Şair ne güzel söylemiş: Mesele esir düşmekte değil TESLİM OLMAMAKTA…
Çünkü teslim olduğumuz an zaten her şeyi kaybetmeyi peşinen kabul etmiş sayılırız ve oluruz.
Yaşam dost gibidir ve dostluk karşılıklıdır. Dost elbette mutlu, iyi, güçlü günümüzde bütün bu olumluluklarımıza ortak olandır ve fakat asıl tartı bu değil. Asıl tartı mutsuz, umutsuz, kötü ve zayıf olduğumuzda yanımızda durup tüm bu olumsuzluklara ortak olabilmektir.
Yaşam en büyük ve yakın dostumuz ise ve bugüne değin ona bunca şeyi borçlu isek, ona her dara düştüğümüzde, her umutsuzluğa kapıldığımızda, her mutsuz olduğumuzda; “artık sana gerek yok” deme hakkını bize kim veriyor.
Ki milyarlarca yıl öncesinden okyanuslarımızdaki o ilk kimyasal çorbadan bugüne değin bizde en gelişmiş hali ile vücut bulana kadar ne badireler atlatmış bu yaşam bir bilsek…Fakat ısrarla devam demiş. Devam, devam, devam. Dememiş olsa idi bugün hiçbirimiz yoktuk.
İşte o devam diyen genetik kodlar hala bizde ve aktif. Biz her ne kadar bilince çıkarmasak da hala o günleri iplik iplik en derinine işlemiş, bizi en direngen, en yaratıcı ve en cesur yapan ve evrimin en tepesine oturtan şey bu: Teslim olmamak…
Kendimiz dahil, her şeye değeri biz atfederiz. Değerli gördüklerimize ulaşma araçlarını biz inşa eder yolları biz açarız. Bu yollar elbette inişli çıkışlıdır, karlıdır, fırtınalıdır ve bazen öyle olur ki hepsi üst üste gelir ancak her yokuşun sonrası iniş her batışın sonrası doğuştur ve bu öyle beklemekle olmaz.
Belki de temel mesele iç barışımızdır. Zira pusulasını yitirmiş gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez, okyanusta savrulur durur. Oysa aynı rüzgarın bizi güvenli limanlara ulaştırması için sadece pusula yeterlidir. Rüzgar aynı rüzgar, okyanus aynı okyanus, gemi aynı gemi…
Belki de ikinci mesele yalnızlığımızdır. Ki yalnızlık bizi iki tane çıkmaz sokağa sokar. İlki yaşadığımız sorunların sadece bize özgü olduğu yanılgısı, ikincisi yaşadığımız sorunların çözülemezliği ön yargısı.
Bunu aşmanın tek bir yolu var: Genetik kodlarımıza sadakat ve evrimsel biyolojimizin bizi toplumsal olmaya mecbur eden evrensel yasalarına saygı: Pay-laş-mak…
İşte bugün küresel ölçekte ve iradi olarak egemen sermayenin türümüzden koparıp aldığı en önemli şey bu… Yalnızlaşmalıyız ki yabancılaşalım. Yabancılaşmalıyız ki yozlaşalım. Yozlaşmalıyız ki umutsuzluğa kapılıp mutsuzluğun sonsuza dek süreceği yanılgısını hücrelerimize kadar hissedelim ki kolay yönetebilsinler, sorunsuzca sömürebilsinler.
Buna izin vermemek lazım ve bunun tek bir çıkış yolu var: Genetiğimize sadakat… Paylaşmak, paylaşma, paylaşmak.
Hem Nazım usta ne güzel özetlemiş;
Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler / Nazım Hikmet
Dünyadan memleketinden insandan
umudun kesik değil diye
ipe çekilmeyip de
atılırsan içeriye
yatarsan on yıl on beş yıl
daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
bir bayrak gibi keşke
demeyeceksin
yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık
boynunun borcudur fakat
düşmana inat
bir gün fazla yaşamak.
İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsin
kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına
sen ürpermelisin içerde
dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.
İçerde mektup beklemek
yanık türküler söylemek bir de
bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
tatlıdır ama tehlikelidir.
Tıraştan tıraşa yüzüne bak
unut yaşını
koru kendini bitten
bir de bahar akşamlarından.
Bir de ekmeği
son lokmasına dek yemeyi
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kim bilir
sevdiğin kadın seni sevmez olur
ufak iş deme
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir
içerdeki adama.
İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena
dağları deryaları düşünmek iyi
durup dinlenmeden okumayı yazmayı
bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana
bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde on yıl on beş yıl
daha da fazlası hattâ
geçirilmez değil
geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir.
[Mayıs 1949]
Nazım Hikmet
Yatar Bursa Kalesinde
Kaynaklar
-
Doğan Cüceloğlu. (2024). Savaşçı. Yayınevi: Remzi Kitabevi. sf: 376.
-
Karl Marx. (2013). Yabancılaşma. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 205.