SON OTOBÜSÜN ARDINDAN

- Blog Yazısı
Saat akşamüzeri beş... Otobüs bekliyorum eve gidebilmek için köhne bir durakta. Öğlen saat 12'den beri durakta oturuyorum. Çok yoruldum. Sadece bir iş görüşmesine gittim bugün. Sadece bir iş görüşmesi... Ne oldu o görüşmede beni bu kadar yoran? Belki “bayan” çalışan olacağım için giyimime dikkat etmem söylendiği için olabilir. İnsanları tahrik edip işlerini yapmalarından geri koyabilirmişim. Ha bir de şey var, kadın olduğumdan normal verilen maaşın sadece yarısını alabileceğim söylendiği için de olabilir. Her şey olabilir.
İş aradığım 376. güne girmiş bulunuyorum. Üniversiteden mezun olalı tam 385 gün oldu. Başvurulan iş sayısı 143, kabul alınan iş sayısı 2, reddedilen 3, hiç dönülmeyen iş başvuru sayısı 138. Kabul aldığım işlerin ilkinde ikinci haftadan iş arkadaşım tarafından tacize uğradım. Bunu patronuma söylediğimde inanmadı, daha sonra “Sen ayartmışsındır.” dedi. İstifa ettim. Polislerin de ilk sorduğu soru “Üstünüzde ne vardı?” olunca kendimden şüphe ettim; acaba pantolon ve kazak giyerek birini ayartmış ve bunu hak etmiş olabilir miydim? Boş ver, zaten avukat parasını ödeyebileceğin bir işin yok. İkinci kabulümde beni şimdi durakta otobüs bekleten evimden yaklaşık 2 saat uzakta olan bu işti. Kıdemimle, tecrübelerimle değil de cinsiyetimle değerlendirilip daha ilk görüşmede kurallar koyuldum. Bunca zamandır nasıl bilinçsiz yaşamışım ben! Birilerinin ne giyip ne yapacağımı söylemesi lazımmış, benim aklım yokmuş çünkü. Çok müteşekkirim bu yüzden son iş verenime pardon iş vereyazanıma.
Okuduğum onca sene, sırf işimde iyi olmak için yaptığım onca ücretsiz, canla başla çalıştığım stajlar, döktüğüm emekler, harcadığım vakitler... Hepsi ne içindi? Ya okumak için iki sene üniversite sınavına girdiğim, ilk gününde heyecandan karnımın ağrıdığı canım bölümüm... Ne hayaller kurmuştum mesleğimle ilgili! Sabah kalkmak için sekiz buçuk dersine, motivemdi hep bu hayaller. İşimi severek yapacaktım, iş arkadaşlarımla iş çıkışı bir barda oturup günün yorgunluğunu atacaktık; alışveriş yaparken etiketlere bakmayacağımı bile düşünüyordum. Hah, şimdi düşününce gülüyorum sadece.
Artık dayanamıyorum. Onca yıl okutup, bakan aile evinde hâlâ olmaktan utanıyorum. Artık liseli bir ergen gibi rahat para isteyemiyorum. Eksilen her kuruşun, yediğim her lokmanın ağırlığı kaldıramayacağım kadar ağır artık. Her yemekte sorulan “Buldun mu iş bari bugün?” sorusu her ne kadar iyi niyetli olsa da bana acı veren bir soru. Yemek masasından çabucak kalkabilmek için yemeklerimi hızlı yemeye başladım artık. Nefes almak için bile açılan her ağız tedirgin ediyor beni. Yine "iş buldun mu?" diye soracaklar diye içim içimi yiyor. Sormasınlar veya çabuk bitsin bu eziyet diye yiyorum o yemekleri önümden alacaklarmış gibi. “Susun, sormayın artık” diyemiyor muyum? Diyemiyorum. Utanıyorum, onca emek veren insanların bu soruları sorma hakkı olduğunu düşünüyorum fakat en azından biraz anlayış görmek ya da empati kurmalarını istiyorum.
Çok bunaldım. Dün yurtdışında yaşayan yakın arkadaşım bir teklifte bulundu. “Gel yanıma, Almanya’da çalıştığım otelde garsona ihtiyaç var. Senin için ayarlayabilirim.” Kendisi bir otelde resepsiyonist, aynı üniversitede okuduk, kimya bölümü mezunu. Sanırım kabul edeceğim, başka şansım yok gibi. Umutsuzum ey dostlar, ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Saat altı... Önümden iki tane daha otobüs geçti beni eve götürecek olan. Karşı dükkânda aslı olan bir tablo var. Ah hatırlıyorum, ilk gördüğümde çok komik bulduğum fakat şimdi ne anlatmak istediğini anladığımo tablo. Munch’ın meşhur tablosu Çığlık. İki elinin arasında, vücuduyla orantısız olan kafasını tutan ve attığı çığlıkla neredeyse suyun akışını değiştiren biri. Neden bu kadar saçma bir tablo yapmış Munch diye düşünmüştüm başta, oysa umutsuzluğundan, bıkmışlığındanmış bu çığlığı. Bir türlü toplayamadığı düşüncelerinin doldurmasıymış, şekli bozulan kafasının nedeni. Ah ah, atsam ya şöyle ciğerlerimin patlayacağı, boğazımın yırtılacağı bir çığlık. Yer gök inlese, anlasa çaresizliğimi. Yanımda uyuyan siyah bir kedi var uyandırmayayım şimdi onu. Neyse sonra atarım çığlığımı. Tutayım bu sefer de içimde, zaten hep yaptığım gibi.
Saat gece 11, hâlâ oturuyorum durakta yanımda mışıl mışıl uyuyan siyah kediyle. En son ne zaman kesintisiz, rahat bir uyku çektim böylesine hatırlamıyorum. İşte son otobüs de geliyor, binmezsem eğer kalırım burada, gidemem eve. Durdu, insanlar iniyor. Benimle bekleyen yaşlı teyze ve üç lise öğrencisi biniyor otobüse. Şimdi sıra bende, eve gitme vakti, umutsuzluğumu da kafamı gömdüğüm yastığıma gömme vakti. Binmedim... Son otobüs de geçti, gitti önümden...
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 09/06/2025 13:30:24 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/16470
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.