İnsan, umutsuzluktan umut yaratandır.
Sevişirken iç içe geçen, solukları karışan, birbirine en yakın hale gelen insanların, sonradan bu kadar yabancılaşmasına, hatta can yakmaya çalışmasına hep hayret etmişimdir. Önce en büyük haz, sonra en büyük can yakma, ne tuhaf.
Bazı acıları ölüm bile unutturmuyor, bazı davranışlar ölümden sonra bile bağışlanmıyor.
Biraz sonra elindeki tepsiye yerleştirdiği incecik, zarfı fincanlarda nefis kokan, bol köpüklü iki kahveyle geldi. Birer küçük bardak su ve kahve fincanlarının yanına birer güllü lokum koymuştu. Tam eski İstanbul işi. Ne Starbucks'ta bulunurdu bu, ne de House Cafe'de. İnsanlar niye bu güzel adetleri bırakır da karton bardaklarda kahve içerler diye bir kez daha merak ettim. Hem de tadı yabancı bir kahve.
Aslında nedeni belliydi. Dünyanın değişik yerlerin de yaşayan, birbirinden farklı özellikteki milyarlarca insan, aynı tür yiyecek ve içecekleri sevmeli, aynı tarz giysileri almalı, bunun için de aynı tarz bir hayat yaşamalıydı. Böylece uluslarüstü büyük firmalar, ürünlerini dünyanın her yerinde satabilirdi.. Belki de daha korkuncu, bu sistemin yerel kültürleri yok ediyor oluşuydu.
Bütün Ortadoğu’nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.'
Şirazlı Sadi'nin insanı nasıl tarif ettiğini not ettiğim defterime: Yek katre-i hunest ve hezar endişe yani Bir damla kan ve bin endişe. işte unutmayı başaramayan insanın trajedisi bu sözlerde gizliydi.
İnan bana, insanların çoğunun ruhu, bedeninden önce çürür.