrıca bu dönemde Mühendishane-i Berri Hümayun da kurulmuştur. Donanmaya da büyük önem veren Sultan Selim, tersanelerin ıslah edilmesini de sağlamıştır (Karal, 1988: 43-93). Bu çalışmaların ardından 1793’te Mahmud Raif Efendi de Nizam-ı Cedid yeniliklerini Batı dünyasına tanıtmak amacıyla Fransızca bir yazım dili ile Tablea des nonueaux veglements “Empire Ottoman” isminde bir eser kaleme almıştır (Yeli, 2005: 53).
Siyasi, Diplomatik ve Ekonomik Yenilikler
Askeri ıslahatların yanında Sultan Selim; idari, siyasi, diplomatik ve ekonomik birçok yenilik de yapmıştır. Ciddi manada çeviri çalışması da bu dönemde gerçekleşmiştir. Yabancı dilde eğitim ve tercüme eserler için gerekli temeller bu dönemde atılmıştır. Bunlara ek olarak, paranın değerinin korunması, yerli malı kullanılması, idarede görev süreleri ve yetkilerinin düzenlenmesi gibi birçok yenilik Osmanlı topraklarına girmiştir.
III. Selim dönemi yenilikleri, kendisinden sonra gelecek birçok yeniliğin önünü açacak bir şekilde gerçekleşmiştir. Osmanlı’da yaşanan bozulmanın iç sebeplere bağlı olduğu anlaşılmış ve reformlar devletin kendi içerisinde yaptığı yenilikler olarak meydana gelmiştir. Devlet otoritesi, bu dönemde tekrardan devlet içerisinde sağlanmaya çalışılmıştır. Nizam-ı Cedit yenilikleri gelecek olan tepkilerden de çekinildiği için tedbirli bir yenileşme hareketidir. Eski ve yeni yapıların bir arada varlığını sürdürdüğü şekilde gerçekleşebilmiştir. Çünkü padişah aynı zamanda yeniliklerin dine de uygun olması şartını göz ardı edememiştir.
Bunun dışında, geleneksel toplumlarda gerçekleştirilen yeniliklerin eski sistemin tamamen kaldırılarak gerçekleşmesi radikal olarak değerlendirileceğinden gelenekselcilik göz ardı edilememiştir. Yeniçeri ocağının kaldırılmak istendiği halde kaldırılamaması bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Fakat Nizam-ı Cedit yenilikleri, toplumun kapsamlı bir şekilde yeniliklere maruz kalmasına olanak tanımıştır. III. Selim’den sonra gelen padişahlardan yenilikçi adımlar atanların dayanak noktası, yine Nizam-ı Cedit yenilikleri olmuştur (Karal, 1988: 190). Bu sayede geleneksel görüşten kopuş için gereken meşruiyet adına geçmişten kaynak gösterilen kişi III. Selim olmuştur.
Radikal Bir Reformist: II. Mahmut
III. Selimden sonra yenilikçi adımlar atan bir diğer reformist padişah II. Mahmut’tur. Onun dönemi, gerçek anlamda radikal yenilikler yapılan bir süreç olarak ele alınmaktadır. Çağdaş Osmanlı reformlarının temelleri bu dönemde atılmaya başlanmıştır.
Sultan II. Mahmut, yerine başka bir aday olmadığı için tahta rahat bir şekilde geçti ve bu sebeple herhangi bir taht mücadelesi yaşamadı. Tahta geçtiği sırada Osmanlı’da güçlenen bir sınıf olarak dikkat çeken ayan sınıfını denetimi altına almaya çalışmıştır. Buna ek olarak, kendisine itaatkâr kalacak, güçlü bir yönetim sınıfı oluşturdu (Zürcher, 1995: 51).
Fransız Devrimi ve Mısır'ın Bağımsızlığı: Çanlar Kimin İçin Çalıyor?
Yine bu dönemde, Osmanlı Devleti’ni derinden etkileyecek küresel bir akım başladı. Bugünkü modern dünyayı sosyal ve siyasal olarak şekillendiren Fransız Devrimi etkileri, imparatorlukta güçlü bir şekilde hissedilmeye başlandı. Fransız Devrimi etkileri ile birlikte daha önce imparatorluk içinde kendilerini doğal unsurlar olarak gören milletler, artık bağımsızlık düşüncesiyle hareket etmeye başlayacaktır. Çünkü yayılan fikirler ile birlikte milletler ve halklar, başlarındaki hükümdarın buyruklarının geçerliliğini sorgulamaya başlamıştır.
Milletlerin kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olması ve hatta yöneticilerini halkın seçtiği sistemlerde yaşaması, Fransız Devrimi sayesinde olmuştur. Zamanın ruhu, eskiden olduğu gibi itaatkâr halkların hoş görüldüğü dönemden, kendi bağımsızlıklarını isteyen hakların meşru görüldüğü bir şekilde dönüşmüştür. Fransız Devrimi neticesinde eski düzende kendi adlarına karar veren bir hükümdarları olan halkların yeni düzende kendi adına karar verecek yöneticiler seçme özgürlüğü oluyordu. Bu devrimin yarattığı özgürlük ve bağımsızlık düşüncesi sonrasında kurulan yeni dünya düzeni, özellikle imparatorlukları fazlasıyla etkilemiştir. Doğal olarak bahsettiğimiz fikirsel dönüşümler, Osmanlı topraklarında da sırasıyla gerçekleşmiştir (Karaman,2018: 62-79).
Devam eden süreç içerisinde merkezi yönetimi güçlendirme çabaları sürerken, Fransız İhtilali sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik akımları ve güçlenen bağımsızlık düşünceleri ile birlikte milliyetçi isyanlar patlak vermiştir. Bu isyanlar neticesinde Sırp ve Yunan milletleri gibi birçok halk bağımsızlıklarını kazanmışlardır (Zürcher, 1995: 52-58).
Mısır'ın Bağımsızlık Mücadelesi
II. Mahmut dönemi önemli siyasi olaylarından bir diğeri de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa ile yaşanan süreçtir. Mehmet Ali Paşa, Osmanlı’nın Mısır üzerindeki azalan otoritesini kendi lehine kullanarak, bölgede önemli bir güç haline gelmiştir (Kocaoğlu, 1995: 198). Mehmet Ali Paşa, yenilikçi ve reformist bir devlet adamıydı. Otoritesini iyice güçlendirdikten sonra ise çok önemli değişiklikler yapmıştır. Mısır’da idari, askeri ve toplumsal birçok yenilik yapılmaya başlanmış ve bunun neticesinde oldukça önemli derecede güçlenen Mısır üzerinde tek hâkim güç unsuru Mehmet Ali Paşa olmuştur (Sander, 2003: 300-301).
Kendi amaçları neticesinde hareket ettikten sonra, öncelikle bir iç isyana, ardından uluslararası bir krize dönen siyasi çatışmalara sebep olmuştur. Amaçlarından biri olan Mısır’ın idaresini kendi ailesi üzerine alma isteğini ise gerçekleştirmiştir (Kocaoğlu, 1995: 207).
II. Mahmut'un Sorunlara Yaklaşımı ve Yeniçeri Ocağı
Siyasi karışıklıkların yanında Sultan II. Mahmut, Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunu yenilikçi adımlar atmakta gören bir padişahtır. Öncelikli olarak otoritesini sağlam temeller üzerine oturttu ve atacağı yenilikçi adımlara karşı gördüğü tehlikeleri ortadan kaldırmaya karar verdi. Bu düşünce neticesinde gözünü ilk diktiği kurum, kendinden önceki birçok yenilikçi padişaha ayak bağı olan yeniçeri ocağıydı.
Sultan II. Mahmut, ilk olarak 28 Mayıs 1826 tarihli bir Hatt-ı Şerif [mübarek yazı, padişah emri] ile yeni ve modern askeri birlikler kurdu. Fakat yaptığı yeniliğin tutucular tarafından eleştirilmemesi ve hızlıca uygulanabilmesi için, bu yeniliğin Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki bir düzene geri dönüş olduğunu ve yeni ordunun Müslümanlar tarafından eğitileceğini özellikle vurguladı.
Padişahın bunu yapmasındaki sebep ise, kendinden önceki reform yanlısı sultanların geçirdiği deneyimlerden ders çıkarmasıydı. Çünkü yenilikçi adımlara karşı çıkacak oldukça etkili bir zümre hala çok güçlü bir toplumsal tabana hitap ediyordu. Bu durum ise padişahı zor durumda bırakmaktaydı. Gelenekçi bir topluma karşı reformist yaklaşımlar, tarihin her döneminde zor olmuştur. Bu durum, II. Mahmut için de geçerlidir. Padişah, yenilikleri yumuşak bir dille duyurur ve yenilikleri eski düzenlere atfeder ise, bir problem çıkmadan hızlıca bir modernleşme sağlanacağını düşünmüştür.
Fakat yanıldığını anlaması için 15 Haziran 1826’daki yeniçeri ayaklanmasına şahit olması gerekecektir. İsyan, çok kısa bir zamanda, sert bir şekilde bastırıldı. Ardından 17 Haziran 1826’da yürürlüğe giren bir Hatt-ı Hümayun [tıpkı hatt-ı şerif gibi, padişah fermanı] ile yeniçeri ocağı, tarihe Vak’a-i Hayriye [hayırlı vaka] olarak not düşerek, kaldırılmış oldu.
Bu durum, imparatorluk için çok büyük bir yenilik adımı olmuştur. 400 yılı aşkın süredir varlığını sürdüren bir kurum ortadan kalkmıştı. Bu, imparatorluk adına modern ordu kurma düşüncesinin önündeki büyük bir engelin de ortadan kalkması anlamına gelmekteydi. Bu yeni ordunun adı ise daha sonra II. Mahmut’un adıyla özdeşleşecek olan Asakir-i Mansure-i Muhammediye [Muhammed'in Muzaffer Askerleri] olmuştur (Lewis, 1998: 80).
Yeni kurulan ordu ile birlikte ordu içerisinde padişaha karşı imtiyazlı durumda olan bir askeri birlik kalmamıştır. Ordu, tamamen merkezi yönetimin denetimi altına alınmaya başlanmıştır. Ordunun modernizasyonu adına önemli adımlar da bu dönemde atılmaya başlanmıştır. Batı tarzı bir ordu meydana getirmek II. Mahmut’un öncelik verdiği reformların başında geliyordu.
Halk Tabanına Yayılan, İhtiyaca Cevap Olan Reform Arayışları
II. Mahmut’u kendinden önceki reformist padişahlardan ayıran önemli özelliklerinden birisi de reform çalışmalarının sadece belli bir kuruma veya alana yönelik yapılması fikrine karşı çıkmasıydı. Sultan, reformun geniş kapsamlı olmasını düşünüyordu. Ona göre reformlar, ancak geniş çaplı bir şekilde yapılırsa başarılı olabilir ve kalıcılığı sağlanabilirdi.
Sultan II. Mahmut, kendinden önceki deneyimlerden yola çıkarak, Osmanlı idari yapısında veya diğer devlet kurum ve düzenlemelerinde öngörülen yeniliklerin yanında, eski yapıların da korunması fikrine karşı çıkıyordu. Yeni yapıların eskisiyle birlikte varlığını sürdürmesi bir karşıtlık yaratacağı için, yerine yeni bir düzenin getirildiği kurumlarda eskiyi hatırlatacak ne varsa kaldırılması yönünde hareket ediyordu. Sultan II. Mahmut, bu sayede yeni düzenlemelerin toplumsal tabanda daha hızlı yayılacağı şeklinde bir düşünceye sahip olmuştur. Ayrıca kendisi, yapacağı köklü değişimlerden önce gerekli toplumsal desteğin sağlanmasına da çok büyük önem veriyordu. Bu sayede tepeden inme veya dikta edilen bir yenilik silsilesi değil, toplumun ihtiyaçlarına cevap veren ve toplum yararına bir yenilik politikasının yürütülmesini benimsiyordu. Bu tutumu, Sultan'ın yapacağı birçok reformda ona çok büyük faydalar sağlamıştır (Shaw & Kural, 1983: 25).
Sened-i İttifak: Parlementer Sistemin Atası
II. Mahmut dönemindeki önemli gelişmelerden biri de, ayanlarla imzalanan Sened-i İttifak’tır [İşbirliği Sözleşmesi]. İlk kez padişahın yanında belli haklara ve ayrıcalıklara sahip bir zümrenin ortaya çıkması açısından bu gelişme, parlamenter sisteme geçişin ilkel bir aşaması olarak, tarihimizde önemli bir dönüm noktası olarak görülmüştür (Akyıldız, 1998: 209-222).
II. Mahmut'un Eğitim Reformları
Bunun dışında Sultan II. Mahmut, yeniliklerin yerleşmesi ve varlığını sürdürmesi için eğitim alanında da önemli düzenlemeler yapmaya niyetliydi. Çünkü kendinden önce de reformlar yapılmıştı; fakat belli bir nesil içerisinde uzun süre uygulanmayan her türlü yenilik, yüzlerce yıllık gelenekler karşısında yenilmeye mahkûmdur.
Bu amaçla eğitim alanında da dönemin şartlarına paralel olarak önemli değişimler yaşanmıştır. Eğitimin içeriği sadece dini eksenli olmaktan, biraz da olsa uzaklaştırılmıştır. Çünkü eskiye nazaran daha seküler bir eğitim modelinin uygulanması hedefleniyordu.
Yabancı dil veya diller öğrenip Batı’nın bilim ve tekniğini Osmanlı topraklarına taşıyabilecek öğrenciler yetiştirmek için nitelikli bir eğitim sistemi kurulmak isteniyordu. Bu sebeple kuvvetli muhalefete rağmen bu dönemde Avrupa’ya öğrenci gönderilmesine karar verildi. 1830’da Tıbbiye’den ve Enderun’dan 150 kişi Avrupa’ya eğitim amaçlı gönderilmiştir. Burada seçilen 150 kişi genel olarak Mühendishane ve Harbiye mezunlarından seçilmiştir. 1834-1838 arasında ise toplam 26 öğrenci yurtdışına gönderilmiştir. Bunlar içerisinde Mühendishane-i Berri-i Hümayun’dan 10 öğrenci ve 2 subay yine eğitim amacıyla İngiltere’ye gönderilmiştir (Tekeli & İlkin, 1999: 61). Yurtdışına gönderilen öğrencilerin kaliteli bir şekilde eğitim almalarını sağlamak amacıyla ciddi bir ödenek de sağlanmıştır. Buradaki amaç ise, daha çok nitelikli subay ihtiyacı ve yeni açılacak olan modern okullardaki nitelikli eğitimci ihtiyacı ya da iyi yetişmiş memur ihtiyacı olarak özetlenebilir (Erdoğan, 2010: 151).
Eğitim meselesine büyük önem veren Sultan II. Mahmut, ilköğretimi zorunlu yaptı ve ücretsiz hale getirdi.
Eğitim, sadece sivil alanda değil askeri alanda da modernleşmeliydi. Bu amaçla ordu eğitimi için de önemli adımlar atıldı. Öğretmenler genellikle Fransız olduğundan yetişen yeni Osmanlı nesli için eğitiminin ön şartı Fransızca öğrenmek oluyordu. Bu da, kendisinden sonra gelecek çeviri çalışmaları için önemli bir adım olarak yorumlanabilir (Lewis, 1998: 84-85).
Bunlara ek olarak ordudaki doktor ihtiyacının giderilmesi adına 1827’de Mekteb-i Tıbbiye kuruldu. Bu okulda da eğitim Fransızca yapıldı. Bunun sebebi ise Batı’daki modern tıp tekniklerinin hem güncel şekilde takip edilmesi hem de çeviri ile birlikte dilimize kazandırılmak istenmesidir (Berkes, 2003: 186). Modern askeri yöntem ve tekniklerine hâkim subay eksikliği için de 1834’de Mekteb-i Harbiye kuruldu.
II. Mahmut dönemi en önemli gelişmelerinden bir diğeri de 1833’de Tercüme Odalarının kurulması olmuştur. Burada yetişen ve yabancı dil bilen, Avrupa’da yayınlanan eserlerden haberdar olan ve Avrupa kültüründen olumlu şekilde etkilenen nesil, daha sonra Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde çok önemli roller üstlenecektir. Avrupa’yı güncel olarak takip etmek de bu sayede mümkün hale gelmiştir. Tercüme odaları, çağdaş Osmanlı aydınlarının yetişmesinde de çok önemli roller üstlenmiştir (Poyraz, 2010: 152).
Bu ve bunun gibi birçok yenilik fikri II. Mahmut’un bahsedilen yeniliklerin Mısır’da meydana getirdiği olumlu değişikleri yakından takip etmesi ile gerçekleşmiştir. Mehmet Ali Paşa ile II. Mahmut’un reformlarının benzerliği de bu düşüncemizi kuvvetlendirecek niteliklere sahiptir (Kuran, 1990: 107-111).
II. Mahmut'un Sosyal ve Yönetimsel Yenilikleri
II. Mahmut, merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki iletişim kopukluğunu gidermek amacıyla postaneler kurdurmuştur. Ayrıca vergilendirme sistemini yeniden yapılandırmak için 1831-1838 yılları arasında vergi düzenlemeleri yaptırmıştır (Shaw & Kural, 1983:70). Ardından yapılan nüfus sayımı ve mülk sayımının amacı reformlar için gerekli olan maddi kaynağı tespit edip yönetmek ve asker ihtiyacının karşılanması için gerekli verileri el altında tutmaktır (Lewis, 1998: 91).
Yine II. Mahmut döneminde yönetim alanındaki düzensizliği ve yetersizliği azaltmak adına bakanlıklar sistemine geçilmiştir. Bu dönemde memurluklar içişleri ve dışişleri olmak üzere ikiye ayrıldı. Dış işlerinde yabancı dil bilenler görevlendirildi ve bu sayede devletler arasındaki etkileşim arttırılmaya çalışıldı. Ayrıca askeri ve idari işleri düzenlemek için danışma meclisleri kuruldu. Dönemin sembolü haline gelen bir diğer yenilik de, devlet dairelerine padişahın portresinin asılması olmuştur (Shaw & Kural, 1983:49-78).
Sonuç
II. Mahmut dönemi reformları, Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Fermanı ile sonuçlanacak bir ortama geçmesine zemin hazırlaması sebebiyle oldukça önemli bir zaman dilimini teşkil etmektedir. Padişah, kendinden önceki yenilikçi Sultanların hatalarını göz önünde bulundurarak ve toplumun tutucu kesimini de hesaba katarak reformlarını gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Bu dönemde, Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde çok önemli roller üstlenecek Osmanlı aydınlarının tohumları atılmaya başlanmıştır. Batı, tamamen yenileşmenin odak noktası haline gelmiştir. Batı dillerinin öğrenilmesi ise devletin modern Batı dünyasını yakından takip etmesine olanak sağlamıştır.
II. Mahmut devri, yenileşmenin kalıcı olmaya başladığı bir dönemi de temsil etmektedir. Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde atılan radikal yenileşme adımlarının düşünsel altyapısı bu dönemde oluşmuştur.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 44
- 26
- 10
- 7
- 6
- 3
- 2
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- A. Adıvar. (1943). Osmanlı Türklerinde Ilim. Yayınevi: Maarif matbaası.
- M. Ak. (2006). Doğu-Batı Ikileminde Bir Osmanlı Entelektüeli Ahmet Mithat Efendi’nin Batı’yı Tanıma Çabasına Bir Bakış. Marife. | Arşiv Bağlantısı
- A. Akyıldız. (1998). Sened-I İttifak’ın Ilk Tam Metni. İslam Araştırmaları Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- M. Akyüz. (2013). Türk Eğitim Tarihi M.ö. 1000 - M.s. 2013. ISBN: 978-9758792399. Yayınevi: Pegem Akademi Yayıncılık.
- N. Berkes. (2003). Türkiye’de Çağdaşlaşma. ISBN: 9750804342. Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları.
- İ. B. Birecikli. (2008). 100. Yılında Ii. Meşrutiyet’in Ilanı Üzerine Bir Inceleme. Akademik Bakış. | Arşiv Bağlantısı
- G. Bozkurt. (1996). Alman-İngiliz Belgelerinin Ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914). Yayınevi: Türk Tarih Kurumu.
- E. Çağman. (2010). Iii. Selim’e Sunulan Islahat Lâyihaları. Yayınevi: Kitabevi.
- F. Demirel. (2004). Osmanlı Devleti'nde Kitap Basımının Denetimi. Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları. | Arşiv Bağlantısı
- A. Erdoğan. (2010). Tanzimat Döneminde Yurtdışına Öğrenci Gönderme Olgusu Ve Osmanlı Modernleşmesine Etkileri. Sosyoloji Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- O. Ersoy. (1959). Türkiye'ye Matbaanın Girişi Ve Ilk Basılan Eserler. Yayınevi: A.Ü. DTCF Kütüphanecilik Enstitüsü.
- C. V. Findley. (2011). Modern Türkiye Tarihi. Yayınevi: Timaş Yayınları.
- M. Karagöz. (1995). Osmanlı Devletinde Islahat Hareketleri Ve Batı Medeniyetine Giriş Gayretleri (1700-1839). Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- E. Z. Karal. (1998). Selim Iii’ün Hat-Tı Hümayunları -Nizam-I Cedit (1789-1807). Yayınevi: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
- M. A. Karaman. (2018). Fransız İhtilali’nin Osmanlı İmparatorluğu’na Etkileri. Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- K. Karpat. (1988). Türkler Xix. Asır: Ilk Islahat Hareketleri Ve Temelleri (1800-1839). Yayınevi: Milli Eğitim Basımevi.
- E. Kuran. (Seminer). Sultan Ii. Mahmut Ve Mehmet Ali Paşanın Gerçekleştirdiği Reformların Karşılıklı Tesirleri. Not: Sultan II. Mahmut ve Reformları Semineri.
- Ş. Mardin. (1996). Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu. Yayınevi: İletişim Yayıncılık.
- B. Tanör. (Ansiklopedi, 1985). Anayasal Gelişmelere Toplu Bir Bakış. Not: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi.
- S. Yeli. (Yüksek Lisans Tezi, 2005). Iii. Selim Dönemindeki Askeri Ve Eğitim Alanındaki Islahat Hareketleri. Not: Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı.
- E. J. Zürcher. (1995). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. Yayınevi: İletişim Yayınları.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 11:38:26 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/8910
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.