Nİetzsche’de Ahlakın Soykütüğüne Bakmak: Sürü İnsanı ve Üst İnsan Kimdir?
Nietszche, ahlakın ilk doğduğu kaynağa bakar. Bunu yapmasının nedeni, şimdiye kadar hep neyin iyi-kötü olduğu konuşulurken, değer denilen şeylerin değer olup olmadığı konuşulmamıştır. Peki bu neden sorundur? Çünkü değerlerin ne olduğunu söylediklerinde, biz peşinden söylenilen değer olduğunu kabul ederiz. Halbuki bir şeyin değerli olup olmadığı ona ilişkin tartışmalardan sonra belirlenebilir.
Etimolojik Bir Araştırma
Ahlakın değerlerle ilişkisi kurulduğunda, değerlerle iyi ve kötü kast edilir. İyi olan değer, kötü olan değere aykırıdır. O zaman iyi-kötü kavramları nasıl kullanıldı? Tarihsel olarak ne tür değişimlere uğradı? Bunun cevabına ulaştığımızda ahlakın soykütüğünü çıkarmış oluruz. Dolayısıyla değerin anlamının ne olduğunu bulmuş olacağız.
Nietszche, iyi ve kötünün ilk nerede, ne zaman ve hangi koşulda kullanıldığına bakmak için elinde güçlü bir kaynak olduğunu belirtir: O da etimolojidir. Nietzsche, belirli dillerde iyi ve kötünün hangi dönemde, hangi anlamda kullanıldığını bulursa, anlamının nasıl değişime uğradığını bulmuş olacaktır. Nietzsche, felsefe tarihinde bu işe kaynaklık etmiş dillere bakar. Bu diller Antik Yunanca, Almanca, Latince ve İngilizce gibi dillerdir. İlk etik metinlerin yalnızca bu dillerden yazıldığını düşündüğü için değil, etik ve felsefe ile ilgili ağırlıklı olarak bu dillerin hakim olduğunu düşündüğü için yapar. Bu sebeple Yunancaya bakar. Ayrıca Nietzsche, yunan dili uzmanı olduğu için bu değişimin seyrini daha iyi takip eder.
Yunan'da, Sokrates öncesi dönemde, iyi ve kötünün kullanıldığına tanıklık ederiz. bunu da belirli bir sınıf şu anlamda kullanırlardı: iyi ile bedenen sağlıklı ve güçlü olmayı, ruhen yaratıcı olmayı ve toplumsal olarak asil olmayı kastederler. Bu durumda kötü; bedenen sağlıksız ve güçsüz, ruhen tutucu ya da yaratıcılıktan yoksun, toplumsal olarak sürü olmak ya da avamlaşmaktır. Peki neden iyi ve kötüyü bu anlamda kullandılar? Çünkü aslında önceden nesnel bir anlamı ifade etmiyordu. Şu şekilde düşünüyorlardı: Biz yaptığımız şeylerle övünüyoruz. Öyleyse bizim yaptığımız şeyler anlamlı ve değerlidir. Dolayısıyla yapmadığımız ve yapmaktan kaçındığımız şeyler de anlamsızdır. İlk bakışta çok yüzeysel görünür. Fakat Nietzsche, bu bakışın güçlü bir temeli olduğunu düşünür. Çünkü bu insanlar, yaptıklarının ve yapmaktan kaçındıklarının ya da yapmayı yasakladıklarının arkasında yaşama kattıklarını hesaba katarlar. Bu durumda ancak güçlü ve sağlıklı bir beden varoluşa zenginlik katabilir. Yaratıcı insanlar, hayatın daha iyi olmasını sağlar ve avamlıktan kaçınanlar dünyayı anlar ve dünyaya yenilik katıp yaşanabilir hale getirir. Bunun karşısında, ruhen ve bedenen zayıf ve hastalıklı insanlar, ne hayatı anlayabilir ne de hayata güç katabilirler. Bu insanlar, varoluşun her noktasında zayıf düşerler.[1], [2]
Sürü İnsanının Devrimi
Antik Yunan'da iyi ve kötü bu şekilde tanımlanmış ve bu bakış açısına göre yaşamışlardır. Fakat sonrasında bir devrim olur. ancak bu kötü bir devrimdir o yüzden Nietszche buna karşı devrim der. Bir iktidar değişimi söz konusudur, bu iktidar değişimi de üstinsanın (Alm: Übermensch) iktidarına son verilmesidir. Peki bunu yapanlar kimdir? Nietzsche'nin deyimiyle sürü insanıdır. Üstinsanı iktidardan düşürmüştür. Buradaki iktidar ise politik anlamdaki iktidar değildir. Burada iktidarla kastedilen şey, değerleri yaratma ve değerlere ad verme yetkisine sahip olmaktır. Eğer ki sürü insanı, üstinsanı iktidardan düşürüyorsa, bunun anlamı şudur: üstinsanın, değer dedikleri şeylerin hepsini tersine çevirmektir. Böylece değer gördükleri şeylere değer demeye, reddettikleri şeylere de değer dışı demeye başlarlar. Üstinsanın, iyi ve kötü tanımını terse çevirirler. Dolayısıyla bedenen düşkün, ruhen tutucu ve toplumsal ağın ilişkileri içinde halkçılık anlayışını benimserler.
Bütün dünyada sürü ahlakı hakimdir. Peki hayata güçlü atılmayı sağlayan değerlerin yaratıcısı olan üstinsan, nasıl olur da güçsüz olana yenilir? Nietzsche'ye göre, kalabalık ve hile yoluyla yenilir. Çünkü ancak hile yaparak güçlü, gücünden düşürülür. Sürü insanı tutucu olduğu için doğası gereği insanların çoğu yaratıcı değildir. Yaratıcı olmadıkları için de halkçılaşır. Böylece çoğu insanın birbirini destekleme ihtimali artar. Çoğunluktan destek alınca da üstinsan iktidardan düşürülür. Aslında burada, sürü insanının değer anlayışı gerçek olmadığı halde bu iktidar, onlara bir güç bahçeder ama bu yalan bir güçtür. Çünkü hayatın sorunlarını çözme konusunda katkıda bulunmaz ama gücü ellerine geçirmelerini sağlar. Güç edinmiş gibi görünürler ama işe yaramayan bir güç ellerinde taşırlar. Nietzsche'ye göre, asıl güç değerlerden gelir.[1]
Ahlakın Kaynağı
Peki iyi ve kötüyü tanımlamalarının arkasında ne vardır? Yani bu ahlakın kaynağı nedir? Nietzche'ye göre, üstinsanın ahlakının kaynağında kendine "evet" deme anlayışı yatar. Bunun anlamı şudur: kendi yaptıkları ve yapmayı tasarladıkları ile uğraşan, bunların izinden giden ve kendini onaylayan insan demektir. Çünkü bu insan tipi, hayatı onaylayan, evet diyen insan tipidir. Peki sürü ahlakı ne üzerine iş görür? O da hınç duygusuna dayanır.
Öncelikle hınç nedir ve neden hınç duygusuna dayanır diye sorduğumuzda, hınç: Zihnin kendi kendisini zehirlemesidir. Bir şey zehirlendiğinde kendi doğasını yok eder. Zihnin zehirlenmesi; işlevini yerine getirememesi, akıl yürütememesi, keşfedememesi ve dolayısıyla da bilgiye ulaşamaması demektir. Peki nasıl olur da bir insan kendi kendisini zehirler? Nietzsche’ye göre, belirli duygu durumlarına ilişkin yanlış akıl yürütme yapılması ve o duygu durumlarının kalıcı hale gelmesinin sonucudur. Peki niçin belirli duygu durumları kalıcı hale gelir? Çünkü bu duygulara ilişkin yanlış bir fikir vardır. Bu duygulardan da hınç doğar. Bu da sürü ahlakının kaynağıdır. Hangi duygu durumlarına ilişkin yanlış bilincimizin oluştuğunu, niye kalıcı hale geldiğini ve nasıl hınç duygusunun doğduğuna baktığımızda, Nietzsche birkaç duygudan bahseder. En önemli üç tane duyguyu ele alacak olursak onlar şöyledir:
1.Kıskançlık
2.Haset
3.İntikam
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Kıskançlık ile anlaşılacak şey: Kendimizi başkalarıyla karşılaştırdığımızda, karşımızdaki kişinin bizden daha üstün ya da değerli olduğu düşüncesine ulaştıktan sonra, o kişiyle aynı düzeyde olmama halinden kaynaklanan hayıflanmanın yarattığı duygudur. Kıskançlığın olduğu yerde, kendimizi başkasıyla kıyaslama durumu vardır ve bu durumda karşımızdaki kişiyi kendimizden üstün görürüz. Çünkü insan, kendinden daha az seviyede olan biriyle kendisini yarıştırmaz. Kıskançlık duygusunun insana söylediği şey şudur: "O kişinin seviyesine çık!" Çalışır, çabalar ve olmazsa, bu durumda kıskançlık, kişi için kalıcı hale gelir. Halbuki insan, o kişinin seviyesine çıktığında kıskançlık kaybolacak ve ruhu dinginleşecektir. Kıskançlık duygusunun yaşanması doğaldır. Yani insanın kendisini başka birisiyle karşılaştırma yapması doğaldır. Hatta bazen olumlu işlevleri vardır. Bu duygu bize şunu söyler: Senden daha değerli bir şey var, o zaman onun düzeyine çıkman gerekir.
İnsanda kıskançlık duygusu kalıcı hale geldiğinde bu kez, karşısındaki kişinin seviyesine çıkmaya çalışmaz. O kişiyi suçlamaya başlar. Sanki insanın zayıf durumda ve daha az değerli olmasının nedeni, karşısındaki kişidir. Bu sebeple o kişiyi suçlamaya başlar. İşte bu noktada zihin yanlış düşünmeye başlamıştır. Değersiz olmasının nedenini, kendisinden üstün olan kişiye dayandırır. Örneğin, x ülkesi geri kalmış bir ülkedir. Fakat bunun nedenini, y ülkesinin sömürgeciliğine dayandırır. Halbuki, y ülkesi de başka ülkelerin sömürge tehditleri ile karşılaşmıştır. Fakat burada y ülkesinin farkı, x ülkesinin harcamadığı emeği harcayıp düşünmediğini düşünüp kendisini zayıf düşürmeye izin vermiyordur. İşte x ülkesi gibi bir bakış açısına sahip olan zihin, yanlış bir çıkarım yapmıştır. Bu hatalı sonuç da kıskançlığı kalıcı hale getirir. Çünkü neden olmayan bir şeyi, neden saydığı için zayıflıktan kurtulup kıskançlığı yenme ihtimali yoktur.
Haset duygusuna bakacak olursak: Haset duygusu, kıskançlık duygusu yaşadığı kişinin seviyesine çıkmak değil, doğrudan o kişiyi zayıf düşürme hamlesi yaratan duygudur. Yani insan, burada üstün gördüğü kişinin seviyesine çıkmayı değil, o kişiyi yok etme duygusuna kapılır. Tıpkı sürü insanının, üstinsanı hile yoluyla iktidardan düşürmesi gibidir. Peki haset duygusu kalıcı bir hal alabilir mi? Evet. Peki nasıl diye sorarsak, haset duygusuna kapılan insan, yok etmek istediği kişiyi yok edemeyebilir. Bu durumda Haset duygusu kalıcılaşır. Böylece Haset duygusu, hınca dönüşmeye başlar. Niçin? Çünkü insanın, karşısındaki kişiyi yok etme gücü olmadığı için ve onu yok edemediği için duygusu hınca dönüşür.
Peki intikam duygusu nedir? İntikam, genellikle hep kötü bir duygu olarak bilinir. Bir kişi ne zaman intikam almak ister? Haksızlık durumunda almak ister. Çünkü siz haksızsanız, başınıza bir sorun gelmişse, intikam duygusu zaten uyanmaz. Bu sebeple İntikam, tanım gereği: masum olan bizlerin ya da başka bir kişinin başına gelen bir kötülük karşısında içimizde uyanan duygudur. Peki içimizde uyanan bu duygunun yanılma ihtimali var mıdır? Evet. Belki kötülük yapılmamıştır. İşte tam bu noktada intikam duygusu, felaketler getirir. Fakat normal koşullarda birinin haklı olduğunu varsayarak hareket edersek, bu durumda intikam alınır. Peki ne yapılır? Bu kişinin yapacağı şey ile ilgilidir. Eğer ki yok etme eyleminde bulunursa, haset duygusunun yarattığı sonuca varır ve bu durum oldukça kötüdür. İntikam almak, etik anlamda şu demektir: kötülük yapanı, kötülük araçlarından yoksun bırakmaktır. Dolayısıyla güçlü olmak, intikam almaktır. Fakat bu fiziksel şiddet uygulayıp elindeki politik ya da siyasi gücü kullanıp her istediğini yapmak anlamındaki bir güç değildir. Örneğin x ülkesi, y ülkesinin baskısı altındaysa, x ülkesinin yapacağı şey şudur: Y ülkesinin, kendisini yıkamayacak kadar güçlü hale getirmesidir.
Fakat intikam duygusu, etik anlamının dışında algılandığında kişiyi zehirler. Bizden daha güçlü olan kişinin düzeyine çıkmak için emek harcamaz ve cesaret göstermezsek, bu kez intikam duygusu kalıcı olmaya başlar.[1]
Sürü ve Üstinsanın Değer Anlayışı
Sürü ve üstinsanın ahlaklarının ne olduğunu, kaynağında neyin yattığına baktık. Şimdi ise ahlaklarının nelere değer-erdem dediğine bakacağız. Onun için öncelikle sürü insanı ve üstinsan kimdir ve nasıl bir insan modelidir? Buna bakmalıyız. Çünkü insan tipleri ahlakları doğururlar, sonra ahlaklar da o insan tipini destekler, besler ve büyütür. Yani kısacası sürü insanı, sürü ahlakı yaratır. Sürü ahlakını da yarattıktan sonra sürü insanı, sürüleşmesinin devamını getirir. Üstinsan ise, üstinsan ahlakı yaratır. Üstinsanın ahlakı da, sürekli üstinsanın daha da gelişmesine katkıda bulunur. Peki bu insan tipleri nedir? Öncelikle sürü insanından bahsedelim. Sürü insanın genel karakterini üç önemli başlık altında toplarsak şöyle olacaktır:
1.Sıradan insan
2. Nasibi kıt(cılız) insan
3. Orta insan
Sıradan insan ile sosyalistler kastedilir. Sosyalistler; devrimci ve ilerici olduğunu iddia ederken, Nietzche, onların sürü insanı olduğunu belirtir. Nasibi kıt(cılız) insan: Bu insan tipiyle de dindar insanlar kastedilir. Orta insan: Bununla da demokratik değerleri savunan insanları kasteder.[2]
Sürü insanının bazı özelliklerine bakacak olursak, Nietzsche’ye göre: Sürü insanının temel özelliği, moral (ahlak) sahibi bir insan olmasıdır. Nietzsche, bu yaygın ahlakın yıkılmasını ister. Çünkü yaygın ahlak, değerli olduğunu ya da ahlakın kendisini savunduğumuzda değerli olacağımızı belirtir. Halbuki Nietzsche'ye göre, ahlakların peşinden gidersek değersizleşiriz. Çünkü ahlakın kuralları vardır, değerleri yoktur. Nietzsche, bize değer dediğimiz şeylerin değer olmadığını göstermeye çalışır. Peki buradaki problem nedir? Buradaki problem şöyledir: Moralli insan olmak, bir ahlak sistemine peşinen bağlı olmaktır. Bir ahlak sistemine bağlı olduğunuzda yapacağınız ilk şey, o ahlakın “yapın” dediği şeyleri yapmak, yapmaktan sakınmanızı istediği şeylerden de uzaklaşmaktır. Örneğin, dindar olan bir kişi, Marksizm düşüncesini okuduğunda kişinin misyonu şu olur: bunu okurum ve ne kadar saçma olduğunu ispatlarım. Bu örnek, tam tersi de düşünülebilir. Bir Marksist, kutsal bir kitabı okurken de aynı perspektifle yaklaşabilir. Dolayısıyla bir moralin sınırları içerisinde hareket etmek, zaten yaygın iyi ve kötünün kendisini benimsemektir. Bu iyi ve kötü nedir sorusu üzerine düşünmek değildir. Nietzsche'nin bu duruma karşı çıkmasının nedeni, dindar ve sosyalist gibi ideolojilerin, egemen olduğu dönemlerin ve yerlerin olduğu ama bunların dünyaya iyilik getirmediği ve hala sorunların devam etmesinden dolayıdır.[2]
Sürü insanının moralli olması yani bir ahlakın mensubu olması, başka özellikler doğurur. Bunlar nedir? İlk olarak tembel insandır. Peki niçin tembeldir? Çünkü bir ahlakın mensubu olmak, doğası gereği tembellik yaratır. Niçin? Çünkü ahlakın kurallarını yaşadığı için artık yaşam üzerine fazla düşünme gereği duymaz. Yaşam üzerine fazla düşünme gereği duymamasının nedeni, o ahlakın kurallarını peşinen uyguluyor olmasıdır. Yaşam üzerine düşünme gereği duymadığı için de yavaş yavaş tembelleşir. Tembelleştiği için de zayıflaşır. Çünkü emek harcamaz. Bu sebeple yaratıcı olmaz. Yaratıcı olmadığı için de hayata bağlanacak bir güç elde edemez. Bu güçten yoksun kalınca da zayıflaşır. Zayıf insan da doğası gereği korkak olur. Buradaki korkaklık, fiziksel bir münakaşaya girmekten kaçınmak anlamında değildir, hayatı daha iyi yaşamanın cesaretine sahip olmadığı anlamındadır. Bu sebeple kişi, kabuğuna çekilir.
Nietzsche, bu dört özelliğin ardından şunları belirtir: Bu tür insanlar, kalabalıklara ihtiyaç duyar. Çoğalmak isterler. Her zaman başkalarının kendine sürtünmesini ister. Yani ancak kendinden başka insanlar varsa kendisine güveni olur. Niçin? Çünkü başkalarının kendisi ile birlikte hareket etmesinden güç bulur. Normal koşullarda zayıf, düşkün ve bir şey yaratamayan kişi, insanlara muhtaç olur ve dolayısıyla etrafı ne kadar kalabalık olursa kendisini o kadar çok güvende hisseder. O yüzden sürü ahlakı, her zaman aynı tip insana ihtiyaç duyar. Aynı şeyleri savunan, düşünen, beğenen insanların bir aradalığı, kişiyi güvende hissettirir. En ufak bir farklılığın, kişinin kendisini yalnızlaştırdığını düşünür. Bu noktada, yalnızlaşma korkusu devreye girer. O yüzden bu tip insanlar, sürekli ahlak aracılığıyla çoğalmak ve kalabalıklaşmak isterler. Bu sebeple sürekli sloganlara başvururlar. Barışsever gibi bir tavır takınıp yardımsevermiş gibi bir imada bulunurlar. Peki bunlar kötü müdür? Nietzsche'ye göre hepsi yalandır. Niçin? Çünkü zaten sürü ahlakı, ayrımlar üzerinde iş görür. Dolayısıyla da sürü insanı, doğası gereği kendisi gibi olmayanları sevmez. Örneğin, x ideolojisinin söylediği şeyleri savunmayan kişi, x ideolojisinin mensubu olan kişiler tarafından sevilmezler. Çünkü zaten ideolojilerinin yapısı onlara şunu söyler: benim kurallarıma uyanlar değerlidir. Eğer ki bu kurallara uyan insanlar değerli ise, uymayan kişiler doğal olarak değersizdir. Dolayısıyla da değersiz olan kişi sevilmez.
O yüzden sürü insanı, sloganlardan beslenir. Olmayacak her duyguyu savunur ve yaratır. Duygunun nesnesi olmayan şeyi, duygunun nesnesiymiş gibi gösterir. Örneğin, Sevgi, kişilere duyulurken, sürü insanı, insan sevgisinden bahseder. Yani olmayan bir sevgiden bahseder. Çünkü kişiler sevilir, insan türü sevilmez. Örneğin, insan türüne ait olan Hitler'i herkes sever mi? İşte o yüzden insan türü, sevginin nesnesi değil, kişi sevginin nesnesidir.
Nietzsche barışseverleri de eleştirir. Burada barışın kötü olduğunu düşündüğü için eleştirmez. Yarattığı sonuçlardan dolayı eleştirir. Barışsever insanlar, diğer insanlarla, ancak kendileri gibi olduklarında barışçıl ilişki kurmaya çalışırlar. Fakat böyle bir şey de mümkün olmadığı için barışsever bir dünya sloganının içi boştur.[1], [2]
Sıradan, Cılız ve Orta insan
Sıradan insan: Soylu olmayan, asil olmayan her şeyi savunan insan tipidir. Soylu olmayan her şeyi üstün görür. Çünkü halkçı bir insan tipidir. Doğası gereği, kalabalığın yanında yer alır. Bu bakış açısı, halkçılığın yok edilmesi anlamında değildir. Peki burada kastedilen halk nedir? Nietzsche'ye göre: bir grup insan kastedilmez. Belirli bir politik yapı ya da bir ideolojik yapı kastedilir. Halkçılık, yaygın kanaatler üzerinden siyaset yapma ve ahlakı savunmadır. Dolayısıyla insanların yaygın kanaatlere göre yaşadığı ve savunduğu bir anlayıştır. Bu durumda şöyle bir sorun ortaya çıkar: Kalabalığın içinde dile getirilen her yargı, bilimin ve felsefenin önüne koyulur. Bu noktada icra edilecek, araştırma yapılacak her şey, halkçılığın sanılarına göre belirlenerek yapılır. Sanılarla iş yapıldığında, dolayısıyla bilim, felsefe ve sanat devre dışı tutulduğunda; politik, ekonomik, sağlık, gibi birçok alanda sorunlar yaşanır. Örneğin, doğanın afetleriyle karşılaşıldığında, sanılarla yapılacak hiçbir şey yoktur. Bu sebeple halkçılık, insanların iyi yaşamasını istese bile bunu yapamaz. Çünkü egemen ahlak ve ideoloji, yaygın kanaatlerden doğmuşsa, zaten bilgiyi engelleyeceği için insanlığın derdini çözemez. Bu durumda herkes zarar görür. Bu sebeple halkçılık, ontolojik olarak mümkün değildir.
Diğer yandan sürü ahlakı, kendi gücünün, bilimin gücünden geldiğine İnanır. Nietzsche'ye göre bu da sorundur. Çünkü bilimin kudreti her şeye yetmez. Bilim, ancak bilimsel meseleler üzerinde durur. Bilimin alanında olmayan meseleleri bilime devrettiğimizde, bilim onu çözemez ve daha büyük sorun olur. Örneğin, eskiden sosyalistlerin her şeyi bilime dayandırarak çözebileceğini söylemesi gibidir. Fakat Nietzsche, bilim her şeye yetmediği için felsefe ve sanat gibi alanların olduğunu söyler.[2]
Nasibi kıt(cılız) insan: Doğal olan her şeye karşıdır. Ayrıca mutlu insanlara da karşıdır. Bunu anlamak için hınç duygusundan yola çıkmalıyız. Çünkü hınç duygusu, kişiye, başkasının yaptığı şeyin eksik ya da yanlış olduğunu göstermekle meşgul olur. Bu sebeple kendi eksikliğini görmez. Bu durumda kendisini geliştirmez ve yaratıcılığı körelir. Başkalarının eksiklikleri ile meşgul olduğu için mutluluk verici her şeyden kaçar. Çünkü hınç, doğası gereği, değer yaratan şeyleri reddetme duygusudur. Bu tip insan, kendisinin zor durumda olmasının arkasında başarılı insanların yattığını düşünür. Kişinin mutsuz olmasının nedeni, yaşamını hatalı yaşadığından değil, mutlu insanlardan kaynaklandığını düşünür. Nietzsche, burada Hristiyan ahlakına vurgu yapar. Hristiyan ahlakının; düşkünlük, zayıflık ve acı çekmeye vurgu yaptığını, insanların birlikte acı çekerse duyarlı bir insan olacağı imajı yarattığından bahseder. Dinsel ahlak, düşkünlük ve sefaleti, merhametin nedeni olarak gördüğü için bu durumlardan artı bir değermiş gibi söz eder. O yüzden mutlu insana karşıdır.
Cılız insan: Acı çekmeyi sever ve aynı zamanda acı çekişinden kaynaklanan düşkün insanların yanında yer almayı ve düşkün olmayı önerir. Çünkü ahlaken düşküne sahip çıkmak, iyi insan belirtisidir. Dolayısıyla cılızlaşmak ve cılızın yanında yer almak, kişiyi iyi gösterir. Nietzsche buna karşı çıkar. Çünkü insanın cılızlaşmasını ve düşkün olmayı hak etmediğini belirtir. Nietzsche'nin perspektifinden bir örnek verecek olursak, para dilenen bir kişiye merhametli olmanın doğru olmadığını belirtebiliriz. Çünkü merhamet, değer değildir. Bu durum, yardım ettiğimiz insanın sürekli zayıf kalmasına neden olur. Merhametli olunmaması, kötülük yapılması anlamında değildir. Sadece merhametin, zayıfın zayıflığını koruyacak şeyler yapmaya sürüklediğini belirtir. Paraya ihtiyacı olan bir kişinin, kendi emeğini harcayarak parasını kazanması değerdir. Emek harcayan, süreci kendi başına halledebilecek olan ama bu süreç çok zor geçeceği için belirli bir düzeyde yardımın yapılması sorun değildir. Fakat bir kişi kendi emeğiyle hayata tutunmayı seçmiyorsa ve sürekli yardım bekliyorsa, başkasının yardımıyla ayağa kalkamaz. Kalktığı zaman yine düşer ve daha çok sürüklenir. Hatta sürekli yardım eden kişiyi de düşürür.
Cılız insan, baskı altında ve ezilenlerin yanında yer alır. Özgür ruhlu insanlardan rahatsızlık duyar. Fakat diğer taraftan, insanları her zaman sevmeyi önerir. Buradan, nefretin devreye sokulması gibi bir sonuç çıkmaz. Burada kastedilen şey, ahlak, sevgi üzerine yeşermez. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, insanları sevmemizi söyleyen sloganların hiçbir işe yaramadığını görürüz.
Cılız insan, hayata "hayır" diyen insandır. Yani yaşamın olanaklarından yararlanmaya değil, yaşamın olanaklarını reddetmeye çalışan bir insan tipidir.
Orta insan (Demokrat, bilimci ya da bir tür pozitivist insan tipi): Orta insan, bir örnek (yani tek tip) olanı iyi bulur. Herkesin aynı olmasını ister. Herkes aynı olursa, dertlerinin çözüleceğini varsayar. Farklılığa tahammülü yoktur. O yüzden orta yolu bulmaya çalışır. Bu sebeple kural dışı olana karşıdır.
İnsanı basamaklandırmaya karşıdır. Herkesi bir olarak görür. Daha değerli ve daha az değerli şeklinde bir sınıflandırmaya karşı çıkar. Çünkü eşitlik, bu insan tipi için değerdir. Dolayısıyla eşitliği bozacak her şeyden rahatsız olur.
Geçerlilikte olan ahlaka ilgisizdir. Yani bazen dindardır, bazen liberaldir, bazen de sosyalisttir. Durum neyi gerektiriyorsa, onun/onların yanında yer alır. Bu yüzden köşesine çekilen, her türlü duruma uyum sağlamaya çalışan ama taraflara karşı çıkmayan insan tipidir. Çünkü reddedeceği taraf, bir gün işine yarayabileceği düşüncesinden dolayı sessiz kalmayı tercih eder. Avantaj yakalayacağı günü ve sırayı bekler.[2]
Üstinsan (Übermensch) ve Bengi Dönüş
Realiteyi olduğu gibi gören insandır. Bunun anlamı şudur: nasıl ki sürü insanı bir ahlaka bağlıysa, üstinsan da realiteye bakan insandır. Yani kendi ahlaki kurallarını gerçekliğe giydirmez. Ya da kendi ahlaki kuralları ile dünyaya bakmaz. Dünyayı seyreder, her ne oluyorsa o dünyevi hali görmeye çalışır. Dünyayı anlamaya çalışır ve dünyanın durumuna göre bir pozisyon alır. Var olan kalıplara göre dünyayı yaşayan değil, dünyadaki halden fikir çıkaran insan tipidir. O yüzden de perspektifli olduğunu düşünür. Peki realiteye perspektifli bakmak ne demektir? Bir perspektifle; bir duruma, insana, nesneye bir bakış biçimi olarak tarif edilir. Ya da “şeyleri” belirli bir çerçeve içinde görme durumuna perspektif denir. Nietzsche’ye göre, hayata bakan insanlar, hep bir perspektif içinde bakar. O perspektifleri ile dünyayı yorumlarlar. Üstinsan bunun böyle bir şey olduğunu bilir. fakat sürü insanı bilmez. Sürü insanı, zaten kendi perspektifinin hakikat olduğunu düşünür. Üstinsan öyle düşünmez ama dünyanın perspektiflerle yorumlandığını bilir. Bu durumu görmek, doğru olanı bilmek demek değildir. Gerçekliği görmektir. İşte realite budur.[2]
Üstinsan, hayatın ebedi döngüye tabi olduğunu düşünür. Nietzsche'ye göre bunun üç anlamı vardır:
1. Kozmolojik olarak dünyanın sürekli varoluşunu sürdürme hali.
2. Toplumsal ya da tarihsel olarak insanların sürekli benzer şeyleri tekrar yaşayarak varlığını sürdürme hali.
3. Bireylerin yaşarken benzer yollardan geçtiğine ve bunun sürekli devam edeceğine ilişkin hal.
Ebedi döngü: Realitenin sürekli tekrar tekrar kendi varlığını sürdürmek üzere belirli olayları dairesel olarak yaşadığı ve bunun sonsuza kadar devam ettiği anlamına gelir. Kozmolojik yani doğal olarak evrenin sonu yoktur. Evren hep vardı ve var olmaya devam edecektir. O yüzden benzer olaylar hep tekrar edecektir. Örneğin, yeni yıldızlar doğacak ve sönecek ama evren hep var olacaktır.
Toplumsal ya da tarihsel olarak, insanlık, çıktığı yolda sürekli varlığını sürdürecektir. Fakat üst aşamaya ulaşmak denilen şey hiçbir zaman olmayacaktır. Benzer olayları, benzer şekilde yaşamaya devam edeceğiz. Savaşsız bir dünyanın özlemini yaşarız ama tarihe baktığımızda birbirini tekrar eden savaşların olduğunu görürüz. Bu savaşlar sürerken de dünya varlığını sürdürmeye devam edecektir.
Bireysel ebedi döngü de, her kişinin dünya içindeki hali, aslında bize dünyanın çizdiği sınırlar içinde gerçekleşir. İnsanlar belirli hayat formlarını, farklı biçimlerde tekrar tekrar yaşayacaktır. Örneğin, toplumumuzda anne-babamız bizi belirli konularda uyarırlar. Söyledikleri şeyler de haklı da olabilirler. Fakat biz yine de yaparız ve bazen acı deneyimler yaşarız. İşte bu noktada Nietzsche'nin bakışına göre, hayatın ebedi döngüsü, sadece formlarını değiştirir. Acılarımız başka nedenlerden doğarlar ama acılarımız devam eder. İnsanlık ne kadar ilerlerse ilerlesin, kişisel olarak biz, bizden öncekilerin yaşadıklarına benzer sıkıntılar yaşamaya devam ederiz. İşte üstinsan, bu realiteyi göre insandır. Gerçeklikle kavga etmeyen insandır. Çünkü bilir ki tarih nereye giderse gitsin, insan, benzer şeyleri yaşamaya devam edecektir.[3]
Üstinsan, hayatı yeniden değerlendirir. Yani hayatı belirli kurallarla değerlendirmez. Olaylar ya da insanlarla karşı karşıya gelir ve onları inceler. Olayların ya da insanların yaptıklarının ne manaya geldiğine bakıp onlara değer atfeder.
Hayatını aynı şekilde yaşamaya hazırdır. Burada anlatılmak istenen şudur: Biz her zaman acıdan uzak bir hayatın olmasını isteriz. Fakat Nietzsche'ye göre üstinsan, yaşadığı hayat sıkıntılı olsa da, o sıkıntılı hayatın bedelini ve sorumluluğunu üstlenmeye hazırdır. Niçin? Çünkü hayata yön verip vermeme konusunda sorumlu olarak kendisini görür. Bu noktada sürü insanı, ahlakla kavga eder. Dünyanın kötü olması ve bunun sebebinin ahlak anlayışının egemen oluşundan kaynaklanmadığını belirtir. Örneğin, liberal ve sosyalistler, kendi ahlak anlayışlarının egemenliği olmadığından dünyanın kötü olduğunu belirtir. Halbuki böyle yaparak, var olan sorunlarla yüzleşmekten kaçarlar. Üstinsan der ki: Eğer bu tür sorunlarla karşılaştıysak, sonrasında da başımıza gelecek olanlardan dolayı sorumluluk bize aittir ve bu noktada hayatın kendisiyle kavga etmeyip her ne yaşanıyorsa onu görürüz ve yaşayacağımız şeyi onaylarız. Bu acıyı sevmek demek değildir, hayatın gerçekliği ile kavga etmemektir.
Üstinsan, çatışmalı insandır. Her yaptığıyla, bir şeyleri de reddeden insandır. Çünkü bir şeyi onaylıyorsa, bir şeyi de reddediyordur. O yüzden hayatı bütünüyle, her noktasını görmediği ve anlamadığı için yaptığı şeylerde kafası karışır. Çünkü kendisini sabitlememiştir. Çatışmalı olmayan insan, her şeyi kesinlikle bildiğini ifade eder. Dolayısıyla reddettiği şeylerin de, kesinlikle reddedilecek şeyler olduğuna vurgu yapar. Böyle bir insan, çatışma yaşamaz. Halbuki hayata hazır olan kişi, hayatta her yeni gördüğü ile fikrini değiştirmeye hazır olmalıdır. Fikrini değiştirmeye hazır olduğu için de sürekli gerilim Yaşar. Ruh çalkantılıdır. Fakat bu durum, bunalımlı olduğu anlamında değildir. Sadece hayatın genişliğine ve bütünlüğüne hazır bir ruh hali içinde olmak demektir.[2]
Üstinsan, yeryüzünün anlamıdır. Bu iki anlama gelir: Üstinsan, eserleriyle, yaşamı yeniden değerlendirilebilir hale getirir. Diğer anlamı ise, bizzat kendi varlığıyla hayata anlam katar. Einstein'ı örnek olarak düşünebiliriz. Bizzat bir kişinin varlığının değer olması, bize şunu gösterir: insanlığın yapabileceği bir şey vardır ve o kişi, orada sembol olarak durur. Yani bu kişi ve kişilerin varlığı, hayatın genel kurallarının dışında çok daha nitelikli şeyler yapılabileceğini gösterir. Bu sebeple Nietzsche, üstinsana şöyle seslenir:[3]
Yeminle teyit ve tasdik ederim ki kardeşlerim, yeryüzüne sadık kalın ve kanmayın size dünyanın ötesindeki ümitlerinden bahsedenlere! Onlar, zehir saçanlardır, bilerek veya bilmeyerek…
Üstinsan hem bedenen hem de ruhen sağlıklıdır. İyinin tanımından hatırlayacağımız üzere, dünyayı daha çekilebilir bir hale getirmek için zaten sağlıklı olmayı sürekli önermek gerekir. Dolayısıyla üstinsan, dünyayı sürekli sağlıklı yaşayabilecek hale getirmenin mücadelesini verir.
Üstinsan, asildir ve soyludur. kendi kendisi olandır. Yani başkasına, kendisini beğendirmeye çalışmaz. Ayrıca doğaldır, yani ahlakın elinde bozulmamış insandır. Bunun anlam şudur: Duyguları üstünde denetim kurmamış, duygularını esnek bırakan, düşüncelerini kalıpların sınırları içine çekmemiş kişidir. Genel eğilimleri taşımak için uğraşmaz. Dolayısıyla halkçı olmaya çalışmaz.
Üstinsan, egoisttir. Bencil ve egoist kavramı bizde nasıl tarif edilir? Kendi çıkarları için başkasını kullanmaya çalışan ya da kendi çıkarlarını, hayatın temel anlamı haline getiren kişidir. Fakat Nietzsche'ye göre egoizm bu değildir. Egoizm: Kendi varlığını onaylayan insanın dünyasıdır. Bunun anlamı şudur: Kendi varlığını gerçekleştirmenin mücadelesini verir. Bunun dışında mücadele etmez. Bir yeteneğinizin peşinden ısrarla gitmeyi istemek, egoizme örnek verilebilir. Yani toplumcu ahlakların söylediğinin tam tersini yapmaktır. Örneğin, İktidar sahipleri, insanlara hep fedakar olmayı söyler. Çünkü kişi kendinden vazgeçmeyi göze aldığında, iktidar sahiplerinin daha iyi yaşama olanağı artar. Nietzsche'ye göre fedakarlık, sıradan ahlakın en büyük erdemidir. Üstinsan ise fedakarlığı devre dışı bırakır. Kendisini gerçekleştirmekle meşgul olur. Kendi ahlakının kuralına, kendisini feda etmez. Yapabileceği her ne ise onu ısrarla yapmaya çalışır. Dolayısıyla fedakarlık, ahlakın talebine karşılık, bizim varlığımızın yerine kendi kuralını koyma hüneridir.
Üstinsan tedbirsizdir, aldatılmaya açıktır. Bu kötü bir durumdur. Fakat bunun nedeni Nietzsche'ye göre, sürekli yaratıcılıkla meşgul olduğu için hile ve kurnazlığı bilmez. Fakat hile ve kurnazlığı bilen sürü insanı tarafından aldatılma ihtimali çok yüksektir.[2], [3]
Sürü İnsanının Ahlakı
Sürü insanı ve üstinsanın özelliklerini gördük. Peki bunların ahlakları nedir? Onlar için ne değerdir? buna bakalım.
Sürü ahlakının en önemli özelliği, hayattan kopuk olmasıdır. Bunun anlamı şudur: sürünün ahlakı, dünyadan devşirilmiş bir ahlak değildir. Dünyayı hizaya getirme isteğini taşıyan bir ahlaktır. Neden hayattan kopuktur? Çünkü sürü ahlakı, hayatı anlamlı kılmaya çalışmaz. Ahlakları, yaşamdan çıkartılmış değildir. Yaşama daha çok biçim vermeye çalışırlar. Bu da onların nihilistleşmesine yol açar.
Sürü ahlakı, kendi değerlendirme tarzının mutlaklığına inanır. Hepimiz hayatı yaşarken değerlendirme ile yaşarız. Belirli insanları, olayları ve durumların ne anlama geldiğini düşünür ve ona karşı tavır takınırız.Bu koşulda ahlaki kurallar, değerlendirme ölçütü olurlar. Örneğin, bir sosyalist için, birinin devrimci olup olmaması, o kişinin, sosyalist için iyi olup olmamasının ölçütüdür.
Sürü ahlakı, kesinliklere inanır. Yani her sürü ahlakı, kendisinin kesinliğine inanır. Bu yüzden de inançlardan beslenir. Fakat inançlar sadece dinsel olarak değildir, sosyalist ahlak ve demokratik ahlakın kendileri de inançtır. Çünkü kendi kuralının nihai değerlendirme ölçüsü olduğunu düşünmesi ve o kurala uyanı peşinen doğru ya da iyi, o kurala da aykırı olanı peşinen yanlış ya da kötü ilan etmesi için arkasında sağlam bir inancın olması gerekir.
Katı fikirlidir. Burada insan tipi değil, ahlak katı fikirlidir. Çünkü iyilik ve kötülük kavramlarının sınırlarını çizdiği ve arkasında da kesin olduğunu düşündüğü inanç olduğu için katı fikirli olmama ihtimali yoktur.
Öte dünyaya bağlılık duyar. Sürü ahlakı, bu dünyayı çekip çevirmek için değil, öte dünyaya hazırlık yapmak içindir. O yüzden de hayattan kopuktur. Dünyayı güçlü kılmak için değil, dünyanın zaten basit, bayağı, geçici olduğuna dair bir anlayış yaratmak üzerine vardır. Bu dünyanın geçici olduğuna vurgu yapan sürü ahlakı, isteklerini yenmek için kurallar dayatır. Kişi ne kadar az isterse, o kadar erdemli ve değerli olur. O yüzden temel ilkesi, nefsini ve isteklerini öldürmesidir. Nietzsche tam tersine söyler. Çünkü bu dünya ile bağımızı ancak isteklerimiz ve istencimiz kurar.
Sürü ahlakı, kara vicdanlı bir insan tipi yaratır. Çünkü bütün kurallarını benimsetmeye çalışır ama kuralları uygulanabilir kurallar değildir. Bizzat kendi mensupları, bir süre sonra kendi kurallarını ihlal ederler. İhlal ettikleri için de vicdan azabı çekerler. Nietzsche, yanlış bir eylemden doğmuş vicdan azabına kara vicdan der. Sürü ahlakı, sürekli kara vicdanı sızlayan bir insan tipi yaratır. Nietzsche'nin verdiği bir örnek üzerinden gidersek, papazların cinsel perhiz uygulayarak nefsini öldürdükleri ve Tanrı'nın yolunda olduklarını söylerler. Nefsini öldürürler ama doğasını öldüremezler. Bedenine söz geçiremeyince de hile ile yaşarlar. Yani bu durumu gizli yaşarlar. O yüzden kilisede çocuk istismarı sayısı oldukça fazladır.
Eşitlik, adalet ve merhamet öneren bir ahlaktır. Eşitlik talep eder, fakat doğada eşitlik yoktur. Olmayan bir şeyi ahlaki olarak talep etmek, gerçeklikle kavga etmektir. Eşitlik talep edildiğinde, eksik durumda olanı, iyi durumda olanın seviyesine çıkartmak demek değildir. Tam aksini yaratmaktır. Eksik olan, daha üst olanı kendi seviyesine çekebilir. Bu durumda merhamet devre dışı bırakılmalıdır. Fakat merhametin yokluğu ise acımasız olmak demek değildir. Merhamet, zayıfın hep zayıf kalmasını sağlar. Kişi, yaşadığı sıkıntıdan güçlenerek çıkmalıdır. çıkamıyorsa zaten acı çekecektir. O yüzden merhamet üzerine ahlak kuran her şey, hayatın karşısında ezik ve bir şey yapamayan insan tipi üretir.[1]
Üstinsanın ahlakı
Her zaman yeniden değerlendirmeye dayanan bir ahlaktır. Sürü insanı moral sahibiydi ve sürü ahlakının değerlendirme ölçütü de “kesinliğe” yaslanmasıydı. Üstinsanın yeniden değerlendirme yapması; eylemler, durumlar ve insanlarla karşı karşıya geldiğinde, belirli ilkelerden hareketle bunlara bakmayı değil, ilkeleri tamamen devre dışı tutup yapılanların anlamını görmeyi öneren bir ahlaktır. Bir değerlendirme yapmak, bir insanın yapıp ettiklerinin insanlık için ne anlama geldiğine bakmaktır.
Siyaset dışı bir insandır. Çünkü siyaset, yaygın sürü ahlaklarından destek alır. Siyaset yapmak, yaygın ahlakı egemen kılma mücadelesi vermektir. O yüzden hiçbir üstinsan siyasetle uğraşmaz, siyasetle uğraşan da üstinsan olamaz. Çünkü ya sosyalist ya dindar ya da demokrat görüşlerden ve ideolojilerden birini egemen kılmanın mücadelesini verir. Dolayısıyla siyasetle uğraşma çabası, bir kişinin kendi yaratıcılığını ve öznelliğini, egemen toplumsal kurallara teslim etmesi anlamına gelir.
Öte dünyanın yalan olduğunu öne süren bir ahlaktır. Yani dünyanın dışında başka bir gerçeklik yoktur ve dolayısıyla bu ahlak anlayışı, bütün kural ve ilkeleri, bu dünyayı zenginleştirmek ve dünyayı daha güçlü kılmak için yaratır. Üstinsan, bunu düşündüğü için öte dünyanın gerçek olmadığına İnanır. Çünkü içinde kanlı canlı yaşadığı dünyanın yalan olduğunu bildirip varlığına dair en küçük delil olmadığı bir dünyayı gerçek ilan eden mantığı reddeder.
Tanrı'yı öldürür. Niçin? Çünkü Tanrı düşüncesi üzerine kurulan ahlak, bu dünyanın geçiciliği üzerine varsaymaktır. Tanrı öldüyse, insan tanrılaşmak zorundadır. O zaman niye öldürme gereği duyar? Bu Tanrı yaratmak demek değildir. Bunu anlamı şudur: Tanrı bu hayatta neler yapıp neler yapmayacağımızın yegane nedeni değildir. Tanrılaşmak demek, Tanrı’nın yerine geçmek demek de değildir. Dünyaya anlam katacak olanın biz olduğunu, bizim dışımızda dünyayı anlamlı kılacak bir varlığın olmadığına vurgu yapar. Bu sebeple hayatı güçlü kılacak ve sorumluluk sahibi olacak tek varlığın insan olmasıdır.[2], [3]
Güç İstenci
Üstinsanın hakikati ve hakikat istenci… İnsanların tümü güç ister. Güç istencinin iki türü vardır:
1. Sürünün güç istenci
2. Üstinsanın güç istenci
Sürü, güç istenci ile kalabalıklaşmayı anlar. Çoğalırsa güçlü olduğuna İnanır. Üstinsanda ise bilginin istenci vardır. Ne kadar bilgi elde ederse ve ne kadar bilebilirse O kadar güçlü olabileceğini, dolayısıyla bilmekten devşirilen bir güç istenci vardır. Bu sebepten dolayı üstinsanın ahlakı, bilmeyi ve görmeyi sürekli aşılayan bir ahlaktır. Sürekli bilme ve görme isteği, onu araştırma için de olmaya iter. O yüzden bu ahlak, tehlikeli bir merakı benimsetir. Çünkü araştırma içindeyken tehlikelerle yüz yüze gelir. Çoğunluğun evet dediğine hayır, hayır dediğine evet demek zorunda kaldığı durumlar olur. Bu durumda başı derde girebilir ve cezalandırılabilir. Yani araştırmak gibi ucu açık bu serüvende, sürekli arayışın tehlikesi altında olur. Çünkü sürü ahlakıyla boğuşur.[4]
Entelektüel bir dürüstlük taşır. Yalnızca gerçeği görme ve gerçeğe göre hayatı dizayn etmekle uğraşır. Bunun dışında hiçbir şeyi ahlaki ilke haline getirmez.[2]
Pasif ve Aktif Nihilizm
Tüm bunları genel çerçevede değerlendirdikten sonra, Nietszche nihilist midir sorusu aklımıza gelir. Çünkü birçok şeyi reddeder. Peki gerçekten nihilist midir? Bunu anlamak için önce nihilistin tanımına bakalım.
Nietzsche'ye göre nihilizmin iki anlamı vardır:
1) değerlerin yokluğu ya da değerlerin değerden düşmesi ve değerlerin değersizleşmesidir.
2) amaç ve hedef yokluğudur
Öyleyse nihilizm, amaç ve hedefin yokluğundan kaynaklanan bir değersizleşme düşüncesidir. Yani o zaman ne oluyor da birileri, amaç ve hedeflerini yitiriyorlar ve yine ne oluyor da birileri, değerlerin olmadığı düşüncesine kapılıyorlar? Nietzsche'ye göre nihilizmin arkasında psikolojik nedenler vardır. Bunun üç tür psikolojik nedeni vardır:
1. Amaç
2. Birlik aramak
3. Varlıkla ilgili olan kısım
Amaç: Her şeyden bir anlam arama ama bulamama durumu amaçsızlık yaratır. Fakat her şeyden anlam çıkartılamaz. Çünkü anlam, doğadan çıkartılabilir bir şey değildir. Bu, yanlış düşünme biçiminin sonucudur. İnsanlar yanlış bir şey arıyorlar ama bulamıyorlar, bulamadıklarında da bir anlamın olmadığını söylerler. Anlam vardır fakat aradıkları şey de yoktur. Bazı şeylerde anlam vardır ve bununla birlikte anlamı insan yaratır.
Birlik aramak: her şeyden bir bütünlük sistemi çıkarmaya çalışmaktır. Evren, bir düzen ve sistem dahilinde işler. Bir bütünlük ve birlik arz eder. Eğer ki böyle düşünülürse, bu bütünlüğün ve birliğin bulunması gerekir. Ancak bilim bile bize evrenin ucu bucağını ve sınırlarını, sırlarını tamamen bildiremez. Bu sebeple birlik ve bütünlük yoktur.
Varlık ile ilgilidir. Yani her şeyi belirli bir amaç doğrultusunda, oluşa tabi olduğunu düşünmektir. Fakat kişi, her şeyde aranan ereğin (amacın) kendisini bulamaz. Bulamayınca da nihilistleşir. Bu sebeple nihilizme düşmemek için bu üç şeyden vazgeçilmesi gerekir.[2] Nietzsche, bu noktadan nihilizmin iki türüne gider:
1. Pasif nihilizm
2. Aktif nihilizm
Pasif nihilizm, ruhun güçsüzlüğü ya da ruhun güç yokluğu anlamındadır. Aktif nihilizm ise, ruhun güç kazanması ve dolayısıyla ruhun güç artışıdır. Bir insanın ruhu ne kadar yaratıcı olursa o kadar anlamlıdır. Bu durumda pasif nihilizm, insan ruhunu güçsüzleştirir. Peki Nietzsche nihilist midir? Hayır. Çünkü Nietzsche, değerlerin olmadığını, amaç ve hedefin olmadığını söylemez. Sadece ideolojilerin, değer dediği şeylerin, değer olmadığını belirtir. Hatta ideolojilerin, değer diye belirttiği şeylerin, değerleri aramamız noktasında bizi engellediğini belirtir. Nietzsche, dünya anlamsızdır demez. Fakat özellikle dinsel ideolojiler, dünyanın değersiz olduğunu söyler. Bu sebeple Nietzsche nihilist değil, ideolojiler nihilisttir.
Nietszche, Pasif ve aktif nihilizmden bahsettiğinde aktif nihilizmin, ruhun gücünün artışı olduğunu belirtir. Peki Nietzsche aktif nihilist midir? Hayır. Çünkü aktif nihilizmin sadece bir ara dönem olduğunu, belirli bir süre ona başvurmayı ve sonra ondan da vazgeçilmesi gerektiğini belirtir. Örneğin, hepimiz sürü ahlakının içinde doğarız ve hayata sürü ahlakının kodları ile başlarız. Kimse üstinsan olarak doğmaz. Sürü ahlakı insana yük bindirir. Bu yükün ağır olduğunu fark eden kişi bu yükü reddeder. İşte bu aktif nihilizmdir. Peki insan bunları reddettikten sonra ne ile yaşamalı? Eğer ki "hiç değer yoktur" gibi bir çıkarım yaparsa pasif nihilizme düşer. Bu düşünceyi benimsemeyen kişi ise değer arar. Hayata yaslanabilmek için bir yol bulur. O şey bulunduğunda da kişi, aktif nihilizmden kurtulmuş olur.[4]
Ruhun Üç Evresi
Ruh, ilk evresinde deve olarak yük taşır. Hepimiz kendi ahlakımızın yükünü taşırız. sürü ahlakı, sürekli bir şeyler yapmamız gerektiğini dayatırken, artık kişi bu yükün taşınmayacağını fark eder. Çünkü bu yük insanda; ruhsal bunalım yaratan, sürekli eylemlerini ve arzularını baskılayan ve sınırlandıran bir yüktür. Kişi bu yükü fark ettiğinde bundan kurtulmak ister. Deve yükünü atar. Artık bu noktadan sonra aslan olmak zorundadır. Çünkü ormanda yaşayan bir aslanın tüm hayvanlara direnebilecek kadar güçlü olduğu gibi, insanın da, toplumun söylediği şeyleri reddederken ve o toplumun içinde yaşarken güçlü olmalıdır. Bu noktada kişi mücadele etmelidir. Fakat mücadele etmesi, onun yaratıcı olduğu anlamına gelmez. İşte tam bu noktada yaratıcı olmak gerekir. Bunun için ruh çocuklaşmalıdır. Çocuk ruhu; saf, hiçbir ahlakın tesiri altında kalmamış ve hayata yeni bir şey söyleme ihtimali olan bir durumdur. Mücadele eden aslan, aktif nihilizm durumunda ise, çocuk ruhu ile aktif nihilizm aşılır. İşte artık üstinsan olmanın yolu açılmıştır.[3], [5]
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ a b c d e F. Nietzsche. (2011). Ahlakın Soykütüğü. ISBN: 978 975 997 183 0. Yayınevi: Kabalcı Yayınevi.
- ^ a b c d e f g h i j k l I. Kuçuradi. (2016). Nietzsche Ve İnsan. ISBN: 978 975 7748 09 9. Yayınevi: Türkiye Felsefe Kurumu.
- ^ a b c d e F. Nietzsche. (2019). Böyle Buyurdu Zerdüşt. ISBN: 978 975468 540 4. Yayınevi: Say Yayınları.
- ^ a b F. Nietzsche. (2010). Güç Istenci. ISBN: 978-975-468-904-4. Yayınevi: Say Yayınları.
- ^ Y. Adugit. Özgürlüğün İki̇ Uğraği: Kant Ve Ni̇etzsche. (24 Kasım 2015). Alındığı Tarih: 7 Ocak 2023. Alındığı Yer: Yavuzadugit | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 26/11/2024 06:48:09 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/13774
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.