Trenin dışında olan gözlemci için trenin içindeki zaman yavaşlar bu nedenle trenin içini yavaş çekimde gibi görecektir. Trenin içindeki kişi için ise zaman kendi beyninin göreli veri işleme hızı neyse ona göre zaman ölçümlenir ve bu ölçümleme hızı ne ise mermi de dahil herşeyi bu hıza göre algılar. Örneğin sinekler için algıladığı hareketler bizim algıladığımız hareketlerin hızından yaklaşık 4 kat daha yavaş gerçekleşir. Bu yüzden zamanın akış hızını algılama biçimi veri işleme hızına bağlı bir süreçtir. Zaten tren hızlanınca bütün hücreleriniz için (beyin hücrelerinin hareketi dahil) trenin dışındaki gözlemci için yavaşlar. Trenin içindeki her atom her nesne için bu yavaşlama gerçekleşir. Bu nedenle trenin içindeki kişi kendi göreli algısından dolayı zamanın yavaşladığını fark etmez. Bunu bir odanın içindeki kokuyu bir süre sonra algılayamamanıza benzetebilirsiniz. Çünkü beyniniz çevreden yalıtık olmayan onunla sekronize olan bir nesnedir. Beyin bulundugu ortama göre veri işlemesi yapar, ona uyum sağlar. Şuanda siz örneğin gerçekte uzayda inanılmaz hızlarda saniyede on binlerce kilometre yol alıyorsunuz ama bunu hissetmiyorsunuz. Bunun nedeni beyninizin sekron olmasıdır. Yada şuanda siz ayakta dengeyi sağlıyorsunuz, beyniniz bunu otomatik şekilde yapıyor ama bilinçli beyninizin bundan haberi yok. Çünkü beyniniz aynı şekilde denge sağlama konusunda uzun süredir (ayakta durmayı öğrendiği günden beri) sekron durumda.
Zaman göreli olduğu gibi (gözlemcinin veri isleme biçimine bağlı olduğu gibi) evrende algılanan herşey görelidir. Yani bir algı aracı olan beynin ne tür ve ne biçimde veri işlediğine bağlıdır. Peki mutlak gerçek yok mu?? Örneğin bir başka canlının kızıl ötesi veya termal görüntüleri görmesine göre onun algısı ile bizim algımızdan hangisi mutlak. Doğrusu hiç birine mutlak diyemeyiz. Onun gördükleri de en az bizim ki kadar gerçektir. Ama bizler yine kendimize evrende ayrıcalık tanıyarak kendi beyinlerimizin veri işleme biçimini mutlak kabul ederek buna göre formüller üretiyoruz ve bunun evrensel olduğunu iddia ediyor ve sanıyoruz. Örneğin duyduğunuz ve ses dediğiniz şeyler hava moleküllerinin titreşimlerinden ibaret ancak beyniniz kulak yolu ile bu titreşimleri yorumlayıp ve belli bir biçimde işleyip sese dönüştürüyor. Gerçekte kulağımız olmasa ortada ses diye bir şey yoktur. Örneğin kafatasınız beyniniz içine hava titreşimleri (ses) geçirmez (yada bunları ses olarak değil titreşim olarak çok az hisseder) Bu nedenle bizler en derinde ve en derinde felsefi bir dipsiz kuyunun içinde olarak beynimiz bize ne sunuyorsa onu Matrix gibi yaşıyoruz. Dış dünyada gerçekte algıladığımız gibi dünya yok. Dış dünya sadece bir enerji yumağı. Beynimiz bu yumaktan bazı ipleri seçerek bize renkleri, görüntüleri, sesleri ve algıladığımız sanal dünyayı oluşturuyor. Ama biz ne büyük yanılgı ki bu beynimizin sunduğu sanal alemi mutlak sanıyoruz ve öylede yaşıyoruz.