Makineler Düşünebilir mi? Alan Turing'in 1950 Tarihli "Hesaplama Makineleri ve Zeka" Makalesinin Türkçe Tam Çevirisi!
Alan Turing'in 1950 yılında Mind dergisinde yayımlanan "Computing Machinery and Intelligence" başlıklı makalesi, yapay zeka tarihi için bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu eserde Turing, daha sonraları "Turing Testi" olarak adlandırılacak olan fikri ortaya atarak makinelerin düşünme yeteneğini sorgulamış ve bilgisayar biliminin temel taşlarını döşemiştir. Bu test, insan bir "sorgucu"nun, hangisinin hangisi olduğunu bilmeden bir makine ve başka bir insanla yazılı olarak veya doğal dilde konuşmasını içerir. Sorgucu, makineyi insandan güvenilir bir şekilde ayıramazsa, makinenin insan benzeri bir zeka sergilediği kabul edilir.
Turing'in makalesi, tartışmayı zihin ve bilincin doğasına ilişkin soyut felsefi tartışmalardan pratik ve operasyonel bir perspektife temelden kaydırmaktadır. Bunu yaparak, insan düşünce sürecinin kendisini taklit etmek yerine, makinelerin insan zekasına davranışsal eşdeğerlik sergileme becerisine odaklanan zeka için net, ölçülebilir bir standart belirler. Bu pratik yaklaşım, sadece yapay zeka araştırmacılarına somut bir hedef sunmakla kalmamıştır, aynı zamanda psikoloji, bilişsel bilim ve bilgisayar bilimlerinden daha geniş bir disiplinlerarası katılımı davet ederek akıllı sistemlerin geliştirilmesinin önünü açmıştır. Turing'in çalışması bu nedenle sadece makinelerin yeteneklerine bir meydan okuma olarak değil, aynı zamanda zekanın doğasına ilişkin felsefi bir sorgulama olarak da hizmet etmekte ve onlarca yıllık tartışma, araştırma ve yeniliği teşvik etmektedir.
Bu makalenin Türkçeye doğru ve anlaşılır bir şekilde çevrilmesi, Turing'in vizyonunun ve yapay zekanın temel kavramlarının Türkiye'deki bilim insanları ve bilimseverler tarafından eksiksiz anlaşılabilmesi için büyük önem taşıdığına inanıyoruz. Bu çevirinin, Türkiye'de yapay zeka alanında yapılan akademik çalışmalar ve teknolojik gelişmeler için zengin bir kaynak sunarak, bu alandaki bilgi birikiminin derinleştirilmesine katkıda bulunacağını umuyor ve sizi Alan Turing ile baş başa bırakıyoruz:
1. Taklit Oyunu (The Imitation Game)
"Makineler düşünebilir mi?" sorusunu ele almayı öneriyorum. Buna, "makine" ve "düşünmek" terimlerinin anlamlarının tanımlanmasıyla başlanmalıdır. Tanımlar, kelimelerin normal kullanımını mümkün olduğunca yansıtacak şekilde çerçevelenebilir ancak bu tutum tehlikelidir. "Makine" ve "düşünmek" kelimelerinin anlamı, yaygın olarak nasıl kullanıldıklarını inceleyerek bulunacaksa, "Makineler düşünebilir mi?" sorusunun anlamının ve cevabının Gallup anketi gibi istatistiksel bir araştırmada aranması gerektiği sonucundan kaçmak zordur. Ancak bu saçmadır. Böyle bir tanımlama girişiminde bulunmak yerine; soruyu, onunla yakından ilişkili olan ve nispeten açık kelimelerle ifade edilen başka bir soruyla değiştireceğim.
Problemin yeni şekli, "taklit oyunu" olarak adlandırdığımız bir oyunla tanımlanabilir. Oyun üç kişiyle oynanır: bir erkek (A), bir kadın (B) ve cinsiyeti önemsiz olan bir sorgulayıcı (C). Sorgulayıcı diğer ikisinden ayrı bir odada kalır. Sorgulayıcı için oyunun amacı, diğer ikisinden hangisinin erkek hangisinin kadın olduğunu belirlemektir. Onları X ve Y etiketleriyle tanır ve oyunun sonunda ya "X, A'dır ve Y, B'dir." ya da "X, B'dir ve Y, A'dır." der. Sorgulayıcının A ve B'ye bu şekilde sorular sormasına izin verilir:
- C: X, lütfen bana saçının uzunluğunu söyler misin?
Şimdi X'in aslında A olduğunu varsayalım. O zaman A gibi cevap vermelidir. A'nın oyundaki amacı C'nin yanlış tanımlama yapmasına neden olmaya çalışmaktır. Bu nedenle cevabı şöyle olabilir:
- "Saçlarım kiremitli [20'lerde moda olan bir kadın saçı tipi] ve en uzun telleri yaklaşık dokuz inç uzunluğunda."
Ses tonunun sorguyu yapan kişiye yardımcı olmaması için cevaplar yazılı ya da daha iyisi daktilo ile yazılmalıdır. İdeal düzenleme, iki oda arasında iletişim kuran bir teleprinter'a sahip olmaktır. Alternatif olarak soru ve cevaplar bir aracı tarafından tekrarlanabilir. Üçüncü oyuncu (B) içinse oyunun amacı sorgulayıcıya yardım etmektir. Onun için en iyi strateji muhtemelen doğru cevaplar vermektir. Cevaplarına "Ben kadınım, onu dinlemeyin!" gibi şeyler ekleyebilir ancak erkek de benzer açıklamalar yapabileceğinden bunun hiçbir faydası olmayacaktır.
2. Yeni Sorunun Eleştirisi
"Sorunun bu yeni biçiminin cevabı nedir?" diye sormanın yanı sıra, "Bu yeni soru araştırmaya değer bir soru mudur?" diye de sorulabilir. Bu son soruyu daha fazla uzatmadan araştırıyoruz ve böylece sonsuz bir gerilemeyi kısa kesiyoruz.
Yeni problem, insanın fiziksel ve entelektüel kapasiteleri arasında oldukça keskin bir çizgi çizme avantajına sahiptir. Hiçbir mühendis ya da kimyager insan derisinden ayırt edilemeyecek bir malzeme üretebileceğini iddia etmemektedir. Bir süre sonra bunun yapılabilmesi mümkündür ancak bu buluşun mevcut olduğunu varsaysak bile, bir "düşünme makinesini" böyle yapay bir etle giydirerek daha insani hale getirmeye çalışmanın pek bir anlamı olmadığını düşünmeliyiz. Problemi ortaya koyduğumuz biçim, sorgulayıcının diğer rakipleri görmesini, onlara dokunmasını ya da seslerini duymasını engelleyen durumdaki bu gerçeği yansıtmaktadır. Önerilen kriterin diğer bazı avantajları örnek soru ve cevaplarla gösterilebilir. Şöyle ki:
- S: Lütfen bana Forth Köprüsü hakkında bir sone yazın.
- C: Bu konuda beni yok sayın. Ben asla şiir yazamam.
- S: 34957'yi 70764'e ekleyin.
- C: (Yaklaşık 30 saniye duraklayın ve ardından cevap olarak verin) 105621.
- S: Satranç oynar mısınız?
- A: Evet.
- S: Şahım K1 ve başka taşım yok. Sadece K6'da şahın ve R1'de kalen var. Hamle sırası sende. Hamlen nedir?
- A: (15 saniyelik bir aradan sonra) Kale R8'e. şahmat.
Soru ve cevap yöntemi, dahil etmek istediğimiz insan çabası alanlarından hemen her birini tanıtmak için uygun görünmektedir. Ne güzellik yarışmalarında parlayamadığı için makineyi cezalandırmak istiyoruz ne de bir uçağa karşı yarışta kaybettiği için bir insanı cezalandırmak istiyoruz. Oyunumuzun koşulları bu engelleri konu dışı kılmaktadır. "Tanıklar" [A ve B], eğer uygun görürlerse, çekicilikleri, güçleri ya da kahramanlıkları hakkında istedikleri kadar övünebilirler, ancak sorgulayan kişi [C] bu tip gösteriler yapılmasını talep edemez.
Oyun, şartların makineden yana olmadığı gerekçesiyle eleştirilebilir. Eğer bir insan makine gibi davranmaya çalışırsa, çok kötü bir performans sergileyeceği açıktır. Aritmetikteki yavaşlığı ve yaptığı hatalar onu hemen ele verirdi. Makineler, düşünme olarak tanımlanması gereken ama insanın yaptığından çok farklı olan bir şeyi gerçekleştiriyor olamaz mı? Bu itiraz, çok güçlü bir itirazdır ancak en azından şunu söyleyebiliriz ki, yine de taklit oyununu tatmin edici bir şekilde oynayacak bir makine inşa edilebilirse, bu itirazdan rahatsız olmamıza gerek yoktur.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
"Taklit oyunu" oynarken makine için en iyi stratejinin bir insanın davranışını taklit etmekten başka bir şey olabileceği ileri sürülebilir. Bu olabilir ancak bence bu türden büyük bir etki olması pek olası değildir. Her halükarda burada oyunun teorisini araştırmak gibi bir niyetimiz yoktur ve en iyi stratejinin bir insanın doğal olarak vereceği cevapları vermeye çalışmak olduğu varsayılacaktır.
Şimdi şu soruyu soruyoruz: "Bu oyunda A'nın rolünü bir makine aldığında ne olacak?" Sorgulayıcı, oyun bu şekilde oynandığında, oyun bir erkek ve bir kadın arasında oynandığında olduğu kadar sık yanlış karar verecek mi? Bu sorular bizim orijinal "Makineler düşünebilir mi?" sorumuzun yerini almaktadır.
3. Oyunda Söz Konusu Olan Makineler
"Makine" kelimesiyle neyi kastettiğimizi belirtmedikçe 1. Bölüm'de sorduğumuz soru tam olarak kesinleşmeyecektir. Makinelerimizde her türlü mühendislik tekniğinin kullanılmasına izin vermek istememiz doğaldır. Ayrıca bir mühendisin ya da mühendis ekibinin çalışan bir makine yapabileceği, ancak büyük ölçüde deneysel bir yöntem uyguladıkları için çalışma şeklinin yapanlar tarafından tatmin edici bir şekilde tanımlanamayacağı ihtimaline de izin vermek istiyoruz. Son olarak, alışılagelmiş şekilde doğan insanları makinelerin dışında tutmak istiyoruz.
Tanımları bu üç koşulu karşılayacak şekilde çerçevelemek zordur. Örneğin mühendis ekibinin tamamının tek bir cinsiyetten olması gerektiği konusunda ısrar edilebilir, ancak bu gerçekten tatmin edici olmayacaktır, çünkü muhtemelen bir erkeğin derisinin tek bir hücresinden (örneğin) tam bir birey yetiştirmek mümkündür. Bunu yapmak en yüksek övgüyü hak eden bir biyolojik teknik başarısı olacaktır, ancak bunu "düşünen bir makine inşa etme" vakası olarak görmeye meyilli olmayız. Bu da bizi her türlü tekniğe izin verilmesi gerekliliğinden vazgeçmeye sevk etmektedir. "Düşünen makinelere" yönelik mevcut ilginin, genellikle "elektronik bilgisayar" veya "dijital bilgisayar" olarak adlandırılan belirli bir tür makine tarafından uyandırıldığı gerçeğini göz önünde bulundurarak bunu yapmaya daha hazırız. Bu öneriye uyarak sadece dijital bilgisayarların oyunumuzda yer almasına izin veriyoruz.
Bu kısıtlama ilk bakışta çok sert bir kısıtlama gibi görünmektedir. Gerçekte böyle olmadığını göstermeye çalışacağım. Bunu yapmak için bu bilgisayarların doğası ve özellikleri hakkında kısa bir açıklama yapmak gerekiyor.
Makinelerin dijital bilgisayarlarla özdeşleştirilmesinin, tıpkı "düşünme" kriterimiz gibi, ancak (benim inancımın aksine) dijital bilgisayarların oyunda iyi bir performans gösteremediği ortaya çıkarsa tatmin edici olmayacağı da söylenebilir.
Halihazırda çalışır durumda çok sayıda dijital bilgisayar bulunmaktadır ve Neden deneyi hemen yapmıyoruz?" diye sorulabilir. "Oyunun koşullarını yerine getirmek kolay olacaktır. Bir dizi sorgucu kullanılabilir ve doğru kimliğin ne sıklıkla verildiğini gösteren istatistikler derlenebilir." Kısa cevap şu ki, tüm dijital bilgisayarların oyunda başarılı olup olmayacağını ya da şu anda mevcut olan bilgisayarların başarılı olup olmayacağını değil, başarılı olabilecek herhangi bir bilgisayarın hayal edilip edilemeyeceğini soruyoruz. Ancak bu sadece kısa cevaptır. Bu soruya daha sonra farklı bir açıdan bakacağız.
4. Dijital Bilgisayarlar
Dijital bilgisayarların arkasındaki fikir, bu makinelerin bir insan bilgisayar tarafından yapılabilecek her türlü işlemi gerçekleştirmeye yönelik olduğu söylenerek açıklanabilir. İnsan bilgisayarın sabit kuralları izlediği varsayılır; bu kurallardan herhangi bir ayrıntıda sapma yetkisi yoktur. Bu kuralların bir kitapta yer aldığını ve yeni bir işe başladığında bu kitabın değiştirildiğini varsayabiliriz. Ayrıca hesaplamalarını yaptığı sınırsız miktarda kağıda da erişimi vardır. Çarpma ve toplama işlemlerini bir "masa makinesi" üzerinde de yapabilir, ancak bu önemli değildir.
Yukarıdaki açıklamayı bir tanım olarak kullanırsak, tartışmanın döngüselliği tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. İstenen etkinin elde edildiği araçların bir taslağını vererek bundan kaçınıyoruz. Dijital bir bilgisayar genellikle üç parçadan oluşuyor olarak kabul edilebilir:
- Depo.
- Yönetim birimi.
- Kontrol.
Depo, bir bilgi deposudur ve ister hesaplamalarını yaptığı isterse kurallar kitabının basılı olduğu kağıt olsun, insan bilgisayarının kağıdına karşılık gelir. İnsan bilgisayarlar hesaplamaların kafadan yaptığı sürece, deponun bir kısmı onun hafızasına karşılık gelecektir.
Yürütme/yönetim birimi, bir hesaplamada yer alan çeşitli bireysel işlemleri gerçekleştiren kısımdır. Bu bireysel işlemlerin neler olduğu makineden makineye değişecektir. Genellikle "3540675445 ile 7076345687'u çarp." gibi oldukça uzun işlemler yapılabilir, ancak bazı makinelerde sadece "0 yaz." gibi çok basit işlemler mümkündür.
Bilgisayara verilen "kurallar kitabının" makinede deponun bir parçası ile yer değiştirdiğini belirtmiştik. Buna daha sonra "talimatlar tablosu" diyeceğiz. Bu talimatlara doğru bir şekilde ve doğru sırada uyulduğunu görmek kontrolün görevidir. Kontrol ünitesi bunun zorunlu olarak gerçekleşeceği şekilde yapılandırılmıştır.
Depodaki bilgiler genellikle orta derecede küçük boyutlu paketlere ayrılır. Örneğin bir makinede bir paket on ondalık basamaktan oluşabilir. Sayılar, deponun çeşitli bilgi paketlerinin saklandığı bölümlerine sistematik bir şekilde atanır. Tipik bir talimat şöyle olabilir:
6809 konumunda depolanan sayıyı 4302'dekine ekleyin ve sonucu ikinci depolama konumuna geri koyun.
Bunun makinede İngilizce olarak ifade edilmeyeceğini söylemeye gerek yok. Daha çok 6809430217 gibi bir biçimde kodlanacaktır. Burada 17, çeşitli olası işlemler arasından hangisinin o iki sayı üzerinde uygulayacağını belirlemektedir. Bu durumda işlem, yukarıda açıklanan işlemdir, yani "Sayıları topla.". Talimatın 10 basamaktan oluştuğu ve böylece çok uygun bir şekilde tek bir bilgi paketi oluşturduğu fark edilecektir. Kontrol normalde talimatları saklandıkları konumların sırasına göre alacaktır, ancak bazen aşağıdaki gibi bir talimat da verilebilir:
Şimdi 5606 konumunda saklanan talimata uy ve buradan devam et.
veya
4505 pozisyonu 0 içeriyorsa 6707'de saklanan bir sonraki komuta uy, aksi takdirde doğrudan devam et.
Bu ikinci tür talimatlar çok önemlidir çünkü bir dizi işlemin bazı koşullar yerine getirilene kadar tekrar tekrar değiştirilmesini, ancak bunu yaparken her tekrarda yeni talimatlara değil, aynı talimatlara tekrar tekrar uyulmasını mümkün kılarlar. Ev içinden bir benzetme yapalım. Annenin Tommy'den her sabah okula giderken ayakkabılarının tamir edilip edilmediğini görmek için ayakkabıcıya uğramasını istediğini varsayalım. Bunu ona her sabah yeniden sorabilir. Alternatif olarak, ayakkabıları sormayı unutmamasını hatırlatan ve ayakkabıların tamir edilmesi (ve eve getirilmesi hâlinde) o kağıdı çöpe atabileceğini söyleyen bir notu, Tommy'nin okula giderken göreceği şekilde hole asabilir.
Okur, dijital bilgisayarların tarif ettiğimiz ilkelere göre inşa edilebileceğini (ve gerçekten de inşa edildiğini) ve aslında bir insan bilgisayarının eylemlerini çok yakından taklit edebileceklerini bir gerçek olarak kabul etmelidir.
İnsan bilgisayarımızın bir kural kitabını her seferinde kullanıyormuş gibi yapması tarifi, elbette uygun bir kurgudan ibarettir. Gerçek insan bilgisayarlar, ne yapmaları gerektiğini hatırlarlar. Eğer bir makine karmaşık bir işlemde insan bilgisayarının davranışını taklit etmek istiyorsa, ona bunun nasıl yapıldığını sormalı ve ardından cevabı bir talimat tablosu biçimine çevirmelidir. Talimat tablolarının oluşturulması genellikle "programlama" olarak tanımlanır. "Bir makineyi A işlemini gerçekleştirecek şekilde programlamak", uygun talimat tablosunu A işlemini gerçekleştirecek şekilde makineye yerleştirmek anlamına gelir.
Dijital bilgisayar fikrinin ilginç bir çeşidi de "rastgele unsurlu dijital bilgisayar"dır. Bunlar, bir zarın atılmasını veya eşdeğer bir elektronik işlemi içeren talimatlara sahiptir. Örneğin böyle bir talimat, "Zarı at ve çıkan sayıyı 1000 deposuna koy." şeklinde olabilir. Bazen böyle bir makine "özgür iradeye sahip" olarak tanımlanır (ancak ben bu ifadeyi kullanmazdım). Normalde bir makineyi gözlemleyerek rastgele bir unsura sahip olup olmadığını belirlemek mümkün değildir, çünkü benzer bir etki, seçimlerin ondalık sayıların basamaklarına bağlı olması gibi cihazlar tarafından da üretilebilir.
Gerçek dijital bilgisayarların çoğunun yalnızca sınırlı bir deposu vardır. Sınırsız deposu olan bir bilgisayar fikrinde teorik bir zorluk yoktur. Elbette herhangi bir zamanda yalnızca sonlu bir kısmı kullanılmış olabilir. Aynı şekilde sadece sonlu bir miktar inşa edilmiş olabilir, ancak biz gerektiğinde daha fazlasının eklenebileceğini hayal edebiliriz. Bu tür bilgisayarlar özel bir teorik ilgiye sahiptir ve "sonsuz kapasiteli bilgisayarlar" olarak adlandırılacaktır.
Dijital bilgisayar fikri eski bir fikirdir. Cambridge'de 1828'den 1839'a kadar Lucasian Matematik Profesörü olan Charles Babbage, "Analitik Motor" (İng: "Analytical Engine") adı verilen böyle bir makine planladı, ancak hiçbir zaman tamamlanamadı. Babbage, tüm temel fikirlere sahip olmasına rağmen, makinesi o zamanlar çok çekici bir olasılık değildi. Kullanılabilecek hız kesinlikle bir insan bilgisayarından daha hızlı olacaktı, ancak kendisi de modern makinelerin en yavaşlarından biri olan Manchester makinesinden yüz kat daha yavaş olacaktı. Depolama tamamen mekanik olacak, tekerlekler ve kartlar kullanılacaktı.
Babbage'ın Analitik Motorunun tamamen mekanik olarak kurgulandığı gerçeği, kendimizi bir batıl inançtan kurtarmamıza yardımcı olacaktır. Modern dijital bilgisayarların elektriksel olduğu ve sinir sisteminin de elektriksel olduğu gerçeğine sıklıkla önem atfedilir. Babbage'ın makinesi elektrikli olmadığından ve tüm dijital bilgisayarlar bir anlamda eşdeğer olduğundan, bu elektrik kullanımının teorik bir önemi olamayacağını görüyoruz. Elbette elektrik genellikle hızlı sinyalizasyon söz konusu olduğunda devreye girer, dolayısıyla bu iki bağlantıda da karşımıza çıkması şaşırtıcı değildir. Sinir sisteminde kimyasal olaylar en az elektrik kadar önemlidir. Bazı bilgisayarlarda depolama sistemi esas olarak akustiktir. Dolayısıyla elektrik kullanma özelliğinin sadece çok yüzeysel bir benzerlik olduğu görülmektedir. Eğer bu tür benzerlikler bulmak istiyorsak, daha ziyade matematiksel işlev benzerliklerine bakmalıyız.
5. Dijital Bilgisayarların Evrenselliği
Son bölümde ele alınan dijital bilgisayarlar "ayrık durumlu makineler" (İng: "discrete-state machines") arasında sınıflandırılabilir. Bunlar ani sıçramalar ya da tıklamalarla oldukça belirli bir durumdan diğerine geçen makinelerdir. Bu durumlar, aralarındaki karışıklık olasılığının göz ardı edilebilmesi için yeterince farklıdır. Kesin konuşmak gerekirse, gerçekte böyle makineler yoktur. Her şey gerçekten de sürekli hareket eder. Ancak ayrık durum makineleri olarak düşünülebilecek pek çok makine türü vardır. Örneğin bir aydınlatma sisteminin anahtarları düşünüldüğünde, her bir anahtarın kesinlikle açık ya da kesinlikle kapalı olması gerektiği uygun bir kurgudur. Ara konumlar olmalıdır, ancak çoğu amaç için bunları unutabiliriz. Ayrık durumlu bir makineye örnek olarak, her saniye 120'ye kadar sayacak şekilde dönen ancak dışarıdan bir kolla durdurulabilir olan bir çarkı düşünebiliriz. Ayrıca tekerleğin konumlarından birinde bir lamba yanacaktır. Bu makine, soyut olarak aşağıdaki gibi tanımlanabilir. Makinenin iç durumu (tekerleğin konumu ile tanımlanan) q1q_1 , q2q_2 veya q3q_3 olabilir. Kolun koluna bağlı olarak i0i_0 veya i1i_1 şeklinde bir giriş sinyali vardır. Herhangi bir andaki dahili durum, tabloya göre son durum ve giriş sinyali tarafından belirlenir.
Dahili durumun harici olarak görülebilen tek göstergesi olan çıkış sinyalleri (ışık) ise aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:
Bu örnek ayrık durumlu makineler için tipiktir. Sadece sonlu sayıda olası duruma sahip olmaları koşuluyla bu tür tablolarla tanımlanabilirler.
Makinenin başlangıç durumu ve giriş sinyalleri göz önüne alındığında, gelecekteki tüm durumları tahmin etmenin her zaman mümkün olduğu görülecektir. Bu, Laplace'ın, tüm parçacıkların konumları ve hızları tarafından tanımlanabilmesi hâlinde, Evren'de zamanın herhangi bir anındaki tam durumundan, gelecekteki tüm durumları tahmin etmenin mümkün olması gerektiği görüşünü anımsatmaktadır. Ancak bizim üzerinde durduğumuz öngörü, Laplace'ın düşündüğünden daha çok uygulanabilirliğe yakındır. "Bir bütün olarak evren" öyle bir sistemdir ki, başlangıç koşullarındaki oldukça küçük hatalar daha sonraki bir zamanda çok büyük bir etkiye sahip olabilir. Tek bir elektronun bir anda santimetrenin milyarda biri kadar yer değiştirmesi, bir insanın bir yıl sonra çığ altında kalarak ölmesi ya da kurtulması arasındaki farkı yaratabilir. "Ayrık durumlu makineler" olarak adlandırdığımız mekanik sistemlerin temel özelliği, bu olgunun meydana gelmemesidir. İdealize edilmiş makineler yerine gerçek fiziksel makineleri ele aldığımızda bile, bir andaki durum hakkında makul ölçüde doğru bilgi, herhangi bir sayıda adım sonra makul ölçüde doğru bilgi sağlar.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, dijital bilgisayarlar ayrık durumlu makineler sınıfına girer. Ancak böyle bir makinenin işleyebildiği durum sayısı genellikle son derece fazladır. Örneğin, şu anda Manchester'da çalışan makine için bu sayı yaklaşık 21650002^{165000}, yani yaklaşık 105000010^{50000} mertebesindedir. Bunu yukarıda anlatılan ve üç durumu olan tıklama tekerleği örneğimizle karşılaştırın. Durum sayısının neden bu kadar büyük olması gerektiğini anlamak zor değildir. Bilgisayar, bir insan bilgisayarı tarafından kullanılan kağıda karşılık gelen bir depo içerir. Kağıda yazılmış olabilecek sembol kombinasyonlarından herhangi birini depoya yazmak mümkün olmalıdır. Basitlik açısından sembol olarak sadece 0'dan 9'a kadar olan rakamların kullanıldığını varsayalım. El yazısındaki farklılıklar göz ardı edilir. Bilgisayara, her biri 30 hane için yer olan 50 satır içeren 100 sayfa kağıt verildiğini varsayalım. O zaman durum sayısı 10100×50×3010^{100\times 50 \times 30} yani 1015000010^{150000} olur. Bu, üç Manchester makinesinin bir araya getirilmesiyle elde edilen durum sayısı kadardır. Durum sayısının iki tabanına göre logaritması genellikle makinenin "depolama kapasitesi" olarak adlandırılır. Dolayısıyla Manchester makinesinin depolama kapasitesi yaklaşık 165.000, örneğimizdeki çark makinesinin ise yaklaşık 1,6'dır. Eğer iki makine bir araya getirilirse, ortaya çıkan makinenin kapasitesini elde etmek için kapasitelerinin toplanması gerekir. Bu durum, şu tür ifadelerle sonuçlanır:
Manchester makinesinde her biri 2560 kapasiteli 64 manyetik ray, 1280 kapasiteli sekiz elektronik tüp bulunmaktadır. Çeşitli depolar yaklaşık 300 adet olup toplamda 174.380 adettir.
Ayrık durumlu bir makineye karşılık gelen tablo verildiğinde, makinenin ne yapacağını tahmin etmek mümkündür. Bu hesaplamanın dijital bir bilgisayar aracılığıyla yapılmaması için hiçbir neden yoktur. Yeterince hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi koşuluyla, dijital bilgisayar herhangi bir ayrık durumlu makinenin davranışını taklit edebilir. Taklit oyunu, daha sonra söz konusu makine (B olarak) ve taklit eden dijital bilgisayar (A olarak) ile oynanabilir ve sorgulayıcı bunları ayırt edemeyecektir. Elbette dijital bilgisayar yeterli depolama kapasitesine sahip olmalı ve yeterince hızlı çalışmalıdır. Dahası, taklit edilmesi istenen her yeni makine için yeniden programlanmalıdır.
Dijital bilgisayarların bu özelliği, yani herhangi bir ayrık durumlu makineyi taklit edebilmeleri, "evrensel makineler" oldukları söylenerek tanımlanır. Bu özelliğe sahip makinelerin varlığının önemli bir sonucu da, hız bir yana bırakılırsa, çeşitli hesaplama işlemlerini yapmak için çeşitli yeni makineler tasarlamanın gereksiz olmasıdır. Bunların hepsi, her durum için uygun şekilde programlanmış tek bir dijital bilgisayarla yapılabilir. Bunun bir sonucu olarak tüm dijital bilgisayarların bir anlamda eşdeğer olduğu görülecektir.
Şimdi Bölüm 3'ün sonunda ortaya atılan noktayı tekrar ele alabiliriz. Hatırlarsanız, "Makineler düşünebilir mi?" sorusunun, geçici olarak "Taklit oyununda başarılı olabilecek dijital bilgisayarlar var mıdır?" sorusuyla değiştirilmesi önerilmişti. Eğer istersek bunu yüzeysel olarak daha genel hale getirebilir ve "İyi sonuç verecek ayrık durumlu makineler var mıdır?" diye sorabiliriz. Ancak evrensellik özelliği göz önünde bulundurulduğunda, bu sorulardan herhangi birinin şu soruya eşdeğer olduğunu görürüz:
Dikkatimizi belirli bir dijital bilgisayar C'ye odaklayalım. Bu bilgisayarı yeterli bir depolama alanına sahip olacak şekilde modifiye ederek, hareket hızını uygun şekilde artırarak ve ona uygun bir program sağlayarak, C'nin taklit oyununda A rolünü tatmin edici bir şekilde oynaması sağlanabilir mi, B rolünü bir insan üstlenebilir mi?
6. Ana Soruya Yönelik Karşıt Görüşler
Artık zeminin temizlendiğini düşünebiliriz ve "Makineler düşünebilir mi?" sorumuz ve son bölümün sonunda alıntılanan varyantı üzerine tartışmaya geçmeye hazırız. Sorunun orijinal biçimini tamamen terk edemeyiz, çünkü yaptığımız yer değiştirmenin uygunluğu konusunda görüşler farklılık gösterecektir ve en azından bu bağlamda söylenmesi gerekenleri dinlemeliyiz.
Öncelikle bu konudaki kendi görüşlerimi açıklamam okuyucu için meseleyi basitleştirecektir. Önce sorunun daha doğru şeklini ele alalım. Yaklaşık elli yıl içinde, yaklaşık 109 depolama kapasitesine sahip bilgisayarları programlayarak, taklit oyununu o kadar iyi oynamalarını sağlamanın mümkün olacağına inanıyorum ki, ortalama bir sorgulayıcının beş dakikalık bir sorgulamadan sonra doğru teşhisi yapma şansı yüzde 70'ten fazla olmayacaktır. Asıl sorumuzsa, "Makineler düşünebilir mi?" Ben, bu sorunun tartışılmayı hak etmeyecek kadar anlamsız olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte, yüzyılın sonunda kelimelerin kullanımının ve eğitimli kişiler arasındaki genel görüşün o kadar değişmiş olacağına inanıyorum ki, bir kişi çelişkiye düşmeksizin düşünen makinelerden söz edebilecektir. Ayrıca bu inançları gizlemenin hiçbir yararlı amaca hizmet etmeyeceğine inanıyorum. Bilim insanlarının, hiçbir gelişmiş varsayımdan etkilenmeden, iyi belirlenmiş bir olgudan iyi belirlenmiş bir diğer olguya doğru amansızca ilerlediği şeklindeki popüler görüş oldukça yanlıştır. Hangilerinin kanıtlanmış gerçekler, hangilerinin varsayımlar olduğu açıklığa kavuşturulduğu takdirde, hiçbir zarar ortaya çıkmayacaktır. Varsayımlar, yararlı araştırma alanları önerdikleri için büyük önem taşırlar.
Şimdi kendi görüşlerime karşıt görüşleri değerlendirmeye geçiyorum.
(1) Teolojik İtiraz
Düşünmek, insanın ölümsüz ruhunun bir işlevidir. Tanrı, her erkek ve kadına ölümsüz bir ruh vermiştir, ancak başka hiçbir hayvana ya da makineye vermemiştir. Dolayısıyla hiçbir hayvan ya da makine düşünemez.
Bunun hiçbir kısmını kabul edemiyorum, ancak teolojik terimlerle cevap vermeye çalışacağım. Hayvanlar insanlarla birlikte sınıflandırılsaydı argümanı daha ikna edici bulurdum, çünkü bana göre tipik canlı ve cansızlar arasında insan ve diğer hayvanlar arasında olduğundan daha büyük bir fark vardır. Ortodoks görüşün keyfi karakteri, başka bir dini topluluğun üyesine nasıl görünebileceğini düşünürsek daha açık hale gelir. Hıristiyanlar, kadınların ruhu olmadığı şeklindeki Müslüman görüşünü nasıl değerlendirmektedir?
Ancak bu noktayı bir kenara bırakalım ve ana argümana dönelim. Bana öyle geliyor ki, yukarıda alıntılanan argüman, Yüce Tanrı'nın her şeye gücü yeten kudretinin ciddi bir şekilde kısıtlanması anlamına gelmektedir. Biri ikiye eşitlemek gibi O'nun yapamayacağı bazı şeyler olduğu kabul edilebilir, ancak O'nun uygun gördüğü takdirde bir file ruh verme özgürlüğüne sahip olduğuna inanmamız gerekmez mi? O'nun bu gücü ancak filin bu tür ihtiyaçlarına cevap verebilecek uygun şekilde geliştirilmiş bir beyne sahip olmasını sağlayan bir mutasyonla birlikte kullanmasını bekleyebiliriz.
Makineler için de tam olarak benzer bir argüman ileri sürülebilir. "Yutması" daha zor olduğu için bu argüman farklıymış gibi görünebilir. Ancak bu aslında yalnızca, Tanrı'nın koşulları bir ruh bahşetmek için uygun görmesinin daha az olası olduğunu düşündüğümüz anlamına gelir. Söz konusu koşullar, bu makalenin geri kalanında ele alınmaktadır. Bu tür makineler inşa etmeye çalışırken, O'nun ruh yaratma gücünü saygısızca gasp ediyor olmamalıyız, tıpkı çocuk yaparken olduğu gibi: Her iki durumda da, daha ziyade, O'nun yaratacağı ruhlar için köşkler sağlayarak O'nun iradesini sağlayan araçlardan ibaretiz.
Ancak bu sadece bir spekülasyondur. Altını doldurmak için ne yapılırsa yapılsın, teolojik argümanlardan pek etkilenmiyorum. Bu tür argümanlar geçmişte de çoğu zaman tatmin edici bulunmamıştır. Galileo zamanında, "Ve güneş hareketsiz durdu ... ve bütün bir gün boyunca batmaya acele etmedi" (Yeşu x. 13) ve "Dünyanın temellerini hiçbir zaman hareket etmesin diye O attı" (Mezmurlar cv. 5) metinlerinin Kopernik teorisini çürütmek için yeterli olduğu ileri sürülmüştür. Bugünkü bilgilerimizle böyle bir argüman beyhude görünmektedir. Bu bilgi mevcut olmadığında, oldukça farklı bir etki yaratmıştır.
(2) "Kafalar Kumda" İtirazı
Bunu şöyle özetlemek mümkündür:
Makinelerin düşünmesinin sonuçları çok korkunç olacaktır. Bunu yapamayacaklarını umalım ve buna inanalım.
Bu argüman nadiren yukarıdaki şekilde olduğu kadar açık bir şekilde ifade edilir. Ancak bu konu hakkında düşünen çoğumuzu etkilemektedir. İnsanın bir şekilde yaratılışın geri kalanından üstün olduğuna inanmak isteriz. En iyisi, insanın zorunlu olarak üstün olduğunun gösterilebilmesidir, çünkü anca o zaman hakim konumunu kaybetme tehlikesi ortadan kalkar. Teolojik argümanın popülerliği açıkça bu duyguyla bağlantılıdır. Entelektüel insanlarda oldukça güçlü olması muhtemeldir, çünkü düşünme gücüne diğerlerinden daha fazla değer verirler ve insanın üstünlüğüne olan inançlarını bu güce dayandırmaya daha meyillidirler.
Bu argümanın çürütülmeyi gerektirecek kadar önemli olduğunu düşünmüyorum. Teselli daha uygun olacaktır: Belki de bu teselli, ruhların göçünde aranmalıdır.
(3) Matematiksel İtiraz
Ayrık durumlu makinelerin güçlerinde sınırlamalar olduğunu göstermek için kullanılabilecek bir dizi matematiksel mantık sonucu vardır. Bu sonuçlardan en iyi bilineni Gödel teoremi (1931) olarak bilinir ve yeterince güçlü herhangi bir mantıksal sistemde, belki de sistemin kendisi tutarsız olmadığı sürece, sistem içinde ne kanıtlanabilen ne de çürütülebilen ifadelerin formüle edilebileceğini gösterir. Church (1936), Kleene (1935), Rosser ve Turing'e (1937) ait, bazı açılardan benzer başka sonuçlar da vardır. Son sonuç, doğrudan makinelere atıfta bulunduğu için dikkate alınması en uygun olanıdır, oysa diğerleri yalnızca nispeten dolaylı bir argümanda kullanılabilir: örneğin Godel'in teoremi kullanılacaksa, mantıksal sistemleri makineler açısından ve makineleri mantıksal sistemler açısından tanımlamak için bazı araçlara sahip olmamız gerekir. Söz konusu sonuç, esasen sonsuz kapasiteye sahip dijital bir bilgisayar olan bir makine türüne atıfta bulunmaktadır. Bu sonuç, böyle bir makinenin yapamayacağı bazı şeyler olduğunu belirtmektedir. Taklit oyununda olduğu gibi sorulara cevap verecek şekilde ayarlanırsa, ya yanlış cevap vereceği ya da cevap için ne kadar süre tanınırsa tanınsın hiç cevap veremeyeceği bazı sorular olacaktır. Elbette bu türden pek çok soru olabilir ve bir makine tarafından yanıtlanamayan sorular başka bir makine tarafından tatmin edici bir şekilde yanıtlanabilir. Elbette şimdilik soruların "Picasso hakkında ne düşünüyorsunuz?" gibi sorulardan ziyade "Evet" veya "Hayır" cevabının uygun olduğu türden olduğunu varsayıyoruz. Makinelerin başarısız olması gerektiğini bildiğimiz sorular şu türdendir:
Şöyle bir makine düşünün: [...] Bu makine herhangi bir soruya hiç 'Evet' cevabı verecek mi?
Soruda, noktaların yerini, Bölüm 5'te kullanılana benzer standart bir formda bir makinenin tanımı alacaktır. Tanımlanan makine, sorgulanan makine ile nispeten basit bir ilişki içinde olduğunda, cevabın ya yanlış olduğu ya da gelmeyeceği gösterilebilir. Bu matematiksel bir sonuçtur: İnsan aklının tabi olmadığı makinelerin bir eksikliğini kanıtladığı ileri sürülmektedir.
Bu argümana verilecek kısa cevap şudur: Herhangi bir makinenin gücünün sınırlandırıldığı tespit edilmiş olsa da, insan aklı için böyle bir sınırlamanın geçerli olmadığı herhangi bir kanıt sunulmaksızın sadece ifade edilmiştir. Ancak bu görüşün bu kadar kolay bir şekilde reddedilebileceğini düşünmüyorum. Bu makinelerden birine uygun kritik soru sorulduğunda ve kesin bir cevap verdiğinde, bu cevabın yanlış olması gerektiğini biliriz ve bu bize belirli bir üstünlük hissi verir. Bu duygu aldatıcı mıdır? Şüphesiz, oldukça gerçektir; ancak buna çok fazla önem atfedilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bizler de sorulara sık sık yanlış yanıtlar veriyoruz ve makinelerin bu türden yanılabilirlik kanıtları karşısında çok memnun olmakta haklıyız. Dahası, böyle bir durumda üstünlüğümüzü sadece üzerinde küçük bir zafer kazandığımız tek bir makineye karşı hissedebiliriz. Tüm makinelere karşı aynı anda zafer kazanmamız söz konusu olamaz. Kısacası, herhangi bir makineden daha zeki insanlar olabilir, ama sonra yine daha zeki başka makineler olabilir ve bu böyle devam eder.
Matematiksel argümana inananların, taklit oyununu bir tartışma temeli olarak kabul etmeye çoğunlukla istekli olacağını düşünüyorum; önceki iki itiraza inananlar ise muhtemelen herhangi bir kriterle ilgilenmeyeceklerdir.
(4) Bilinç Argümanı
Bu argüman, Profesör Jefferson'ın 1949 tarihli Lister Konuşmasında çok iyi bir şekilde ifade edilmiştir:
Bir makine, sembollerin tesadüfen bir araya gelmesiyle değil, düşünceler ve hissedilen duygular nedeniyle bir sone yazana ya da bir konçerto besteleyene kadar, makinenin beyne eşit olduğunu kabul edemeyiz. Yani bir makine, sadece yazmakla kalmamalı, aynı zamanda onu yazdığını da bilmelidir. Hiçbir makine, başarılarından haz duyamaz (ve sadece yapay olarak sinyal veremez, bu kolay bir kurnazlıktır), vanaları patladığında kederlenemez, övüldüğünde utanamaz, hatalarıyla mutsuz olamaz, seksten büyülenemez, istediğini elde edemediğinde öfkelenemez ya da depresyona giremez.
Bu argüman testimizin geçerliliğinin inkarı gibi görünmektedir. Bu görüşün en aşırı biçimine göre, bir makinenin düşündüğünden emin olmanın tek yolu makine olmak ve düşündüğünü hissetmektir. Kişi daha sonra bu hislerini dünyaya açıklayabilir; ancak elbette hiç kimse bunu dikkate almakta haklı olmayacaktır. Aynı şekilde bu görüşe göre bir insanın düşündüğünü bilmenin tek yolu o insan olmaktır. Bu aslında solipsist bakış açısıdır. Tutulabilecek en mantıklı görüş olabilir ancak fikirlerin iletişimini zorlaştırır. A, "A düşünüyor ama B düşünmüyor." diye düşünürken, B de "B düşünüyor ama A düşünmüyor." diye düşünebilir. Bu nokta üzerinde sürekli tartışmak yerine, herkesin düşündüğü şeklinde kibar bir uzlaşıya varmak olağandır.
Profesör Jefferson'ın bu aşırı ve solipsist bakış açısını benimsemek istemediğinden eminim. Muhtemelen taklit oyununu bir test olarak kabul etmeye oldukça istekli olacaktır. Bu oyun (B oyuncusu atlanarak) pratikte "sözlü sınav" adı altında, birinin bir şeyi gerçekten anlayıp anlamadığını ya da "papağan gibi öğrenip öğrenmediğini" keşfetmek için sıklıkla kullanılır. Böyle bir sözlü sınavın bir bölümünü dinleyelim:
- Sorgulayıcı: Sonenizin ilk dizesi olan "Seni bir yaz gününe benzeteyim mi?" cümlesinde "bir yaz günü" yerine "bir bahar günü" demek aynı anlama gelmez mi veya daha iyi bir anlam yaratmaz mıı?
- Tanık: Ölçüye uymazdı.
- Sorgulayıcı: "Bir kış günü" demeye ne dersiniz? Ölçüsü de uyuyor.
- Tanık: Evet, ama kimse bir kış günüyle karşılaştırılmak istemez.
- Sorgulayıcı: Bay Pickwick'in size Noel'i hatırlattığını söyleyebilir misiniz?
- Tanık: Bir bakıma.
- Sorgulayıcı: Yine de Noel bir kış günüdür ve Bay Pickwick'in bu karşılaştırmaya aldıracağını sanmıyorum.
- Tanık: Ciddi olduğunuzu sanmıyorum. Kış gününden kasıt, Noel gibi özel bir gün değil, tipik bir kış günüdür.
Eğer sone yazma makinesi bir sözlü sınavda bu şekilde cevaplar verebilseydi, Profesör Jefferson ne derdi? Makinenin bu cevapları "sadece yapay olarak ürettiğini" düşünüp düşünmeyeceğini bilmiyorum, ancak cevaplar yukarıdaki pasajda olduğu gibi tatmin edici ve sürekli olsaydı, makineyi "basit bir kurgu"dan ibaret göreceğini sanmıyorum. Sanırım böyle bir şey, bir makineye bir sone okuyan birinin kaydının eklendiği ve zaman zaman bir anahtarın açılmasıyla bir sone yazan bir kayıt makinesi için daha uygun olurdu.
Kısacası, bilinç argümanını destekleyenlerin çoğunun solipsist pozisyona zorlanmaktansa bu argümanı terk etmeye ikna edilebileceğini düşünüyorum. O zaman muhtemelen testimizi kabul etmeye istekli olacaklardır.
Bilinç hakkında hiçbir gizem olmadığını düşündüğüm izlenimini vermek istemem. Örneğin, onun beyinde nerede olduğuna yönelik her türlü girişimle bağlantılı bir paradoks vardır. Ancak bu makalede ilgilendiğimiz soruyu yanıtlayabilmemiz için bu gizemlerin mutlaka çözülmesi gerektiğini düşünmüyorum.
(5) Çeşitli Engellerden Kaynaklı Argümanlar
Bu argümanlar, "Bahsettiğiniz her şeyi yapabilecek makineler yapabileceğinizi kabul ediyorum; ama X'i yapacak bir makine asla yapamazsınız" şeklindedir. Bu bağlamda önerilen çok sayıda X özelliği arasından bir seçki sunuyorum: Nazik, becerikli, güzel, arkadaş canlısı, inisiyatif sahibi, espri anlayışı olan, doğruyu yanlıştan ayırabilen, hata yapabilen, aşık olabilen, çilek ve kremanın tadını çıkarabilen, birilerini kendine aşık edebilen, deneyimlerinden ders çıkarabilen, kelimeleri doğru kullanabilen, kendi düşüncesinin öznesi olabilen, bir erkek kadar davranış çeşitliliğine sahip olabilen, gerçekten yeni bir şeyler yapabilen.
Bu ifadeler için genellikle hiçbir destek sunulmamaktadır. Ben bunların çoğunlukla bilimsel tümevarım ilkesine dayandığına inanıyorum. Bir adam hayatı boyunca binlerce makine görmüştür. Gördüklerinden bir dizi genel sonuç çıkarır. Çirkinlerdir, her biri çok sınırlı bir amaç için tasarlanmıştır, çok farklı bir amaç için gerekli olduklarında işe yaramazlar, herhangi birinin davranış çeşitliliği çok azdır, vs. vs. Doğal olarak bunların genel olarak makinelerin gerekli özellikleri olduğu sonucuna varır. Bu sınırlamaların çoğu, çoğu makinenin çok küçük depolama kapasitesiyle ilişkilidir. (Depolama kapasitesi fikrinin bir şekilde ayrık durumlu makineler dışındaki makineleri de kapsayacak şekilde genişletildiğini varsayıyorum.)
Bundan sadece birkaç yıl önce, henüz dijital bilgisayarlar hakkında çok az şey duyulmuşken, bunların yapılarını tanımlamadan direkt olarak özelliklerinden bahsedilseydi onlarla ilgili çok fazla kuşku uyandırmak mümkün olurdu. Bu muhtemelen bilimsel tümevarım ilkesinin benzer bir uygulamasından kaynaklanıyordu. İlkenin bu uygulamaları elbette büyük ölçüde bilinçsizdir. Daha önceden elini yakmış bir çocuk ateşten korktuğunda ve ondan kaçarak korktuğunu gösterdiğinde, o çocuğun bilimsel tümevarım uyguladığını söylenebilir. (Elbette onun davranışını başka şekillerde de tanımlayabilirim.) İnsanoğlunun işleri ve gelenekleri, bilimsel tümevarımın uygulanabileceği pek uygun malzemeler gibi görünmemektedir. Eğer güvenilir sonuçlar elde edilmek isteniyorsa, uzay-zamanın çok büyük bir kısmı araştırılmalıdır. Aksi takdirde (çoğu İngiliz çocuğunun yaptığı gibi) herkesin İngilizce konuştuğuna ve Fransızca öğrenmenin aptalca olduğuna karar verebiliriz.
Bununla birlikte, bahsedilen engellerin birçoğu hakkında özel açıklamalar yapılmalıdır. Çilek ve kremanın tadını çıkaramamak okuyucuya anlamsız gelmiş olabilir. Muhtemelen bu lezzetli yemeğin tadını çıkaracak bir makine yapılabilir, ancak bunu yapmaya yönelik herhangi bir girişim aptalca olacaktır. Bu engelle ilgili olarak önemli olan, diğer bazı engellere katkıda bulunmasıdır; örneğin, insan ile makine arasında, beyaz adam ile beyaz adam veya siyah adam ile siyah adam arasında olduğu gibi aynı türden bir dostluğun oluşmasının zorluğudur.
"Makineler hata yapamaz." iddiası ilginç bir iddia gibi görünüyor. İnsanın aklına "Bu onları daha kötü mü yapar?" diye sormak geliyor. Ancak daha sempatik bir tutum benimseyelim ve gerçekte ne demek istendiğini görmeye çalışalım. Bu eleştirinin taklit oyunu açısından açıklanabileceğini düşünüyorum. Sorgulayıcının makineyi insandan ayırt edebilmesi için onlara bir dizi aritmetik problemi vermesi gerektiği iddia edilmektedir. Makine, ölümcül doğruluğu nedeniyle maskesini düşürecektir. Buna verilecek yanıt basittir. Makine (oyunu oynamak için programlanmış) aritmetik problemlerine doğru cevaplar vermeye çalışmayacaktır. Sorgulayıcının kafasını karıştırmak için hesaplanmış bir şekilde kasıtlı olarak hatalar yapacaktır. Mekanik bir hata, muhtemelen aritmetikte yapılan hatalara uygun olmayan bir türden olarak kendini ele verirdi. Eleştirinin bu yorumu bile yeterince sempatik değildir. Ancak bu konuya daha fazla girmeye yerimiz elvermiyor. Bana öyle geliyor ki, bu eleştiri iki tür hatanın birbirine karıştırılmasına dayanıyor: Bunlara "işleyiş hataları" ve "sonuç hataları" diyebiliriz. İşleyiş hataları, makinenin tasarlandığından farklı davranmasına neden olan mekanik veya elektriksel bir arızadan kaynaklanır. Felsefi tartışmalarda bu tür hataların olasılığı göz ardı edilmek istenir; bu nedenle "soyut makineler" tartışılır. Bu soyut makineler fiziksel nesneler olmaktan ziyade matematiksel kurgulardır. Tanımları gereği işleyiş hataları yapamazlar. Bu anlamda gerçekten de "makineler asla hata yapamaz" diyebiliriz. Sonuç hataları ancak makineden gelen çıkış sinyallerine bir anlam yüklendiğinde ortaya çıkabilir. Örneğin makine matematiksel denklemler ya da İngilizce cümleler yazabilir. Yanlış bir önerme yazıldığında, makinenin bir sonuç hatası yaptığını söyleriz. Bir makinenin bu tür bir hata yapamayacağını söylemek için hiçbir neden yoktur. Tekrar tekrar "O = I" yazmaktan başka bir şey yapmayabilir. Daha az sapkın bir örnek vermek gerekirse, bilimsel tümevarım yoluyla sonuç çıkarmak için bazı yöntemlere sahip olabilir. Böyle bir yöntemin zaman zaman hatalı sonuçlara yol açmasını beklemeliyiz.
Bir makinenin kendi düşüncesinin öznesi olamayacağı iddiası elbette ancak makinenin bazı konulara ilişkin bazı düşüncelere sahip olduğu gösterilebilirse yanıtlanabilir. Bununla birlikte, "bir makinenin faaliyetlerinin konusu", en azından onunla uğraşan insanlar için bir anlam ifade ediyor gibi görünmektedir. Örneğin, makine x2−40x−11=0x^2 - 40x - 11 = 0 denkleminin çözümünü bulmaya çalışıyor olsaydı, bu denklemi o anda makinenin konusunun bir parçası olarak tanımlamak cazip gelebilirdi. Bu tür bir anlamda bir makine şüphesiz kendi konusu olabilir. Kendi programlarını oluşturmaya yardımcı olmak ya da kendi yapısındaki değişikliklerin etkisini tahmin etmek için kullanılabilir. Kendi davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek, bazı amaçlara daha etkin bir şekilde ulaşmak için kendi programlarını değiştirebilir. Bunlar, ütopik hayallerden ziyade yakın geleceğin olasılıklarıdır.
Bir makinenin çok fazla davranış çeşitliliğine sahip olamayacağı yönündeki eleştiri, çok fazla depolama kapasitesine sahip olamayacağını söylemenin bir yoludur. Yakın zamana kadar bin basamaklı bir depolama kapasitesi bile çok nadirdi.
Burada ele aldığımız eleştiriler genellikle bilinç argümanının kılık değiştirmiş biçimleridir. Genellikle bir makinenin bu şeylerden birini yapabileceğini savunur ve makinenin kullanabileceği türden bir yöntemi tarif ederse, pek bir etki yaratmayacaktır. Yöntemin (mekanik olması gerektiğinden ne olursa olsun) asıl odak noktası olmadığı düşünülür. Parantezi, Jefferson’ın alıntısıyla karşılaştırın.
(6) Leydi Lovelace'ın İtirazı
Babbage'ın Analitik Motoru hakkındaki en detaylı bilgimiz Lady Lovelace'ın 1842'deki bir hatıratından gelmektedir. Burada şöyle demektedir:
Analitik Motor'un herhangi bir şey yaratma iddiası yoktur. Kendisine nasıl emir vereceğimizi bildiğimiz her şeyi yapabilir.
Bu ifade Hartree (1949) tarafından alıntılanır ve eklenir:
Bu, 'kendi kendine düşünecek' ya da biyolojik terimlerle, 'öğrenme' için bir temel oluşturacak şartlı bir refleks kurabilecek elektronik ekipman inşa etmenin mümkün olmayabileceği anlamına gelmez. Bunun prensipte mümkün olup olmadığı, bu son gelişmelerden bazılarının ortaya koyduğu uyarıcı ve heyecan verici bir sorudur. Ancak o dönemde inşa edilen ya da projelendirilen makinelerin bu özelliğe sahip olduğu görülmemiştir.
Bu konuda Hartree ile tamamen aynı fikirdeyim. Hartree'nin söz konusu makinelerin bu niteliğe sahip olmadığını iddia etmediği, daha ziyade Lady Lovelace'ın elindeki kanıtların onu bu niteliğe sahip olduklarına inanmaya teşvik etmediğini söylediği fark edilecektir. Söz konusu makinelerin bir anlamda bu özelliğe sahip olması oldukça mümkündür. Çünkü bazı ayrık durumlu makinelerin bu özelliğe sahip olduğunu varsayalım. Analitik Motor evrensel bir dijital bilgisayardı, dolayısıyla depolama kapasitesi ve hızı yeterliyse, uygun bir programlamayla söz konusu makineyi taklit etmesi sağlanabilirdi. Muhtemelen bu argüman Kontes'in ya da Babbage'ın aklına gelmemiştir. Her halükarda, talep edilebilecek her şeyi talep etme zorunlulukları yoktu.
Tüm bu soru, öğrenen makineler başlığı altında tekrar ele alınacaktır.
Leydi Lovelace'ın itirazının bir varyantı, bir makinenin "asla gerçekten yeni bir şey yapamayacağını" belirtir. Bu bir an için "Güneşin altındaki hiçbir şey yeni değildir." deyişiyle savuşturulabilir. Yaptığı "orijinal işin" sadece öğretilerek içine ekilen tohumun büyümesi ya da iyi bilinen genel ilkeleri takip etmenin etkisi olmadığından kim emin olabilir?
İtirazın daha iyi bir varyantı, bir makinenin bizi asla "gafil avlayamayacağını" söyler. Bu ifade daha doğrudan bir meydan okumadır ve doğrudan karşılanabilir.
Makineler beni büyük bir sıklıkla şaşırtıyor. Bunun nedeni büyük ölçüde ne yapmalarını bekleyeceğime karar vermek için yeterli hesaplama yapmamam ya da daha doğrusu hesaplama yapmama rağmen bunu aceleyle, baştan savma bir şekilde ve risk alarak yapmamdır. Belki de kendi kendime şöyle diyorum: "Sanırım buradaki gerilim de oradakiyle aynı olmalı: her neyse, öyle olduğunu varsayalım." Doğal olarak çoğu zaman yanılıyorum ve sonuç benim için sürpriz oluyor, çünkü deney bittiğinde bu varsayımlar unutulmuş oluyor. Bu itiraflar beni kısır yöntemlerim konusunda ders almaya açık hale getiriyor, ancak yaşadığım sürprizlere tanıklık ettiğimde güvenilirliğime herhangi bir şüphe düşürmüyor.
Bu cevabın eleştirmenimi susturmasını beklemiyorum. Muhtemelen sürprizlerin benim yaratıcı zihinsel eylemlerimden kaynaklandığını ve makineye hiçbir itibar kazandırmadığını söyleyecektir. Bu bizi bilinç argümanına geri götürür ve sürpriz fikrinden uzaklaştırır. Bu argümanı kapalı olarak değerlendirmeliyiz, ancak belki de şaşırtıcı bir olayın takdir edilmesinin, şaşırtıcı olay bir insandan, bir kitaptan, bir makineden ya da başka bir şeyden kaynaklansa da "yaratıcı bir zihinsel eylem" gerektirdiğini belirtmek gerekir.
Makinelerin sürprizlere yol açamayacağı görüşünün, özellikle filozofların ve matematikçilerin maruz kaldığı bir yanılgıdan kaynaklandığına inanıyorum. Bu, bir olgu bir zihne sunulur sunulmaz, bu olgunun tüm sonuçlarının zihne onunla eşzamanlı olarak yayıldığı varsayımıdır. Bu varsayım pek çok durumda çok kullanışlıdır, ancak yanlış olduğu çok kolay unutulur. Bunu yapmanın doğal bir sonucu, kişinin verilerden ve genel ilkelerden sonuçlar çıkarmanın hiçbir erdemi olmadığını varsaymasıdır.
(7) Sinir Sisteminde Süreklilik Argümanı
Sinir sistemi kesinlikle ayrık durumlu bir makine değildir. Bir nörona çarpan sinirsel dürtünün boyutu hakkındaki bilgideki küçük bir hata, giden dürtünün boyutunda büyük bir fark yaratabilir. Durum böyle olunca, sinir sisteminin davranışının ayrık durumlu bir sistemle taklit edilmesinin beklenemeyeceği ileri sürülebilir.
Ayrık durumlu bir makinenin sürekli bir makineden farklı olması gerektiği doğrudur. Ancak taklit oyununun koşullarına bağlı kalırsak, sorgulayıcı bu farklılıktan herhangi bir avantaj elde edemeyecektir. Daha basit yapılı bazı diğer sürekli makineleri göz önüne alırsak durum daha açık hale gelebilir. Bir diferansiyel analizör çok iyi sonuç verecektir. (Bir diferansiyel analizör, bazı hesaplama türleri için kullanılan ayrık durum türünden olmayan belirli bir makine türüdür). Bunlardan bazıları cevaplarını daktilo edilmiş bir biçimde verir ve bu nedenle bizim oyunumuzda yer almaya uygundur. Dijital bir bilgisayarın diferansiyel analizörün bir probleme tam olarak ne cevap vereceğini tahmin etmesi mümkün değildir, ancak doğru türde bir cevap verme konusunda oldukça yetenekli olacaktır. Örneğin, (aslında yaklaşık 3.1416) değerini vermesi istendiğinde, (diyelim ki) 0.05, 0.15, 0.55, 0.19, 0.06 gibi olasılıklarla 3.12, 3.13, 3.14, 3.15, 3.16 değerleri arasında rastgele seçim yapması makul olacaktır. Bu koşullar altında sorgulayıcının diferansiyel analizörü dijital bilgisayardan ayırt etmesi çok zor olacaktır.
(8) Davranışların Kayıt Dışılığı Argümanı
Bir insanın akla gelebilecek her koşulda ne yapması gerektiğini tanımladığını iddia eden bir dizi kural üretmek mümkün değildir. Örneğin bir kişi kırmızı trafik ışığı gördüğünde durması, yeşil ışık gördüğünde ise devam etmesi gerektiğine dair bir kurala sahip olabilir, ancak ya bir hata sonucu her ikisi de birlikte görünürse? Kişi belki de durmanın en güvenli yol olduğuna karar verebilir. Ancak daha sonra bu karardan kaynaklanan başka zorluklar da ortaya çıkabilir. Trafik ışıklarından kaynaklananlar da dahil olmak üzere her türlü olasılığı kapsayacak davranış kuralları koymaya çalışmak imkansız görünmektedir. Bütün bunlara katılıyorum.
Buradan hareketle bizim makine olamayacağımız ileri sürülmektedir. Argümanı yeniden üretmeye çalışacağım ama korkarım ki hakkını veremeyeceğim. Şöyle bir şey var gibi görünüyor:
Eğer her insanın hayatını düzenleyeceği belirli bir dizi davranış kuralı olsaydı, bir makineden daha iyi olmazdı. Ama böyle kurallar yok, bu yüzden insanlar makine olamaz.
Dağıtılmamış orta nokta göze batıyor. Argümanın hiçbir zaman tam olarak bu şekilde ifade edildiğini sanmıyorum, ancak yine de kullanılan argümanın bu olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte, "davranış kuralları" ile "davranış yasaları" arasında konuyu bulanıklaştıran belli bir karışıklık olabilir. "Davranış kuralları" ile "Kırmızı ışık görürsen dur." gibi kişinin üzerinde hareket edebileceği ve bilincinde olabileceği ilkeleri kastediyorum. "Davranış yasaları" ile bir insanın vücuduna uygulanan "Eğer birini çimdiklersen ciyaklar." gibi doğa yasalarını kastediyorum. Alıntılanan argümanda "hayatını düzenleyen davranış yasaları" yerine "hayatını düzenlediği davranış yasaları"nı koyarsak, dağıtılmamış orta artık aşılamaz değildir. Çünkü davranış yasalarınca idare edilmenin bir tür makine olmayı (illa ayrık durumlu makine olması gerekmese de) işaret ettiğine değil, aksine böyle bir makine olmanın öyle kurallarla idare edilmek anlamına geldiğine inanıyoruz. Bununla birlikte, tam davranış kuralları gibi tam davranış yasalarının yokluğuna kendimizi o kadar kolay ikna edemeyiz. Bu tür yasaları bulmak için bildiğimiz tek yol bilimsel gözlemdir ve kesinlikle "Yeterince araştırdık, böyle bir yasa yok!" diyebileceğimiz hiçbir koşul bilmiyoruz.
Böyle bir ifadenin haksız olacağını daha güçlü bir şekilde de gösterebiliriz. Çünkü eğer böyle yasalar varsa, bunları bulacağımızdan emin olabileceğimizi varsayalım. O zaman ayrık durumlu bir makinemiz varsa, gözlem yoluyla gelecekteki davranışını tahmin etmeye yetecek kadarını keşfetmek kesinlikle mümkün olmalıdır ve bu da makul bir süre içinde (örneğin bin yıl içinde) mümkün olmalıdır. Ancak durum böyle görünmüyor. Manchester bilgisayarında yalnızca 1.000 birim depolama alanı kullanan küçük bir program kurdum; bu program sayesinde on altı rakamlı bir sayı verilen makine iki saniye içinde başka bir sayıya yanıt veriyor. Bu yanıtlardan, denenmemiş değerlere verilecek yanıtları tahmin edebilmek için program hakkında yeterli bilgi edinecek herhangi birine meydan okuyabilirim.
(9) Duyular Dışı Algı Argümanı
Okuyucunun duyular dışı algılama fikrine ve bunun dört öğesinin, yani telepati, durugörü, öngörü ve psikokinezinin anlamına aşina olduğunu varsayıyorum. Bu rahatsız edici fenomenler alışılagelmiş tüm bilimsel fikirlerimizi yalanlıyor gibi görünmektedir. Onları nasıl da gözden düşürmek isteriz! Ne yazık ki en azından telepati için istatistiksel kanıtlar çok büyüktür. İnsanın fikirlerini bu yeni olgulara uyacak şekilde yeniden düzenlemesi çok zordur. Bir kez bunları kabul ettikten sonra hayaletlere ve cinlere inanmak çok büyük bir adım gibi görünmüyor. Bedenlerimizin sadece bilinen fizik kurallarına göre hareket ettiği fikri, henüz keşfedilmemiş ama bir şekilde benzer olan diğer fikirlerle birlikte, ilk terk edeilenlerden biri olacaktır.
Bu argüman bana göre oldukça güçlü bir argüman. Cevap olarak, pek çok bilimsel teorinin ESP (İng: "Extra-Sensory Perception") ile çatışmasına rağmen pratikte uygulanabilir göründüğü söylenebilir; aslında kişi bunu unutursa çok güzel bir şekilde geçinebilir. Bu oldukça soğuk bir tesellidir ve insan düşünmenin tam da ESP'nin özellikle ilgili olabileceği türden bir olgu olmasından korkar. ESP'ye dayalı daha spesifik bir argüman şu şekilde olabilir:
Telepatik alıcı olarak iyi olan bir adamı ve dijital bir bilgisayarı tanık olarak kullanarak taklit oyunu oynayalım. Sorgulayıcı, 'Sağ elimdeki kart hangi renge ait?' gibi sorular sorabilir. Adam telepati ya da durugörü yoluyla 400 karttan 130'unda doğru cevabı verir. Makine sadece rastgele tahmin yapabilir ve belki de 104 doğru cevap verir, böylece sorgulayıcı doğru tanımlamayı yapar.
Burada ilginç bir olasılık ortaya çıkmaktadır. Dijital bilgisayarın bir rastgele sayı üreteci içerdiğini varsayalım. O zaman hangi cevabın verileceğine karar vermek için bunu kullanmak doğal olacaktır. Ancak o zaman rastgele sayı üreteci sorgulayıcının psikokinetik güçlerine tabi olacaktır. Belki de bu psikokinezi makinenin bir olasılık hesaplamasında beklenenden daha sık doğru tahmin yapmasına neden olabilir, böylece sorgulayıcı yine de doğru tanımlamayı yapamayabilir. Öte yandan, herhangi bir sorgulama yapmadan, durugörü yoluyla doğru tahminde bulunabilir. ESP ile her şey olabilir.
Telepati kabul edilirse, testimizi sıkılaştırmak gerekecektir. Bu durum, sorgulayıcının kendi kendine konuşması ve yarışmacılardan birinin kulağını duvara dayayarak dinlemesi durumunda ortaya çıkacak duruma benzer olarak değerlendirilebilir.
Yarışmacıları "telepati geçirmez bir odaya" koymak tüm gereklilikleri karşılayacaktır.
7. Öğrenen Makineler
Okuyucu, görüşlerimi destekleyecek olumlu nitelikte ikna edici argümanlara sahip olmadığımı tahmin edecektir. Eğer sahip olsaydım, karşıt görüşlerin yanlışlıklarına işaret etmek için bu kadar zahmete girmezdim. Şimdi elimdeki kanıtları sunacağım.
Bir an için Leydi Lovelace'in, makinenin yalnızca bizim ona yapmasını söylediğimiz şeyi yapabileceğini belirten itirazına dönelim. Bir insanın makineye bir fikir "enjekte edebileceği" ve makinenin belirli bir dereceye kadar yanıt vereceği ve daha sonra çekiçle vurulan bir piyano teli gibi sessizliğe gömüleceği söylenebilir. Bir başka benzetme de kritik boyuttan daha küçük bir atom yığını olabilir: enjekte edilen bir fikir, yığına dışarıdan giren bir nötrona karşılık gelecektir. Bu türden her bir nötron belirli bir rahatsızlığa neden olacak ve sonunda yok olacaktır. Bununla birlikte, yığının boyutu yeterince büyütülürse, böyle bir nötronun neden olduğu rahatsızlık büyük olasılıkla tüm yığın yok olana kadar artarak devam edecektir. Zihinler için buna karşılık gelen bir olgu var mıdır ve makineler için de var mıdır? İnsan zihni için bir tane var gibi görünüyor.
Bunların çoğunluğu "kritik altı" gibi görünmektedir, yani bu analojide kritik altı boyuttaki yığınlara karşılık gelmektedir. Böyle bir zihne sunulan bir fikir ortalama olarak cevap olarak birden az fikre yol açacaktır. Küçük bir kısmı süperkritiktir. Böyle bir zihne sunulan bir fikir, ikincil, üçüncül ve daha uzak fikirlerden oluşan bütün bir "teoriye" yol açabilir. Hayvanların zihinleri kesinlikle kritik altı gibi görünmektedir. Bu analojiye bağlı kalarak, "Bir makine süperkritik hale getirilebilir mi?" diye soruyoruz.
"Soğan derisi" benzetmesi de yardımcı olabilir. Zihnin ya da beynin işlevlerini ele alırken, tamamen mekanik terimlerle açıklayabileceğimiz bazı işlemler buluruz. Bunun gerçek zihne tekabül etmediğini söyleriz: gerçek zihni bulmak istiyorsak çıkarmamız gereken bir tür deridir. Ama sonra geriye kalan şeyde soyulacak başka bir deri buluruz ve bu böyle devam eder. Bu şekilde ilerleyerek hiç "gerçek" zihne ulaşabilir miyiz, yoksa sonunda içinde hiçbir şey olmayan deriye mi ulaşırız? İkinci durumda tüm zihin mekaniktir. (Ancak ayrık durumlu bir makine olmayacaktır. Bunu tartışmıştık).
Bu son iki paragraf ikna edici argümanlar olma iddiasında değildir. Bunlar daha ziyade "inanç üretme eğilimindeki ezberler" olarak tanımlanmalıdır.
Bölüm 6'nın başında ifade edilen görüş için verilebilecek gerçekten tatmin edici tek destek, yüzyılın sonunu beklemek ve ardından açıklanan deneyi yapmak olacaktır. Ancak bu arada ne söyleyebiliriz? Deneyin başarılı olması için şimdi hangi adımlar atılmalıdır?
Açıkladığım gibi, sorun esas olarak programlamadan kaynaklanmaktadır. Mühendislik alanında da ilerlemeler kaydedilmesi gerekecektir, ancak bunların gereksinimler için yeterli olmaması olası görünmemektedir. Beynin depolama kapasitesine ilişkin tahminler 1010 ile 1015 ikili basamak arasında değişmektedir. Ben daha düşük değerlere eğilimliyim ve sadece çok küçük bir kısmının daha yüksek düşünme türleri için kullanıldığına inanıyorum. Büyük bir kısmı muhtemelen görsel izlenimlerin saklanması için kullanılmaktadır. 109'dan fazlası, en azından kör bir adama karşı taklit oyununun tatmin edici bir şekilde oynanması için gerekli olsaydı şaşırırdım. (Not: Encyclopaedia Britannica'nın 11. baskısının kapasitesi 2 x 109'dur.) 107'lik bir depolama kapasitesi, mevcut tekniklerle bile çok uygulanabilir bir olasılık olacaktır. Makinelerin çalışma hızını artırmak muhtemelen hiç gerekli değildir. Modern makinelerin sinir hücrelerinin analogları olarak kabul edilebilecek parçaları, sinir hücrelerinden yaklaşık bin kat daha hızlı çalışmaktadır. Bu, kayıpları karşılayabilecek bir "güvenlik marjı" sağlamalıdır.
O halde sorunumuz, bu makineleri oyunu oynayacak şekilde nasıl programlayacağımızı bulmaktır. Şu anki çalışma hızımla günde yaklaşık bin satırlık bir program üretiyorum, böylece elli yıl boyunca istikrarlı bir şekilde çalışan yaklaşık altmış işçi, hiçbir şey çöp sepetine gitmezse, işi başarabilir. Daha hızlı bir yöntemin kullanılması arzu edilir görünüyor.
Yetişkin bir insan zihnini taklit etmeye çalışırken, onu içinde bulunduğu duruma getiren süreç hakkında epeyce düşünmek zorundayız. Üç bileşeni fark edebiliriz.
- (a) Zihnin ilk durumu (örneğin doğumda),
- (b) Maruz kaldığı eğitim,
- (c) Maruz kaldığı, eğitim olarak nitelendirilemeyecek diğer deneyimler.
Yetişkin zihnini taklit edecek bir program üretmeye çalışmak yerine, neden çocuğunkini taklit edecek bir program üretmeye çalışmayalım? Bu daha sonra uygun bir eğitim sürecine tabi tutulursa, bir yetişkin beyni elde edilebilir. Muhtemelen çocuk beyni, kırtasiyeden satın alınan bir deftere benzer. Oldukça az mekanizma ve çok sayıda boş sayfa. (Bizim bakış açımıza göre mekanizma ve yazı neredeyse eş anlamlıdır.) Umudumuz, çocuk beyninde o kadar az mekanizma vardır ki, buna benzer bir şey kolayca programlanabilir. Eğitimdeki iş miktarının, ilk yaklaşım olarak, insan çocuğu ile hemen hemen aynı olduğunu varsayabiliriz.
Bu nedenle sorunumuzu iki kısma ayırdık: Çocuk programı ve eğitim süreci. Bu ikisi birbiriyle çok yakından bağlantılıdır. İlk denemede iyi bir çocuk makinesi bulmayı bekleyemeyiz. Böyle bir makineyi öğretmeyi denemek ve ne kadar iyi öğrendiğini görmek gerekir. Daha sonra bir başkası denenebilir ve onun daha iyi mi yoksa daha kötü mü olduğu görülebilir. Bu süreç ile evrim arasında açık bir bağlantı vardır.
- Çocuk makinesinin yapısı = kalıtsal materyal
- Çocuk makinesinin değişimleri = mutasyon,
- Doğal seçilim = deneycinin kararı
Bununla birlikte, bu sürecin evrimden daha hızlı olacağı umulabilir. En uygun olanın hayatta kalması, avantajları ölçmek için yavaş bir yöntemdir. Deneyci, zekasını kullanarak bunu hızlandırabilmelidir. Aynı derecede önemli bir husus da, deneycinin rastgele mutasyonlarla sınırlı olmamasıdır. Eğer bir zayıflığın nedenini bulabilirse, muhtemelen onu iyileştirecek mutasyon türünü de bulabilir.
Makineye normal bir çocuğa uygulanan öğretim sürecinin aynısını uygulamak mümkün olmayacaktır. Örneğin bacakları olmayacaktır, bu nedenle dışarı çıkıp kömür kovasını doldurması istenemeyecektir. Gözleri de olmayabilir. Ancak bu eksiklikler akıllı bir mühendislikle ne kadar iyi giderilirse giderilsin, diğer çocuklar onunla aşırı derecede dalga geçmeden bu yaratığı okula gönderemezsiniz. Ona biraz eğitim verilmeli. Bacaklar, gözler vs. konusunda fazla endişelenmemize gerek yok. Bayan Helen Keller örneği, öğretmen ve öğrenci arasında şu ya da bu şekilde her iki yönde de iletişim kurulabildiği takdirde eğitimin gerçekleşebileceğini göstermektedir.
Normalde cezaları ve ödülleri öğretim süreciyle ilişkilendiririz. Bazı basit çocuk makineleri bu tür bir ilkeye göre inşa edilebilir veya programlanabilir. Makine, bir ceza sinyalinin ortaya çıkmasından kısa bir süre önce meydana gelen olayların tekrarlanma olasılığı düşük olacak şekilde inşa edilmelidir; oysa bir ödül sinyali, ona yol açan olayların tekrarlanma olasılığını artırır. Bu tanımlar makinenin herhangi bir duyguya sahip olduğunu varsaymaz, böyle bir çocuk makinesiyle bazı deneyler yaptım ve ona birkaç şey öğretmeyi başardım, ancak öğretim yöntemi deneyin gerçekten başarılı sayılması için fazla alışılmışın dışındaydı.
Cezaların ve ödüllerin kullanımı en iyi ihtimalle öğretim sürecinin bir parçası olabilir. Kabaca söylemek gerekirse, eğer öğretmenin öğrenciyle iletişim kurmak için başka bir aracı yoksa, öğrenciye ulaşabilecek bilgi miktarı, uygulanan ödül ve cezaların toplam sayısını aşamaz. Bir çocuk "Casabianca"yı tekrar etmeyi öğrendiğinde, eğer metin sadece "Yirmi Soru" tekniğiyle keşfedilebilseydi ve her "HAYIR" bir darbeye karşılık gelseydi, muhtemelen gerçekten çok ağrılı hissedecekti. Bu nedenle başka "duygusal olmayan" iletişim kanallarına sahip olmak gerekir. Eğer bunlar mevcutsa, bir makineye cezalar ve ödüller yoluyla bir dilde, örneğin sembolik bir dilde verilen emirlere itaat etmeyi öğretmek mümkündür. Bu emirler "duygusal olmayan" kanallar aracılığıyla iletilecektir. Bu dilin kullanılması gerekli ceza ve ödüllerin sayısını büyük ölçüde azaltacaktır.
Çocuk makinesinde uygun olan karmaşıklık konusunda görüşler değişebilir. Genel ilkelerle tutarlı olarak mümkün olduğunca basit hale getirmeye çalışılabilir. Alternatif olarak, "yerleşik" tam bir mantıksal çıkarım sistemine sahip olunabilir. Bu ikinci durumda depo büyük ölçüde tanımlar ve önermelerle dolu olacaktır. Önermeler çeşitli statülere sahip olabilir, örneğin, iyi kurulmuş gerçekler, varsayımlar, matematiksel olarak kanıtlanmış teoremler, bir otorite tarafından verilen ifadeler, mantıksal önerme biçimine sahip ancak inanç değeri olmayan ifadeler. Bazı önermeler "zorunluluk" olarak tanımlanabilir. Makine öyle yapılandırılmalıdır ki, bir emir "iyi kurulmuş" olarak sınıflandırılır sınıflandırılmaz uygun eylem otomatik olarak gerçekleşsin. Bunu örneklemek için, öğretmenin makineye "Ödevini şimdi yap!" dediğini varsayalım. Bu, "Öğretmen 'Ödevini şimdi yap' diyor." ifadesinin iyi kurulmuş gerçekler arasına dahil edilmesine neden olabilir. Böyle bir başka gerçek de "Öğretmenin söylediği her şey doğrudur." olabilir. Bunların birleştirilmesi sonunda "Ödevini şimdi yap." zorunluluğunun yerleşik gerçekler arasına dahil edilmesine yol açabilir ve bu, makinenin yapısı gereği, ödevin gerçekten başladığı anlamına gelecektir, ancak etki çok tatmin edicidir. Makine tarafından kullanılan çıkarım süreçlerinin en titiz mantıkçıları tatmin edecek türden olması gerekmez. Örneğin tipler arasında bir hiyerarşi olmayabilir. Ancak bu, çitle çevrili olmayan uçurumlardan düşmek zorunda olduğumuzdan daha fazla, tip yanlışlarının ortaya çıkacağı anlamına gelmemelidir. "Öğretmenin bahsettiği bir sınıfın alt sınıfı olmadığı sürece bir sınıfı kullanma." gibi uygun zorunluluklar (sistemlerin içinde ifade edilir, sistemin kurallarının bir parçasını oluşturmaz) "Kenara çok yaklaşmayın"a benzer bir etkiye sahip olabilir.
Uzuvları olmayan bir makinenin itaat edebileceği zorunluluklar, yukarıda verilen örnekte (ev ödevi yapmak) olduğu gibi, oldukça entelektüel bir karaktere sahip olmak zorundadır. Bu tür zorunluluklar arasında önemli olanlar, ilgili mantıksal sistemin kurallarının uygulanacağı sırayı düzenleyenler olacaktır. Çünkü mantıksal bir sistem kullanılırken her aşamada, mantıksal sistemin kurallarına itaat söz konusu olduğu sürece, herhangi birinin uygulanmasına izin verilen çok sayıda alternatif adım vardır. Bu seçimler, parlak bir akıl yürütücü ile beceriksiz bir akıl yürütücü arasındaki farkı yaratır, sağlam bir akıl yürütücü ile hatalı bir akıl yürütücü arasındaki farkı değil. Bu tür zorunluluklara yol açan önermeler "Sokrates'ten bahsedildiğinde Barbara'daki kıyası kullan" veya "Bir yöntemin diğerinden daha hızlı olduğu kanıtlanmışsa, daha yavaş olan yöntemi kullanma" şeklinde olabilir. Bunlardan bazıları "otorite tarafından verilmiş" olabilir, ancak diğerleri makinenin kendisi tarafından, örneğin bilimsel tümevarım yoluyla üretilebilir.
Öğrenen makine fikri bazı okuyuculara paradoksal gelebilir. Makinenin çalışma kuralları nasıl değişebilir? Makinenin geçmişi ne olursa olsun, ne tür değişikliklere uğrarsa uğrasın nasıl tepki vereceğini tamamen tanımlamalıdırlar. Bu nedenle kurallar zamanla değişmezdir. Bu oldukça doğrudur. Paradoksun açıklaması, öğrenme sürecinde değişen kuralların daha az iddialı türden olması ve sadece geçici bir geçerlilik iddiasında bulunmasıdır. Okuyucu, Birleşik Devletler Anayasası ile bir paralellik kurabilir.
Öğrenen bir makinenin önemli bir özelliği, öğretmeninin, öğrencisinin davranışlarını bir dereceye kadar tahmin edebilmesine rağmen, genellikle içinde neler olup bittiğinden büyük ölçüde habersiz olmasıdır. Bu durum, iyi denenmiş bir tasarıma (ya da programa) sahip bir alt makineden doğan bir makinenin daha sonraki eğitimi için en güçlü şekilde geçerli olmalıdır. Bu durum, bir makineyi hesaplama yapmak için kullanan kişinin amacının, hesaplamanın her anında makinenin durumuna ilişkin net bir zihinsel resme sahip olmak olduğu normal prosedürle açık bir tezat oluşturmaktadır. Bu amaca ancak bir mücadele ile ulaşılabilir. "Makine yalnızca ona nasıl emir vereceğimizi bildiğimiz şeyleri yapabilir." görüşü bu durum karşısında tuhaf görünmektedir. Makineye yükleyebileceğimiz programların çoğu, makinenin anlam veremediğimiz (ya da tamamen rastgele bir davranış olarak gördüğümüz) bir şey yapmasıyla sonuçlanacaktır. Zeki davranış, muhtemelen hesaplamaya dahil olan tamamen disiplinli davranıştan, rastgele davranışa ya da anlamsız tekrarlayan döngülere yol açmayan oldukça hafif bir sapmadan ibarettir. Makinemizi bir öğretme ve öğrenme süreciyle taklit oyunundaki rolüne hazırlamanın bir diğer önemli sonucu da "insan yanılabilirliğinin" oldukça doğal bir şekilde, yani özel bir "koçluk" olmadan atlanmasının muhtemel olmasıdır. Öğrenilen süreçler yüzde yüz kesinlikte sonuç üretmezler; eğer üretselerdi unutulmaları mümkün olmazdı.
Bir öğrenme makinesine rastgele bir unsur dahil etmek muhtemelen akıllıca olacaktır. Rastgele bir öğe, bir problemin çözümünü ararken oldukça kullanışlıdır. Örneğin 50 ile 200 arasında, rakamlarının toplamının karesine eşit bir sayı bulmak istediğimizi varsayalım, 51'den başlayıp 52'yi deneyebilir ve işe yarayan bir sayı bulana kadar devam edebiliriz. Alternatif olarak, iyi bir sayı bulana kadar sayıları rastgele seçebilirdik. Bu yöntemin avantajı, denenen değerlerin kaydını tutmaya gerek kalmamasıdır; dezavantajı ise aynı değeri iki kez denemektir, ancak birden fazla çözüm varsa bu çok önemli değildir. Sistematik yöntemin dezavantajı, ilk olarak araştırılması gereken bölgede herhangi bir çözüm içermeyen muazzam bir blok bulunmasıdır. Şimdi öğrenme süreci, öğretmeni (ya da başka bir kriteri) tatmin edecek bir davranış biçimi arayışı olarak görülebilir. Muhtemelen çok sayıda tatmin edici çözüm bulunduğundan, rastgele yöntem sistematik yöntemden daha iyi görünmektedir. Bu yöntemin benzer bir evrim sürecinde de kullanıldığına dikkat edilmelidir. Ancak orada sistematik yöntem mümkün değildir. Denenmiş olan farklı genetik kombinasyonlar nasıl olur da tekrar denenmeyecek şekilde takip edilebilirdi?
Makinelerin eninde sonunda tüm entelektüel alanlarda insanlarla rekabet edeceğini umabiliriz. Ama hangileriyle başlamak en iyisidir? Bu bile zor bir karar. Birçok kişi satranç oynamak gibi çok soyut bir faaliyetin en iyisi olacağını düşünmektedir. Makineye paranın satın alabileceği en iyi duyu organlarını sağlamanın ve ardından ona İngilizce anlamayı ve konuşmayı öğretmenin en iyisi olduğu da savunulabilir. Bu süreç bir çocuğun normal eğitimini takip edebilir. Nesneler işaret edilir ve isimlendirilir vs.
Yine, doğru cevabın ne olduğunu bilmiyorum ama her iki yaklaşımın da denenmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece kısa bir mesafe ilerisini görebiliyoruz ama orada yapılması gereken çok şey var.
Editörün Notu: Bu makalenin önsözü ChatGPT tarafından yazılmış, çevirinin pratik olarak tamamı DeepL isimli yapay zeka tarafından yapılmıştır. Alan Turing haklıydı...
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 7
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: Mind | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 15:10:30 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/17573
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in Mind. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.