COVID-19 Sürecinde Ayrımcılık: Salgın, Herkesi Eşit Derecede Öldürmez!
İnsan Hakları sözleşmesinin imzalanmasının üstünden 71 yıl geçmesine rağmen, ayrımcı söylemler ve eylemler devam etmekte ve hatta katlanarak artmaktadır. Ayrımcılık, çok boyutlu bir sorundur; kişiye uyguladığı şiddet bakımından psikolojik, kişiye yapılan eşitsizlik bakımından etik ve politik sorunlardır. Bu makalede ayrımcılığın etik ve insan hakları boyutuna bakacağız.
Ayrımcılık Nedir?
Ayrımcılık, aynı değeri taşıdığı düşünülen şeylerden birine diğerlerinde farklı bir eylemde bulunulmasıdır.
Etnik dinsel ve cinsel ayrımlara baktığımızda hep bir grubun ya da cinsin – diğerlerine eşit olmasına veya öyle düşünülmesine karşın- eşit muamele görmediğini, en azından görmediğinin düşünüldüğünü görüyoruz (Tepe, 2016:186).
Bu bağlamda ayrımcılık, adaletsizliğe ve etik bir soruna işaret eder.
Ayrımcılığın nedenlerinden biri, değerlendirme hatasıdır. Değerlendirme hatası, aynı zamanda bir kimlik sorununu doğurur. İnsanı, "insan" kimliğiyle değerlendirmek yerine, onu alt kimliklerle değerlendirmek ayrımcılığı doğurur.
İnsanın Değeri
Değer bir şeyin değeridir hep, o şeyin bir çeşit özelliği, onun aynı türden şeyler arasındaki yeridir. (Tepe, 2016:122)
İnsanın değeri ise, diğer tüm varlıklar arasındaki özel yerinde yatmaktadır. Kişinin değeri ise; o kişiyi kişi yapan özellikleri ve taşıdığı olanaklardır. Kant’a göre insanın değeri akıl sahibi oluşunda yatmaktadır:
Şimdi insan, kendinde gerçekten bir yeti bulur - ki bununla kendini diğer her şeyden, nesnelerce uyarılan kendisinden bile ayırır; bu da akıldır (Kant, 1982:70).
Diğer tüm varlıklar doğa yasasına tabiidir, sadece insan aklı sayesinde düşünülen alana aittir, aklı sayesinde doğa yasasının dışına çıkabilir. İnsan, hem doğa yasasının belirlenimini taşır, hem de aklıyla kendine yasa koyup, bunun dışına çıkıp özgürleşir.
Diğer bir nokta da şudur: İnsan, aklıyla koyduğu yasayla ahlaklı eyleyebilme olanağı vardır; diğer insanları araç değil, amaç olarak eyleyebilme olanağı vardır. İnsan, ahlaklı olabilen tek canlı olarak da değerlidir.
Akıl sahibi bir varlığın kendisinin amaç olabilmesini sağlayan tek koşul ahlaklılıktır; çünkü ancak onunla bu varlık amaçlar krallığında yasa koyucu üye olabilir. Böylece ahlaklılık ve insanlık, aynı şeyi sağlayabildiklerine göre, değerli olan tek şeydirler (Kant, 1982:52).
İoanna Kuçuradi ise insanın değerinin, değerler ortaya koyabilmesinde yattığını söyler.
- Yeni Bir İlaç, COVID-19 Kaynaklı Koku ve Tat Kaybının Hızla Giderilmesine Yardımcı Oluyor!
- SIR Modeli: Salgın Grafikleri Ne Anlama Geliyor? Salgın Eğrisini Nasıl Doğru Yorumlayabiliriz?
- Oxford/AstraZeneca COVID-19 Aşısı Nasıl Oldu da Başlangıçta En Öndeyken, Sonradan Tökezledi? Aşının Klinik Deneylerinde Nasıl Doz Hatası Yapıldı?
İnsanın değerinden kastedilen şey, cins olarak insanın bütün başarılarıdır; bilgi, bilimler, sanatlar, felsefe, teknik, moraller, kültürlerdir. (Kuçuradi, 1971:52)
Kant gibi insanı sadece akıllı yanıyla değil, aynı zamanda biyopsişik yanıyla da ele alır.
Kişinin değerleri, kişiler arası ilişkilerde doğrudan doğruya veya dolaylı olarak ortaya çıkan sevgi, dürüst olma, bağlılık, saygı, adil olma gibi ve açık düşünebilme, doğru bağlantılar kurabilme gibi kişi imkanlarıdır (Kuçuradi, 1971:58).
Her insan birbirinden farklı olsa da kişinin asıl değeri farklılık gösterecek bir şey değildir. Tüm insanlar, insan olması bakımından birdir. Ne kadar ırk, din, dil ve cinsiyet olarak ayrı olsak da hepimiz insanız ve hepimiz akıl sahibi, değerler ortaya koyabilen varlıklarız ve bu yüzden değerliyiz. İnsan hakları da insanın bu türden değerlerini gerçekleştirirken, korunma ve desteklenme talebini içerir. Bu tür haklara insan olduğumuzdan dolayı sahibizdir, sahip olduğumuz kimlik her ne olursa olsun bu haklara sahip olma hakkımız engellenemez. Bildirgenin ikinci maddesi de bunu açıkça belirtmektedir:
Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi: 2. Madde).
Fakat ayrımcılık yüzünden ne yazık ki bu yasa, pratiğe çok az dönüştürülmektedir. Kişilerin kimlikleri yüzünden onlara farklı davranıldığı ve belli haklardan mahrum bırakıldıklarını görüyoruz.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Değerlendirme Hatası ve kimlik Sorunu
Değerlendirme hatası, değerlendirilen kişiyi hazır değer yargılarıyla (kurallar, normlar, ölçüler) değerlendirmekten dolayı oluşur:
Değerlendirmede, değerlendirilenin konuyla doğrudan ilgisi olmayan unsurları merkeze alınmakta ya da onların değerlendirmede belirleyici olmasına izin verilmektedir. (Tepe, 2016:187).
İoanna Kuçuradi, bu durum için değerlendirme kavramını değil “değer biçme” kavramını kullanır.
Bu bir şeye değer biçmektir, başka bir değişle ezbere değerlendirmedir. Çünkü bu niteleme, değerlendirilmesi söz konusu olan şeyin kendisi hesaba katılmadan yapılır; nitelendirilen şeyin kendisi değil, kausal görüşü veya bu kausal görüşüne göre ona verilen adıdır (Kuçuradi, 1971:42).
Değer biçme, değerlendirilenle ilgili değildir, değerlendirenle ilgilidir. Yani biçilen değer değerlendirilen kişinin asıl değeri değildir. Kişiyi insan kimliğiyle değerlendirmek yerine onu diğer kimlikleriyle, sözgelimi kadın oluşu, mülteci oluşu, müslüman oluşu, gibi ya da tam tersi zengin oluşu, belli bir mevkiye sahip oluşu gibi kimlikleriyle değerlendirerek, yanlış değerlendirme yaparak eylemde bulunmak kimlik sorunu doğurur. Küreselleşmeyle birlikte kimliklerden daha çok söz edilir oldu.
Kimlik sorununa geri dönmek gerekiyor, çünkü kimlik sorunu bize geri döndü (Tepe, 2004:89).
Her kişinin birçok kimliği bulunmaktadır. Hatta bu kimliklerin bazıları birbiriyle çelişkili bile olabilir fakat, kişi hangisini görünür kılmak isterse onu görünür kılar.
Kimlikler bizi konumlayan ve kendimizi konumladığımız farklı durumlara verdiğimiz isimlerdir, geçmişin öyküleridir (Tepe, 2004:91).
Fakat hangi kimliğe sahip olursak olalım ya da hangisini öne çıkarırsak çıkaralım diğerlerinden farklı bir eylemle karşılaşmayı hak etmeyiz.
Tüm bunların üzerinde yer alan ve tüm insan haklarıyla ilgili belge ve çalışmaların temelinde yatan en üst kimlik gözden kaçırılabilir (Tepe, 2004:92).
Bu üst kimlik bizim insan olmaklığımızdır. Sahip olduğumuz ya da öne çıkardığımız kimlikler bize ne dezavantaj yaratmalı ne de avantaj sağlamadır. Kişiler değerlendirilirken onun insan oluşundan yola çıkılmalıdır. Yukarıda da bahsettiğim gibi değerlendirmede bulunurken kişinin kimliğine değil de onun kişi olarak değerine yönelmeli ve onu bu şekilde değerlendirmeyiz, diğer türlü bir değerlendirme ancak ‘değer biçme’ yani ezbere değerlendirmek olur. Ayrımcılığın temel nedeni de bundan kaynaklanmaktadır.
COVID-19 Sürecinde Karşılaşılan Ayrımcılıklar
COVID-19 insanlarda ağır solunum yolu sorununa neden olan bulaşıcı bir hastalıktır. İlk olarak 2019 yılında Çin’in Vuhan şehrinde ortaya çıkmış ve şu an dünya çapına yayılarak pandemiye yol açmıştır. Hastalık yüksek ateş, öksürük ve nefes darlığına neden olmaktadır. Şu an dünya genelinde toplam; 15.784.287 vaka, 9.132.074 iyileşen ve 640.601 ölü sayısı vardır. Gün geçtikçe bu sayılar artmaktadır.
Bu virüsün, sağlık, politik ve ekonomik boyutlarda dünyaya pek çok etkileri olmuştur. Aslında bu sorunlarının hepsinin temelinde etik temelli bir sorun yatmaktadır. Makalenin bu bölümünde bu sorunların etik ve ayrımcı boyutlarını incelenecektir.
Virüs, yukarıda da değindiğimiz gibi, ağır solunum yollarına sebep olmaktadır. Virüse yakalanan kişiler yoğun bakımda, solunum cihazlarına bağlanarak tedavi görmektedir.
Fakat çoğu ülkenin günde 2000-3000 hastayı yoğun bakıma alıp, solunum cihazına bağlayacak sağlık imkânı yoktur. Bu bağlamda çoğu ülkede etik dışı uygulamalar yapılmıştır. İtalya, İspanya ve Hollanda gibi vaka sayısının artışıyla baş edemeyen ve sağlık sektörlerinin yavaş yavaş çökmeye başladığı ülkeler trajedik kararlar almaya başlamıştır.
Ölüm oranlarına baktığımızda, yaşlı kesimin virüse karşı daha savunmasız olmasından ötürü, en fazla ölümün yaşlı kesimde olduğunu görüyoruz. Bu ülkelerde doktorlar ölüm oranlarından hareketle, sınırlı sayıda olan oksijen makinelerini "zaten ölecek" mantığıyla yaşlılara değil de en azından kurtulma imkânı daha yüksek olan gençlere takmaya karar verdiler. Kısacası, yaşlıları ölüme terk ettiler. Huzurevlerini yok saydılar ve pek çok yaşlıyı ve çalışanı kaderlerine terk ettiler. The New York Times gazetesi “Huzur Evleri Bir Felaket Oldu” başlıklı yazısında şu verileri veriyor;
Kaiser Family Foundation'a göre , Perşembe günü, COVID-19 verilerini rapor eden 23 eyalette 10.000'den fazla yaşlıyı ve personelini öldürdü ve bu eyaletlerdeki COVID-19 ölümlerinin yaklaşık yüzde 27'sini temsil ediyor.
Devletler, masraf kısıntısına gitmek için iyileşme ihtimali düşük olan hastaların fişini çekiyor. İyi bir müdahale ile kurtulacak olan hastalar, devletler ekonomik olarak sıkıntıya girmesin diye ölüme terk ediliyor. Yapılan tüm bu eylemler ne kadar doğru? Bir kişinin, diğer kişiye göre önceliği kabul edilir mi? Devletin kendi çıkarları bağlamında, vatandaşı yok sayarak eylemde bulunması kabul edilebilir mi?
Bu sorunlar temelde etik sorunlardır. İnsanlar hangi durumda olursa olsun değerler bakımından eşittir. Birtakım verilere dayanarak insan hayatı üzerinden tahmin yürütüp, onları ölüme sürüklemek etik dışı bir eylemdir. Hiçbir doktor hastaları arasında ayrım yapamaz. Her hasta, her insan aynı değere sahiptir bundan dolayı aynı hizmeti hakkeder. Sağlık hakkı herkesin, insan olmasından dolayı sahip olduğu temel bir haktır.
Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi: 25. Madde).
Bundan dolayı hiçbir insan yaşı, ırkı veya cinsiyeti dolayısıyla sağlık hakkından mahrum bırakılamaz.
Diğer bir sorun ise, sosyal adaletsizliktir. Teoride virüsün zengin, fakir, İtalyan, İngiliz ayırmadığı, herkesi hasta ettiği söylenir. Fakat görüyoruz ki pratik de durum hiç de böyle değildir. Devlet hastanelerindeki yoğunluk dolayısıyla çoğu hastanın zar zor tedavi olması fakat zengin ya da üst mevkideki vatandaşlara tedavilerde öncelik tanınması ya da para sayesinde kolayca kök hücre tedavisiyle iyileşebilmeleri büyük bir sorundur.
Ekonomik uçurumlar sağlık alanında kendini zaten gösteren bir etkendi fakat, COVID-19 ile birlikte bu uçurum daha da derinleşti. The New York Times gazetesinin “Coranavirüs Eşitsizliği Derinleştirdikçe Eşitsizlik de Koronavirüsün Yayılmasını Daha da Kötüleştiriyor” başlıklı yazısında, yaşlılık ve akut hastalıklarının dışında üçüncü bir risk faktörünün de olduğunu belirtiyor: sosyoekonomik durum. Çoğu ölümcül olmayan hastalığın bile (diyabet gibi) düşük gelirli vatandaşları ölüme sürüklediği görülüyor. Bundan dolayı ekonomik eşitsizlik koronavirüs için önemli bir faktör oluşturuyor. The New York Times şöyle yazıyor:
Sonuç olarak, toplumun alt uçlarındaki insanların yaklaşık yüzde 10'u kronik hastalıklara sahiptir. Çin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinden elde edilen son verilere göre, bu koşullar koronavirüsü 10 kat daha ölümcül hale getirebilir.
Koronavirüsü ve ekonomik eşitsizlik birlikte ele alındığında düşük gelir grubundaki vatandaşların iki kat daha tehlikede olduğunu görüyoruz. Düşük gelir gruplarındaki vatandaşların daha zor ve daha çok temas gerektiren işlerde çalışması, zaten virüs açısından iki kat tehlike içinde olan vatandaşların bir de çalışmak zorunda oldukları için riskleri daha da artmaktadır. Ülkelerde, eşit olmayan sağlık hizmetleri, yoksullar için hastalanmayı kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu sorun, politik olduğu kadar etik bir sorundur ve aynı zamanda temel insan hakları ihlalidir. İnsan hakları kişinin yaşamını desteklemesi ve korunması için gerekenlerdir. Sağlık da bunlardan biridir. Bu hak tüm kişiler için geçerlidir. Yaşlı, genç, fakir, zengin, avukat, işçi, siyahi ya da beyaz tüm insanların hayatını devam ettirme ve bu bağlamda sağlık hizmeti görme hakkı vardır. Devletin de bu hakkı destekleme gibi bir sorumluluğu vardır. Eğer devlet bunu belli bir kesime sağlayıp belli bir kesime sağlayamazsa burada ayrımcılık olur ve sağlık imkânı sağlanamayan kesimin değeri harcanır.
Herkesin bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi: 25. Madde).
Washington Üniversitesi Sağlık Uzmanı Nicole A. Errett bu konu hakkında şöyle diyor:
Halk sağlığı sadece kendi kişisel sağlığınızla değil, genel olarak halkın sağlığıyla ilgilidir. Tedavi alamayan bir kişi varsa, o kişi herkes için risk oluşturmaktadır.
Bu konuda İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın sürecin en başında izlediği yolu örnek gösterebiliriz. Boris Johnson, önlem alınmayacağını herkesin kendi başının çaresine bakması gerektiğini söyledi. Bu söylemden sonra çok tepki aldığı için geri adım atıp önlem alma yoluna gitti. Fakat bu virüse karşı mücadelede saatlerin bile çok büyük bir önemi var. Sırf bu geç önlemler yüzünden pek çok kişi hayatını kaybetti ve virüsün yayılım alanı genişledi.
Herkesin kendi başının çaresine bakması sözü, zengin insanların kendi yaşamını güvenceye alması fakat gelir düzeyi düşük insanların çalışmak zorunda olduğu için yine kendini tehlikeye atması demekti. Bu durumda bize güvence sağlayacak ve sağlımızı koruyacak kurum devlettir. Bunu vatandaşın kendi kendine yapması beklenemez. Devletin amacı budur. Böyle bir durumda devlet merkezli değil, insan merkezli bir anlayış benimsenmelidir ve bireysellik anlayışından uzaklaşılmalıdır. Devletin insan haklarını korumada ve sosyal adaletsizliği engellemede bir araç olduğu unutulmamalıdır.
Kurulan ve işleyen bir devletin bugün iki amacından söz edilebilir: yurttaşlarının temel haklarının güvence altına alınması ve yaşanabilmesini sağlamak (Kuçuradi, 2018:170).
Bu süreç sosyal adaletsizliğin yanı sıra ırkçılığı da gözler önüne sermektedir. Araştırmalarda göstermektedir ki Amerika’da siyahi vatandaşlarda ölme oranları daha da yüksektir. Pek çok siyahi vatandaş iş bulamamaktadır ve daha zor ve tercih edilmeyen işlerde (temizlik, yaşlı bakımı, taksi şoförü…) çalışmaktadır. Bu işler de virüse kapılma riskini arttırmaktadır, çünkü bu mesleklerde çalışan siyahi vatandaşlar ya da gelir düzeyi düşük insanlar pek çok insanla temas halindedir ve virüse daha açık bir konumdadır.
Bunun yanı sıra bu düzeyde bulunan vatandaşların düzenli bir hayatı ve düzenli sağlık kontrolleri yoktur. Bundan dolayı biyolojik olarak da virüse karşı dayanıksızlardır. Bu durum da vaka sayılarının büyük bir çoğunluğunun toplumdan dışlanan farklı ırka mensup insanlardan ve gelir düzeyi düşük insanlardan oluşmasına sebep olmuştur. The Washington Post gazetesinde, Stacey Patton’un bu konuda yaptığı çıkarım gerçekten korkutucu: “Siyah insanlar virüsün yüzü haline gelirse, COVID-19 ile savaşmak daha az öncelikli olur mu?”
İlerleyen süreçlerde diğer kesimden vatandaşlar vaka sayılarına bakarak gelir düzeyi düşük kişileri ya da siyahi vatandaşları suçlarlar mı? Bu gerçekten büyük bir sorun. Şimdiden görülüyor ki evlerine stok yapacak kadar zengin olan insanlar, stok yapacak paraya sahip olmadığı için markete gitmek zorunda olan insanları dışarı çıkmakla ve virüsü yaymakla suçluyor. Charles M. Blow bundan dolayı pek çok vatandaşın sokaklarda linçlendiğini ve sözlü tacize maruz kaldığını söylüyor. Seçim yapacak konumda olmayan insanlar ne yazık ki isteklerinin dışında dışarı çıkmak zorunda kalabiliyor. Bu yüzden suçlamadan önce, eylemin arkasına bakılması gerekiyor. Çıkmak zorunda olduğu için mi çıkıyor yoksa keyfi olarak mı?
Sonuç olarak; bu süreç, zaten varolan ayrımcılıkları daha da derinleştirmiş ve görünür kılmıştır. Ayrımcılık yeni bir olgu değildir, bu olguyla hep beraber savaşmalıyız
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 8
- 5
- 2
- 2
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- C. M. Blow. Social Distancing Is A Privilege. (5 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 26 Temmuz 2020. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- M. L. Coleman. Coronavirus Is Inspiring Anti-Asian Racism. This Is Our Political A Wakening. (26 Mart 2020). Alındığı Tarih: 26 Temmuz 2020. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- M. Fisher, et al. As Coronavirus Deepens Inequality, Inequality Worsens Its Spread. (15 Mart 2020). Alındığı Tarih: 26 Temmuz 2020. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- I. Kant. (1981). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi. Yayınevi: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.
- İ. Kuçuradi. (2018). İnsan Hakları: Kavramları Ve Sorunları. Yayınevi: Türkiye Felsefe Kurumu yayınları.
- İ. Kuçuradi. (1971). İnsan Ve Değerleri. Yayınevi: Yankı Yayınları.
- S. Patton. The Pathology Of American Racism Is Making The Pathology Of The Coronavirus Worse. (11 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 26 Temmuz 2020. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- H. Tepe. (2016). Teorik Etik. Yayınevi: BilgeSu.
- H. Tepe. (2016). Pratik Etik. Yayınevi: BilgeSu.
- H. Tepe. (2004). Kimlik, Kimlikler Ve İnsan Hakları. Yayınevi: Türkiye Felsefe Kurumu yayınları.
- V. Williams. What White Americans Can Learn About Racism From The Coronavirus. (8 Mayıs 2020). Alındığı Tarih: 26 Temmuz 2020. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 13:57:05 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/9041
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.