Hepimiz bir engelli adayıyız. Engellilik bir tercih değildir!
Tamamen engelliliğe bakışımız ve aynı zamanda insan hakları belgelerindeki söylem ve eylem arasındaki derin tutarsızlık ile ilgili ne yazık!
B.M. Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, sayısız “Protokol” (Kyoto Protokolü gibi) ve “Şart ”’tan (Paris Şartı gibi), Ulusal Anayasalara kadar, insan ve doğa hakları ile ilgili hemen hemen her yazılı beyanda ilk cümleler eşitlik üzerine söylenir.
Bu tür cümlelerin istisnasız ortak vurgusu; din, dil, ırk, renk, cinsiyet, sosyal statü, ekonomik getiri, cinsel tercih, siyasi tercih vb. vb. vb. ile başlar ve bunlardan dolayı insanlar arasında hiçbir şekilde hiçbir ayırım yapılamayacağına, bunun temel bir insan hakkı ihlali olacağına hükmeder. ( Her ne kadar pratikte öyle olmasa da…)
Gerekçe; Bunların eşitliği bozmak için bir neden olmadığı ve özellikle ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. olguların insanın doğumu ile kendisine yamandığı, dolayısı ile insanların tercihinin bir ürünü olmaması nedeni ile de hiçbir insanın bunlardan dolayı yargılanamayacağı ve ayırımcılığa tabi tutulamayacağı üzerine inşa edilmiştir.
Ancak bunca gelişmeye ve insan hakları alanında bunca ilerlemeye rağmen ne yazık ki engellilik durumu bu kapsama alınmamış ve işin kolayına kaçılarak; engellilik de bu kapsama alınacağına pozitif ayrımcılık ile yetinilmiş ve sanki engellilik ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. gibi irade dışı bir durum değil de bir tercihmiş gibi sunulmaya çalışılmıştır.
Oysa engelliler için aslolan pozitif ayrımcılık değil, engelliliklerinin de, doğuştan ya da sonradan fark etmeksizin, kendi tercihleri olmaması nedeni ile hiçbir ayırımcılığa tabi tutulmadan eşit haklara sahip olması ve bu haklarını kullanabilmesidir.
Haliyle en temel insan hakları beyanları bile engellileri olağan, normal saymayıp, onları pozitif ayrımcılık ile hayatta bir yerlerde konumlandırma derdine düşünce, biz gibi sıradan insanlar, hak kavramının kağıt üzerinde kaldığı, eşitlik kavramının içinin doldurulmadığı coğrafyalar, engelliler için yaşamın var olan zorluğuna artı zorluklar ekleyecek ve onları olağan yaşamın dışına itecektir. Olan tam da budur.
Balık baştan koktuğunda da, hasbelkader bir yerlere gelip nasıl elde ettiği önemli olmaksızın bir koltuk edinenler, alışılagelmiş kültür üzerine konduğu mekanın, mekandaki insanların, mekanın oturduğu toprak zeminin, toprağın altındaki börtü böceğin de sahibi hissi ile engellileri bir “ayak bağı”, “nakıs” insan, idare edilmesi gereken “acınası varlıklar” ve çoğu zaman da “yük” olarak görmekte, engellilere yönelik bütün söylem ve eylemlerine ne yazık ki bu yön vermektedir.
Aşılabilir mi? Kesinlikle evet. Engelliliğin bir tercih olmadığı, ırk, din, dil, renk, cinsiyet gibi kişiden bağımsız bir durum olduğu kabul edilip, pozitif ayrımcılık yerine eşit hak statüsünde değerlendirildiği ve aykırılık insan hakkı ihlali sayıldığı gün değişim başlayacaktır.
Üstün bir de buna yönelik sosyal ve ahlaki farkındalık çalışması, devletler başta olmak üzere yerel yönetimlerce buna ( engellileri, bir hak olarak hesaba katan her tür yönetim, planlama, alt yapı, ulaşım, istihdam vb. şekilde) öncülük edilmesi, biraz zaman alsa da zikredilen soruna büyük oranda bir çözüm olacaktır kanısındayım.
Tabi en başta sorunu yaşayanların birinci el ve ağızdan sorunlarına örgütlü olarak sahip çıkması temel çıkış noktasıdır. Ki şu anda yeteri kadar olmasa da böyle bir sahiplenme var ve birçok kurum, kuruluş, kitle örgütü tarafından da desteklenmektedir. Ancak yeterli olmadığı ve çıtayı biraz daha yükseltmek gerektiği aşikardır.