Keşfedin, Öğrenin ve Paylaşın
Evrim Ağacı'nda Aradığın Her Şeye Ulaşabilirsin!
Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat

Korku nedir? Bizler neden korkarız?

Korkunun İzinde, Ontoloji Üzerine Felsefi Bir Yolculuk

21 dakika
4
Korku nedir? Bizler neden korkarız? Self-Portrait with Death Playing the Fiddle
  • Blog Yazısı
Ölümün en büyük korkumuz olduğu göstermek ve eninde sonunda bizi bekleyen ve yüzleşmek istiyen bir korku olduğunu söylemek için bu görseli seçtim.
Blog Yazısı
Tüm Reklamları Kapat

İddianın Kökeni

Bu yazı, daha önce sorduğum bir soruya verilen aceleci, yüzeysel ve tatmin etmeyen cevaplardan sonra kendi sorularıma kendim yanıt verme isteğimden doğdu. Çünkü korku öylesine sıradan bir duygu değil; hem düşüncenin hem de varoluşun merkezine dokunan, insanın tüm tarih boyunca anlamaya çalıştığı bir mesele.

Blog yazısında özetle önce onlarca farklı dönemlerde yaşamış filozofların fikirleri, ardından sonuç olarak korku üzerinde çıkardığım kendi fikrimi yazdım. İyi keyifler ve düşünmeler diliyorum.

Korkunun ne olduğu yüzyıllardır konuşulan bir konu olarak karşımıza çıkar. Felsefi anlamda korku ile ortaya çıkan ilk düşünceler Antik Yunan'a dayanır. Hatta "phobos" (korku) ve "deinos" (dehşet) anlamına gelen kelimeler sadece kişisel duygu değildi; şehir düzeninin, ahlakın ve eğitimin parçasıydı. Tragedyalar (Aiskhylos, Sofokles, Euripides) seyircide "korku ve acıma" uyandırarak—Aristoteles’in Poetika’da söylediği gibi—bir tür arınmaya (katharsis) hizmet ederdi. Neden? Çünkü korku, kişinin eylemlerinin sonuçlarını hayal ettirir; yurttaşa ölçülü olmayı öğretir. Başlangıçta korku, "siyasi-ahlaki pedagojinin" aracıydı. Ancak biz bu yazıda korkunun daha da derinliklerine ineceğiz ve yalnızca Antik Yunanla sınırlı kalmayacağız. Hazırsanız başlıyoruz.

Tüm Reklamları Kapat

Platon: Cesaret ve korkunun bilgisi

Platon diyaloglarında cesaret (andreia) tartışılırken hep “neyin korkulacağı/neyin göze alınacağı bilgisi” hakkında konuşmalar geçer. (Laches, Protagoras). Ancak Platon’un amacı kahramanlık güzellemesi yapmak değil; cesareti bilgiyle bağlamaktır: doğru korkular ve yanlış korkular ayırt edilmedikçe ne polis (şehir) düzeni sağlıklı olur ne de ruh.[3]

Aristoteles: Korku, “yaklaşan kötülüğün beklentisi”; cesaret, aşırılıklar arasındaki denge!

Aristoteles Retorik’te korkuyu "gelecekte olası zararın zihinde canlandırılmasıyla doğan sarsıntı" diye tarif eder. Nikomakhos’a Etik’te cesaret, korkaklıkla atılganlık arasında “orta”dır; cesur kişi korkusuz değil, neyi ne ölçüde korkacağını bilendir. Neden böyle diyor? Çünkü Aristoteles’in erdem anlayışı, pratik bilgelik (phronesis) ve ölçü üzerine kuruludur. Duygu yok edilecek düşman değil, ayarlanacak bir kuvvet.[4]

Tüm Reklamları Kapat

Epiküros ve Lucretius: Ölüm korkusunu sökmek... Felsefe bir terapi

Epiküros (MÖ 341–270) için en yıkıcı korku ölümdür. "Biz varken ölüm yok, ölüm varken biz yokuz" sözü basit bir slogan için söylenmemiştir. Aksine, doğa anlayışı (atomculuk) ve Tanrı tasavvurunu değiştirerek insanı tanrı korkusu ve ölüm dehşetinden kurtarmak ister. Öğrencisi sayılan Romalı şair Lucretius (De Rerum Natura) aynı çizgide, evreni bilerek korkuyu azaltmayı dener.

Peki ya stoacılar bu konu üzerinde neler demiştir?

Korku bir yargıdır; egzersizle dönüştürülür.

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.

Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.

Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.

Stoacılar için duygular, olayların kendisinden değil, hakkındaki hükmümüzden doğar. Korku da böyledir. "kötü" dediğini "katlanılabilir" olarak yeniden çerçevelemekten bahsederler. Bunun üzerine de bir teknik ortaya atmışlardır; praemeditatio malorum (kötü ihtimalleri önceden düşünerek duyarsızlaşma), böylece bu dönemin insanları korkuyla yüzleşeceğini bildikleri için kendilerini rahatlatmışlardır.

Orta Çağ

Ortaçağ Hristiyan düşüncesine göre "Korku"nun türleri

Augustinus ve özellikle Thomas Aquinas, "Tanrı korkusunu" ayrıştırır: kölece korku (cezadan kaçış), oğulsu korku (sevilen varlıktan uzak düşme korkusu). Aquinas, "Tanrı korkusunu" Kutsal Ruh’un armağanı sayar; ahlakta "ölçülü korkunun" erdemle bağını kurar.

Temelde üç korku türünün olduğu bahsedilir.

Kölece korku: Kölenin efendisine karşı duyduğu korkudur. Yani ceza korkusudur. İnsanın yaptığı kötü davranışların karşılığında cezalandırılma endişesinden bahsedilir. Ancak bu korkunun kaynağı sevgiden ziyade, zorunluluk ve tehditten dolayıdır. Dini bağlamında (ki hristiyan düşüncesine göre konuştuğumuz için bunu paylaşma ihtiyacı hissettim) İnsan Tanrı'dan cehennem azabı göreceği için korkar. Bu korku, ahlaki olgunluk açısından en alt düzeyde görülür. Çünkü insan sevdiği veya iyi olduğu için değil, "korktuğu için" yapar. [1]

Oğulsu Korku: Bir evladın babasına karşı duyduğu korkudur. Burada korku, ceza korkusu değil; sevgiyi kaybetme, güveni zedeleme korkusudur. Kölece korkunun aksine sevgi temelli ve sorumluluk duygusundan oluşan bir duygudur. İnsan Tanrı'ya karşı günah işlemeyi sevgiyle bağlandığı için istemez. Burada ki korku; cehennemden değil, Tanrı'nın sevgisini kaybetmekten gelir. İnsanlığa göre bu korku olgun olarak kabul edilir. Çünkü insanda hem özgürlük hem de sevgi vardır. Burda ki korku, negatiften değil pozitif bir bağdan doğar.

Tüm Reklamları Kapat

Tanrı korkusu: Bu korku Tanrı’ya karşı duyulan huşu, saygı ve bir ürpertiden doğar, onun kudretinden doğan bir korkudur. Bu korku, sadece ceza ya da sevgiyi kaybetmekle ilgili değildir. Daha köklü bir varoluş bilincidir. İnsanın hayal gücünü zorlayan Tanrı’nın mutlak yüceliği, kudreti ve sınırsızlığı karşısında insanın küçüklüğünü hissetmesi bu korkuyu doğurur. "Şu kocaman evreni var eden için bir zerre toz tanesinden bile küçüğüm!"[2], [3]Hem Kitab-ı Mukaddes’te hem Kur’an’da bu kavram geçer. “Rab korkusu bilgelik başlangıcıdır” (Süleyman’ın Meselleri 9:10). İslam’da da “takva” ile bağlantılıdır: Tanrı’ya karşı sürekli farkındalık ve saygı halidir. Ahlaki olgunluk açısından, en üst düzey korku olarak görülür. Çünkü bu korku aslında bir “sevgiliye duyulan huşu” gibidir. Kaçış değil, yakınlık doğurur.

İslam düşüncesine göre denge ve tasavvuf! Havf–reca dengesi

(Okuduğum kaynak sayısı yetersiz olduğunda yalnızca Gazâli'nin ihyâsından bahsedeceğim. Kusura bakmayın.)

Tüm Reklamları Kapat

Gazâlî’nin İhyâ’sında "havf" (korku) ve "recâ" (umut) denge olarak öğretilir. Sadece korku kişiyi umutsuzluğa sürüklerken, sadece umut gevşemeye götürür. Sûfî gelenekte korku, kalbi arındıran, insanı dikkat ve teyakkuzda tutan bir hâldir. Burada ki amaç, korkunun “yakıcı” olmaktan çıkıp saygı ve sakınmaya dönüşmesidir. Kur’ân’daki “Onlara korku yoktur, hüzün de duymayacaklardır” ifadesi (evliya için) bu dengeyi ufka yerleştirir.

Yeni çağ

Descartes için korku; Tüm duygular gibi korku da bedende başlar, akılla yönetilir.

Descartes Ruhun Tutkuları’nda (1649) korkuyu "gelecek kötülüğün beklenmesiyle gelen sıkıntı" diye tanımlar (Bu sıkıntıyı aşmanın bir yolu da stoacıların benimsediği çözüm yolunda anlattım, hemen yukarda.); Ancak Descartes, insanın psikolojik açıdan korkudan ziyade fizyolojik işaretlere (nabız, kasılma) dikkat çeker. Duyguları “mekanik” yapıda çözümleyip zihin-beden ilişkisinde kontrol imkânı göstermektir. Bu sayede bilimde duygular yalnızca bir soyutlaşmadan ziyade somut olan mekanik bir yapıya dönüşmesini sağlayabilir![5]

Hobbes ise "Korku, devletin ve toplum sözleşmesinin temelidir!"

Tüm Reklamları Kapat

Ne kadarda içten söylemiş öyle değil mi :)

İç savaşın ortasında yazan Hobbes (Leviathan, 1651), doğa durumunu "sürekli korku ve şiddetli ölüm tehlikesi" olarak resmeder; çıkış yolu, herkesin korkusunu daha büyük bir güce (egemen) devretmesidir. Neden? Çünkü düzensizlikte en rasyonel duygu korkudur; siyasal düzen, bu korkunun kurumsallaştırılmasıyla kurulur diye anlatır kısaca.[6]

Spinoza, Korku—gelecek kötülüğün fikriyle birleşmiş kederdir. Siyasette umut korkudan üstündür.

Spinoza Etika’da korkuyu "gelecek bir kötülüğün fikri eşliğinde yaşanan keder" diye tanımlar; Teolojik-Politik İnceleme'de iktidarların korkuyu nasıl araçsallaştırdığını anlatır ve umutu daha üretken bulur. Ancak burada belirttiğimiz keder nedir? Gelin onu bir açalım.

Spinoza duyguları üç temel başlıkta toplar:

Sevinçten başlayacağım, Spinoza için sevinç (laetitia) ruhun daha büyük bir etkinlik gücüne (potentia) geçişi anlamına gelir.

Sırada ki arzu! Arzu (cupiditas) İnsanın kendi varlığını sürdürme çabası (conatus) anlamına gelir.

Ve az önce de bahsettiğimiz keder (tristitia) ruhun daha küçük bir etkinlik gücüne geçişi anlamına gelir.

Eğer biz şimdide mevcut olmayan ama gelecekte olma ihtimali olan bir kötülüğü zihnimizde canlandırıyorsak, bu düşünce ruhumuzda keder yaratır. Bu keder, gelecekten gelen bir tehdit beklentisi ile birleşince, biz buna korku (timor) deriz. Yani kısacası şimdi ki kötülük başımıza doğrudan keder getirirken, gelecekte ki kötülük bizi bir keder beklentisine sokar bu da korkuyu doğurur. Peki ya neden keder korku ile bağlantılı?

Çünkü Spinoza’ya göre korku, başlı başına yeni bir duygu değil, kederin özel bir türüdür. Eğer bir şey bize gelecekte zarar verecekse, bu fikri zihnimizde kurmak bile bizi şimdiden “eksiltir”, yani yaşama gücümüzü düşürür. Mesela, yarın sınavda başarısız olacağını düşünen bir öğrenci aslında şimdiden moral bozukluğu yaşar bu, geleceğin kötülüğünü bugüne taşımaktır.

Tüm Reklamları Kapat

Peki ya Spinoza hangi fikri savunmuştur? Korkuyu insan için nasıl tanımlamıştır, diye soracak olursak: Spinoza duyguları mekanik bir zorunluluk içinde görür. Biz korkuyu yaşıyoruz çünkü zihin, gelecek kötülüğün fikrini zorunlu olarak kuruyor. Ama aynı zamanda Spinoza için kurtuluş yolu vardır: Zihnin yetkin bilgisi ile bu korku aşılabilir. Çünkü gelecekteki kötülüğün zorunluluğunu anladıkça ona farklı bakmayı öğreniyoruz. Örneğin ölüm "kaçınılmaz zorunluluk" olarak kavrandığında, ona duyulan korku bizim için azalmış olur. "En fazla ölürüz nolcak sanki!" gibi davranış da örnek gösterilebilir :)

Korku ve umut, olasılık hesabının duygusal yüzü!

Hume, İnsan Doğası Üzerine İnceleme adlı eserinde korku ve umudu, aklın ürünü değil; belirsizlik karşısında zihnin alışkanlıkları ve olasılık sezgisinden doğan duygular olarak yorumlar.[7]

Hume’a göre insan, gelecekte ne olacağını kesin olarak bilemez. Bu bilinemezlik alanında akıl, matematiksel kesinlikler sunmaktan acizdir. Bunun yerine devreye geçmiş deneyimlerimizin bıraktığı izlenimler, yani alışkanlıklarımız girer. Zihin, geçmişte gördüğü düzenliliklerden olasılık hesapları yapar ve bu sezgiler bizde duygusal tepkiler yaratır.

Tüm Reklamları Kapat

Örneğin kara bulutları gören bir insan, geçmiş deneyimlerinden yağmur ihtimalini çıkarır. Eğer yağmazsa umut besler, yağarsa korku duyar. İşte bu noktada Hume’un büyük vurgusu ortaya çıkar: korku ve umut, belirsizliğin içinde zihnin duygusal tepkileridir; aklın rasyonel sonuçları değildir.

Bu yaklaşım, Hume’un deneyci felsefesinin merkezindedir. Rasyonalistler aklı mutlak otorite olarak görürken, Hume aklı tabiri caizse "tahtından indirir" ve insan zihnini daha gerçekçi bir biçimde tarif etmeye çalışır. Ona göre akıl yalnızca bir araçtır; yolları gösterir ama tek başına hareket ettirici değildir. İnsan davranışının motoru, aslında duygulardır.

Bu bakış açısı, insan doğasını anlamada önemli bir kırılma noktasıdır: Korku ve umut yalnızca pasif duygular değil, muhakemenin ve eylemin tetikleyici güçleridir. Hume’un bu görüşü, korkuyu yalnızca zayıflık değil, insan zihninin işleyişindeki temel unsurlardan biri olarak kavramamızı sağlar.

Yakın çağ

Edmund Burke Yüce ve Güzel Kavramlarımızın Kaynağı Üzerine Felsefi Bir Soruşturma adlı eserinde Burke, estetik duyguları iki temel başlığa ayırdı; güzel ve yüce. Hadi gelin bir göz atalım!

Tüm Reklamları Kapat

Edmund Burke için güzel demek; huzur, uyum, zarafet, ve hoşnutluk duygusunu uyandıran şeylerle ilgilidir. Yüce ise onun için; korku, hayranlık ve dehşeti aynı anda yaşatan: İnsan karşısında küçüldüğü ama aynı zamanda estetik hay duyduğu deneyimdir.

Burke'ye göre korkunun doğrudan yaşanması acı vericidir. Ancak korkuyu uzaktan ve güvenli bir mesafeden yaşadığımızda, bu duygu estetik bir hazza dönüşür. Mesela bir sahilden izlenen devasa dalgalar, dağın zirvesine bakarken hissettiğimiz ürperti, fırtınanın gürültüsünü evin güvenliğinden seyretmek... Tüm bu deneyimler insana dehşeti hatırlatır, fakat zarar vermedikleri için güvenli bir "yüce" duygusu yaratır. Burke burada önemli bir adım atar. Korkuyu yalnızca olumsuz bir duygu olmaktan çıkarır ve sanatın merkezine "yüceliğe" yerleştirir.

Bu yaklaşım, 18. yüzyıl estetiğinde büyük bir dönüşüme işaret eder. Çünkü artık duygular, özellikle de korku gibi “karanlık” duygular, sanatın ve insan deneyiminin meşru bir parçası haline gelir. Sosyal medya da her izlediğiniz karanlık nasıl da size besliyor ve ilginizi çekiyor öyle değil mi?

Korkudan Ahlaki Yüceliğe

Tüm Reklamları Kapat

Kant, 1790’da yayımladığı Yargı Gücünün Eleştirisi adlı eserinde Burke’ün "yüce" kavramını devralır, fakat ona çok farklı bir anlam yükler. Burke yüceyi hazla ilişkilendirirken, Kant için yüce, insanın ahlaki aklının büyüklüğünü fark etmesinin aracıdır. Peki ya ne demek istiyordu?[8]

Kant yüceyi ikiye ayırır:

Matematiksel Yüce: Evrenin, sayısız yıldızın ya da sonsuz büyüklüklerin zihnimizde yarattığı dehşet duygusu.

Dinamik Yüce: Doğanın korkutucu kudreti – kasırgalar, yanardağlar, şiddetli fırtınalar – karşısında duyulan korku.

Tüm Reklamları Kapat

Dinamik yüce Kant için özellikle önemlidir. Doğa karşısında bedenimiz acizdir; kasırga bizi yok edebilir, volkan bizi küle çevirebilir. Ama işte tam da bu noktada Kant, insanın farklı bir yönüne işaret eder; Ahlaki akıl!

Ne kadar güçsüz olursak olalım, bizde doğadan bağımsız, özgür ve kendine yasa koyabilen bir akıl vardır. Doğa bedeni yok edebilir, fakat "ahlaki özerkliğe sahip aklımızı" asla yok edemez. İşte bu farkındalık, insana yücelik duygusunu verir.

Böylece Kant, korkuyu estetik hazzın ötesine taşır: Korku, aslında insanın kendi ahlaki üstünlüğünü fark etmesinin aracıdır. Doğa bize korku salarken, biz bu korkunun üzerinden “ahlaki yücelik” duygusuna yükseliriz. Büyük bir farkındalık!

Kaygı, Korku ve Varoluşun Dramı... Karşınızda Kierkegaard!

Tüm Reklamları Kapat

Korku artık sadece estetik ya da ahlak bağlamında değil, insanın varoluşunun en temel sorusu olarak tartışılmaya başladı. 19. Yüzyıl döneminden bahsediyorum. Bu dönemde, bu dönüşümün en önemli temsilcisi kierkegaard'dır. Peki ya her filozofta da söylediğim gibi, neden bu kadar önemli ve ne demiştir? Hadi gelin "tekrardan" birlikte bakalım!

Kierkegaard 1844 de kaygı kavramını adlı eserinde kaygıyı korkudan ayırarak ele almıştır.[9]

Kaygı eserinde:

Ona göre kaygı, korkudan farklıdır çünkü bir nesnesi yoktur. Korku her zaman belirli bir şeye yönelir (örneğin bir hayvan, bir düşman, bir tehlike). Kaygı ise, insanın özgürlüğü karşısında hissettiği "baş dönmesidir". İnsan özgürdür, seçim yapabilir. Bu özgürlük, “her şey mümkün” duygusunu getirir. İşte bu belirsizlik, nesnesiz bir kaygı doğurur. Bu eserinde Kierkegaard, kaygıyı günahın ve özgürlüğün ontolojik koşulu olarak ele alır. Yani insan günah işleyebilme (hata yapma) ihtimalinden dolayı kaygı duyar.

Tüm Reklamları Kapat

Korku ve Titreme eserinde:[10]

Kierkegaard bu kitabında "korku ve titremeyi" İbrahim’in Tanrı tarafından sınanışı üzerinden inceler (Tanrı'nın İbrahim'den oğlu İshak'ı kurban etmesini istemesi).

Burada mesele etik ile iman arasındaki çatışmadır.

Etik açıdan, çocuğunu öldürmek mutlak bir kötülüktür. Ama iman açısından, Tanrı’nın buyruğu mutlak bir iyi olarak kabul edilir.

Tüm Reklamları Kapat

Bu durumda İbrahim, “korku ve titreme” içinde kalır çünkü insan aklıyla açıklayamayacağı bir çelişki yaşar: evrensel etik ile Tanrı’ya bireysel inanç arasındaki fark!

Kierkegaard bu deneyimi "imanın sıçrayışı" (leap of faith) olarak adlandırır. İbrahim’in yaptığı şey, aklın ötesinde Tanrı’ya güvenmektir.

Tehlike, güç ve üstesinden gelmek

Elbette 19. Yüzyılın devrim yaratan filozoflarından bahsetmesek de olmaz. Kimler mi? Schopenhauer ve Nietzsche'den bahsediyorum.

Tüm Reklamları Kapat

Schopenhauer'dan önce başlayacağım.

Schopenhauer’un temel felsefesi "Dünya irade ve tasarımdır" (Die Welt als Wille und Vorstellung, 1819) eserine dayanır. Ona göre dünya, özünde akıllı bir düzen veya ilahi bir amaç değil, kör, doyumsuz ve amaçsız bir "yaşam isteminin" tezahürüdür. Ehh yani pek anlamadım, o hâlde biraz daha da açalım.

Schopenhauer temelde üç kavramdan bahseder.

Yaşam İradesi: İnsan sürekli ister, yönelir, arzular. Ancak bu isteme hiçbir zaman tatmin olmaz. Tatmin olursa bile, kısa bir süre sonra yeni bir arzu doğar. (Açgözlülük.)

Tüm Reklamları Kapat

Korkunun Kaynağı: Bu bitmek bilmez isteme, kırılgan bir varoluş üzerine kuruludur. Ölüm, hastalık, başarısızlık, kayıp, toplumsal dışlanma gibi tehlikeler iradenin incinmesine yol açabilir. İşte korku, tam da bu incinme ihtimalinin bilincinde olmaktır.

Yani Schopenhauer için korku istencin Yaralanma İhtimalidir. Biz ölmekten değil, iradenin varlığını sürdürememesinden korkarız.

Çözüm? Schopenhauer, korkuyu yenmenin yolunu "istemi askıya almakta" görür. Schopenhauer için korkudan kaçış, istemeyi tatmin etmeye çalışmakla mümkün değildir; çünkü isteme doymaz. Çözüm, istemenin kendisini askıya almak ya da sessizleştirmektir. Bunu üç şekilde açıklar.

Estetik, Sanat ve özellikle müzik aracılığıyla birey, kısa süreliğine kendi istemesinden kurtulur. Güzel bir melodiyi dinlerken kendi arzularını unutursun; sanat, korkunun kaynağını susturan geçici bir dinginlik sunar.

Tüm Reklamları Kapat

Etik, Schopenhauer, başkasının acısını görüp ona merhamet etmekle, bireysel istemenin zincirlerinden bir nebze kurtulabileceğimizi söyler. Başkasının acısına ortak olmak, kendi ben-merkezci korkularımızı azaltır.

Skatolojik (nihai çözüm), Schopenhauer, en nihai çözümü “nirvana”ya benzer bir kurtuluşta görür. İstemenin bütünüyle susması, varoluşun acı ve korku döngüsünden çıkmak anlamına gelir. Bu noktada Schopenhauer, Budizm’den ve Hint felsefelerinden yoğun biçimde etkilenmiştir.

Friedrich Nietzsche ve Korku.

Nietzsche, Schopenhauer’u gençliğinde büyük bir hayranlıkla okumuştur. Fakat kısa sürede onun çözüm yolunu "yaşamı inkâr" olarak görüp eleştirir (ki Schopenhauer'in çözüm yollarını okuduğumda bende öyle düşünmüştüm). Nietzsche’nin felsefesinin merkezinde “yaşamı olumlama” vardır. Bu olumlama, korkuyla da doğrudan ilişkilidir.

Tüm Reklamları Kapat

Korku ve "Sürü Ahlakı"

Nietzsche’ye göre toplumun büyük kısmı "sürüdür". Sürü, güvenliği ve düzeni ister; bu yüzden korku, sürü ahlakının en güçlü aracıdır.

İnsanları hizaya sokmak için korkular üretilmesinden bahseder. Dini korkular ve toplumsal korkular. Böylece korku, bireyin özgünlüğünü bastırır, onu sürünün kurallarına boyun eğmeye zorlar.

Peki ya korkuyu nasıl aşacağız?

Tüm Reklamları Kapat

Yaratıcı Birey Nietzsche’ye göre gerçek anlamda güçlü birey, korkuyu bastırmaz ya da ondan kaçmaz; onunla yüzleşir. "Yaşamak, tehlikede yaşamaktır" der Nietzsche. Çünkü insan yalnızca tehlike ve riskle karşılaşarak büyüyebilir. Bu yüzden Nietzsche için korku, yaratıcı dönüşümün ham maddesidir.

Nietzsche’nin "üstinsan (Übermensch)" kavramı, korkuyu göze alabilen bireyin idealidir. Üstinsan, sürünün korkularını aşar, kendi değerlerini yaratır. Nietzsche korkuyu dönüştürmek ister. Nietzsche’ye göre korkunun değeri vardır. Bizi daha güçlü, daha yaratıcı, daha otantik kılar. Onu reddetmek yerine aşmak gerekir.

Önemli varoluşçulardan biri olan Heidegger, Sartre ve Camus'tan bahsetmesek eksik olacağını düşündüm.

Korku, Kaygı ve "Ölüme-Doğru-Varlık"

Tüm Reklamları Kapat

Korku

Heidegger, sıradan anlamdaki korkuyu "iç-dünyasal bir varlığa yönelen" duygu olarak tanımlar. Köpek saldırısı, yaklaşan fırtına, sınav, işten atılma… Korkuyu üç aşamada açıklar.

Neye-karşı korku (Wovor?), belirli bir nesne/olay anlamında

Ne-içindir (Worum?), genellikle kendi sağlığımız, itibarımız, planlarımız,

Tüm Reklamları Kapat

Neden (Um-willen?), kendimiz için önem verdiğimiz bir proje/yaşam yönelimi yapısına sahiptir. Yani korku nesneli ve bağlamsaldır; dünyada uğraşırken (aletlerle, insanlarla) başımıza "gelebilecek" şeye bakar.

Kaygı

Kaygı bambaşkadır: belirli bir "şeye" değil, dünyanın bir bütün olarak kaymasına ilişkindir.

Alışıldık anlam ağımız (iş, roller, planlar) bir an için boşalır.

Tüm Reklamları Kapat

Ortaya çıkan duygu "yersiz-yurtsuzluktur" (Unheimlichkeit): evinde olmama hissi.

Kaygı "hiçliğe doğru" bir açıklık gibi yaşanır; ama Heidegger’ce bu metafizik boşluk değil, dünyaya yerleşmiş yaşamın tüm ufkuyla yüz yüze gelmedir. Bu yüzden kaygı, "tehdidin nereden geleceğini bilmemek" değil, "ben kimim, neye dayanıyorum, tüm bunlar ne anlam taşıyor" sorularının duygulanımsal biçimde üzerimize çökmesidir.

Kaygının açığa çıkardığı varoluş yapıları ve Otantiklik: “Onlar”dan (das Man) ayrışma ve kararlılık

Kaygı, Heidegger’in insan varlığını (Dasein) kavramasına kapı açar.

Tüm Reklamları Kapat

Atılmışlık, Kendimizi seçmediğimiz bir dünyaya bırakılmış buluruz.

Proje/olanak, Yine de her an olanaklara doğru kendimizi kurarız.

Özen/Sorge, Dasein’ın temel yapısı "özendir" kendisi, ötekiler ve uğraştığı dünya için.

Ölüme-doğru-varlık, Ölüm, Dasein’ın “en-kendi”, “ilişkisiz”, “kesin ama ne zaman olduğu belirsiz” olanağıdır. “Ölüm” burada biyolojik olaydan çok, varoluşun sınır ufkudur: bütün projelerimizin sınırını ve ciddiyetini belirler.

Tüm Reklamları Kapat

Gündelik hayatta "Onların" (das Man) kalıpları içinde yaşarız: gevezelik, merak, muğlâklık. Kaygı, bu oyalamayı dağıtır; kişi "kendi" olur.

Vicdanın çağrısı (Ruf): Sessiz bir "çağrıyla" kişi kendi en-kendi olanağına uyanır.

Önden-koşan-kararlılık (vorlaufende Entschlossenheit): Ölümü ufka alarak bugünü seçme cesareti. Morbid değil; tam tersine, zaman bilinci (gelecek-şimdi-geçmiş) berraklaşır.

Korku pratik riske odaklanırken, kaygı varoluşu bütün halinde açar ve otantik yaşama çağırır.[1]

Tüm Reklamları Kapat

Sartre

"Bunaltı" (Angoisse), Kendi Özgürlüğümüzün Tedirginliği

Şimdi Sartre'nin ne düşündüklerini kendimce açıklamaya çalışacağım.

Sartre gerçekliği iki kipte düşünür;

Tüm Reklamları Kapat

Kendinde varlık (en-soi): Taş, masa gibi katı, nedensel, “ne ise o” olan.

Kendisi-için-varlık (pour-soi): İnsan bilinci; sürekli aşan, açık, özsüz ve özgür olan.

İnsan özü gereği özgürdür; kaçamaz. Bu, büyük bir yük getirir: yaptıklarımızdan tümüyle sorumlu oluş. İşte bunaltı (angoisse), bu çıplak özgürlüğün duyusal bilincidir.

İnsan özgürlüğüne mahkumdur.

Sizlere bir soru sormak istiyorum, izninizle. Uçurumdan atlamaktan korkar mısınız? Düşmekten değil atmaktan bahsediyorum! Sartre’ın klasik örneğinde uçurum kenarında duyduğumuz sarsıntı korku değildir (korku nesneye yönelir, "kayalıklar tehlikeli"). Yaşanan şey aslında "atlayabilirim" özgürlüğü. Yani ben, şimdi, kendimi yok etmeyi seçebilirim. Ürperti, dışsal tehlikeden değil, içsel özgürlüğümün sınırsızlığından gelir. Bu yüzden bunaltı, “kendim üzerine” bir duygudur: özgürlüğün bilinci. Mesela elinize bir bıçak aldığınızda ne kadarda korkunç fikirler geliyor öyle değil mi? Yapabilirim fikirleri.

Tüm Reklamları Kapat

Bunaltı rahatsız edicidir; insan rahatsız olmak istemez. Bundan dolayı kaçmak ister, peki ya nasıl?

İnsan çoğu zaman şu savunmalara kaçar: Kendini "role" indirger (garson sadece garson, âşık sadece âşık…), "ben buyum" diyerek akışkan özgürlüğünü dondurur. Ya da "koşullar beni zorladı" diyerek sorumluluğu nesnelere atar. Sartre’a göre ikisi de kendini kandırmadır. Özgürlük kaçınılmazdır; "özgür olmamaya karar veremeyiz."[2]

Camus

Başkaldırı! Herşeye rağmen yaşayacağım.

Tüm Reklamları Kapat

Camus’ye göre absürd, iki şeyin çarpışmasından doğar biri insan zihninin anlam, düzen ve açıklık talebinden. Diğeri ise evrenin kay partesiz suskunluğundan. Bu yarık “midede bir yumru” gibi hissedilir; “neden?” diye sorarız, cevap gelmez.

İlk soru: “İntihar” bir çözüm mü?

Camus, felsefenin ilk somut sorusunun bu olduğunu söyler. Yanıtı kesindir. Fizikî intihar, absürdü yok saymaktır (oyunu terk etmek) ve felsefî intihar (örneğin Tanrı’ya, tarihe, akla “nihai anlam” diye sıçramak) da aynı derecede kaçıştır. Camus ikisini de reddeder. Gerçeğe sadakat, absürd ile birlikte yaşamayı gerektirdiğini söyler.

Ancak ben bunu yalnızca yüzleşmekten ziyade kaçış diye yorumluyorum. Eğer hayatın anlamına da değinmek gerekirse, ben hayatın anlamını her şey olarak yorumlarım. Hayat dinamizmdir, yaşamak akışa dahil olmaktır. Belirli bir anlam aramak hatadır. Ya da belirli bir kimlik.

Tüm Reklamları Kapat

Camus'da mesele korkuyu "yenmek" değil; absürd gerilimle birlikte yaşayarak özgürlük ve dayanışma içinde ayıklığı sürdürmektir.

Benim konu üzerine fikirlerim:

Korku aslında insanlar için bir kaçış veya yapmamak değildir, akıllıca davranmaktır. İnsanın ahlakı, zekası, varoluşu, öfkesi, dengesi ve kendisi korku ile oluşur.

Keder, kaygı ve korku üzerine

Kaygı

Tüm Reklamları Kapat

İnsan nasılsa "özgürlüğe mahkum" ise özgürlüğün getireceği kaygı ya da mahkumdur. Ancak ben kaygıyı korkudan ayırmaktan ziyade birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. İnsanlar kaygı duyar; yetersiz olduğunu hissettiğinden, pişmanlık duyduğundan, hata yaptığından ya da yapma ihtimalinden neden? Çünkü o muhtemel sonun geleceğinden korkarlar. Kaygı her zaman korkuyu tetikler ancak korku her zaman kaygıyı tetiklemez.

Keder

Birde keder vardır, keder umut ile korkunun bağlamıdır benim için. Bir insanı sevdiğimizde bir umut bağlarız o da beni "sevecek" diye ancak sevmediğinde o umudumuz korkuya kapılır. O insanın başkasına yâr olmasına, elde edemeyişimizden duyduğumuz bir korkudur. Bu korkuyu tetikleyen şey umuttur. Bu korkuya ise keder demek istedim.

Şimdi gelelim bir diğer konuya, korku gerçekten sınırlarımız mı?

Tüm Reklamları Kapat

O konuya gelmeden önce cesaret, öfke ve zeka-korkudan bahsedeceğim

Korku ihtimallerden doğar. Bir insan ucu bucaksız uçurumdan "cesaret" diye atladığında öleceğini bilir o ölümden korkar, ama burada duyduğu şey ölüme olan korkusu değil. Ölümü getirebilme korkusudur. Kendi elleriyle ölüme gitme korkusudur, işte insanda ki bu güç korkuyu getirir. Mesela bir insan uçurumdan ip sarkıtıp inmeye başladığında aşağıya bakmaya tenezzül etmemeye çalışır. Peki ya neden? Çünkü ipi bırakmak gibi bir seçeneğin ne denli sonuçlar getirebileceğini görmek istemez. Gördükçe öyle bir seçeneğin olması bile ona acı verir. İşte korku eylemlerimizden ve getirebileceği sonuçlardan doğar.

Peki ya öfke ve cesaret nedir? Benim için öfke ve cesaret ikiye ayrılır.

Budala cesareti; Budala cesareti, insan korkmamasından doğan ya da korkuyu bastırmasından doğan cesarettir. Bu cesaret insanı zayıflaştırır, insanın kaçmasına zorlar (hedeften değil korkudan). Beyin ölüme yakın olduğunu anladığında budala cesaretimiz daha da ortaya çıkar.

Tüm Reklamları Kapat

Korkak cesareti; Bu cesaret ise zorunluluktan doğan bir cesarettir. İnsanın bir işi korkmasına rağmen düşünüp taşınıp yaptığı bir cesarettir. Burda korkudan kaçınması yerine yüzleşme gerçeklenir. Ancak bu budala cesaretinden farklı, düşünülmüş bir yüzleşmedir. Cesaret bir ok ise korku o oka yön veren rüzgardır burda. Ancak başta anlattığım kaygı ve keder korkak cesareti ile bağlantılıdır. Bir işte kaygı veya keder duyduğumuzda korkak cesareti ile üstesinden gelmeye çalışırız. Korkak cesaretini hayatımızın her yerinde görürüz; Mesela sınava girmeden önce ki gece o sınav hakkında ki büyük kaygı bize muhtemel sonucu, muhtemel sonuç ise bize korkuyu kazandırır. Bu korku bize bir yol çizer.

Öfke ise bize verilen nedenler ve enerjiden doğan bir kudrettir.

Gülten'in pause ismi eserinde şeytana "o vakit sen kimsin" diye bir soru soruldu, seytan şu yanıtı verdi: Her daim kötülüğü istiyen ve her daim iyiliği üreten o gücün parçası.

Bu alıntıyı yapmamın sebebi, her ne kadar zıt görünen iki kavram "iyilik" ve "kötülüğün" ne denli birbirine ihtiyaç duymasını göstermekti.

Korkunun öfkesi: Öfke aslında her korkunun altında yatan ve korkmak için ona ihtiyaç duyduğumuz bir duygudur. Çünkü insan kibirli, doyumsuz ve açgözlüdür. Bu açgözlülük bir öfke yaratır. Tanrı'ya duyduğumuz öfke, bizden güçlü olana sergilediğimiz öfke, dur diyemediğime karşı olan öfkemiz bunların hepsi birer örnektir. Onlardan korkarız ama bu korkaklığın altında yatan büyük bir öfke vardır.

Tüm Reklamları Kapat

Ancak şunu da kesinleştirmek istiyorum; İnsan belirsizlikten dolayı korkmaz, insan ihtimallerden dolayı korkar. Çünkü zaten belirsizlik için kaçırdığı ya da düşünemediği ihtimaller olması gerekir, insan düşünemediğinden korkmaz. Yalnızca var olacak ve o var olacak olaylardan başına gelebilecek en acı ve ızdırap dolu olanları getirebilmesinden korkar.

Teşekkürler. Sevgilerle kalın, hoşça kalın.

Okundu Olarak İşaretle
1
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Raporla
Mantık Hatası Bildir
Yukarı Zıpla
Bu Blog Yazısı Sana Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 0
  • Tebrikler! 0
  • Bilim Budur! 0
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Umut Verici! 0
  • Merak Uyandırıcı! 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Kaynaklar ve İleri Okuma
  • ^ a b M. Heidegger. (2004). Varlık Ve Zaman. ISBN: 9753970900. Yayınevi: idea.
  • ^ a b J. Sartre. (2009). Varlık Ve Hiçlik. ISBN: 9789752732957. Yayınevi: İthaki Yayınları.
  • ^ a b Platon. (2011). Diyaloglar. Yayınevi: Remzi Kitabevi.
  • ^ Aristoteles. (2012). Retorik. Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları.
  • ^ R. Descartes. (2016). Ruhun Tutkuları. ISBN: 9786050203509. Yayınevi: Say Yayınları.
  • ^ H. Bredekamp. (2015). Thomas Hobbes - Der Leviathan. ISBN: 9783050094519. Yayınevi: Walter de Gruyter GmbH & Co KG.
  • ^ D. Hume. Insanin Dogasi Üzerine Bir Inceleme. ISBN: 9789753971867.
  • ^ I. Kant. (1790). Yargı Yetisinin Eleştirisi / Kritik Der Urteilskraft (Türkçe-Almanca). ISBN: 9789753971676. Yayınevi: İdea Yayınevi.
  • ^ S. Kierkegaard. (2006). Kaygı Kavramı. ISBN: 9789754587517. Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
  • S. Kierkegaard. (1990). Korku Ve Titreme. Yayınevi: Ara Yayıncılık.
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 23/08/2025 13:29:43 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21340

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Bugün bilimseverlerle ne paylaşmak istersin?
Gündem
Bağlantı
Ekle
Soru Sor
Stiller
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Size Özel
Makaleler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Geçmiş ve Notlar
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
İşaretle
Göz Attım
Site Ayarları

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.

[Site ayalarına git...]
Bu Yazıdaki Hareketleri
Daha Fazla göster
Tüm Okuma Geçmişin
Daha Fazla göster
0/10000
Kaydet
Keşfet
Ara
Yakında
Sohbet
Agora

Bize Ulaşın

ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close