Evrende zaman ve hareket görelidir. Bu nedenle ışık bize göre hareket eder. Ancak 'kendisine' göre ışık hareket etmez. Etraftaki herşey ışığın 'gözünden' ışık hızında kendisine doğru akar. Bu nedenle ışığın bize göre olan hareketi ve hızı esasen bizim referans çerçevemizde geçerlidir. Sizin bilinç deneyiminiz de biraz dikkatli bakarsanız durmaktadır ve tüm diğer hareketler sizin bilinç deneyiminiz dururken onların hareket ettiği sanısına ve kendinizin (bedeninizin) hareket etmediği sanısına neden olur. Bu durumda 'durma halinde' olan bilinç deneyiminiz için ışık hareket eder. Bu da evrende her gözlemci için hareket ve zaman tanımlaması yapılmasını zorunlu kılar. Gözlemci diyorum. Çünkü cansız nesneler herhangi bir tanımlama yapamaz ve onların bilinç deneyimi yoktur. Yani ışığın 'gözünden' yaptığı ve sizin ona doğru ışık hızında aktığınız tanımlaması onun için doğrudur, sizin de ışığın size doğru hareket ettiği tanımlamanız da aynı ölçüde doğrudur ve geçerlidir. Görelilik esasen budur.
Bizim yaptığımız zaman tanımlamasının iki unsuru vardır. Birincisi hareket, ikincisi ise hareketin sırası (yani olaylar veya hareketler arasındaki nedenselliğin sırası. Nedenselliğin sırasının şekli aynı zamanın ileri yönünü belirlememize ve tanımlamamıza neden olan şeydir. ) evrendeki zaman deneyimimiz bu unsurlarla oluşur. Bu anlamda hareketin kendisine göre oluştuğu şey olan bilinç deneyiminin kendisi için (yani bilinç olgusunun kendisi için) zaman kavramı oluşturamayız. Diyeceksiniz ki ama zaman deneyimimiz var. Sizin zaman deneyiminiz dış dünyaya dair. Bu dış dünyaya bedeniniz de dahil. Biz burada bilinçin kendisi için doğrudan zaman kavramının neden olmadığından bahsediyoruz. Başka bir deyişle bir an için dış dünya ile hiç bir etkileşiminiz olmayan saf bir bilinç halinde olsanız zaman tanımlamasını Bilinciniz için yapamayacaksınız demektir. Çünkü bu durumda zamanı ölçümleyecek elinizde hiç bir unsur olmayacak dolayısıyla zaman tanımlaması yapabileceğiniz, zaman kavramını üretebileceğiniz de hiç bir şey söz konusu olmayacaktır.
Gelelim ışığın hareketine ve hızına. Işık vakum da hareket eder. Işık herşeyden önce bir dalgadır. Işığın hareket hızı bu nedenle ışığın dalga hızına karşılık gelir ki bu da vakumun (uzay boşluğunun) yapısından kaynaklı bir durumdur. Işık bir dalga olduğuna ve vakumda hareket ettiğine göre vakum hiçlik değil dalga ileten bir yapıdadır. Üstelik kendisi dalga ilettiğini göre kendisinin de dalga yapıya girebilecek şekilde bir formda olması yani titreşecek şekilde bir formda olması mantıken çıkarılacak bir sonuçtur. İşte tam bu noktada uzayın dokusu 'birşey' ise neyden oluşur sorusu gündeme gelir. Bunun ne olduğunu tam bilmiyoruz ama dalgaların yayıldığı hareket ettiği bir şey olduğundan eminiz. Mesela kütle çekim dalgaları olduğu ispat edilmiştir. Uzayın dokusu aynı zamanda ışık hızında hareket eden kütle çekim dalgalarını da ileten veya üzerinde gerçekleştiği şeydir. Ancak kütle çekim dalgalarının yapısını da çözemedik. Nedeni de açıktır. Çünkü kütle çekim dalgası görelilik teorisine göre direk evrenin dokusunun dalgasıdır. Bu nedenle evrenin dokusunun yapısını çözmeden kütle çekimin tam olarak mikro seviyede tanımını yapamayacağız demektir. Kütle çekim halinde uzayın kendisi dalgalanır. Uzayın kendisi ile cisimler bir bütün olduğundan yani bizim yaptığımız gibi nesne uzay ayrı ayrı şeyler olmayıp bütün olduğundan uzay dokusunda meydana gelen kütle çekim dalgası aynı zamanda tüm cisimleri de dalgalandırır. Örneğin kütle çekim alanları cisimleri de uzayla birlikte cisimleri de 'büker. Belli bir frekans ve dalga boyu ile cisimleri de etkidiği süre içinde bükülü halde tutar. Ama aslında olan şey sürekli aynı dalga ve frekansta o cismi dalgalanırmasıdır. Çünkü kütle çekim dalga yapıda yayılır. Ama bizler bu dalga yayılmayı bilinç deneyiminiz nedeyle sürekli bir bükülme halinde olma zannederiz. Oysa ki burada sürekli bir dalgalanma hali zorunlu olarak vardır.