Varlığa nasıl çıktık. Yoktan var olduk. Üstelik de ve çok daha önemlisi var olduğumuzu ve yokluğun ne demek olduğunu fark edibiliyoruz. Eğer bu farkındalık olmasaydı 'ben varım' diyemeyeceğimiz için var oluşa gelmemekle eşit bir durumda olacaktık. Yani varlığımızın bizim için bir anlamı olmayacak ve yok durumda olmakla eşit durumda olacaktık. Bu yüzden varlık ve yokluk bizler için bilgi bakımından var veya yok olmaya bağlı bir durumdur. Bebeklik haliniz bunu anlamak için çok açık ve güzel bir örnektir. Vardınız ama varlığınızın yeterince farkında olmadığınız için varlığınızın aslında sizin için hiç bir anlamı ve farkındalığı yoktu. O dönemlerde Varlığınız bilinçli olan anneniz babanız için 'var'dı ve anlamlıydı. Ne çektiğiniz o dönemki acıları ne de güldüğünüzdeki mutluluk sebebinizi şuanda hatırlamıyorsunuz. Bu yokluk durumuna (bilinçsel olarak) tamamen eşit bir durumdur. O halde var oluş farkındalığı (bilinç) pratikte herşeyi (varlığa dair tüm hikayeyi ve bilgiyi) yaratan şeydir. Varlığa geldiğiniz an evrene dair herşey (tüm kavramlar, evrenin geçmişini ve hikayesi) sizin bilinç farkındalığınız ile aslında var oldu. Yeterince bilinç kazandığınız anda bütün bu evrenin varlığına ve hikayesine (elde ettiğiniz bilgi ölçüsünde) şahit oldunuz. Böylece herşey sizin zihninizde bilgi bakımından var oldu, tüm varlık ve hikaye. Pratikte bilinç evrene dair tüm anlamın tek ve yegane belirleyicisi ve kaynağıdır. Ateistler gerçekte kendi benliklerini (bilinçlerini) evren karşısında anlamsız buldukları ve evreni kendilerini (bilinçlerini) aradan çıkararak kavradıkları yanılgısında oldukları için gerçekte bilincin ne kadar önemli ve varlık açısından belirleyici olduğunu anlayabilmiş değillerdir. Bizler hepimiz aslında evrenin varlığına ve ondan türettiğimiz anlam, tanım ve kavramlara bilinçli varlığımız ile şahit olma halini yaşıyoruz. Evren var oldu, biz var olduk ve varoluşun bilgisine bizler bilgi bakımından şahit olduk. Bu şahitliğimiz var oluş hikayesini ögrenmemizi sağlıyor ve bu şekilde bu evrende var olduğumuz an ile evrenden ayrıldığımız an arasında sıfır bilgi ile var olarak gelip evreni tanımış ve bilgi sahibi olarak öğrendiğimiz şeyler sonrası buradan ayrılmış oluyoruz. Dinlerin vaadi de işte burada ortaya çıkar. Çünkü insanın bildikleri ve öğrendikleri ile buradan ayrılıp tekrar yeni bir varoluş hikayesinde uyanılacağı ifade ediliyor. Yani neye veya nelere şahit olarak bilgi bakımından buradan ayrıldıysanız bu halinizle uyanıp başka bir varoluş hikayesinde ve sisteminde yeniden yaşama başlayacağınız ifade ediliyor. Kısacası toparlarsak burada vaat edilen şey bilinç halinizin (bilgi örüntünüzün) yok olmayacağı ve yeniden başka bir bedende var olacağınızdır. Bedeniniz dinler için de dağılır yani yok olur zaten. Ama dinler yeniden aynı bilinç hali ile bedenleneceğinizi iddia ediyor veya vaat ediyor. Dolayısıyla yok olmayacak şeyi burada bilinçlerimiz (bilgi dünyamız) olarak anlamak gerekir. Dinlerin bedenlerin yok olmayacağı iddiası yoktur. Burada bedenen yeni bir varoluş ve yaradılış vaat edilmektedir. Yani bilinç halinizin hiç bir şey bilmezken bu evrende var olup öğrenerek evrenden ayrılması ile sonrasında yapıp ettiklerimizin bilgisine (kendi kabul ve reddediklerimize) göre kendi benliklerimize (bilinç halimize) şahit olarak buradan ayrılmak hali dinlere göre bir değildir. Bu iki hali bir tutmak kendi bilinç halini de bedeni gibi tamamen maddeye indirgeyenlerin kabulünde olarak vardıkları bir sonuçtur. Çünkü onlara göre bedenleri dağılıp giderken bilinçleri de dağılıp gider. Bilinçlerinin başka bir varoluş kökeni onlara göre yoktur. Tıpkı evrenin varoluş kökeninin onlara göre olmaması gibi bilinclerinin de başka bir varoluş kökeni yoktur. Olması gereken bakımından bir inanan insana göre ise evrenin varoluş kökeni bilgiye dayalıdır. Bilgi için ise bilinç gerekir. Bilgi çünkü bilincin ürünüdür. Evrenin varoluş kökeni bilgi ise o halde evrenin varlık kökeni bir bilince dayalı demektir. Evrenin yoktan varoluşu da bilgi bakımından var oluşuna dayanıyor demektir. Bu çerçevede Evren yokken eğer bilinç varsa evren yokken var olabilen şey bilgi ve bilgiye üretebilen bilinç halidir. Varlığın kökenini bu olarak kabul ederseniz sizin için bilinciniz (yani bilgi aleminiz yani bilinç bakımından 'ben' dediğiniz şeyi oluşturan bilgi örüntüsü) sizin için yok olmaması kuvvetle muhtemel şey haline gelir. Kısacası evrenin varlığına dair bakış açınız sizin bilinç olarak yok olup olmama durumuna dair bakış açınızı da otomatik olarak belirlemiş olur. Evrenin kökenini mutlak hiçlik olarak kabul edenler için varlığın hiç bir anlamı yoktur. Evren gibi anlam türeten bilinçli varlıklarının da onlar için anlamı yoktur. Aslında bu durum çok garip çünkü anlam üreten şeye (bilince) sahip olup anlamı yalanlamak halidir bu.
Şimdi bu konu açısından işin can alıcı noktasına gelelim. Tamamen bilinç deneyimi olarak bu yazdıklarımı düşünün. Uyku halinde bilinç deneyiminiz yok olup yeniden bu dünyaya 'dönüyorsunuz'. Derin uyku halinde bilinçli haliniz esasen zaten yok oluyor ancak daha sonra tekrar (bilinç hali olarak) varlık sahnesine geliyorsunuz. Beynimizdeki madde değişimleri her ne olursa olsun bilinç deneyimi olarak sonuç olarak gidip geliyorsunuz. Narkoz vs gibi durumlarda da bu gerçekleşiyor. Böylece zaten bilinç deneyimi olarak ölmüş (bilinç deneyiminizi kaybetmiş) (yani zaman ve mekan kavramı sizin için yok olmuş olarak) ve daha sonra yeniden kendinize gelerek var olmuş oluyorsunuz. Burada Bedeniniz yerindedir ancak beyninizde nöral bağlantılarınızdaki değişmelere bağlı olarak bilinç haliniz gidip gelmiş oluyor. Burada kilit nokta beyindeki maddesel değişimler her ne olursa olsun sonuçta sizin bilinç deneyimi olarak bilinciniz yok olup tekrar geri gelerek var olmuştur. Yazdıklarımı sadece bilinç deneyimi olarak düşünün. Bu durumun yukarıdaki diğer ateist arkadaşların yazdığı yokluk durumundan gerçekte yanı bilinç deneyimi bakımından farkı yoktur. Ama buradaki delil bilinç deneyiminin gidip geri gelebilmesinin mümkünlüğündedir. Nitekim ölüme yakın deneyimlerde de uzun denebilecek süre kişilerin kalbi dahi durmasına rağmen bilinç deneyimleri kimisinde devam eder kimisinde ise beden fonksiyonları tamamen durmasına rağmen daha sonra yaşama geri dönerler. Bütün bunlar aslında delildir. Çünkü bilinç deneyimi var olmayı belirleyen şeydir bilinçli olarak var olduğunuz veya varlığa döndüğünüz an sizin için herşey tekrar olmaktadır. Siz bilinç olarak yok olduğunuzda ise herşey bilgi bakımından sizin için yok olur. Bilincin bilgi ile ilişkisi bakımından sizin uyku veya koma vs gibi hallerde gidip gelmeniz bilgi bakımından yok oluş ve var oluş sürecidir.
Bir ateist kendini tamamen madde olarak görüyorsa bilinç olarak herhangi bir şeyi belirleyemediğini kabul etmesi zorunludur. Çünkü ona göre bilinci tamamen maddeye tabidir. Gerçekte ise bilinci maddenin üzerindedir ve madde üzerinde belirleyici olabilmektedir. Yani düşünce biçimi beynindeki maddeyi organize edici olabilmektedir. Ancak bu şekilde seçimlerinin ve düşündüklerinin özgür olduğunu düşünebilir. Aksi halde özgür iradesinin varlığından bahsedemez. Bir ateist seçimlerini kendi yaptığından pratikte şüphe duymaz. Normalde seçimlerini kendi yaptığını düşünen bir ateist için bilinci maddenin üzerinde konumlandırması zorunlu ve kaçınılmazdır. Ancak kendilerini tamamen madde olarak gördükleri için kendi içinde tutarsız bir felsefi kabulle hem özgür iradelerinin olduğunu hem de tamamen maddenin belirleyici olduğunu düşünür ve kabul ederler. Burada çok açık bir çelişki hali vardır.
Kısacası ateistlerin yok oluş hali olarak kabul ettikleri (bilinçlerini de tamamen maddeye indirgediklerinden) maddenin yok oluş hali daha doğru bir deyişle maddenin dağılma halidir. Evrende madde bedenleri toplanarak (bir araya gelerek) var olmuştur. Daha sonra ise zamanın entropik oku nedeniyle bedenler dağılma halini yaşamıştır . Oysa bilinçli halleri yaşarken de yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bilinç deneyimi bakımından dağılma ve tekrar bir araya gelme süreci gerçekte (mikro etkileşimler olarak) yaşanmış olmaktadır. Bilincin bu şekilde yok olup geri gelme hali maddenin detayında bir dağılma (entropik olarak bozulma) ve geri toplanma haline dayanan durumdur. Bilinç dediğimiz olgu bu açıdan (sadece dışardan görünen şekli ile) maddenin belirleyici olduğu duruma değil madde etkileşimlerinin yani elektromanyetik etkileşimlerin belirleyici olduğu bir duruma karşılık geliyor demektir. Bu nedenle gidip gelme süreci de bu elektromanyetik etkileşim biçiminin dağılıp yani yok olup tekrar var olma durumuna dayanıyor demektir. Canlılık dediğimiz olgu da esasen aynı kuantum etkileşim süreci ile ilerde açıklanabilecektir. Çünkü mikro olarak madde etkileşimleri kuantum seviyesinde süreğen elektromanyetik devre etkileşimlerine dayanır. Sistem bu şekilde can bulmuş olur. Sistemde veri trafiği oluşmadan sistemin biyolojik sistem olarak bütünlüğü var olamaz. Çünkü bedenin kendi bünyesinde elektromanyetik devrelerde herşey bir bütünlüğe dayanan veri işleme etkileşimlerini de bünyesinde taşımak zorundadır. İşte bu devre etkileşimleri canlılık olgusunu belirleyen şeydir ve ilerde mutlaka bu noktaya gelindiğini göreceğiz. Kuantum biyoloji alanı henüz çok yenidir ancak canlılık olgusunu açıklayabilecek tek şey kuantum fiziğidir. Yani klasik fizik denilen bizim gözümüzle gördüğümüze bakarak ve aldanarak oluşturduğumuz tanım ve algılar gerçek durumu aslında yansıtmamakta ve yanlış algılara kapılmamıza neden olmaktadır. Ateistlerin canlılık ve bilinçle ilgili de değerlendirmeleri klasik bu algılama biçimine tamamen dayanır. Mikro seviyede evrendeki etkileşimlerin gerçek niteliğine dayanmayan bir durumun içindelerdir. Çünkü gerçekte ölüm ve yaşam evrende şuanda dahi yukarıda örneklerde verdiğimiz şekilde gerçekleşmekte yani ölmek süreci yaşanıp tekrar var oluşa gelme süreci evrende gerçekleşmektedir. Mesela bitkiler içinde benzer bir durum vardır. Su ile buluşan bitkiler ölü haldeyken (yani elektromanyetik etkileşime dayalı aktif devreleri henüz yokken ve faal değilken) suyun mikro etkileşimleri aktif etmesi ile tekrar yaşama dönerler. Burada gerçek bir ölüm ve var oluş durumunun (ölü ve canlı -diri) olduğunu kuantum biyoloji gelişip canlılık olgusunun gerçek kökeninin neye dayandığını aydınlattığında tamamen ölüm ve yeniden var oluş veya diriliş durumuna eşit bir duruma karşılık geldiğini herkes hepimiz öğrenmiş olacagız. Dikkat edin henüz canlılık olgusunun gerçek niteliği ve tanımını bilmeden insanlar kendilerine göre değerlendirme yaparak ölüm haline dair de değerlendirmeler yapmış oluyorlar. Oysa canlılık olgusunun gerçekte ne olduğunu tanımlamadan ölüm haline dair da herhangi bir değerlendirme yapmak için henüz çok çok erkendir. Canlılık cansızlıktan gelse de cansızlığa eşit bir durum değildir. Canlılık olgusu evrende aktif özel bir devre etkileşimine dayanıyor. Biyolojik sistemlerin var olması ve işleyişini sürdürmesi bu aktif etkileşim sürecine bağlı. Bu devre etkileşimleri biyolojik sistem içinde veri trafiği ve işlemesi yaratıyor. Sistem ancak bu şekilde izleyebilir. Vücudunuzun bir ucundaki veriden diğeri ucundaki yerin bilgisi olması biyolojik veri işleme bütünlüğüne bağlı. Bu olmadan biyolojik bir bütünlükten bahsedilemez ve böyle bir bütünlük de ortaya çıkamaz. Canlılık bu açıdan çok çok özel bir olgudur. Ne gariptir ki henüz canlılık nedir tam anlamadan insanlar ölüme dair kesin çıkarımlar yaparak doğru sonuca vardıklarını düşünüyorlar. Bir ölü dokudan canlı dokunun ne fark olduğunu ortaya koymadan veya bunu anlamadan ölü ve canlı arasındaki farkın ne olduğu anlaşılamaz. Canlı doku yukarıda belirttiğim devrelerin etkinliği ile işlemeye varlığını devam ettirmeye (sistem işleyerek entropi artışına direnç göstermeye) çalışır. Bu süreğen bir sistem işleme veri trafiğini gerektirir. Tıpkı bir PC deki gibi PC çalışırken devrelerinde heran aktif faal bir elektrik akımı vardır. PC nin fişi çekildiği anda bu elektik sistemden gider ve devrelerin faalliği biter. Vücudumuz ve canlılık için de benzer bir durum söz konusu. Biyolojik devrelerde bu elektromanyetik etkileşim aktifliğini kaybettiği takdirde canlı madde cansıza dönüşüyor.
Kısacası mutlak yok oluşun ne olduğunu belirleyen şey sizin varlıktan ve var olmaktan ne anladığınıza bağlıdır. Ben tamamen maddeyim diyen biri için yok oluş maddeye bağlıdır. Ancak ben aynı zamanda bilinç sahibiyim diyen biri için ve varlığa bilinç hali olarak bakan (ben varım diyebildiği için pratikte var olduğunu algılayan ve var olmasını bu nedenle bilince bağlayan kişi için) var oluş ve yok oluş durumu zaman ve mekan kavramını yitirmek ve zaman ve mekan kavramının yeniden oluşması olarak algılanmalıdır. Çünkü sizden önceki milyarlarca yılın sizin için var olup olmaması evrende varlığa gelip evrenin zamanının içinde var olmamıza ve bunu deneyimlemenize bağlı. Öncesindeki milyarlarca yıl bilgi bakımından yoktu çünkü biz yoktuk. Herşey (evrenin tüm bilgisi) bizlerle var oldu. Gerçek var oluş bu nedenle bilinçli var olma halidir. Gerçek yok oluş da bilgi bakımından yok olmaya karşılık gelir. Bilgi (edindiğimiz bilgiler) yok olmaz ise biz yok olmayacağız anlamına gelecektir. Çünkü biz (bilinç bakımından) bilgiden ibaret varlıklarız, tüm varoluş gibi....