Ergenlik dediğimiz süreç temelde bireyin ikincil cinsel karakteristiklerinin aktive olduğu döneme diyoruz. Yani hem kimi uzuv ve bölgelerdeki değişikler (genital kıl üretimi, adet görme, sakal çıkarma, mmeme büyümesi vb.) hem de o güne kadar neredeyse doğrudan hiç etkisinde kalmadığımız hormonların etkileriyle tanışıyoruz. Yani kısaca, bedenen hayatımızın geri kalanında dönüşeceğimiz insanın temellerini atıyoruz. Dolayısıyla insanın aslında kendinden ibaretliğini terk etmeye başladığı, diğer bireylerle kıyas ve / veya işbirliği içerisine girmemizin de arefesi. Tam olarak insan bu noktada zaten tabiri caizse "Dünya'yı mesele etmeye" başlıyor. Bundan önceki dönem için en amiyane tabir ile "çocukluk" dersek bu zaten bireyin "kendisini" ve onu çevreleyen "baloncuğu" (anne, baba, kedi, köpek, tat, koku vb.) anlamlandırmakla geçirdiği bir dönem ve hhayat onun için zaten bunlardan ibaret.
Birey o baloncuğun dışına çıktığında ilk etapta gözleri yanacaktır. (bkz. platon mağara analojisi) işte şu an gözlerinin yandığı aşamadasın. Çünkü dünyanın sandığından çok daha büyük ve karmaşık "Olabilme ihtimali" reddedemeyeceğin bir şekilde karşında. Fakat bu bilgiyle ne yapman gerektiği hakkında en ufak bir fikrin yok değil mi? İşte "Hayat" denen mevhumun bir anlamı olup olamayacağı da bu noktadan sonraki tutumun belirleyecek. Ne demek istiyorum anlatayım;
Hayatın tek bir kişi tarafından tamamen anlaşılabileceğinden çok daha fazla değişken ve veriden oluştuğunu öncelikli olarak kabul edelim. Her insan Dünya'nın, hayatın ya da evrenin çok küçük bir kısmının verisine erişebilir ve bunu anlarken hata yapar. Bu hata zaten eşyanın tabiatında vardır dolayısıyla bunu, insanın bilişsel yetersizliğinden ziyade bi "fact" olarak ortaya koyuyorum. Zira "Anlamak" dediğimiz şey aslında insanın karşılaştığı mevhumu, kişisel deneyimleriyle refere ederek gerçekleştirdiği bir eylem. Hatta bu yüzden hiçbirimiz ilk birkaç yılımızı asla hatırlamayız. Bu beynimizin hafıza kısmında bir sorun olması, gelişmemesinden değil, karşılaştıklarımızı anlayabileceğimiz referansları henüz yeterince biriktirmemiş olmamızdandır. İnsan ilk gördüğünü hatırlamaz, hatırladığı şeyleri en az 2 kere deneyimlemiş olması gerekiyor ki, refere edip "Evet bu şey hayatta var ve tekrar ediyor, bunu tasnif etmeliyim" der ve Anlamak dediğimiz süreç başlar. İşte "Hata" diye bahsettiğim şey de bu mekaniğin bir sonucu. İnsanın anlamak ile ilgili referansları sadece şahit olduklarından ibaret olursa kişi öznellikten öteye gidemeyecektir.
Ezcümle, hayatın senin dışında, genel bir anlama sahip olduğunu düşünmek ve bunu aramak ciddi bir yanılgı. Fakat hayatın anlamlanmaya değer olduğunu düşünüp en az "Hata" ile bunu ortaya koymaya çalışma çabası zaten hayatın anlamını ortaya çıkarır. İnsanlık bireylerden oluşan kolektif bir yapı, hepimiz bir araya geldiğimizde ve elde ettiklerimizi biriktirdiğimizde ortaya büyük bir anlam koyabiliriz. Fakat ben sana cennet bahçesi vadetmiyorum. Hayatın anlamlandırılabilir olmasına şans vermek ya da bunu başarmak, sonunda elimizde kalan anlamın "Keyifli" bir içeriği olacağı anlamına gelmiyor. Dünyanın rezalet bir yer, evrenin korkunç bir kaos, insanlığın ise ilkel bir medeniyet olduğu gibi izleklerin yönergesinde bir Anlam da varılabilecek sonuçlardan birisi.İnsan işine geldiğine inanma eğilimindedir ve bunu aşmak sandığından çok daha zor hatta kimisi için imkansız.
Anlam senin tarafından keşfedilmeyi bekleyen bir şey değil, Anlam senin de ortaya koyduklarınla varolmaya yaklaşabilecek bir şey. Hayatta ne kadar fazla dinamiği irdelersen o kadar fazla yenisiyle karşılacaksındır. Yapabileceğin tek şey merak etmek, anlamaya çalışmak ve beceremeyeceğin ihtimaliyle barışmak. Ne demiş Yunus Emre; "Aramakla bulunmaz ancak bulanlar arayanlardır.".
Sevgilerle.[1]
Kaynaklar
- S. Bakewell. At The Existentialist Café. ISBN: 9780701186586.