Kitap Analizi: Açık Toplum ve Düşmanları (Karl Popper)
Karl Popper; Platon, Hegel ve Marx Gibi Düşünürleri Neden "Sahte Peygamberler" Olarak Niteledi?
- Satın Almak İçin: Amazon
Karl Raimund Popper, 28 Temmuz 1902’de Viyana’da Yahudilikten Lutheryenliğe geçen bir ailenin çocuğu olarak doğdu. 1918-1928 yılları arasında Viyana Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Üniversite öğrenimi sırasında matematik, fizik ve felsefe okudu. 1928’de Viyana Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Naziler’in Avusturya’yı işgalinden önce, 1937 yılında Yeni Zelanda’ya göçtü. Burada, Centerbury University College’de doçent oldu ve 1945 yılı sonuna dek felsefe dersleri verdi. 1945’te İngiliz vatandaşlığına geçti. 1946’da İngiltere’ye giderek, London School of Economics and Political Science’ta mantık ve bilimsel yöntem profesörü olarak çalıştı. Aldığı onlarla ödülün yanı sıra 1965’te Kraliçe II. Elizabeth tarafından "Sir" unvanıyla onurlandırıldı. 1994 yılında 92 yaşındayken İngiltere’de vefat eden Popper’ın külleri Avusturya’da defnedilmiştir.
Karl Popper, kimi bilim insanlarına göre yaşamış en büyük bilim felsefecisidir. 1960 Nobel Tıp ödülü sahibi Sir Peter Medawar, Karl Popper için, "hiçbir bilim felsefecisiyle karşılaştıralamayacak kadar büyük" demiştir. 1963 Nobel Tıp ödülü sahibi Sir John Eccles, kendi bilimsel yaşantısını Popper’a borçlu olduğunu beyan etmiştir. Eccles aydınlara Popper’ın bilim felsefesini yaşamlarının temeli haline getirmelerini öğütlemiştir. Başarılı matematikçi Sir Hermann Bondi, "Bilim bilimsel yöntemden, bilimsel yöntem de Popper’ın dediklerinden ibarettir." yorumunda bulunmuştur.[2]
Aşağıdaki yazıda, Karl Popper'in Açık Toplum ve Düşmanları başlıklı kitabında anlattıklarının bir özetini ve Popper'ın "Sahte Peygamberler" olarak nitelediği Platon, Hegel ve Marx hakkındaki görüşlerini bulacaksınız. Bu görüşlerin Popper'in şahsi görüşleri olduğunu ve burada onun fikirlerini paylaşmak adına vurgulamak isteriz.
Popper, I. Dünya Savaşı sırasında, on beş yaşındayken, sıkı bir Marksisti. Kendi anlatımıyla:
Marksizm, bilimsel bir teori olma iddiasındaydı. Bilimselliği sayesinde bize kesinliği, kesin bilgiyi sunabilecekti. Gerekli olan; savaşın ve şiddetin olmadığı, barış dolu mutlu bir dünyanın gelmesiydi. Buna güçlü bir şekilde inanıyordum. Fakat yaşadığım son derece önemli bir deneyim nedeniyle bu görüşlerim paramparça oldu. Genç Marksistlerin ve genç Komünistlerin bir eylemi esnasında polis üzerimize ateş açtı. Bu olay bir Marksist olarak sahip olduğum sorumluluklar üzerine düşünmeye itti. İnsanları bir davaya dahil edip, o dava uğruna ölüme göndermek... Bu çok, çok ciddi bir soruydu. Ve bu soru, bir ölçüde tüm hayatımı değiştirdi. O günden sonra tüm hayatımı bu tip sorulara adayacaktım: Ne biliyoruz? Ne kadar biliyoruz? Neleri bilebiliriz? Ve öte yandan, bilimin doğasına ilişkin sorular. Einstein, kendi teorisinden yola çıkarak bazı öngörülerde bulunmuştu. Ve şöyle demişti: Eğer bu öngörüler test edildiğinde yanlışlanabilir ve bu öngörülerin doğru olmadığını gösterirse teorisinden anında vazgeçecekti. Einstein, teorisine son derece güveniyordu. Öngörülerine de güveniyordu. Fakat bu öngörülerin sınanmasına da hazırdı. Aslına bakarsanız, bu gerçekten bilimsel bir tutumdu ve bu tutuma hayran kalmıştım. Bu esnada Marksistlerin kendilerine yönelik tutumlarınınsa hiç de böyle olmadığını aksine genel anlamda dogmatik bir tutum olduğunu fark ettim. Marksizm, kiliseye atfettiği bütün özellikleri bünyesinde barındırıyordu. Bu nedenle oldukça erken denebilecek bir zamanda Marksizm’in bilimden ziyade bir kilise olduğunu fark ettim. Bunun herkesçe bilinip bilinmediğine dair bir fikrim yoktu, fakat benim için şu çok açıktı ki bilimsel bir tutum, eleştirel bir tutumdur. Yine aynı şekilde eleştirel bir tutum, kendi teorisini sınayan, kendisini ciddi bir sınava tabi olan ve ancak bu şekilde kendi teorisini güçlendirebilecek olan bir tutumdur.’’
Böylece Popper Marksizm’den 17. yaş gününe birkaç ay kala, vazgeçmiştir. Bitmeyen Arayış adlı kitabında bu durumdan şöyle bahsetmektedir:[3]
Tehlikeli bir amentüyü eleştirmeden, dogmatik bir şekilde kabul etmiştim. Tepki beni önce şüpheci yapmış; ardından, çok kısa bir süre için de olsa, rasyonalizmin bütün formlarına karşı çıkmaya götürmüştü. On yedi yaşına geldiğimde bir Anti-Marksist olmuştum. İdeolojinin amentüsünün dogmatik karakterinin ve inanılmaz derecede küstahça olan entelektüel kibrinin farkına varmıştım. Eleştirmeden kabul edilen bir dogma için ya da gerçekleşebilir olmadığı ortaya çıkabilecek bir rüya için başkalarının hayatını riske atmayı görev bilen bir öğretiyi haksız yere benimsemek korkunç bir şeydi. Okuyup düşünebilen bir entelektüel için bu, daha da korkunçtu. Bu tuzağa düşmek son derece moral bozucuydu.
1937-1945 yılları arasında Yeni Zelanda Üniversitesinde felsefe dersleri veren Popper, bu dönemde Yunanca öğrendi ve Platon üzerine araştırmalarda bulundu. Yazımızın kaynağı olan Açık Toplum ve Düşmanları kitabını da bu yıllarda yazdı. Popper, Açık Toplum ve Düşmanları kitabının ismini daha önce Sahte Peygamberler: Platon, Hegel ve Marx şeklinde koymayı düşündüğünü açıklamıştır.[3]
Marx’ın bireyin "bilincinin" bile toplumsal koşullar tarafından belirlendiğini öne süren kuramı, devletin bireyden üstün olduğunu öne süren Platon-Hegelci öğretimin etkisi altında ortaya atılmıştır. Buna rağmen, temelde Marx, bir bireyciydi; ana kaygısı, acı çeken insanlara yardım etmekti. Bundan dolayı kolektivizm, yazılarında önemli bir yer tutmaz.
Popper'in Platon Analizi
Popper, Platon’un devlet anlayışını sert bir dille eleştirmektedir. Zira Platon, kadın-erkek hiç kimsenin öndersiz kalmamasını, kimsenin kendi aklıyla bir işi becermeye kalkışmamasını, gerek savaş zamanında gerekse barış zamanında herkesin liderini izlemesi gerektiğini, toplumun sadakatle liderini takip etmesini öğütlemiştir. Daha da ileri giden Platon, en ufak bir işte dahi insanların liderini izlemesi gerektiğini, insanların yıkanmasının, kalkmasının, yemek yemesini lideri buyurunca yapması gerektiğini söylemiştir.
Popper, Platon’un siyasal amacı olan en iyi devletin bile, geniş ölçüde kaderci olduğunu ifade etmektedir.[1] Zira Popper’a göre gelecek, kestirilebilir değildir; insan doğanın bir parçası olmasına rağmen, ölçülerini doğaya uygulayan ve bu yoldan doğaya ahlakı getiren biziz. Biz, doğanın ürünleriyiz; fakat doğa, bizi dünyayı değiştirmek, geleceği önceden görmek ve planlamak, ahlakça sorumluluğunu taşıdığımız etkileri uzaklara kadar giden kararlar almak gücüyle birlikte yaratmıştır. Yine de sorumluluk ve kararlar, doğa dünyasına ancak bizimle birlikte girmiştir.
Platon, değişimin kötü, değişmemenin ise tanrılık olduğunu öğretmiştir. Popper, burada Platon’un Timaios’taki türlerin kaynağı hikayesini örnek vermektedir. Bu hikayeye göre, hayvanların en yükseği olan erkek-insan, tanrılar tarafından türetilmiştir; öteki türler, bir bozulma ve soysuzlaşma süreciyle ondan inerler. Önce bazı erkekler (korkak ve rezil olanları) soysuzlaşıp kadın olmuştur. Bilgeliği olmayanlar, adım adım daha aşağı hayvanlara göre soysuzlaşmıştır. Popper Platon'un bu düşüncelerini tehlikeli bulur ve ayrıca Platon’un demokrasiyi karalayan açıklamalarını rasyonel kanıtlardan uzak görür. Platon’un demokratların sefih ve hasis, küstah ve yasa tanımaz, utanmaz, vahşi ve müthiş hayvanlar oldukları, her akıllarına eseni yaptıkları, yalnız zevk, yalnız gereksiz ve kirli tutkular için yaşadıklarını öğretmesini eleştirir.
Popper, Platon’un en iyi devletinin güçlü, eşitlikçi yönelimleri olan Atina yerine, bir köle devleti olan dolayısıyla katı sınıf ayrımlarına dayalı, kast sisteminin hakim olduğu Sparta devletine benzediğini söylemektedir. Platon, tecrübeli bir yetiştiricinin köpekleri, atları ya da kuşları üretmekte kullandığı ilkelerin aynısını, egemen ırkın yetiştirilmesinde uygulanmasını ister. "Onları bu yoldan üretmeseydin, kuşların ya da köpeklerin ırkı çabucak soysuzlaşmaz mıydı?" der ve bundan aynı ilkeler, insan ırkına uygulanabilir sonucunu çıkarır. Popper, Platon’un düşünceleri için "Liberal düşüncelere karşı tarihin görebileceği en vahşi ve en kökten saldırıdır." yorumunda bulunur. Platon, bu yorumu haklı çıkarırcasına devam eder:
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Başkalarını yönetmek ve başkalarınca yönetilmek alışkanlığı, barış zamanında ve ilk çocukluktan başlayarak yerleştirilmelidir. Ve bütün insanların hatta insanlara uyruk vahşi hayvanların bütün yaşamından anarşinin en küçük izi bile silinmelidir.
Görünen o ki Platon, bireyden ve bireyin özgürlüğünden nefret etmiştir. Siyasette birey, Platon için kötü olanın ta kendisidir.
Tüm totaliter yönetim şekillerine karşı olan Popper, "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" liberalizmine de karşıdır. Ona göre liberalizm ve devletçilik birbirine karşı değildir. Tam tersine, özgürlüğün hiçbir çeşidi, devlet tarafından güvence altına alınmadıkça, olanaklı olamaz. Devlet, ayrıca bütün öğrenim görme fırsatlarının herkese açık tutulmasını da sağlamalıdır. Fakat eğitimde, gereğinden fazla devlet denetimi, özgürlük için gerçek bir tehlike olur; çünkü bu durum beyin yıkamaya yol açar.
Popper, Platon’un ideal filozof-kralına dikkat çeker. Platon’un ideal filozofu hem her şeyi bilen, hem de her şeyi yapabilen olmaya yaklaşmaktadır. O, filozof-kraldır. Popper, burda ilginç bir saptama yapar: Ona göre filozof-kral, Platon’un kendisidir ve devlet, Platon’un krallık iktidarı üstündeki kendi savıdır. O, bu iktidarı kendi benliğinde, hem filozof hem Platon’a göre "krallığının çocuklarına kalmasını sağlayabilmek için" kendini feda eden Atina krallarının sonuncusu, Kodros’tan gelme ve onun yasal kalıtçısı olma sıfatlarını birleştirme dolayısıyla, kendi hakkı olarak düşünmüştür.
Popper, Platon'un devletinde para sahibi olmanın yüksek eğitime götüren anahtar olmadığını kabul etmekle birlikte, bunun önemsiz olduğunu savunur. Çünkü Platon için önemli olan, yalnızca egemen sınıfın eğitilmesidir. O, her gence yasaların hangilerinin doğru, hangilerinin yanlış olduğunu sorgulamayı yasaklayan ve bütün yasaların iyi olduklarını onlara oy birliğiyle söyleten Doria yasalarını över. "Bir tek yaşlı kimse yasaları eleştirebilir, ancak gençlerin duyamayacağı yerlerde..." diye devam eder. Popper’a göre Sokrates, Platon’un devletinde yaşasaydı, kamuya açık bir mahkemede yargılanma şansı hiç verilmezdi. Cezalandırılması için gizli Gece Kurulu’na teslim edilirdi.
Popper'in Hegel Analizi
Popper’in Hegel eleştirisinin temelinde, Hegel’in tarihe, tıpkı doğa bilimlerindeki gibi kesin kurallar biçerek toplum mühendisliği yapmasının olanaksızlığı yatmaktadır. Hegel için devletin çıkarları, bireylerin çıkarlarından üstündür; bir milletin en yüksek amacının devlet olmak anlamına geldiğini savunur. Ona göre devlet, en yüksek amaçtır. Popper’a göre devletin bireyler karşısındaki bu üstünlüğü, modern totaliterciliği doğurmaktadır. Hegel’in bu felsefesi, kapalı topluma hizmet etmektedir. Hegel’in tarih görüşü, Popper’a göre, ırkçılığa destek veren bir görüştür ve bu görüşün sonu da faşizmdir.
Popper, Hegel’i eleştirirken, Hegel’in ismini sıklıkla Fichte ve Schelling ile birlikte anmaktadır. Yani Popper, romantik düşünce ekolüne saldırmaktadır. Açık Toplum ve Düşmanları kitabından alıntılayacak olursak:
Fichte, Schelling ve Hegel'in romantik tepkisine yol açan şey, Kant'ın tüm Tanrı'nın varlığı kanıtlarını eleştirmesi olmuştur. Yeni eğilim her türlü kanıtı, bunlarla birlikte de her türlü usavurmayı bir kenara koymak olmuştur. Romantiklerle birlikte felsefede olduğu kadar toplum bilimlerinde de dogmacılık moda oldu. Yazar, görüşünü önümüze koymaktadır. Ve onu ister kabul ederiz, ister reddederiz. Schopenhauer, "namussuzluk çağı" adını verdiği bu romantik falcı felsefe çağını şöyle betimliyor: "Önceki bütün felsefecilerin yapıtlarına egemen olan o namusluluk niteliği, okuyucu ile birlikte araştırmaya girmek havası, burada tümüyle yok olmaktadır. Her sayfa, bu sözde felsefecilerin okuyucuya bir şey öğretmek değil, onun aklını çelmek çabasında olduklarına tanıklık etmektedir."
Ona göre Hegel, akıl düşmanlığının temelindeki ölümsüz fikirleri yeniden ortaya çıkardı. Popper'e göre Hegelcilik, Platon ile modern totoliterlik arasındaki kayıp halkadır. Popper, Schopenhauer’den alıntılamalarına devam eder ve şöyle der:
Hegel, ipe sapa gelmez, dar kafalı, yavan, tiksindirici, okuma yazması olmayan bir şarlatandı. Bu saçmalıklar, kiralık hayranları tarafından şamatalı bir şekilde ölümsüz hikmetler olarak ilan etmiş ve onu böylece kabul eden ahmaklar o zamana kadar duyulmuş olan hayranlık koroların en mükemmellerinden birine katılmışlardır.
"Hegel'in büyüklüğü neresindedir?" sorusunu soran Popper, bu soruya sistemli bir cevap aradığını fakat sonucun umut kırıcı olduğunu söylemektedir.
Hegel ile Herakleitos’un arasındaki benzerliklere dikkat çeken Popper, her ikisinin de savaşın her şeyin babası ve kralı olduğuna inandığını, her ikisinin de zıtların özdeşliğine inandığını, Herakleitos’un karşıtların savaşı ve ayrılıkları fikrinin, Hegel’in diyalektiğinin ana fikirleri olduğunu söylemektedir.
Hegel’de gelişim, diyalektik bir biçimde olur. Bir tez ortaya atılır ve bu tezin zıttı olan başka bir tez (antitez) ortaya atılır. Bu iki önermenin çatışmasından yeni bir önerme (sentez) ortaya çıkmış olur. Popper, Hegel’in diyalektiğini incelemeye giriştiği zaman, onu "şarlatan" olarak nitelemektedir. Hegel’in diyalektik üçlemesinden çıkardığı anlamı eleştiren Popper, çelişkiler bilimin gelişmesinin aracı olduğuna göre, Hegel’in çelişkilerin yalnızca kabul edilebilir ve kaçınılmaz olan şeyler değil, aynı zamanda pek istenir şeyler oldukları sonucuna vardığını söylemektedir. Bu, her türlü usavurmanın ve ilerlemenin sona ermesini gerektiren Hegelci öğretidir. Çünkü çelişmelerden kaçınılmazsa ve onlar istenilir şeyler ise, onları aradan çıkarmak gerekmez ve böylece her türlü ilerlemenin ortadan kalkması gerekir.
Hegelcilik, desteklenmiş dogmatizmin çelişkilerini kabul edebilir, hatta verimli olduklarını öne sürerek kurmaktadır. Ne var ki, eğer çelişkilerden kaçınmak gerekmezse her türlü tartışma ve eleştirme gereksiz olur, çünkü eleştirme her zaman ya kuramın kendi içindeki çelişkilere ya da öndeyileriyle sınamalarının çeliştiğine işaret etmekten ibarettir.
Hegel’in özgürlük anlayışını da eleştiren Popper, Hegel’den alıntı yapar:
Özgürlüğe gelince diyor Hegel, eski zamanlarda yasalarla tanımlanmış haklara, şehrin vb. tanıdığı özel ve kamusal haklara 'özgürlükler' denirdi. Gerçekten her gerçek yasa bir özgürlüktür… çünkü içinde ussal bir ilke taşır.
Hegel’in bu usavurmasından, özgürlük ile yasa kavramlarının aynı anlama geldiğini çıkaran Popper, ne kadar çok yasa varsa o kadar özgürlük olduğunu ileri süren Hegel’in özgürlük anlayışına katılmaz. Hegel’in özgürlüğe ve eşitliğe karşı çıktığını bunun yerine totaliter bir ulusçuşluğu tercih ettiğini söylemektedir.
Eleştiri dozunu arttıran Popper, ilerleyen sayfalarda yeniden Schepenahuer’den alıntıya başvurur:
- Dış Sitelerde Paylaş
Eğer zaman gelir de bir gencin zekasını körletmek ve aklını her türlü düşünmeye yeteneksiz bir hale getirmek istersen, onun Hegel okumasını sağlamaktan daha iyisini yapamazsınız. Çünkü birbiriyle yıkışan ve çelişen bu hilkat garibesi söz yığınları, aklın onlara bağlı olarak bir şeyler düşünebilmek için kendini boş yere yorup eziyete girmesine ve sonunda bitkinlikten çökmesine yol açarlar. Böylece, herhangi bir düşünme yetisi öylesine tümüyle mahvolur ki, genç, önünde sonunda yanılıp kof ve boş sözleri gerçek düşünce sanacaktır. Vesayeti altında tuttuğu çocuğun çevirdiği dolapları anlayacak kadar akıllanmaya başladığından korkan bir veli, ona masumca Hegel okumasını öğütleyerek bu bahtsız durumun önüne geçebilir.
O, yalnız Alman felsefesi üzerinde değil, her türlü Alman edebiyatı üzerinde yıkıcı, daha kesin söylenirse, aptal edici, hatta denebilir ki, vebaya benzer bir etki yaptı. Bu etki ile her fırsatta ve kuvvetle mücadele etmek, bağımsız hüküm verebilen herkesin görevidir. Çünkü, biz susarsak kim konuşacak?
Popper'in Karl Marx Analizi
Popper, bu bölüme Marksizm’in tanımını yaparak başlıyor (Marksizm hakkında daha fazla bilgiyi buradaki yazımızdan alabilirsiniz):
Marksizm ekonomik ve siyasal güç gelişimlerinin, özellikle de devrimlerin geleceğini önceden haber vermek amacını güden salt tarihsel bir kuramdır.
Daha sonra Hegelci sol kanat, Marksizm ve faşizm arasındaki benzerliklere dikkat çekerek devam ediyor ancak aralarındaki farkı da görmezlikten gelmenin haksızlık olacağını söylüyor. Gerek faşizmin gerek de Marksçılığın kökeninin Hegel’de yattığını savunan Popper, Marksizmin insaniyetçi itilerden yola çıktığını düşünüyor. Faşistlerin aksine Marx’ın toplum hayatına akılcı çözümler bulmak için dürüst bir çaba sarfettiğini, ancak bu çabanın başarısız olduğunu ve Marx’ın yanıldığını savunuyor. Popper’a göre Marx, sahte bir peygamberdi, bir tarih kahiniydi ve bu kehanetleri gerçekleşmedi.
Popper’ın Marx’a asıl saldırdığı konu ise Marx’ın pek çok akıllı insanı yanıltıp, toplumsal sorunlara yaklaşmanın bilimsel yolunun tarihi kehaneti olduğunu düşünmelerine yol açmasıdır ve ona göre Marks’ın düşünce yöntemi, "Açık Topluma" vurulmuş en büyük darbelerden biridir.
Popper'e göre Marksçılık, bir bilimden fazlası olma iddiasındadır. O, tarihi bir kehanet ileri sürmekten daha da ileri gitmektedir. Eylemsel siyasal etkenliğe temel olma iddiasındadır. Mevcut toplumu eleştirmekte ve dünyayı daha iyi bir topluma ulaşılabileceğini öne sürmektedir. Ama, Marx’ın kendi kuramına, göre ekonomik gerçekliği irademize bağlı olarak, örneğin hukuk reformları ile düzeltemeyiz. Siyaset, "doğum sancılarını kısaltıp azaltmaktan başka bir şey yapamaz."
Karl Popper’a göre bu, çok zayıf bir siyaset programıdır, zaafı da güçler hiyerarşisindeki siyasal güce üçüncü derecede bir yer vermesinin sonucudur. Çünkü Marx’a göre asıl güç, makinelerin evrimindedir, sırada bundan sonra ekonomik sınıf ilişkileri gelir, en az önemli olan da siyasetin etkisidir. Marx’ın siyasete karşı takındığı hor gören bu tutum yalnızca ekonomik açıdan zayıf olanların hayat koşullarını düzeltmenin en etkili olabilecek araçlarından birini ihmal ettiği anlamına değil, aynı zamanda insan özgürlüğü için tehlikeli olabilecek bir gücü de ihmal ettiği anlamına gelir.
Popper’a göre, Marx’ın sınıfsız bir toplumda devlet gücünün önemini yitirerek "kuruyup gideceği" hakkında safiyane görüşü de özgürlük paradoksunu hiçbir zaman anlamadığını ve devlet gücünün özgürlük ve insanlık hizmetinde yapılabileceği ve yapması gereken hizmeti anlamadığını açıkça göstermektedir. Komünizmle yönetilen ülkeler de dahil olmak üzere hiçbir ülkede devlet, "kuruyup gitme" eğilimi göstermemiştir. Popper’a göre devletin kuruyup gideceği tezi hiç de gerçekçi değildir, Marx ve Engels’in onu benimsemiş olmalarının en önemli nedeni, rakipleri olan Bakunin gibi anarşistlerin soluğunu kesmeyi amaçlamalarıdır. Onlar da Marx gibi mevcut toplum düzeninin yıkılmasını amaçlıyorlardı, ama onlarca ortadan kaldırılması gereken düşman devletti.
Popper’a göre özgürlük sınırsız olursa, kendi kendini ortadan kaldırır. Sınırsız özgürlük, kuvvetli adamın zayıfı itip kakmaya onun özgürlüğünü elinden almaya özgür olduğu anlamına gelir. Devletin özgürlüğünü de bir dereceye kadar sınırlamasını istemesinin nedeni budur. Herkesin özgürlüğü yasalar tarafından korunsun diyedir. Hiç kimse başkalarının merhametine kalmış olmamalı, herkes devlet tarafından korunma isteğine sahip olmalıdır. Ekonomik açıdan güçsüz olanların ekonomik açıdan güçlü olanlara karşı korunmaları için devletin gücü tarafından yürütülen toplum kurumlarını kurmamız gerekir. Devletin, hiç kimsenin açlık ya da ekonomik açıdan mahvolma korkusu altında adil olmayan bir anlaşma altına girmemeleri için, önlemler alması gerekir. Özgürlüğün korunmasını istiyorsak, sınırsız ekonomik özgürlük ilkesi yerine, devletin plana bağlı olarak araya girmesi ilkesinin konması talep edilmelidir. Dizginlenmemiş kapitalizm yerine, ekonomik araya girme düzenine bırakması talep etmemiz gerekir.
Popper, Lenin’den alıntı yaparak Marksizm’in uygulamalı ekonomi sorunlarına yardımcı olmadığını söylüyor.
'Ben bu sorunları ele almış bir sosyalist tanımıyorum.' diyordu Lenin iktidara geldikten sonra; 'bu konuda ne Bolşevik ne Menşevik ders kitaplarında bir şey yazılmamıştır.' Marx’ın eserlerinde sosyalizmin ekonomisi üzerine söylenen tek bir kelime yoktur. Herkesten yeteneği kadar, herkese gereksinimleri kadar gibi yararsız kelimeler bir yana. Lenin’in adına NEP dediği, sınırlı bir şekilde özel teşebbüse geçiş demek olan bazı tedbirler aldığını söyleyen Popper, Lenin’iin uyguladığı beş yıllık kalkınma planının, Marx ve Engels tarafından ortaya atılmış olan "Bilimsel Sosyalizm" ile hiçbir alakası olmadığını açıklamaktadır.
Popper'e Göre Marx’ın Kehanetleri
Rus Devrimi’nin Marx tarafından haber verilen devrim kehanetiyle en ufak bir ilişkisinin olmadığını savunan Popper, Marx’dan alıntı yapar:
Ekonomik temeldeki değişme ile birlikte bütün üstyapı da az ya da çok süratli bir şekilde değişir… üst yapıdaki yeni, daha verimli ilişkiler hiçbir zaman varoluş koşulları eski toplumun içinde hazırlanmadan ortaya çıkmazlar.
Popper’a göre Marx’ın "maddeci tarih yorumu" ne kadar değerli olursa olsun, fazla ciddiye alınmamalıdır. Marx’ın ve Engels’in "Şimdiye kadar ortaya çıkmış olan toplumların tüm tarihi, bir sınıf mücadelesi tarihidir." sözünü değerlendiren Popper’a göre bu sözün amacı, Hegel’in ve tarihçilerin aksine olarak, tarihi yürüten ve insanın kaderini belirleyen şeyin uluslararası savaşlar olmayıp, sınıflar arası savaşlar olduğunu öne sürmektir. Popper ise Ortaçağ tarihindeki büyük konulardan biri olan papalar ile imparatorlar arasındaki yönetici sınıfı içinde olan kavgalara örnek göstererek, Marx ve Engels’in bu tezini çürütmeye çalışmaktadır. Popper'e göre bu kavgayı "sömürenle sömürülen arasındaki ilişki"ye yormak imkansızdır.
Popper, Marx’ın kapitalizmin sefaletin ve servetin artmasına yol açmasının kaçınılmaz olacağını öne süren kehanetini ele alır; Marx, sayıca azalan burjuva sınıfının serveti, sayıca çoğalan işçi sınıfının da sefaleti artacaktır, der. Oysa durum bunun tam tersidir. Sefaletin Marx’ın zamanından beri arttığı iddia edilemez, hatta büyük bir ilerleme vardır. Marx, işçiler ve burjuvalar dışındaki tüm sınıfların, özellikle de orta sınıfların ortadan kalkmaya mahkum olduklarını ve işçilerle burjuvalar arasındaki çatışmanın artması sonucunda işçilerin daha çok sınıf bilincine erişip birleşeceklerini varsaymaktadır. Popper, Marx’ın bu konuda da yanıldığını söylemektedir.
Popper, Marx’ın toplumsal devrim kehanetini incelemeye öncelikle Marx için toplumsal devrim kehanetin ne olduğunu açıklayarak başlamaktadır. Ona göre Marx’ın toplumsal devrimden anladığı şey çok açıktır.
Marx, proleterlerin toplumsal devriminden söz ederken, tarihsel bir kavramı anlıyor. Bu kavram kapitalizm evresinden sosyalizm evresine az çok çabuk bir geçişi dile getirmektedir. Başka bir deyişle, iki ana sınıf arasındaki çekişmenin işçilerin zaferiyle sona ermesine kadar olan geçiş devrinin adıdır. Toplumsal devrim teriminin anlamının bir iç savaş olup olmayacağı Marx’a sorulduğunda Marx, bunun gerekmediğini söylüyordu ama bir savaşa engel olma imkanlarının, ne yazık ki, pek parlak olmadığını da ekliyordu.
Marx, toplumsal hayatın şiddet içinde geçtiğini, sınıf savaşının her gün kurbanlarını aldığını söylüyordu ve ekliyordu: "Asıl önemli olan sonuçtur, sosyalizme varılmasıdır, toplumsal devrimin esas niteliği bu sonuca varmasıdır." Popper’a göre toplumsal devrim proleterlerin tüm siyasal gücü ele geçirmek amacıyla bu amaca ulaşmak için gerekirse şiddete başvurmaktan kaçınmamak ve düşmanların iktidarı tekrar ellerine geçirmek için gösterecekleri her türlü gayrete karşı koymak kararıyla giriştikleri bir etkenliktir ve bu etkenlik –şiddete başvurması mümkün olan devrim kehaneti- Marxçılığın en zararlı öğesidir.
Marx’ın zaman geçtikçe işçi sınıfının sayısının artacağını kehanetini inceleyen Popper, istatistiklerin bu kehaneti yanlışladığını söylemektedir. İşçi sınıfı, öbür sınıflara oranla artma eğiliminde değildir. Marx’ın sömürü yasasını ortaya atmış olmasını takdir eden Popper, Marx’ın gözlemlediği koşulların bir devrimle değiştirilmezlerse sürüp gidecekleri kehanetinde bulunurken yanıldığını, daha da kötüleşeceğini söylerken ise daha da çok yanıldığının itiraf edilmesi gerektiğini, gerçeklerin Marx’ı yanlışladığını söylemektedir. Ona göre, Marksistlerin, kapitalistlerin insanların sefaleti karşısındaki sorumsuzluklarından yakınan bu insanların, kendilerinin bu türlü dogmatik iddialarla insan sefaletini nasıl azaltabileceğimizi ve toplumsal davranışlarımızın bazı beklenmedik sonuçlarını nasıl kontrol altına alabileceğimizi öğrenmemizi mümkün kılabilecek bu türlü deneyimlere karşı çıkacak sorumsuz olduklarını görmek hayret vericidir. Popper'e göre Marksçılığı savunanlar, kendi çıkarları uğruna ilerlemeye karşı çıktıklarının farkında değildirler. Onlar, Marksçılık gibi hareketlerin ana tehlikesinin bir süre sonra türlü türlü çıkarları temsil etmeye başlamaları olduğunu ve maddi çıkarlar yanında düşünsel çıkarlar da olabileceğini görememektedirler.
Popper’a göre Marx’ın kastettiğini anlamda kapitalizm artık yoktur. Marx’ın tanıdığı toplum, devasa değişimler geçirmiştir. Üstelik Marx’ın "kapitalizm" dediği şey, dünyada asla olmadı; hatta Popper'e göre, ona benzer bir şey bile var olmamıştır. O zamanlar işçiler için korkunç zor zamanlardı, ama bir zamanlar milyonlarca kadın ve erkeğin yapmak zorunda olduğu dayanılmaz zorluktaki el işçiliği, bugünkü Batılı toplumlarımızda kalmadı ve bu değişimin temel nedeni de teknolojinin gelişmesidir. Popper'e göre, bir bütün olarak bakacak olursak, Marx’ın öngörülerinin tam tersi ortaya çıkmıştır. Ona göre, işçilerin durumu artık o kadar da kötü değildir, Batı demokrasilerinde çoğu yaşamından gayet memnundur. Oysa Marx, yokuş aşağı gittiğini ve hep de yokuş aşağı gitmesi gerektiğini iddia ediyordu.[4]
Popper, çok genel kehanetlerde bulunmanın kolay olacağını söyler. Örneğin, akla yakın bir süre içinde yağmur yağacağını kehanet etmek... Bundan dolayı, on yılların birinde bir yerlerde devrim olacağını kehanet etmek iş değildir ve Marx da bundan ileri çok az şey söylemiştir ve söylediği tam da sözlerinin olaylar tarafından yanlışlanmasına imkan verecek kadardır. Popper’a göre bu yanlışlamaları yorumlar aracılığı ile ortadan kaldırmaya çalışanlar, Marx’ın sistemindeki son bilimsellik kırıntılarını da ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bu taktirde, o artık büsbütün "metafizik" bir sistem haline gelmektedir.
Popper, Marxçılıktaki dinsel öğeye de vurgu yapmaktadır. O, Marx’ın kehanetlerinin umutsuz anlarında işçilere görevlerinin önemi ve hareketlerinin insanlığa hazırlayacağı büyük gelecek hakkında yüreklendirici bir iman sağladığını, Marx mezhebinin kehanetçi öğesinin eleştirel düşünceyi yok ettiğini ve rasyonel bir şekilde dünyayı değiştirebileceğimiz inancını ortadan kaldırdığını düşünüyordu.
Marx, Tevrat’ın tüm güçlü tanrısı Yehova yerine, ‘Tarihsel Gerekircilik’ tanrıçasını koymuştur, Yahudilik yerine de Çağdaş Batı aleminin iç proleterlerini, Mesihçi Krallığı ise, Proleteryanın Diktatörlüğü olarak tasarlamıştır.
Ayrıca Popper, Marksizmin tıpkı semavi dinlerdeki gibi kutsal kitabının, peygamberinin, azizlerinin, şehitlerinin ve eleştirilemez dogmalarının olduğunu vurgulamıştır. Marx’ın çoğu zaman hoşgörüsüz olduğunu düşündüğünü söyleyen Popper, Engels’in de Marksçılığın bu hoşgörüsüzlüklerine ve katılıklarına katlanmaya hazır olduğunu söylüyor.
Kapital'in ilk İngilizce çevirisini yazdığı önsözde kitap hakkında şöyle diyor: 'Bu kitaba, Avrupa’da çoğu zaman çalışan sınıfın İncil’i adı verilir.' Ve 'bilimsel sosyalizmi' din gibi gösteren bu betimlemeye itiraz edecek yerde Engels, öne sürdüğü fikirlerle, kitabın bu ada hak kazanmış olduğunu öne sürüyor.
Burada Popper, bilimsel tutuma bağlı kalanların aforoz edilmelerine ve sözlerinin küfür sayılmasına bir adım kalmıştır yorumunda bulunuyor.
Hepimiz düşlerimizin güzel, yetin toplumunda herkesin mutlu olacağına inanırız. Ve hiç kuşkusuz hepimiz birbirimizi sevebilseydik, yeryüzü cennete dönerdi. Ne var ki, daha önce de dediğim gibi, yeryüzünü cennete çevirme çabası her zaman cehennemin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Bu çaba hoşgörüsüzlüğe yol açar. Dinsel savaşlara ve engizisyonların ortaya çıkmasına yol açar.
Popper, sözlerini şöyle bitiriyor:
Marksizm'i reddedişimden yıllar sonra bile sosyalist olarak kalmaya devam ettim; ve eğer bireysel özgürlükle birleşmiş bir sosyalizm diye bir şey mümkün olsaydı, ben hala sosyalist olabilirdim. Çünkü eşitlikçi bir toplumda gösterişsiz, sade ve özgür bir yaşam sürmekten daha iyisi yoktur. Oysa bunun güzel bir hayalden ibaret olduğunu; eşitliği gerçekleştirme girişiminin özgürlüğü tehlikeye atacağını; ve nihayet, eğer özgürlük kaybedilirse, özgür olmayanlar arasında bile eşitliğin olamayacağını anlamam biraz zaman aldı.
Sonuç
Popper'in bu görüşleri sayısız filozof tarafından değişen şiddetlerde eleştirilmiş, bir kısmının düpedüz yanlış olduğu iddia edilmiş, Popper'in bilim ve Marksizm konusunda çifte standart uyguladığı ve hatta Marksizm eleştirisi yapabilecek akademik birikimden yoksun olduğu ileri sürülmüştür; bu eleştiriler, Popper'i savunanlar (veya onunla hemfikir olanlar) tarafından geliştirilen karşı eleştiriler ile birleşince, Popper'in "Açık Toplum" fikri, liberal görüşleri ve anti-komünist tavrı üzerinden zengin bir argüman çeşitliliği doğmuştur.[5], [6], [7], [8], [9], [10], [11], [12]
Ne var ki tüm bu tartışmalar, çok önemli olmakla birlikte, Açık Toplum ve Düşmanları'nda Popper'in felsefesini olabildiğince aktarmayı hedefleyen bu yazının kapsamı dışında kalacaktır. Buna rağmen, tekil bir filozofun görüşleriyle genel yargılara varılmasının, özellikle de yapılan analizlerin üzerinde konsensus bulunan konular olduğunun varsayılmasının yanıltıcı olabileceği hatırlanmalıdır. Popper'in burada verilen görüşlerini farklı açılardan ele alan filozoflar için yazınımızın kaynaklar kısmı incelenebilir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 9
- 4
- 4
- 3
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ K. Popper. (2013). Açık Toplum Ve Düşmanları. Yayınevi: Liberte Yayınları.
- ^ B. Magee. (1990). Karl Popper'ın Bilim Felsefesi Ve Siyaset Kuramı. Yayınevi: Remzi Kitabevi. sf: 150.
- ^ a b K. Popper. (2019). Bitmeyen Arayış (Entelektüel Bir Biyografi). Yayınevi: Serbest Kitaplar. sf: 357.
- ^ K. Popper. (2016). Hayat Problem Çözmektir. Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları. sf: 280.
- ^ H. Verikukis. (2007). Popper’s Double Standard Of Scientificity In Criticizing Marxism. Cultural Logic: A Journal of Marxist Theory & Practice. doi: 10.14288/clogic.v14i0.191755. | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. Williams. Karl Popper, The Enemy Of Certainty, Part 3: Rejecting Politics As Science | Liz Williams. (24 Eylül 2012). Alındığı Tarih: 29 Eylül 2021. Alındığı Yer: The Guardian | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Thornton. Karl Popper. (13 Kasım 1997). Alındığı Tarih: 29 Eylül 2021. Alındığı Yer: Stanford Encyclopedia of Philosophy | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. Hudelson. (1980). Popper's Critique Of Marx. Philosophical Studies, sf: 259-270. doi: 10.1007/BF00372447. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. Shearmur. (2008). Popper's Critique Of Marxism. Critical Review, sf: 62-72. doi: 10.1080/08913818608459477. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Kabakcı. Karl Popper Ve Yanlışlamacılığı. (9 Ağustos 2019). Alındığı Tarih: 29 Eylül 2021. Alındığı Yer: Bilim ve Aydınlanma Akademisi | Arşiv Bağlantısı
- ^ K. Gülen. (2018). Karl Popper, Tarih Ve Marksizm. Kastamonu İletişim Araştırmaları Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Becermen. (2010). Popper’ın Marx’ın Tarih, Toplum Ve Siyaset Görüşünü Eleştirisi Üzerine Bir Inceleme. Kaygı. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 15/11/2024 01:28:07 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11020
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.