Bence iyi mesela osmanlı döneminde ki hoş görü politikasını düşün hem herkesin hakkını verdiler ve istedikleri dini yaşamalarına izin verdiler . Benim şahsi görüşüm eğer dini yaşamlarına karışsalardı huzursuzluk isyan vesayre çıkardı .
Bence iyi mesela osmanlı döneminde ki hoş görü politikasını düşün hem herkesin hakkını verdiler ve istedikleri dini yaşamalarına izin verdiler . Benim şahsi görüşüm eğer dini yaşamlarına karışsalardı huzursuzluk isyan vesayre çıkardı .
Din ve inanç, hiç bir tartışmaya mahal vermeyecek biçimde bireylerin kişisel özgürlüğüdür. İsteyen insan istediği inancın mensubu olma ve istediği şeye inanma hakkına sahiptir. Tarihte, her kim ki insanların inancına baskı yapmaya çalışmıştır, başarısız olmuştur, baskı yönetimleri kısa sürmüş, yıkılmış ve iddialarında haksız çıkmıştır. Ve bu yönetimler artlarında büyük yıkımlar, tarihe ders niteliğinde yıpranmalar ve kayıplar bırakmışlardır.
Ve bu konudaki en basit argüman şudur ki baskı ile insanların inançlarını değiştirmek, dönüştürmek olanaksızdır. Ben budistimdir, siz bana baskı yaparsınız, ben "tamam, artık inanmıyorum" derim ama içimde o inancı sürdürüp sürdürmediğimi bilmeniz olanaksızdır. İbadet etmemi engellersiniz, kılık kıyafetimi engellersiniz, ibadethanemi yıkarsınız ama bu hiç bir şeyi değiştirmez. İnanmak için insanın hiç bir şeye ihtiyacı da yoktur ve baskı sadece karşıtını besler. Normalde barışçıl olan bir inancı bu şekilde agresifleştirmiş olursunuz. Ve açıkça aptalca bir stratejidir de. İşe yaramaz çünkü. Kısa bir süre yarar görünür, insanlar sizden korkar ve susarlar. Ama sonrasında kaçınılmaz olarak o inanç güçlenir ve yaşadığı baskıyı tarihsel bir gerçek ve bu baskıdan kurtuluş gününü de bir zafer olarak yazar. Yani toplamda bir inancı engellemeye niyet eden yönetim, tam olarak aksine neden olup o inancı güçlendirir. İstisnası yoktur.
Gelişmiş, öncü ve çağdaş ülkeler ve yönetimler her zaman inançları serbest bırakmış, insanların inanç özgürlüğünü hukukla korumuş ve bunu bir insan hakkı olarak görmüştür. Bu esasa aykırı hareket eden hiç bir yönetim, insan haklarına saygılı olduğunu iddia edemez.
Ancak bu noktada bir yanlış anlaşılma vardır: Gelişmiş, demokrat, hukuka dayalı ülkeler hiç bir zaman dini esaslara göre yönetilmez. Yönetilseler bile farklı inanışlara ait azınlıkların haklarını da korurlar ve onlara baskı yapmazlar. Ve sayısız inanç sahibi kişi, ülkelerin dini esaslara göre yönetilmesi gerektiği görüşüne karşı gelinmesi durumunu inanç özgürlüğüne yapılan baskı olarak göstermeye çalışmıştır. Bu bir yalandır. Çünkü insanların inanç özgürlüğünü yaşaması başka bir şeydir, bir ülkenin, dini esaslara göre yönetilmesini istemek başka bir şeydir. Yani ben Budist olabilirim ama "Türkiye Cumhuriyezi, Budizm'in esaslarına göre yönetilmelidir" dersem bu haklı bir talep olmaz. İfade ve düşünce özgürlüğü kapsamında bu fikirde de olabilirim ve bu fikrimi yayabilirim ama bunu kabul etmeyenleri, benim inancıma baskı yapan kişiler olarak tanımlayamam. Yalan olur. Çünkü bana "orada dur bakalım!" diyenler bana "Budizme inanma!" demiyorlar. "Bu ülke Budizmin esaslarına göre yönetilemez" diyorlar. İkisi bambaşka şeyler.
Özetle inanç özgürdür, olmalıdır. Ama ülkeler dini esaslara göre yönetilmemelidir. Hukukla inanç özgürlüğü korunmalıdır.
Bireylerin fizik evrene anlam yükleme gibi en temel ihtiyaçları, -sorgulanamaz- biçimde temel bir ihtiyaç - gerekliliktir.
Bu yüzden birey düşünce - varoluş yorumu açısından -yargılanamaz-, -eleştirilemez-, -bunun üzerinden tutum geliştirilemez-, -sosyal kanunlarla hüküm yürütülemez-. Öznel bireysel ve sorgulanamazdır.
Birey bazındaki bu özgürlük, bireyin kendi gibi olmayan düşünce yapılarına karşı da göstermesi gereken bir serbestiyet durumudur. Kişi kendi gibi olan ile kendi gibi olmayanı aynı - denk -eşit ele almak durumundadır. Kendi gibi olanı üstün, kendi gibi olmayanı aşağı-eksik-sorunlu görmek bir denge ihlali aslında. Bizim kendi bakış açımızı en doğru, ineğe tapanları çok çok yanlış görmemiz de bu bakış açısındaki denge yitiminin belirgin örneklerinden.
Toplumsal anlamda da aynı işleyiş - değerlendirme geçerli olmalıdır sosyal hukuk devletlerinde. Belli kitlelerce kabul görmüş varlık yorumları, görece daha az bilinen yorumlara sahip kitlelere farklı tutum belirlememeli.
Diğer yandan bir varlık yorumuna sahip olmama, ya da sadece bir varlık yorumuna karşı olma (tasarımcı yoktur), belki de hepsini kabul etme gibi standart dışı bakış açılarının da aynı şekilde sorgulanamazlığı korunmalı. Tabii ki kişilerin üstte geçen eşitlik ilkeleri bakış açılarını korumalarını öngörerek bunu ifade edebiliyoruz.
Henüz menfaat temelli olmayan, sosyal hak ve özgürlüklerin yazıldığı gibi uygulandığı bir sistem oluşturamadığımız için bunlar teoride kalmakta malesef. Devletlerin bireysel yaşama müdahelesi sadece düşünce ile bile sınırlı değil henüz. Düşünce üretmenin suç olabildiği bir yapıda yukarıda bahsedilenler tamamen ütopya haline gelir. Halk, gücün kendinde olduğunu gerçketen anlayana kadar (ezilmenin belli bir kritik noktasına gelince) bu normal karşılanır.
Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.
Bilim ile ilgili bir etkinlik mi düzenliyorsunuz? Yoksa bilim insanlarını veya bilimseverleri ilgilendiren bir iş, staj, çalıştay, makale çağrısı vb. bir duyurunuz mu var? Etkinlik & İlan Platformumuzda paylaşın, milyonlarca bilimsevere ulaşsın.
Evrim Ağacı'nın birçok içeriğinin profesyonel ses sanatçıları tarafından seslendirildiğini biliyor muydunuz? Bunların hepsini Podcast Platformumuzda dinleyebilirsiniz. Ayrıca Spotify, iTunes, Google Podcast ve YouTube bağlantılarını da bir arada bulabilirsiniz.