Bilmiyoruz. Çünkü "bükülme" denilen şeyin uzay zaman dokusunda mikro seviyede nasıl bir durumu/yapısı var henüz bilmiyoruz. Aslında daha genel olarak uzay zaman dokusunun yapısını da bilmediğimiz için bu soruya uzay zaman dokusunun mikro seviyede yapısını bilmeden ve anlamadan zaten cevap bulmak mümkün değil. Eğer bu çözülebilirse o zaman bükülme denilen durumun gerçek mahiyeti anlaşılabilecektir. Bu açıdan henüz kütle mi uzay zamanı büküyor yoksa uzay zaman mi kütle dediğimiz şeye bu tepkiyi veriyor bilmiyoruz. Tanımlamalar çok şeyi değiştirir ve algılama biçimlerimiz de çoğu zaman bizi yanıltır. Mesela aslolan niteliği biz sonuca bakarak bir şeye verirken aslında o durum başka bir sebepten ortaya çıkıyordur. Mesela dünya üzerinde siz bir cismin ağırlığının kendisinden kaynaklandığını sanırsınız. Oysa ağırlık kütle (yer) çekim etkisinden kaynaklı bir durumdur. Yani cisimden kaynaklanmaz. Bu yüzden cisimlerin örneğin ayın yer çekimi daha az olduğundan orada ağırlığı değişir. Bizler süreçleri tanımlarken kavramsal olarak parçalayıcı bir biçimde ve tek yönlü ele aldığımız için bu hataları çoğu zaman yaparız. Oysa süreçlerde neden ve sonuç zinciri birbirinden kopamayacak şekilde bir bütündür. Yani bir neden bir sonucu doğururken o neden ve sonuç arasında ayrılmaz bir bütünlük vardır. Nedenden yola çıkıp sonucu tanımladığımızda tek yönlü bir tanımlama yapmış oluruz. Ancak bahsettiğimiz bütünlük nedeniyle sonuçtan yola çıkarak nedene giden tanımlamalar da evrende aynı ölçüde geçerli olacaktır. Evrende zaman geri yönde aktığında fizik yasaları değişmez. Bir taş attığımızda eylem bittiğinde olayın bütünlüğü nedeniyle olayı her iki yönde tanımlamak mümkündür. Evrende ayrıca gözlemciye göre çift yönlülük vardır. Örneğin taşı Hasan'a attığımda Hasan'ın gözünden taş Hasan'a doğru ilerler. Taşın 'gözünden' ise hasan taşa doğru gelmektedir. Bütün bunlar bize evrenin tutarlılık sınırlarının gözlemcinin durumuna bağlı olduğunu gösterir. Yani gözlemci kendisi açısından olayları tanımlar ancak gerçekte ise olay bir bütündür ve parçalanamaz. Birşeyleri anlamakta ve çözmekte güçlük çekmenizin, paradoksların en temel sebebi budur belki de. Bunu kütle çekim için ele alırsak kütle ve uzay dokusunun etkileşimi bir bütündür. Bizim kütle ve uzay dokusu arasında yaptığımız ayrım tamamen kavramsal bir parçalamaya dayanır. Her ikisi birbiri ile tam olması gerektiği şekilde bir bütün olarak etkileşir. Bütünlüğün olduğu yerde ayrı iki şeyden bahsedemeyiz. Ancak ne kadar çaresiz bir durumdayız ki bunları ifade ederken bile kütle ve uzay arasında 'her ikisi' diye hala ayrım ve parçalama yapmak durumunda kalıyoruz. Bu da bizim dilsel olarak ne kadar sınırlı bir araça sahip olduğumuzu gösteriyor. Bu dili dille tanımlamak gibi paradoksa benzer. Dilin kendisini yine dil ile ifade etmek durumunda kalırız. Yani dili anlatırken bile dili kullanmak zorunda olmamıza dayanan ikilem. Bilinçli halimizde de bu vardır. Kendimizi tanımlarız ama kendimizden başka ortada birşey yoktur oysa. Tanımlayan da tanımlanan da aynı şeydir ama bu ikisi gerçekte bir araya gelemez. Ne zaman ki bir şey kendisinden kendisine yönelir hep aynı ikilem/paradoks ortaya çıkar. Düşünün herşey beynimizden kaynaklanıyor ama kendi beynimizi inceleyebiliyoruz. Birisi sonsuzluk mu dedi!!! Bir PC programı düşünün ki diğer tüm programlar ana program üzerinde çalışsa da ana programın kendisi de bir programdır. Ana programı tanımlayan bir başka program yapsak o da yine program olarak tanımlanacaktır ve bu böyle sonsuza kadar gidecektir..... İşte size sonsuzluk, çıkmaz ve paradoks. Bütün bunlar bize bilinçlerimizin tanımlama yapmak bakımından sonsuz olduğunu ortaya koyar. Çünkü herşeyi tanımlayabiliriz ve kendimizi bile tanımlasak kendimiz yine var olmaya devam edeceğimiz için tıpkı o PC programındaki gibi sonsuz matruşkalar misali bilincimiz için tanımlama yapmanın bir sınırı ve sonu gelmeyecektir. Bir tanımlama yaptıktan sonra bir diğer üst kategoriye veya onun da üstüne daha üstüne çıkmamız mümkün. Yani PC'nin ana programını tanımlayan bir başka program yazdıktan sonra son programı da tanımlayan bir başka program yazmak vs şeklinde. Bu bize şunu gösterir bizler demek ki hiç bir zaman program olarak tanımlanamayız. Yani bilinçlerimiz örneğin madde ile tanımlanamaz demektir. Eğer bilincin özü madde ise programa tabi olur ve açıkladığım gibi programa tabi olan şey de program olmak zorundadır ki böyle bir durumda o şey programın dışına çıkamayacağı için programı tanımlayamaz yani kendi kendine yönelemez ve tanımlama yapma bakımından sonsuz bir durumunda da olamaz ve olamayacaktır.