Belki de Hiçbir Zaman Çözemeyeceğimiz 8 Büyük Felsefi Soru
Felsefe, pozitif bilimlerin gidemeyeceği ya da gitmeyeceği yerlere ulaşabilmekte... Bilim insanlarının aksine filozofların, matematikten ahlaka kadar hemen her konu hakkında spekülasyon yapma hakları var. Bu, felsefenin kuralsız olduğu anlamına gelmiyor elbette; çok katı mantık kuralları çerçevesinde, bilgelik aşkı ile düşünmeyi gerektiren bir iş felsefe...
Ancak temel bilimlerin hedef odaklılığını, ispat gücünü ve güvenilirliğini kazandıran deneysel ve olabildiğince nesnel yaklaşım yöntemi felsefe için bir sınır değil. Bu da, filozofların varoluşun bazı basit sorularına çok daha öznel ama özgür bir şekilde kafa yorabileceği ve bunlardan belki de bir kısmının, bu zorlu soruların bazılarına ışık tutabileceği anlamına geliyor.
Kötü haber ise şu: Felsefecilerin vardıkları noktalar, belki de her zaman bilimin ve aklın sınırlarının çok ötesinde kalacak.
Aşağıda, bu şekilde sonuza kadar gölgede kalma potansiyeli olan 8 soruyla sizi baş başa bırakacağız. Bu sorularla ilgili ciltler dolusu makale ve kitap yazıldığını hatırlatmak isteriz. Dolayısıyla burada her birinin tartışma detaylarına inmemiz imkansız. Ancak amacımız, sizi belki duymamış olabileceğiniz birkaç perspektif ve terimle tanıştırarak, felsefenin o alanlarına ilgi duymanızı sağlamak.
Lafı uzatmadan, listemize geçelim:
1. Neden “hiçbir şey” yerine “bir şeyler” var?
Evren'deki varlığımız kelimelerle anlatılamayacak kadar garip bir şey. Günlük yaşamımızın sıradanlığı, varlığımızı kanıksamamıza neden oluyor. Fakat ara sıra da olsa, bu rehavetten sıyrılarak varoluşsal farkındalığın derinliklerine doğru ilerleyip şunları soruyoruz: Neden evrende “bir şeyler” var, ve neden bu denli zarif ve hassas kurallar tarafından yönetiliyor? Ve ayrıca neden bir şey var olmak zorunda ki? Yaşadığımız evren spiral galaksiler, aurora borealis (kuzey ışıkları), ufacık diatomlar ve virüsler, zeki insanlar, akıl almaz sayıda kaya benzeri gezegenler, tembelhayvanlar ile dolu... Fizikçi Sean Carroll'ın söylediğine göre:
Modern fiziğe dair hiçbir şey, neden başka yasalar yerine şu anki yasalara sahip olduğumuzu açıklamıyor. Buna rağmen fizikçiler, sanki öyleymiş gibi konuşuyorlar. Eğer filozofları daha fazla dikkate alsalardı bu hataya düşmezlerdi.
Filozofların bu konuda birçok fikri var. Akla ilk geleni, tabii ki "antropik ilke": Evren, gözlemciler olarak biz insanlar var olabilelim diye bu şekilde. Fakat bu, pek tatmin edici bir fikir değil; çünkü Evren'in devasalığı yanında insanların varlığı önemsenmeyecek kadar ufak. Hatta Dünya var olmasaydı da Evren hiçbir şey olmamış gibi varlığını sürdürürdü. Hatta ve hatta 4.5 milyar yıldan önceki 9 milyar yıllık süreçte Dünya yoktu bile! Bu durumda başka gözlemciler de mi var? Gözlemciler neden bu kadar kıymetli? Evren'in temelinde bilinç kavramı mı yatıyor? Evren, başlamadan önce bizim var olmamız için başlaması gerektiğini nereden biliyordu? Bu ve bunun gibi birçok soru doğuyor.
Ayrıca antropik ilke epey totolojik, yani kendi kendini tekrar eden bir argüman: Evren, biz var olabilelim diye var oldu; dolayısıyla biz var olduk; dolayısıyla Evren'in neden var olabileceğini sorduk ve cevap olarak kendimizin var olabilmesi için var olduğunu ileri sürüyoruz. Felsefeciler bu tarz döngüsel iddialardan hoşlanmazlar.
2. Evrenimiz gerçek mi?
Bu klasik bir Kartezyen sorusu. Aslında şunu soruyor: Etrafımızda gördüğümüz şeylerin gerçek olduğunu nasıl biliyoruz? Tüm bunlar, görünmeyen bir gücün bize yaşattığı büyük bir illüzyon olmasın (René Descartes'in "kötü şeytan" hipotezi gibi)?
Son zamanlarda bu soru “fıçıdaki beyin” problemine veya “Simülasyon Argümanı”na evrimleşti. Açıkçası, gerçekten de özenle hazırlanmış bir simülasyonun ürünleri olabiliriz. Bu sebeple, sorulması gereken daha derin bir soru, bizim içinde bulunduğumuz simülasyonu yöneten medeniyetin de bir çeşit simülasyonun içinde olup olmadığıdır. Bir nevi, süper bilgisayarın içindeki süper bilgisayar olma durumu (ya da rüya içinde rüya gibi, simülasyonun içinde simülasyon olma durumu). Dahası, düşündüğümüz kişi de olmayabiliriz. Simülasyonu yöneten insanların da o simülasyonun içinde yer aldığını varsayarsak, deneyimin gerçekliğini yükseltmek adına gerçek kişiliklerimiz geçici olarak ortadan kaldırılmış olabilir.
Bu felsefi düşünce bizi ayrıca “gerçek” derken neyi kast ettiğimizi de değerlendirmeye zorluyor. Deneyimlediğimiz şeyler midir "gerçek", nesnel cihazlarla ölçülen midir, beynimizin algıladığı mıdır, yoksa bizden tamamen bağımsız bir nesneler ve olgular bütünü müdür gerçek dediğimiz şey? Bu sorulara cevaben, "modal gerçekçiler" adı verilen bir felsefe akımı, şayet etrafımızdaki evren (hayal gibi, tutarsız veya yasasız olarak değil de) rasyonel gibi görünüyorsa, bu durumda evreni gerçek ve özgün olarak kabul etmekten başka bir seçeneğimizin olmadığını öne sürüyorlar. Çünkü bütün alternatifler, bizi daha fazla ilerleyemeyeceğimiz bir çözümsüzlüğe sokuyor gibi: Evren'in gerçek olup olmadığında hemfikir olmadan, onun yasaları ve işleyişine dair nasıl düşünceler silsilesi geliştirebiliriz ki?
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Veya belki de, “Matrix” filminde Cipher'ın simüle edilmiş bir parça eti yedikten sonra söylediği gibi: “Cehalet, mutluluktur.”
3. Özgür irademiz var mı?
Hareketlerimiz, önceki olayların oluşturduğu bir “nedensel zincir” tarafından mı (ya da dış bir etki tarafından mı) kontrol ediliyor; yoksa gerçekten özgür irademizle mi kararlar alıyoruz? Buna “determinizm (belirlenimcilik) ikilemi” denir.
Filozoflar (ve onların bir uzantısı olarak bazı bilim insanları), bu konuyu bin yıldır tartışıyorlar ve görünürde hala bariz bir sonuç yok. Eğer aldığımız kararlar bir nedensel zincir tarafından belirleniyorsa, o halde determinizm doğru ve özgür irademiz yok. Ama eğer bunun tam tersi olan indeterminizm (belirlenmezcilik) doğruysa, o zaman bazıları hala özgür iradenin olmadığını iddia etse de, hareketlerimiz tamamen rastgeledir.
Diğer taraftan liberaller (hayır, "siyasi liberalleri" kastetmiyoruz), özgür iradenin, evrenin deterministik (belirlenimci) görünümleriyle akla uygun bir biçimde uyumlu olduğu görüşü olan “uyumculuk (compatibilism)” meselesini ortaya attılar. Bu soruyu daha da karmaşık hale getiren sinirbilimdeki ilerlemeler, beynimizin biz daha farkına bile varamadan kararlar aldığını gösteriyor. Fakat eğer özgür irademiz yoksa o halde neden "zombi zihinler" yerine bilinç evrimleşti? Kuantum mekaniği bu soruyu, hepimizin bir ihtimaller evreninde yaşadığımızı ve herhangi bir determinizmin imkansız olduğunu öne sürerek daha da bir karmaşık hale sokuyor. Linas Vepstas şöyle söylüyor:
Bilinç, zaman akışı algısına yakından ve kaçınılmaz bir şekilde bağlı gibi görünüyor. Baktığımızda gerçekten de öyle, geçmişin sabit oluşu, değiştirilememesi, kusursuz bir şekilde deterministik oluşu düşüncesi ve diğer yandan geleceğin bilinemezliği... Bu akla yatıyor, çünkü eğer gelecek önceden belirlenmiş olsaydı, o zaman özgür irade olmazdı ve buna bağlı olarak da zaman akışı tartışmasına gerek kalmazdı.
4. Tanrı var mı?
Basit bir ifadeyle, tanrının var olup olmadığını bilemeyiz. Bu anlamda, hem ateistler hem de inançlı insanlar savundukları şeyde haksızlar. Bilinmezciler (agnostikler) ise haklılar.
Gerçek bilinmezciler, bu konunun beraberinde getirdiği epistemolojik (bilgi felsefesi ile ilgili) meseleleri ve insan aklının sınırlarını kabul ederek tam bir Kartezyenci (Descartes felsefesi ile ilgili) duruş sergiliyorlar. Doğanın gerçekliği veya arkaplanda bir yerde bir tanrının var olup olmadığı hakkında böylesine büyük bir iddiada bulunmak için evrenin işleyişi hakkında bildiklerimiz çok yetersiz.
Birçok insan, evrenin özerk bir işleyiş içinde çalıştığı fikri olan doğacılığa (naturalizme) riayet ediyor fakat bu görüş, bütün her şeyi bir devinime sokmuş olabilecek ilahi bir tasarımcının varlığını inkar etmiyor (buna deizm deniyor). Sonuçta bir yaratıcı, bir Evren yarattıktan sonra onu kendi, "doğal" yasalarının işleyişine de bırakmış olabilir. Belki işi çoktur; kim bilir?
Öte yandan, tanrı kavramı sandığımız gibi her şeye gücü yeten bir varlık olmak zorunda da değil: Eğer önceden sözünü ettiğimiz Simülasyon Hipotezi gerçekse, bizden çok daha üstün, yani bize "tanrı gibi gözüken" ama kısıtlı güçleri olan varlıkların yaratımı da olabiliriz.
Ama durun durun... Ya gerçekliğin derinliklerinde bizim farkında olmadığımız güçlü varlıkların olduğunu söyleyen gnostikler (bilinirciler) haklıysa? Bu varlıklar, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten geleneksel semavi tanrılar olmak zorunda değiller; ama yine de yeterince güçlü varlıklar olabilirler.
Görebileceğiniz gibi, tanrının varlığı konusu semavi dinler ile ateistler arasındaki kavga arasında sıkışmış değildir. Bundan çok daha fazlası vardır ve bu görüşlerin hiçbiri, öylesine, durup dururken geliştirilmiş fikirler değildir. Her biri, en azından bir diğeri kadar felsefi temellere sahiptir ve en azından üzerinde düşünmeyi hak eder. Burada sorun, insanların kendilerine doğru gelenin mutlak doğru olduğu izleniminden kopmakta zorlanmasıdır. Kendi inançlarımızı kesin gerçekler olarak gördüğümüz için, alternatifler üzerinde kafa yormakta güçlük çekmekteyiz. Ancak Aristoteles'in dediği gibi:
Bir fikri kabul etmeksizin o fikir üzerine kafa yorabilmek eğitimli bir aklın işaretidir.
5. Ölümden sonra yaşam var mı?
Herkes heyecanlanmadan önce hemen söyleyelim: Bu, sonsuza kadar, yumuşacık beyaz bulutların üstünde arp çalacağımız ya da cehennemin derinliklerinde kömür kürekleyeceğimiz anlamına gelmiyor. Yine, bu sorunun felsefi temelleri semavi dinlerin hayal gücünün bile çok ötesinde olasılıklara gebe.
Ölülere öbür tarafta bir şey olup olmadığını soramadığımızdan ölümden sonra ne olabileceğine dair hiçbir tahminimiz yok.
Materyalistler (maddeciler) ölümden sonra yaşamın olmadığını düşünüyorlar. Ancak bu, doğaldır ki, kanıtlanamayan bir varsayım. Kanıtlanabilecek olsaydı, şu anda materyalizmin alternatifi bir görüş olmazdı. Gerek Newton’un ya da Einstein'ın gözünden gerekse kuantum mekaniğinin o tuhaf merceğinden Evrenin (veya çoklu evrenin) işleyişine yakından baktığımızda, “hayat” denen şeyde tek bir şansımızın olduğuna inanmak için bir sebebimiz yok. Bu, hayatların sonsuz bir döngü içerisinde tekrar tekrar yaşanacak şekilde Kozmos’un (Evren’in) devinim halinde olduğu olasılığının ve metafiziğin bir meselesi. Carl Sagan, Kozmos’ta bunu şöyle tanımlamıştır:
O (Kozmos), ya gördüğümüz kadar, ya hep bundan ibaretti ya da hep böyle kalacak.
Hans Moravec, kuantum fiziğinin Çoklu Evrenler yorumuyla ilişkili olarak yaptığı konuşmasında şöyle diyerek bunu en iyi şekilde ifadeye koymuştur:
Evreni gözlemlememek imkansız; bir yaşam formunda ya da diğerinde, kendimizi her zaman canlı ve evreni gözlemleyenler olarak bulmak zorundayız.
Son derece kurgusal olan bu konu da, tıpkı “tanrı sorunu”nda olduğu gibi, henüz bilim tarafından ele alınamadığından filozoflara kalıyor.
6. Bir şeyi gerçekten nesnel olarak deneyimleyebilir miyiz?
Dünyayı nesnel olarak anlamakla (en azından denemekle), onu yalnızca nesnel bir çerçeveden deneyimlemek arasında fark var. Bu aslında bir “qualia” sorunu (buradan bilgi alabilirsiniz). Kısaca sorun şu: Bildiğiniz, dokunduğunuz, gördüğünüz ve kokladığınız her şey bir takım fizyolojik ve bilişsel süreçlerden geçerek filtrelenmektedir. Bu ise öznel dünya deneyiminizi eşsiz kılmaktadır.
Klasik bir örnekle, kırmızı renginin öznel değerlendirmesi kişiden kişiye göre değişmektedir. Bunu tam anlamıyla bilebilmenizin tek yolu, tıpkı “John Malkovich Olmak” filmindeki gibi, evreni başka bir insanın “bilinçli gözleri”nden gözlemleyebilmenizden geçer. Tabii böyle bir şeyi, bilimsel ya da teknolojik gelişim alanının hiçbir evresinde başarabilecekmişiz gibi görünmüyor.
Tüm bunlar başka bir şekilde şöyle söylenebilir: Evren, sadece bir beyin tarafından (ya da potansiyel olarak mekanik zihinler [robotlar] tarafından) gözlemlenebilir ve bunun sayesinde sadece öznel olarak yorumlanabilir. Fakat evrenin tutarlı ve (bir şekilde) bilinebilir gibi görünmesi, onun gerçek nesnel niteliğinin asla gözlemlenemeyeceğini veya bilinemeyeceğini varsaymamızı mı gerektiriyor?
Budist felsefesinin neredeyse tamamının “boşluk” diye adlandırdıkları bu temel sınıra dayandırıldığını ve bunun Platon'un idealizmine tam bir anti-tez oluşturduğunu da söylemek gerekir.
7. En iyi ahlaki sistem hangisi?
Belki de “doğru” ve “yanlış” davranışlar arasındaki farkları ayırt etmemiz asla mümkün olmayacak. Ancak tarihin şu ya da bu evresinde filozoflar, ilahiyatçılar ve siyasetçiler insan davranışlarını en iyi değerlendirmenin ve en doğru davranış biçimini oluşturmanın yolunu keşfettiklerini iddia etmişlerdir. Ama bunu yapmak o kadar kolay bir şey değil.
Yaşam, evrensel bir ahlakın ya da mutlak etik kuralların var olması için çok dağınık ve karmaşık. “Altın kural” (başkalarına, size nasıl davranılmasını istiyorsanız öyle davranmanız gerektiği kuralı) harika; fakat bu kural, ahlaki özerkliği ihmal ediyor. Adaletin uygulanmasına (suçluları mahkum etmek gibi) yer bırakmıyor ve hatta zulmü bile meşru kılabiliyor (Immanuel Kant bunun en sadık eleştirmenlerindendi). Dahası, bu son derece basitleştirilmiş pratik kural daha fazla karmaşık senaryoların ortaya çıkmasını engelliyor. Örneğin, çoğunluğu kurtarmak için azınlığı feda etmek mi gerekir? Kim daha ahlaklı: İnsan bebeği mi yoksa yetişkin bir büyük kuyruksuz maymun mu?
Sinirbilimcilerin gösterdiği üzere ahlak, sadece kültür içinde kökleşmiş bir yapı olmayıp aynı zamanda psikolojinin de bir parçası (Vagon/Tren Problemi bunun en büyük ispatı). Kısacası, doğru ve yanlış kavramımızın zamanla değişeceğini kabul etmekle beraber ahlak kavramının kuralcı olduğunu söyleyebiliriz.
8. Sayılar nedir?
Sayıları her gün kullanıyoruz. Fakat bir durup düşünelim; sayılar gerçekten nedir ve (Newton yasaları gibi) evreni açıklama çabalarımızda neden bu kadar başarılıdırlar?
Matematiksel yapılar sayılardan, dizilerden, kümelerden ve noktalardan oluşur fakat bunlar gerçek nesneler midir, yoksa sadece bütün yapılarda mutlaka bulunması gereken ilişkileri mi açıklarlar? Plato (onları “göremememize” rağmen) sayıların gerçek olduğunu savunmuş olsa da, formalistler (şekilciler) sayıların sadece formel sistemler (matematiğe dayalı iyi tanımlanmış soyut düşünce yapıları) oldukları konusunda ısrar etmişlerdi.
Bu aslında, evrenin gerçek doğasından ötürü şaşırıp kaldığımız ontolojik bir problem: Evren, hangi yönleri itibariyle insan aklının kurgusudur, hangi yönleriyle gerçek anlamda somuttur?
Teşekkür: Bu yazının omurgasını çeviren Mertcan Gölgeci'ye teşekkür ederiz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 15
- 12
- 6
- 4
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- Türev İçerik Kaynağı: io9 | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 04/12/2024 20:42:46 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/4275
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.