Yaşama yüklenen anlam, onu kaybetme durumuna verdiğimiz tepkiyi belirliyor gibi. Yaşama anlam yükleyebilmek için de onu güncel bilim düzeyinde anlamış olmamız gerekiyor. Henüz canlılığın tanımını bile yapamamış olsak da, yaşamın bütününü anlamaya çalışmak, ona yüklenecek anlamı zenginleştirecek temel bir yaklaşım olacaktır.
Yaşamın tek hücrelilerden başladığını kabul ediyoruz. Mitoz bölünme, tek hücreli en yaygın yaşam formunun merkezinde durmakta. Canlı bölünerek ölüyor, yerine 2 tane yeni canlı geliyor ve bu oldukça hızlı gerçekleşmekte. Fermentasyon, çürüme vs bir çok şekilde bizzat görüyoruz. Üremeleri o kadar hızlı ki, hiç biri ben biraz daha fazla yaşayayım, vaktim gelince ölmeyeyim gibi bir yaklaşımda değil. Tabii ki varlık bilinci ve biyolojik yapısı da buna uygun değil, ancak burada anlaşılması gereken şey, CANLILIĞIN İŞLEYİŞİ. Hiçbir bireyin yaşamı diğerinden değerli değil. Beyin hücresi yıllarca yaşarken, bağırsak hücresi belki 1 -2 gün yaşıyor. Ancak bu zaman farkı, hücreler arasında hiçbir şekilde değer - anlam farkına hiyerarşiye dönüşmüyor. Sistemin varlığı için eşit miktarda gerekli ve önemliler. Yine APOPTOZİS, hücrede enerji üretimi bozulduğunda, bozulma kontrolden çıkıp kanserleşme gerçekleşmemesi için hücrenin intihar etmesi de yine işleyişin bir parçası. İnsan yanlış kaynaklardan besin olmayan zararlıları vücuduna aldığında, onu oluşturan hücreler, enerji üretim sistemleri bozulduğu için kendi yaşamlarından vazgeçiyorlar.
Biz ise, kendi varlığımızı sürdürmek için öldürdüğümüz hayvanların yaşam haklarını ellerinden alırken hiç rahatsızlık duymuyoruz. Canlılık paydasında buluştuğumuz diğer varlıkları, bizim yaşamımızı devam ettirmede öldürülmesi gereken ARAÇlar olarak görebilecek düzeydeyiz. Buna rağmen kendimizi daha değerli görüyoruz. Hayvanın diğer hayvanın bedenini avlamasında bizim gibi etik kavramsal yorumlama olmadığı için sorgulamak mümkün değil. Ancak kendi yaşamımızı neden üstün algıladığımız, bitmemesi gereken bir hak gibi gördüğümüzü sorgulamak zorundayız. (Hayvanları yemek yanlıştır demek değil amacım. Bizim bakış açımızı ele almak)
Yani yaşam değer karşılığında verilmiş bir hak olmadığı için, onu elden çıkarmama arzusu tamamen ego, kendini beğenmişlik ile alakalı. Biz kendimizi o kadar değerli zannediyoruz ki, hiç ölmemeliyiz, ölsek de bir şekilde farklı biçimde yaşama devam etmemiz gerektiğine dair yargılarımız var. Günümüzde bilincin kaybolmadığına dair bilimsel bulgular var, ancak bizim ölümle barışmamız öldükten sonra yaşamak üzerine değil, yaşamı doğru anlayıp değerlendirmek üzerine temellenmeli. Yaşamından tatmin olmuş bir birey için ölüm çok büyük bir sorun olmayacaktır.
Konuyla ilgil, Sultan Tarlacı'nın Ölümsözlük adlı kitabı ölüm ü okumanın doğru yollarının da olabileceğini anlatıyor.
27,406 görüntülenme