Platonik aşk denince aklımıza temiz, saf, idealleştirilmiş bir sevgi gelir. Oysa nörobilim bu tabloya farklı bir ışık tutar. Beyne göre bu durum; karşılık bulamamış bir romantik arzunun hâlâ sinaptik devrelerde dönmeye devam etmesidir. Yani “platonik” dediğin şey, çoğu zaman duygusal bir yücelikten çok, beynin ödül sisteminin saplanıp kalmasıdır.
Her şey dopaminle başlar. Sevdiğin kişiyi düşündüğünde, beynin tıpkı bir kumarbaz gibi dopamin salgılar. Ne kazanacağı belli değildir ama o “belki olur” ihtimali, dopamin sistemini ayakta tutar. Bu kişi sana hiçbir zaman karşılık vermese bile beynin, olasılık hesabı yapmaya devam eder. Çünkü evrimsel olarak, belirsizlik dopamini en çok yükselten durumdur.
Bu sistemin içine oksitosin de girer. Fiziksel temas bile olmadan, düşsel bağlar üzerinden bu “bağlanma hormonu” devreye girebilir. Beyin, hayalindeki kişiye duygusal bir yakınlık kurar; sanki yıllardır onu tanıyormuşsun gibi hissedersin. Ama bu hissin kaynağı gerçek kişi değil, onun zihinsel imgesidir.
Serotonin ise işin takıntı boyutunu gösterir. Platonik aşk yaşayan kişilerin serotonin seviyeleri, obsesif kompulsif bozukluk yaşayanlara oldukça yakındır. Bu nedenle sürekli düşünme, gerçeklikten uzaklaşma ve kurguya saplanma görülür. Zihin, karşılık bulamadığı hâlde bu kişiye odaklanmayı sürdürür — çünkü bağlandığı şey aslında o kişi değil, onun hayalî versiyonudur.
En çarpıcı gerçek şu: Beyin, karşılık almadığı birine de bağlanabilir. Hatta bazen karşılık alınmaması, o kişiyi daha da büyülü hale getirir. Çünkü bilinmeyen, belirsiz olan şey beyin için daha değerlidir. Ve bu yüzden, birçok insan gerçekte hiç tanımadığı bir kişiye, tanıdığı herkesten daha çok bağlanabilir.
Platonik aşk tehlikeli midir?
Değil — ama körleştirici olabilir. Kişi bu bağın tek taraflı, hayalî ve sinirsel bir illüzyon olduğunu fark etmediğinde; zihinsel tükenme, değersizlik hissi ve içsel çöküş yaşanabilir. Beyin, olmayan bir şeyi oldurmak için kendini kandırmaya çalışır ve bu süreç bazen yıllarca sürebilir.