Keşfedin, Öğrenin ve Paylaşın
Evrim Ağacı'nda Aradığın Her Şeye Ulaşabilirsin!
Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat
Tüm Reklamları Kapat

Epigenetik, Lamarkçı Evrimi mi Destekliyor? Sonradan Kazanılmış Özellikler Gerçekten de Kalıtsal Olabilir mi?

14 dakika
94
Epigenetik, Lamarkçı Evrimi mi Destekliyor? Sonradan Kazanılmış Özellikler Gerçekten de Kalıtsal Olabilir mi? Pexels
Araştırmalar, düzenli fiziksel aktivitenin epigenetik düzeyde kalıcı izler bırakabildiğini ve bu izlerin, bazı durumlarda bir sonraki nesle aktarılabileceğini göstermektedir.
Tüm Reklamları Kapat

Bu Makalede Neler Öğreneceksiniz?

  • Highlight epigenetic research shows environmental factors can alter gene expression without changing DNA sequence, and these changes may be inherited across generations.
  • Explain how epigenetics provides a modern framework for Lamarckism by demonstrating molecular mechanisms like DNA methylation and histone modification influence gene activity.
  • Describe Lamarck's evolutionary theory proposing organisms adapt structurally to environmental changes during their lifetime and pass these traits to offspring.

Bir zamanlar evrimsel biyolojinin temel yaklaşımlarından biri olarak kabul edilen Lamarkçılık, modern bilimin ilerleyişiyle birlikte uzun süre gözden düşmüş ve Darwinci evrim anlayışı tarafından gölgede bırakılmıştı. Ancak 21. yüzyılda epigenetik alanındaki hızlı ve şaşırtıcı gelişmeler, Lamarkçı düşüncenin yeniden gündeme gelmesini sağladı. Çevresel faktörlerin canlılar üzerindeki etkilerinin, gen ifadesini düzenleyen epigenetik mekanizmalar yoluyla nesilden nesile aktarılabileceği fikri, Lamarkçılığın çağdaş bir yorumla yeniden değer kazanmasına yol açtı.

Epigenetik araştırmalar, genetik materyalin yapısını değiştirmeden, çevresel uyaranların genlerin işleyişini etkileyebileceğini ve bu değişikliklerin kalıtılabileceğini göstermektedir. Bu durum, Lamark’ın, çevreye uyum sağlama sürecinde edinilen özelliklerin bir sonraki kuşağa aktarılabileceği yönündeki iddialarını hatırlatıyor. Geçmişte “kullan ya da kaybet” prensibiyle tanımlanan Lamarkçı mekanizmalar, artık moleküler düzeyde çok daha ince elenip sık dokunulmakta ve çevresel etkilerin genetik ifadeyi nasıl kalıcı bir şekilde şekillendirebileceği üzerine yoğunlaşılmaktadır.

Epigenetik Nedir?

Epigenetik, genetik kodun kendisine dokunmadan, o kodun nasıl okunduğunu ve ifade edildiğini şekillendiren bir sistem gibi düşünülebilir. Yani DNA’mızda harfler aynı kalır ancak bu harflerden hangi kelimelerin seçileceği, nasıl vurgulanacağı ya da hangilerinin sessizce geçileceği epigenetik mekanizmalar sayesinde belirlenir. İşin özü, genetik bilginin üstüne yazılmış, hücrenin davranışını yöneten ikinci bir katmandan söz ediyoruz.

Tüm Reklamları Kapat

Bu katmanı oluşturan başlıca mekanizmalar arasında DNA metilasyonu, histon modifikasyonları ve RNA aracılığıyla gen susturma gibi süreçler var. Bunlar, hücreye hangi genleri okuyup hangilerini susturması gerektiğini söyler. Böylece, aynı DNA dizilimine sahip olmalarına rağmen, bir karaciğer hücresiyle bir sinir hücresi birbirinden tamamen farklı görevler üstlenebilir.

Fakat epigenetik dediğimiz bu alanı asıl ilginç ve hatta biraz da kışkırtıcı yapan şey, bu değişikliklerin sadece bireysel düzeyde kalmayabileceği. Gün geçtikçe daha fazla çalışma, çevresel etkiler sonucu ortaya çıkan epigenetik izlerin, bazı durumlarda bir sonraki nesle aktarılabileceğini ortaya koyuyor. Yani bir bireyin yaşadıkları, yediği yemekler, maruz kaldığı stres ya da toksinler, yalnızca kendi bedenini değil, belki de henüz doğmamış torunlarını bile etkileyebilir.

Klasik Lamarkçılık ve Neo-Lamarkizm

Bitkiler üzerindeki uzun yıllar süren çalışmalarının ardından Lamarck, bu kez hayvanları incelemek için işe koyulmuştu. Modern sınıflandırmanın temelini oluşturacak şekilde, böcek ve solucanlara ait iki omurgasızlar sınıfını, on farklı sınıfa ayırdı. Omurgasızların bu on farklı sınıfının, yapı ve organizasyon bakımından dereceler taşıdığını gören Lamarck, listeyi 1802’de doğrusal bir sıralamaya koydu. Hayvanlar alemindeki gelişim seviyelerini ortaya koymak amacıyla, bu sıralamanın ardından dört omurgalı sınıfını ekledi: Balıklar, Sürüngenler, Kuşlar ve Memeliler. Daha sonra, bunları, basit tek hücreli organizmalardan, son derece karmaşık yapıdaki insana kadar olan değişim ve gelişim sürecini açıklayan evrimsel bir düzen ortaya attı. Tam da Darwin’in doğum yılı olan 1809’da bu evrim sürecinin nasıl gerçekleşmiş olabileceği üzerindeki düşüncelerini açıklayan Zoolojik Felsefe adlı eserini kaleme aldı. Eserde, canlıların değişim ve gelişiminde en büyük rol oynayan etkenin, çevresel koşullara uyum sağlama yeteneği olduğunu savundu. Temelde Darwin’le aynı görüşü savunuyormuş gibi görünse de ona göre, bir canlının yaşamı boyunca karşılaştığı çevresel değişimler, canlının doğrudan yapısal özelliklerini değiştirebiliyor ve bu değişimler sonraki nesillere aktarılabiliyordu. Örneğin, Lamarck’ın ünlü zürafa örneğinde, ağaçların yüksek dallarına ulaşmaya çalışan zürafaların boyunlarının zamanla uzadığı ve bu uzamanın yavrularına aktarıldığı iddia ediliyordu.

Snopes

Ona göre, çevrenin etkisiyle canlıların kazandığı iki tür karakteristik özellik bulunuyordu. İlki, doğrudan çevresel etkiler sonucu ortaya çıkan, ancak kalıtsal olmayan özelliklerdi. Örneğin, yaralanmalar veya vücutta meydana gelen deformasyonlar bu gruba giriyordu. İkincisi ise, canlıların çevresel koşullara uyum sağlama sürecinde geliştirdikleri alışkanlıklarla bağlantılı değişimlerdi. Bu ikinci tür özellikler, zamanla organizmanın yapısında ve davranışında kalıcı etkiler bırakabilecek nitelikteydi. Lamarck, özellikle bu alışkanlık temelli değişimlerin evrim sürecinde önemli bir rol oynadığını savunuyordu. Bu alışkanlıklar, canlıların davranışları ve kullanım sıklığına bağlı olarak organlarının yapısında meydana gelen ve kalıtımsal olarak aktarılabilen değişimlere işaret ediyordu. Dolayısıyla, az önce bahsettiğimiz gibi ağaçlara uzanmaya çalışan zürafaların boyları uzamış, suda daha iyi hareket edebilmek için zamanla ayaklarındaki deriyi gererek perdeli ayaklara sahip olan su kuşları bu özelliği yavrularına miras bırakmış ve karanlık ortamlarda yaşayan canlılar gözlerini kullanmamaları nedeniyle görme duyularını kaybetmişti. İlginç bir şekilde, Darwin de, Lamarck’ın bazı fikirlerine tamamen sırtını dönmemişti. Özellikle bir organın kullanılmasına ya da kullanılmamasına bağlı olarak zamanla güçlenip körelebileceği fikrine belirli bir ölçüde sıcak bakmıştı.

Tüm Reklamları Kapat

İşte bugün epigenetik araştırmalar, tam da bu sezgilerin bilimsel karşılıklarını sunuyor. Gen diziliminde bir değişiklik olmadan, çevresel faktörlerin gen ifadesini etkileyebildiğini; hatta bu etkilerin bazen nesiller boyunca aktarılabildiğini ortaya koyan bulgular, uzun yıllar boyunca dışlanan ya da “modası geçmiş” sayılan bazı fikirlerin yeniden masaya yatırılmasına neden oldu. Lamarck’ın ve kısmen Darwin’in de zamanında yalnızca gözleme dayalı olarak dile getirdiği kalıtsal edinim düşüncesi, artık moleküler düzeyde karşılık buluyor. Bu nedenle epigenetik, yalnızca modern biyolojide değil, evrim kuramlarının tarihi gelişiminde de yeni bir uyanışı temsil ediyor. Bir anlamda, geçmişteki fikirlerin bilimsel revizyonla nasıl tekrar canlanabileceğinin en güzel örneklerinden biri haline geliyor.

Epigenetik Çalışmalara Bazı Örnekler

Epigenetik, genetik bilginin çevreyle kurduğu dinamik ilişkinin hücresel düzeydeki yansımasıdır. Bu mekanizma, yalnızca kalıtımsal kodu değil, bu kodun ne zaman, nasıl ve hangi yoğunlukta ifade edileceğini belirleyen ince ayarlarla işler. Genetik dizilim sabit kalsa da, bireyin maruz kaldığı çevresel etkenler (beslenme biçimi, stres, toksik maddeler ya da duygusal deneyimler) gen ifadesinde değişikliklere yol açabilir. Bu değişiklikler, DNA dizisinin kendisini değiştirmeden, epigenetik düzenleyiciler aracılığıyla hücresel işleyişi yeniden biçimlendirir.

Epigenetik sistemin belki de en dikkat çekici yönü, bu değişimlerin yalnızca bireyin kendi yaşamıyla sınırlı kalmaması ihtimalidir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, çevresel koşulların oluşturduğu epigenetik izlerin bazı durumlarda bir sonraki nesle aktarılabileceğini ortaya koymuştur. Yani bir annenin gebelik sürecinde karşılaştığı yetersiz beslenme, bir dedenin yaşamış olduğu yoğun stres ya da bireyin maruz kaldığı fiziksel-psikolojik travmalar, yıllar sonra doğan bir çocuğun fizyolojik yapısında ya da davranışsal eğilimlerinde karşılık bulabilmektedir.

Aşağıda bilimsel literatürde geniş yer bulan bazı dikkat çekici epigenetikle ilgili çalışmaları sizler için derledik:

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.

Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.

Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.

Överkalix Çalışması

Epigenetik mirasın insanlarda nesiller arası etkisini gözler önüne seren en bilindik çalışmalardan biri, İsveç’in kuzeyindeki küçük ve izole bir kasaba olan Överkalix’te gerçekleştirildi. Bu bölge, 19. yüzyıl boyunca ayrıntılı kayıtların tutulduğu, nüfus hareketliliğinin oldukça sınırlı olduğu ve nesiller boyunca aynı soy hatlarının sürdüğü bir yerleşim yeri olarak araştırmacılara nadir bir olanak sundu.

Rahim içinde maruz kalınan olumsuz koşullar, embriyonun sağlıklı bir şekilde gelişmesini veya rahme tutunmasını (implantasyonu) engellemesinin yanında doğacak çocuğun ileriki yaşamında bazı hastalıklara yakalanma riskini de artırabilir. Bu gibi erken dönem deneyimler, genlerin nasıl çalışacağını belirleyen epigenetik işaretlerde kalıcı değişikliklere yol açabilir. Bununla birlikte, doğum sonrası çevresel etkiler — örneğin kötü beslenme, toksik maddelere maruz kalma veya obezite gibi metabolik hastalıklar — hem kadınlarda yumurta hücrelerini (oositleri) hem de erkeklerde sperm hücrelerini etkileyebilir. Bu hücrelerde meydana gelen epigenetik değişimler, daha sonra gelecek kuşaklara aktarılabilir.  İlginç olan bir diğer nokta ise, henüz doğmamış bir bebeğin, kendi yumurta veya sperm hücreleri oluşurken çevreden gelen sinyallere karşı da hassas olmasıdır. Yani bir birey, doğrudan toksik bir maddeye maruz kalmasa bile, anne karnındaki ortamın etkisiyle onun üreme hücreleri değişime uğrayabilir. Bu da, sonraki nesillerin sağlığını etkileyebilecek bir biyolojik zincirleme sürecin başlangıcı olabilir.
Rahim içinde maruz kalınan olumsuz koşullar, embriyonun sağlıklı bir şekilde gelişmesini veya rahme tutunmasını (implantasyonu) engellemesinin yanında doğacak çocuğun ileriki yaşamında bazı hastalıklara yakalanma riskini de artırabilir. Bu gibi erken dönem deneyimler, genlerin nasıl çalışacağını belirleyen epigenetik işaretlerde kalıcı değişikliklere yol açabilir. Bununla birlikte, doğum sonrası çevresel etkiler — örneğin kötü beslenme, toksik maddelere maruz kalma veya obezite gibi metabolik hastalıklar — hem kadınlarda yumurta hücrelerini (oositleri) hem de erkeklerde sperm hücrelerini etkileyebilir. Bu hücrelerde meydana gelen epigenetik değişimler, daha sonra gelecek kuşaklara aktarılabilir.
İlginç olan bir diğer nokta ise, henüz doğmamış bir bebeğin, kendi yumurta veya sperm hücreleri oluşurken çevreden gelen sinyallere karşı da hassas olmasıdır. Yani bir birey, doğrudan toksik bir maddeye maruz kalmasa bile, anne karnındaki ortamın etkisiyle onun üreme hücreleri değişime uğrayabilir. Bu da, sonraki nesillerin sağlığını etkileyebilecek bir biyolojik zincirleme sürecin başlangıcı olabilir.
Cell Press

Araştırmacılar, özellikle 1800’lerin sonlarına ve 1900’lerin başlarına ait arşivleri inceleyerek, bireylerin çocukluk döneminde karşılaştıkları beslenme koşullarını analiz etti. Bu dönemde yaşanan kıtlık veya tam tersi, aşırı beslenme durumlarıyla büyüyen bireylerin torunlarında sağlık açısından ne gibi farklılıklar ortaya çıktığı incelendi. Sonuçlar oldukça dikkat çekiciydi: Çocukluk döneminde aşırı gıda bolluğuna maruz kalan erkek bireylerin erkek torunlarında, kalp-damar hastalıkları ve diyabet gibi metabolik bozukluklara daha sık rastlandı. Buna karşın, aynı dönemde besin kıtlığı yaşamış olan bireylerin torunlarında bu hastalıkların görülme sıklığı önemli ölçüde düşüktü.[1], [2]

Hollanda Açlık Kışı (Hongerwinter)

1944 yılının sonlarına doğru, İkinci Dünya Savaşı’nın en sert günlerinde, Nazi güçlerinin uyguladığı abluka nedeniyle Hollanda’nın batı kesiminde ağır bir kıtlık baş gösterdi. Bu felaket, tarihe “Hongerwinter” yani Açlık Kışı olarak geçti. Yaklaşık 4.5 milyon insan, günlük kalori alımının 400-800 kaloriye kadar düştüğü, ekmeğin, patatesin ve süt ürünlerinin lüks sayıldığı o korkunç ayları yaşam mücadelesiyle geçirdi. Ancak kıtlık o günlerin bir dramı olarak kalmamıştı. Yıllar sonra, bilim insanları bu dönemden sağ çıkan bireylerin bedenlerinde o günlerin izlerine yeniden rastlamışlardı.

Schooltv

Özellikle açlık döneminde hamile kalan kadınların çocukları üzerinde yapılan uzun vadeli takip çalışmalarında, IGF2 (Insulin-like Growth Factor 2) adlı büyüme geninin metilasyon düzeylerinde belirgin bir azalma tespit edildi. Değişiklik, doğrudan DNA dizisinde bir mutasyon olmaksızın, gen ifadesinde meydana gelen epigenetik bir düzenlemeydi. Bu bireyler, ilerleyen yaşlarında kalp hastalıkları, tip 2 diyabet, obezite ve metabolik sendrom gibi çeşitli kronik hastalıklara daha yatkın hale gelmişlerdi. En çarpıcı bulgulardan biri ise, bu epigenetik değişikliklerin yalnızca doğrudan açlığa maruz kalan kuşakta değil, bir sonraki nesilde, yani bu bireylerin çocuklarında da izlenebilir olmasıydı.

Bu durum, epigenetik biliminin gelişiminde bir dönüm noktası olarak kabul edildi. Zira ilk kez, çevresel bir etkenin doğrudan genetik kodu değiştirmeden, yalnızca genlerin okunma biçimini etkileyerek nesiller arası bir sağlık mirası oluşturabildiği somut olarak gösterilmişti.[3]

Holokost Olayı: Travmatik Deneyimlerin Gelecek Nesillere Mirası

20. yüzyılın en karanlık dönemlerinden biri olan Holokost, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın başta Yahudiler olmak üzere Romanlara, eşcinsellere, engellilere ve siyasi muhaliflere yönelik yürüttüğü soykırım süreciydi. Milyonlarca insan toplama kamplarında açlığa, zorla çalıştırmaya, işkenceye ve kitlesel infazlara maruz bırakılmış; birçok çocuk, anne-baba ve aile parçalanarak derin travmalarla baş başa kalmıştı. Holokost’un geride bıraktığı yıkım yalnızca o dönemi yaşayan bireylerin ruhunda değil, bilimsel bulgulara göre, onların çocuklarının ve hatta torunlarının bedeninde de iz bırakmıştı. Holokost’tan sağ kurtulan bireyler ve onların çocukları üzerinde yürütülen çalışmalar, travmanın biyolojik düzeyde nesiller arası bir iz bırakabileceğini gösteren en dikkat çekici örneklerden biridir.

Tüm Reklamları Kapat

Yapılan araştırmalarda, Holokost mağduru ebeveynlerin çocuklarında stres yanıtını düzenleyen genlerde, özellikle de Nr3c1 (glukokortikoid reseptör geni) adlı gende epigenetik düzeyde değişiklikler gözlemlenmiştir. Bu değişiklikler, genin metilasyon deseninde sapmalarla kendini göstermiştir. Söz konusu bireyler, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde anksiyete bozuklukları, depresyon, ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi psikiyatrik rahatsızlıklara daha yatkın hale gelmişlerdir. İlginç olan, bu bireylerin doğrudan travmayı deneyimlememiş olmalarına rağmen, ebeveynlerinin yaşadığı acıların bedenlerine epigenetik bir iz olarak kazınmış olmasıdır.[4]

Farklı hayvan türleri üzerinde yapılan araştırmalar, ebeveynlerin yaşadığı stresin sonraki kuşaklara yalnızca deneyim yoluyla değil, doğrudan biyolojik mekanizmalar aracılığıyla da aktarılabileceğini ortaya koyuyor. Bu aktarım süreci, bazen sperm ve yumurta hücreleri gibi gametlerde meydana gelen epigenetik değişiklikler yoluyla, bazen de hamilelik sırasında rahim ortamındaki fizyolojik koşulların değişmesiyle gerçekleşiyor. Hatta doğum sonrası erken bakımın niteliği bile bu biyolojik etki zincirinde önemli bir rol oynayabiliyor. Holokost’tan sağ kurtulan bireylerin çocuklarında saptanan biyolojik farklılıklar, travmanın yıllar önce gerçekleşmiş olmasına rağmen sonraki nesillerde iz bırakabileceğini düşündürüyor. Bu durum, söz konusu etkinin yalnızca rahim içi değil, aynı zamanda gamet düzeyinde şekillenmiş olabileceğini akla getiriyor. Stres altındaki erkek kemirgenlerin spermlerinde tespit edilen epigenetik ve mikroRNA değişiklikleriyle de bu görüş desteklenmiş durumda. Öte yandan, hayvan deneyleri, yetersiz ya da tutarsız anne bakımının da yavrularda uzun vadeli sinirsel, hormonal, bilişsel ve davranışsal değişimlere yol açabileceğini gösteriyor. Tüm bunlara ek olarak, bireyin genetik yatkınlığı, ebeveynlik stilleri, sosyal öğrenme süreçleri ve paylaşılan çevresel koşullar da, stresin nesiller boyunca nasıl şekilleneceğini belirleyen önemli faktörler arasında yer alıyor.
Farklı hayvan türleri üzerinde yapılan araştırmalar, ebeveynlerin yaşadığı stresin sonraki kuşaklara yalnızca deneyim yoluyla değil, doğrudan biyolojik mekanizmalar aracılığıyla da aktarılabileceğini ortaya koyuyor. Bu aktarım süreci, bazen sperm ve yumurta hücreleri gibi gametlerde meydana gelen epigenetik değişiklikler yoluyla, bazen de hamilelik sırasında rahim ortamındaki fizyolojik koşulların değişmesiyle gerçekleşiyor. Hatta doğum sonrası erken bakımın niteliği bile bu biyolojik etki zincirinde önemli bir rol oynayabiliyor. Holokost’tan sağ kurtulan bireylerin çocuklarında saptanan biyolojik farklılıklar, travmanın yıllar önce gerçekleşmiş olmasına rağmen sonraki nesillerde iz bırakabileceğini düşündürüyor. Bu durum, söz konusu etkinin yalnızca rahim içi değil, aynı zamanda gamet düzeyinde şekillenmiş olabileceğini akla getiriyor. Stres altındaki erkek kemirgenlerin spermlerinde tespit edilen epigenetik ve mikroRNA değişiklikleriyle de bu görüş desteklenmiş durumda. Öte yandan, hayvan deneyleri, yetersiz ya da tutarsız anne bakımının da yavrularda uzun vadeli sinirsel, hormonal, bilişsel ve davranışsal değişimlere yol açabileceğini gösteriyor. Tüm bunlara ek olarak, bireyin genetik yatkınlığı, ebeveynlik stilleri, sosyal öğrenme süreçleri ve paylaşılan çevresel koşullar da, stresin nesiller boyunca nasıl şekilleneceğini belirleyen önemli faktörler arasında yer alıyor.
Nature

Travmanın böylesi bir biyolojik gölge gibi nesiller arasında taşınabiliyor olması, epigenetiğin duygusal mirasın bile taşıyıcısı olabileceğini göstermektedir.

Bu çalışmaların yanı sıra, epigenetiğe örnek oluşturan ve yalnızca insanlarla sınırlı kalmayan sayısız deneysel araştırma bulmak mümkündür. Bitkilerden böceklere, memelilerden balıklara kadar pek çok farklı türde yapılan çalışmalar, sıcaklık, besin kıtlığı, toksin maruziyeti ya da stres gibi çevresel koşulların gen ifadesi üzerinde kalıcı ve bazen de nesiller boyunca aktarılabilir değişimlere neden olabildiğini göstermektedir. Örneğin, Caenorhabditis elegans gibi basit organizmalarda bile, 14 nesil boyunca aktarılabilen epigenetik işaretler tespit edilmiştir.[5] Yine fareler üzerinde yapılan deneylerde, belirli kokularla koşullandırılan bireylerin yavrularının da aynı kokuya karşı öğrenilmemiş bir kaçınma tepkisi sergilediği gözlemlenmiştir.[6]

Tüm Reklamları Kapat

Epigenetik Ne Kadar Lamarkçı?

Görüldüğü üzere, epigenetikle birlikte, evrimsel biyolojinin bir zamanlar kenara ittiği, hatta neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bazı fikirler, usul usul yeniden gün yüzüne çıkmaya başladı. Dönemin gözlemci doğa bilimciliği için oldukça makul görünen bu fikir, moleküler biyolojinin gelişmesiyle yerini genetik temelli açıklamalara bırakmış, Lamark’ın yaklaşımı ise tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştı.

Ancak epigenetik, bu tartışmaları yeniden açtı. Çünkü burada söz konusu olan, bireyin yaşamı boyunca maruz kaldığı çevresel etkilerin, DNA dizisini değiştirmeden gen ifadesi üzerinde kalıcı ya da yarı-kalıcı değişikliklere yol açabilmesi. Üstelik bu değişikliklerin, biraz önce bahsettiğimiz gibi, bazı koşullarda bir sonraki nesle de aktarılabildiği gözlemleniyor. İlk bakışta bu durum, Lamarck’ın “sonradan kazanılmış özelliklerin kalıtımı” fikrine oldukça yakın duruyor. Ne var ki mesele, göründüğü kadar basit değil.

Yale News

Epigenetik değişiklikler, canlıların çevresel baskılara karşı verdiği yanıtların moleküler izlerini taşısa da, bu izlerin kalıcılığı Lamark’ın tasvir ettiği kadar mutlak değildir. Pek çok epigenetik işaret, yalnızca birkaç nesil boyunca aktarılabilir ve sonraki kuşaklarda silinebilir. Ayrıca bu değişikliklerin her zaman bir fayda sağlaması da gerekmez, bazen zararlı, nötr ya da bağlama bağlı etkiler gösterebilir. Dahası, bu düzenlemeler organizmanın yapısal anatomisini köklü biçimde değiştirmekten çok, genlerin ne zaman ve ne ölçüde aktif olacağını belirleyen ince ayarlardır. Yani bir uzvun uzaması ya da yeni bir organın oluşması gibi köklü değişimlerin açıklaması, epigenetikten çok daha karmaşık ve uzun vadeli süreçleri gerektirir.

Bu nedenle epigenetiği, Lamarkçı kalıtımın doğrudan bir yeniden doğuşu olarak görmek yanıltıcı olabilir. Yine de, aralarındaki tematik akrabalığı inkâr etmek de pek mümkün değil. Epigenetik, klasik Darwinci seçilim ve modern genetik kuram arasında bir köprü işlevi görüyor. Amiyane tabirle ifade edecek olursak, ne Lamarck’a tam bir iade-i itibar ne de Darwin’e gözü kapalı bir sadakat. Aksine, evrimi açıklayan anlatının giderek daha kapsamlı, daha esnek ve çevreyle etkileşime daha açık bir hal almasının bir yansıması. Epigenetik, tam da bu karmaşıklığın ve yeniden düşünme ihtiyacının bir ürünü olarak karşımızda duruyor.

Tüm Reklamları Kapat

Sonuç

Bugün, epigenetik çalışmaları sayesinde Lamarkçılık, evrim teorisinin tarihi bir kalıntısı olmaktan çıkarak, biyolojinin modern paradigmalarında yeniden etkili bir rol oynamaya başlamıştır. Bu yeni bakış açısı, yalnızca geçmişteki teorileri yeniden yorumlamakla kalmayıp, evrimsel süreçlerin ne denli kompleks olduğunu ortaya koyarak bilim dünyasında büyük bir heyecan yaratmıştır. Bu gelişmelerle birlikte, uzun yıllar boyunca evrim teorisinin tarihi bir kalıntısı olarak değerlendirilen Lamarkçılık, biyolojinin modern paradigmalarında yeniden etkili bir konuma yükselmiştir. Epigenetik mekanizmaların çevresel koşullara bağlı olarak gen ekspresyonunu değiştirebilmesi ve bu değişimlerin bir nesilden diğerine aktarılabilmesi, Lamark’ın zamanında dikkatlerden kaçan görüşlerine yeni bir anlam kazandırmıştır.

Ancak epigenetiğin hala oldukça genç bir araştırma alanı olduğunu, her geçen gün daha fazla bilimsel soruya ışık tutmayı sürdüreceğini ve yeni keşiflere kapı aralayacağını belirtelim. Değişikliklerin hangi koşullarda kalıcı hale geldiği, evrimsel süreçler üzerindeki etkisi ve doğal seçilimle olan ilişkisi gibi sorular, bu alanın çözüm bekleyen önemli meseleleri arasında yer almakta ve dolayısıyla, bu alandaki çalışmaların henüz emekleme aşamasında olduğunu ve gelecekte çok daha kapsamlı bulgulara ulaşılabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Evrim Ağacı, sizlerin sayesinde bağımsız bir bilim iletişim platformu olmaya devam edecek!

Evrim Ağacı'nda tek bir hedefimiz var: Bilimsel gerçekleri en doğru, tarafsız ve kolay anlaşılır şekilde Türkiye'ye ulaştırmak. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi Türkiye'de bilim anlatmak hiç kolay bir iş değil; hele ki bir yandan ekonomik bir hayatta kalma mücadelesi verirken...

O nedenle sizin desteklerinize ihtiyacımız var. Eğer yazılarımızı okuyanların %1'i bize bütçesinin elverdiği kadar destek olmayı seçseydi, bir daha tek bir reklam göstermeden Evrim Ağacı'nın bütün bilim iletişimi faaliyetlerini sürdürebilirdik. Bir düşünün: sadece %1'i...

O %1'i inşa etmemize yardım eder misiniz? Evrim Ağacı Premium üyesi olarak, ekibimizin size ve Türkiye'ye bilimi daha etkili ve profesyonel bir şekilde ulaştırmamızı mümkün kılmış olacaksınız. Ayrıca size olan minnetimizin bir ifadesi olarak, çok sayıda ayrıcalığa erişim sağlayacaksınız.

Avantajlarımız
"Maddi Destekçi" Rozeti
Reklamsız Deneyim
%10 Daha Fazla UP Kazanımı
Özel İçeriklere Erişim
+5 Quiz Oluşturma Hakkı
Özel Profil Görünümü
+1 İçerik Boostlama Hakkı
ve Daha Fazlası İçin...
Aylık
Tek Sefer
Destek Ol
₺50/Aylık
Bu Makaleyi Alıntıla
Okundu Olarak İşaretle
4
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Bize Ulaş
Yukarı Zıpla

Makalelerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!

Bu makalemizle ilgili merak ettiğin bir şey mi var? Buraya tıklayarak sorabilirsin.

Soru & Cevap Platformuna Git
Bu Makale Sana Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 0
  • Tebrikler! 0
  • Bilim Budur! 0
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Umut Verici! 0
  • Merak Uyandırıcı! 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Kaynaklar ve İleri Okuma
  • ^ G. Kaati, et al. (2002). Cardiovascular And Diabetes Mortality Determined By Nutrition During Parents' And Grandparents' Slow Growth Period. European Journal of Human Genetics, sf: 682-688. doi: 10.1038/sj.ejhg.5200859. | Arşiv Bağlantısı
  • ^ B. Kegel. (2009). Epigenetik. Wie Erfahrungen Vererbt Werden. ISBN: 9783832195281. Yayınevi: DuMont.
  • ^ Encyclopedia Britannica. Hongerwinter | European History | Britannica. Alındığı Tarih: 5 Temmuz 2025. Alındığı Yer: Encyclopedia Britannica | Arşiv Bağlantısı
  • ^ M. E. Bowers, et al. (2016). Intergenerational Transmission Of Stress In Humans. Neuropsychopharmacology, sf: 232-244. doi: 10.1038/npp.2015.247. | Arşiv Bağlantısı
  • ^ E. L. Greer, et al. (2011). Transgenerational Epigenetic Inheritance Of Longevity In Caenorhabditis Elegans. Nature, sf: 365-371. doi: 10.1038/nature10572. | Arşiv Bağlantısı
  • ^ B. G. Dias, et al. (2014). Parental Olfactory Experience Influences Behavior And Neural Structure In Subsequent Generations. Nature Neuroscience, sf: 89-96. doi: 10.1038/nn.3594. | Arşiv Bağlantısı
  • V. M. Sales, et al. (2017). Epigenetic Mechanisms Of Transmission Of Metabolic Disease Across Generations. Elsevier BV, sf: 559-571. doi: 10.1016/j.cmet.2017.02.016. | Arşiv Bağlantısı
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 09/09/2025 04:55:37 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/19600

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Tüm Reklamları Kapat
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?
Gündem
Bağlantı
Ekle
Soru Sor
Stiller
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Size Özel
Makaleler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Geçmiş ve Notlar
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
İşaretle
Göz Attım
Site Ayarları

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.

[Site ayalarına git...]
Bu Yazıdaki Hareketleri
Daha Fazla göster
Tüm Okuma Geçmişin
Daha Fazla göster
0/10000
Kaydet
Bu Makaleyi Alıntıla
Evrim Ağacı Formatı
APA7
MLA9
Chicago
V. Sarıgül, et al. Epigenetik, Lamarkçı Evrimi mi Destekliyor? Sonradan Kazanılmış Özellikler Gerçekten de Kalıtsal Olabilir mi?. (8 Eylül 2025). Alındığı Tarih: 9 Eylül 2025. Alındığı Yer: https://evrimagaci.org/s/19600
Sarıgül, V., Küsüroğlu, S. (2025, September 08). Epigenetik, Lamarkçı Evrimi mi Destekliyor? Sonradan Kazanılmış Özellikler Gerçekten de Kalıtsal Olabilir mi?. Evrim Ağacı. Retrieved September 09, 2025. from https://evrimagaci.org/s/19600
V. Sarıgül, et al. “Epigenetik, Lamarkçı Evrimi mi Destekliyor? Sonradan Kazanılmış Özellikler Gerçekten de Kalıtsal Olabilir mi?.” Edited by Sabri Küsüroğlu. Evrim Ağacı, 08 Sep. 2025, https://evrimagaci.org/s/19600.
Sarıgül, Veli. Küsüroğlu, Sabri. “Epigenetik, Lamarkçı Evrimi mi Destekliyor? Sonradan Kazanılmış Özellikler Gerçekten de Kalıtsal Olabilir mi?.” Edited by Sabri Küsüroğlu. Evrim Ağacı, September 08, 2025. https://evrimagaci.org/s/19600.
Keşfet
Ara
Yakında
Sohbet
Agora

Bize Ulaşın

ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close