EVRENDE BİREYSEL KADER DEĞİL KOLLEKTİF KADER EGEMENDİR! ETKİYEN VE ETKİLENEN…!
IŞIK; DOĞUMU İLE BİRLİKTE SON SÖZÜNÜ ÇOKTAN SÖYLEDİ BİLE. BANA ERİŞEBİLİRSİNİZ FAKAT AŞMAK ŞU AN İÇİN VE BU EVRENDE OLASI DEĞİL!
Tabi ki evet…Kaderimizi kendimiz tayin edebiliriz. Felsefedeki, güya deretminizme dayandırılan kader anlayışı klasik kader anlayışı değildir.
Klasik kader anlayışında kadere tabi olan etkisiz elemandır. Her şey önceden belirlenmiştir ve değişmesi, değiştirilmesi mümkün değildir.
Oysa yukarıda zikredilen ve soruya sebep olan kader böyle ele alınamaz.
Elbette bütün verilere sahip olsak tıpkı dini öğretilerde olduğu üzere bir kader tanımı, illaki bir yaratıcıya bağlamasak da, yapabiliriz. Ancak bu verilerin sahip olduğumuz an ve sonrası için durağan olma koşulu yok. Nihayet evrene içkin her şey ve bu içkinliğin ta kendisi olan evren hem her şeye etkiyen hem de her şeyden etkilenendir. Bu ona içkin herkes ve her şey için de bir geçerlidir.
Dolayısı ile bizim bilimsel olarak bütün bilgilere vakıf olabilme durumumuz ancak o an ile sınırlıdır ve her seferinde ışık hızında güncellenmek zorundadır. Hatta ışık hızını aşmalı ki, en düşük sürede bile olsa bir adım önde olabilelim ve bünyesinde gelecek vurgusunun saklı olduğu kader ile ilgili ahkam kesebilelim.
Ve evet matematik… Sınır yok sanılsa da aslında evrenin soyut bir yaratısı olarak o da evrenin yasalarına tabi. Nereden mi biliyoruz? Tasarlayıcısı ve İcracısı olan doğadan ve nihayetinde insandan.
Dolayısı ile matematikle de kaderi ancak ön görebilir fakat yüzde yüz kesinlikle bilemeyiz. Çünkü evreni evren yapan en önemli şey devinimdir ve kendisi dahil içerdiği hiçbir şey bundan muaf değildir.
Determinizme gelince: Kullandığı kavramlar sakız gibi her yöne çekilse de esasında söylediği şey şu: Nedensiz sonuç, sonuçsuz neden olmaz. Bu asla kadercilik değildir. Ancak kimileri bunu buradan alıp yetersiz sözlük tanımı üzerinden belirenircilik, belirlenimlilik vb. ifadelerle ve sanki tanrı rolüne soyunmuşçasına misyon biçerek bir yere varmak isteyebilir ancak yanılır.
Temel ilkesi neden sonuç üstüne ayrıca tali olarak (matematiksel olarak) söylediği şudur: Bütün nedenlere vakıf olsak bütün sonuçları biliriz. Zaten hali hazırda tersini yapıyoruz. Bütün sonuçlarda bütün nedenleri çıkarabiliyoruz. Mezo ve makro evrene ait her konuda, atom altı dünyanın bir çok konusunda . Bir tek dolanık parçacıkların hareketinin olasılıkçı oluşu ile başlayan bir sürecin nedenlerini ( henüz) açıklayamıyor. Belki bir müddet sonra açıklayacak belki hiçbir zaman açıklayamayacak ve gerçekten atom altı ölçekte olasılık egemen olacak.
Ancak bu bir şeyi değiştirmiyor. Olasılıkçı olmasının da bir nedenini bir gün mutlaka bulacağız. Bu olasılıkçı oluşunu değiştirmeyebilir fakat nedenini bilmenin önünde engel değildir.
Çoklu kişilik sorunu yaşayanın davranışı öngörülemez doğrudur fakat bu tarz durumda olanın öngörülemez davranışa sahip olabileceği öngörülebilir. Dolayısı ile nedeni de pekala çoklu kişilik olarak nedenlenebilir.
Atom altı dünyanın (dolanık parçacıklar nezdinde) böyle değerlendirilmesinin, “evet öngörülemez çünkü dolanık” tespiti yapılmasının ve dolanık olmanın neden, öngörülemez olmanın ise sonuç olmasının önünde ne engel var.
Başa dönersek: Kader problemi felsefi temelde de matematiğe dökülürse neden sonuç ilişkisinin değişmeyeceği aşikardır. Her ne kadar matematiğin soyut bir alan oluşu ve sonsuzluğu içerişi sanki tezat bir durum yaratıyormuş gibi görünse de aslında tezat bir durum yok. Neticede matematik sadece olasılık problemlerinin ortaya konmasından ibaret değil ve maddi evrene içkin maddi temelli zihinsel süreçlerin yine maddi evrene uyarlanışının ta kendisidir.
Bu haliyle de evet matematik şayet : “Bana bütün öncülleri verin bütün sonuçları size sunayım” diyorsa, elbette ki teorik olarak buna itiraz edemeyiz. Ancak maddi evrenin gelecek maddi kurgusu olarak “kader” söz konusu olduğunda matematik de emin olun şunu söyleyecektir: “Soyut evrende iki ile ikiyi toplayıp dört bulabilirim. Hatta bunu sonsuza kadar da sürdürebilirim. Ancak somut (maddi) evrende bunların toplamı (dört) elmaya, armuda, insana, iklime, galaksiye ve hatta evrene tekabül etmiyorsa, varoluşumu hizmetine adadığım ve beni var eden evren nazarında ne anlamım olur ki…
Yani kısacası : “Benim harikulade ve sınırsız olan soyut öngörüm de evrenin yasalarına tabi. Her şeyi o an itibarı ile elbette sunabilirim fakat “kader” gibi sonrayı önceden belirleyebilmek , her en küçük ölçü biriminde, her etkiye bağlı olarak tepki verip sürekli kendini güncelleyen, sayısız etkiyeni ve etkileneni olan evren söz konusu olduğunda bu mümkün değil. Çünkü her bir durağa vardığımda benim o durağa varışımın etkisiyle bile olsa evrende yeni duraklar o an itibarı ile yeni baştan şekillenecektir. Benim buna yetişecek hızım olabilir fakat aşacak hızım asla. Işık son sözünü doğumu ile birlikte çoktan söyledi bile…
Sonuç olarak: Kaderimizi kendimiz belirleyebilir miyiz?
Kaderlerini çapımız (etki gücümüz) oranında evrene içkin her şeyin ve hatta evrenin kendisinin bile kaderini belirleyebilmenin, onlar açısından da bize dönük olağan ve sıradan olduğunu hesaba katarak elbette kaderimizi kendimiz belirleyebiliriz. Neticede evrende bireysel değil, her tür etkiye açık ve aynı şekilde tepki verebilen kollektif bir kader vardır. Bizler aynı anda hem tabi hem özgür, hem etkiyen hem de etkileneniz. Hepsi bu…Sevgiyle…
Kaynaklar
-
Friedrich Engels. (1996). Doğanın Diyalektiği. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 416.