İnsanların anlaşamama nedenlerinin çoğu zaman kökeninde dil vardır. Çünkü dil bir araç olarak görsel imgesel (hayali) durumların karşılığıdır. Dil araç derken de insanlar arası iletişim aracı olarak almamak gerekir. Dil zihnin ve düşüncelerin daha doğrusu imgelerin kodlamasıdır veya sembolleridir. Burada bir temsil ilişkisi vardır. Bu nedenle çoğu zaman aynı kavramları kullanıyor olsak da her kavramın her zihinde oluşturduğu imgelem (veya sınırları) farklı olabilecektir. En temel haliyle kavramlar bu nedenle kişilerin zihinlerinde kendi deneyim, bilgi, bakış açısına dayalı oluşan imgelem sonucu geniş veya dar skalada anlam karşılığı bulurlar. Örneğin milyarlarca yılı tek bir ana dil ile sığdırabilirsiniz. Başlangıç ve son arasındaki geçen zaman farkını veya nitelemesini böyle bir ifadede kullanmazsanız cümleniz hatalıdır denemez. (Ancak bir çok kişi bunu kendi zihin durumu nedeniyle hatalı bir cümle olarak algılayabilir) Çünkü başlangıç ve netice arasındaki oluşa dair zamansal durum cümlenin konusu yapılmamıştır. (Örneğin ben bir sanatçı olsam ve 1 yılda heykelimi bitirsem kuracağım 'bu heykeli ben yaptım' cümlesine kimse herhalde hatalı yanlış demez. Çünkü ben burada zaman unsurunu cümlede kullanmak zorunda değilim ve de kullanmadım. Dolayısıyla bir yaratıcı içinde milyarlarca yıl diye birşey zaten bugün çok net biliyoruz ki yoktur. Zaman zamana tabi olan varlıklar için bağlayıcı ve belirleyicidir. Evrenin lokal bölgelerinde zaman tutarlılığı vardır. Megaparsek gibi çok uzun mesafelerde ise bir bölgenin diğerine göre zaman tutarlılığı kalmaz. Yani bir bölgedeki zaman diğer bölge de aynı hızda akmak zorunda olmadığı gibi uzun mesafelerde evrenin genişleme hızı da ışık hızını aştığı için bildiğimiz zamanın olası bir yaratıcı için bizim bildiğimiz hiç bir anlamı kalmaz. Bazı kişiler örneğin milyarlarca yılı kendilerine fazla 'sorun' ederler. Ancak evrenin zaman kavramının gerçek niteliği yukarıdaki gibidir ve milyarlarca yılın olası yaratıcı için hiç bir anlamı ve karşılığı yoktur. Herşey tek bir an bile olabilir. Sağ duyuya aykırı gibi duran bu durum tamamen evrendeki zaman kavramının göreliliği ile açıklanabilir durumdadır. Buna rağmen bir çok kişi ya yeterli bilgisi olmadığı için veya da başka sebeplerle bu durumu görmez veya görmezden gelir. (bazı kişiler bu noktada ama biz uzun gibi yaşıyoruz bu nasıl olabilir diyebilirler. Onu da açıklayalım. Bizim bedenlerimiz için yani ömrümüz için koca evrenin milyarlarca yılı bile tek bir ana sığabilir iken ömürlerimiz kozmik ölçeklerde sanisenin milyarda biri bile değildir. Bedenlerimiz için durum bu iken bilinç deneyiminin kendisi ise zamana tabi olmayan bir durumdadır. Zaman bilinçlerimiz icin gerçekte akmaz. Dış dünyadaki akan zamanı algıladığımız için bilinç deneyiminde zaman ölçümlemesi yaparız. Yoksa soyut düşünsel dünyada zaman kavramı yoktur. Bu nedenle evrende bilinç deneyimi referans kabul edilirse diğer herşey bilinç deneyimine göre zamanda hareket ederken bilinç deneyimininin kendisi mutlak bir durma hali ve zamansızlık içindedir. Yani bilinç deneyimini referans çerçevesi alırsanız bilinç deneyiminin kendisi için zaman akmaz. Sadece dış dünyada akan zamana bağlı değişimleri algılayan bilinç deneyimi için zaman algısı oluşur. İşte sizden önceki milyarca yılı uzun gibi hissetme ve hayatınızı uzun gibi algılama sebebimiz budur. Dış dünyadaki zamanın akma hızı bilinç deneyimine göre değişebilir. Bazen tek bir an çok uzun gibi bazen çok uzun zamanlar bir an gibi gelebilir. Zaman kavramının oluşma sebebi bilincin kendisi değil dış dünyayı algılama biçimine dayanır. Ve bazen bazı bilinç deneyimine dayalı durumlarda zihniniz dış dünyaya kendini o an kapattığı için zaman atlaması yaşamış gibi hissedersiniz. Çünkü bilinç deneyiminiz o an dış dünya ile ve orada geçen zaman ile bağlantısı esasen o an veya zaman diliminde koparmıştır. 'Geri dönüp' bilinciniz ve farkındalığınız dış dunyay yöneldiği zaman ise geçen zamana bakıp örneğin olana bitene saate bakıp ne kadar çok zaman geçtiğini fark edersiniz. İşte Bilincin kendi deneyiminde zaman akmadığı daha doğrusu zaman kavramı olmadığı için dış dünyadan farkındalık olarak kopuşunuz ile birlikte zaman algısını belli bir zaman zarfı için yitirdiniz takı dış dünyaya dair farkındalığınız yeniden oluşuna kadar. Bu durum rüyalarda ki zaman algısının değişimine benzer. Zaten hem rüya hem yoğun veya odaklı düşünme halinde bunun yaşanma sebebi aynıdır. Her ikisinde de bilinç deneyimi dış dünyadaki farkındalığını yitirmektedir. )
Ana konumuza dönersek Neden dil ile ilgili birşeyler yazdım. Çünkü insanların herhangi bir metne verdiği anlam da yukarıdaki temel sebeplerle değişecektir. Çünkü her zihnin zihin dili programlaması (NLP) özel bir durumdadır. Bu nedenle herhangi bir metne farklı anlamlar yüklenebilme ve farklı algılama durumu sadece din açısından değil tüm konularda bu şekildedir. Örneğin bilimsel, sanatsal vs de gibi. Yani farklı anlam verme yukarıdaki dille ilgili doğal sebeplerle zaten son derece normaldir. Bunu din gibi bir konuya indirgeyenler bu konuda yeterince sorgulama yapmamış bir durumdadır. Öyle ki yukarıdaki sebeplerle aynı metne iki kişi birbirine zıt bir anlam bile yükleyebilir. İş bu kadar uçlarda bile gerçekleşebilir. Felsefi görüşlerin varlığı da çoğu zaman buna dayanabilir. Aynı şeyi ya başka başka biçimlerde ifade ederler yada ifade ettikleri şeylerdeki farklılıklar herhengi bir duruma dair referans aldıkları kesitsel bakış açısına göre değişir. Basit bir örnekle masada yarısı dolu bardağın boş tarafını da dolu tarafını referans almak mümkündür. Mesela bir ateist kusursuzluğu ve sorunsuzluğu görmek ister evrende. ancak bunları göremediği için ve bir yaratıcının olmadığını düşünmeye başlar. Çünkü ona göre yaratıcı varsa bu sorunlu hayat, bu adaletsiz düzen var olmamalıydı. Kısacası bir yaratıcı olsaydı kötülük var olmamalıydı. Dikkat ederseniz ateist birisi en başta sorgulamasında iyi ve kötü arasında ayrım yapmadığı için değil kötülüğün var olmasından dolayı bu seçimi yapar ve en sonunda da iyi ve kötü diye bir şeyin evrende ve doğada ayrımının olmadığı şuursuz bir varoluş kabulüne varır. Şimdi şu noktaya özellikle dikkat etmek gerekir. Evreni bir yaratıcı var etti ise evrende olan bitenler bir şuura dayanıyor ve ondan ortaya çıkıyor demek olacaktır. Yani evren kendi kendine var olmuş ve işleyen bir durumda değil tam aksine şuurlu bir süreçle işliyor demek olacaktır. İnsanda var olan şuur da bu evrende ortaya çıkmış olarak evrenin merkezindeki şuurun kısmi bir yansıması demek olacaktır. Sonuçta ise insanın bilinçli olmasından beklenen şey evreni anlayabilmek ve çözmek konusunda (yani evreni decode ederek onu okuma ve evrendeki bilgiyi çözümleme anlamında) insan bilincinin bir kapasiteye sahip olmasıdır. Çünkü evren kendi görüşümüzden bağımsızlaşırsak gerçekte gördüğümüz gibi bir yer değil. Evrende görülen algılanan şeyi algılayanın gözündeki bilgiyi işleme süreci belirler. Peki bizim algılama biçimimizin en doğru veya objektif olarak doğru olan algıma biçimi olduğuna dair elimizde kanıt var mı hayır tabi ki yoktur. Evrenin gerçek durumu canlılığın algı araçlarından bağımsızlaşırsanız evren kozmik bir enerji havuzudur. Evrende gerçek ne boşluk diye birşey vardır ne de herhangi birşeyle etkileşime girmeden onu algılaya bilme mümkün değildir. Milyarlarca ışık yılı uzaktaki bir galaksiyi görmek demek ışık yolu ile o galaksi veya görüntüsü ile etkileşime girmek demektir. Gördüğümüz üzere bir ateistin gündelik algılama biçimine göre evren çok çok başka bir yerdir ve bize sunduğu tablo çok çok başkadır. Biz ışığı sadece aydınlatıcı gibi algılarız hayır. Işık nesnelerle etkileşim kurar ve görüntüleri bu şekilde oluşturup bize iletir. Ayrıca uzayın dokusu da algılandığı gibi boşluk değildir. Bütün etkileşimler tüm madde etkileşimleri görmek duymak da dahil uzayın dokusu sayesinde gerçekleşir. Uzay dokusu kütle çekim etkisini ileten veya ışık yolu ile etkileşimi sağlayan yegane şeydir. Üstelik uzay-zamanda bulunan bir cisim uzayın dokusunda ayrı bir durumda değildir. Herhangi bir cisim uzay zaman dokusuna dahildir. Bu çok önemlidir çünkü uzay zaman dokusuna dahil olmak demek bir cismi uzay zaman dokusundaki bükülme veya değişimlere açık hale getirir. Yani uzay-zaman dalgalanır ise cisim de onunla birlikte dalgalanır. mesela şuanda bizler güneşin kütle çekim alanında olarak 'bükülmüş' haldeyiz. Bu yüzden dünya üzerinde gerçek hiç bir zaman iç açıları toplamı 180 derece eden üçgen çizemezsiniz. Mutlaka hiperbolik durum nedeniyle üçgeninizde fark edilmeyen düzeyde de olsa bir eğrilik söz konusu olacaktır. Bu eğrilik milyar milyar milyarda bir olsada olacaktır. Çünkü üçgeni çizdiğiniz kağıt da güneşin kütle çekim alanında olarak tam düz olamaz. Çizdiğiniz üçgen ne kadar küçükse tabi o kadar eğri olma durumu da azalır. Devam edersek cisimlerin uzay zaman dokusuna dahil olmalarının daha bir çok sonucu vardır. Uzay zaman dokusunun elimizi kaldırdığımızda bize boşluk gibi gelmesi de kimseyi yanıltmasın. Evrende etkileşim kurmayan iki nesne birbirine hiç direnç göstermeyebilir. Kaldı ki dediğim gibi kolunuz uzay zamandan ayrı bir durumda değil ona dahil durumdadır ve onunla bir bütündür. Evreni algıladığı gibi zannetme alışkanlığına fazla kapılan kişi için evren dokunduğu gördüğü gibi olacaktır. Oysa gerçekte evren bir bilgisayar simülasyonundan veya oyunundan farksız bir durumdadir. Yani gerçeklik sonradan oluşmuş tabiri caizse yapay bir durumdadır. Hayata kendinizi çok kaptırırsanız sorgulamadan oyunu oynarsınız. Yok ben oyuna dair gizemi merak ediyorum derseniz sizin için 'game over' olmadan önce oyunu oynamayı (en azından bazı zamanlar) bırakır ve oyunun size sunduğu dışında sınırlarına ulaşıp sınırın ötesinde acaba ne var diye merak etmeye başlarsınız. İşte sorgulayan insanın durumu gerçekte bu şekildedir. Bir PC oyununda oyunu ve yarışı bırakıp oyunu sorgulamaya başlayan ve oyunu kim yazdı diye merak eden ve bunun peşine düşen bir oyuncunun durumu gibidir. İşin en tuhaf gizemli tarafı da oyuncuların kendisini yazan kodlayıcı her kimse onlara oyunu sorgulama kapasitesini onlara vermeden onların bu sorgulamayı hiç yapamayacak durumda olmalarına rağmen bunu yapabilecek şekilde mekanik oyun kurallarının dışına bilinçleri ile çıkabilen oyuncuları 'var etmesi' olmuş olmasıdır. Çünkü oyuncular kendilerini oluşturan kodların dışına çıkma girişimi yapmak istediklerinde bu onlara belli ölçüde ve sınırlarda sağlanıyor demektir. Yoksa oyuncunun ne oyunu ne varlığını sorgulama şansı olmazdı. Kodlar neyi gerektiriyorsa onu istisnasız yaşamak durumunda kalır oyunu ve yarışı bir anlığına veya belli bir sürede olsa bırakması dahi mümkün olamazdı. Peki ama oyunu kodlayan varlık kodları üretti ise kodlar onu tanımlar mı. Elbette hayır. Kodlar onu hiç bir biçimde tanımlamaya yetmez. Ne elektrik akımı ne oyunun yazılımı ne de başka birşey onu tanimlamaya yetmez. Bunu evrene uygularsak ne madde ne enerji evreni var eden olası yaratıcıyı hiç bir biçimde tanımlamaya ve açıklamaya yetmez demek olacaktır. Peki oyundaki oyuncular mekaniklik dışına çıkıp sorgulama yapabiliyorlarsa bu onlar bakımından neyi gösterir. Mekaniklik dışına çıkmak demek bir şekilde oyunun kodları dışında hareket etmeye dair birşeyler veya bazı nitelikler taşımayı gerekli kılar. Çünkü oyunun kodları dışında olabilen tek şey kodlayıcıdır. Ondan bazı nitelikler sizde olmadan asla oyunun kodları dışında hareket edemez ve mekanikliği aşamazdınız. İşte bilinçlerimizin tutarlılık sınırlarına ulaşmasının sebebi de aynısı olabilecektir. Yukarıda bahsettiğim bilinç deneyiminin kendisi için zamanın var olmaması da bu duruma dahildir. Çünkü kodlayıcı oyundaki zamana tabi değildir. Çünkü zamana tabi olanlar mekanikliğe tabi olanlardır. Mekanikliğe tabi olmayan bazı nitelikler taşıyan oyuncular için zamanın onlar içinde bilinç deneyimlerinde var olmaması gerekiyor olabilir. Tabi dediğim gibi bu söylediğimiz oyuncuların bedenleri için geçerli değil bilinç denen deneyimlerinin kendisi için geçerli olabilecektir.
En çok yapılan hata basitçe düşünen bilgisiz denebilecek insanların inanma ve algılama biçimlerini kriter veya referans alıp buna göre değerlendirme yapmaktır. Oysa bu kişiler hiç bir biçimde referans veya kriter olamazlar. Bu çok basit görünen hatayı yapanlar bilmelidirler ki red ettikleri şey kriter veya referans aldıkları kişilerin düşünceleri veya inanma veya algılama biçimlerindir. Bu çok çok basit ve genellemeye dayalı hatayı yapmamak çok sofistike bir sorgulamayı da gerektirmez. Tek yapmanız gereken dışardaki insanları kriter almayı ölçü almayı bırakıp kendi iç dünyanıza odaklanıp orada objektif bir sorgulama içine girmenizdir. Dış dünyayı kriter alanlar gerçekte kendi benliklerini oradaki herşeye mahkum ederler. Bizler oyuncuyuz oyunu oynamak için de oyundayız istesek de istemesek de. Ancak oyun mutlaka bizim için de herkes için olduğu gibi 'game over' olacak. Oyun bizim için bitmeden oyunun sınırlarını anlamak, sorgulamak ve buna göre oyun tesadüfen mi var oldu yoksa onu kodlayan biri mi var konusunda çok da geç kalmadan bir seçim yapmamız gerekir. Unutmamak gerekir ki oyunun gizemi bizi büyüler. Ve yine unutmamak gerekir ki oyunun kodlayıcını oyun tanımlamayacağı için onu görmek veya doğrudan tespit etmek asla mümkün olmayacaktır. Oyun kendi kendine kodlarla işliyor gibi dursa da oyunu yapan biri varsa kendi kendine var olma ve işleme diye bir şey de yoktur. Sadece oyunun kuralları veya kodları yazılmıştır ve kodlayıcı var ettiği düzeni veya oyunu (kendisi oyun oynamadığı için) oyuncular için oynanabilir durumda tutmak zorundadır. Oyuncuların neden oyundayız deme şansları yoktur. Oyunun kuralları ne ise ona göre farkında olmasalar da hareket ederler ve etmeye de mecburlardır. Kodlayıcı neden oyunu var etti neden bizi bu 'hengameye' attı gibi sorular haklılık payı içerir. Yarışmamızı mı istedi??? Olabilir. Neyi tercih edeceğimizi bizlere göstermek mı istedi??? Olabilir. Ancak şuan bildiğimiz tek şey bu oyunun içindeyiz. Süremiz kısıtlı. Banane ondan bundan demek şuan için mümkün ama oyuna gelirkenki gibi oyunun sonunda da kaçacak yer veya başka bir şeyin tercih edilmesi mümkün değil. Kodlayıcı gerçekten varsa hiç bir biçimde onun belirlediği dışında bir varoluş yoktur. O neyi yazdığı ise insan onun yazdığına tabi olacaktır. Kendini ayrı bağımsız gibi görmek bir kodlayıcı varsa hiç bir biçimde geçerli olmayacak bir bakış açısıdır. Yazılan kodlara veya kurallara tabi olmak kaçınılmazdır. Benim hiç birşeye ihtiyacım yok gibi bir cümlenin böyle bir tabloda hiç bir anlamı da karşılığı da yoktur. Benim senin onun çok şeye ihtiyacımız var. Dünya suyla dolu diye suya ihtiyacımız olduğu dünya besinle dolu diye bir lokma ekmeğe ihtiyacımız olduğu gerçeği değişmez. Biz muhtaçlık duyacak şekilde var oldu isek bunu da olası bir kodlayıcı var etmiş olacaktır tabi. Ancak ihtiyacı var etti ise karşılığını da var etmiş olmasını bekleriz. Eğer ateist arkadaşlar gibi iyiliklerle dolu bir dünya hayal edebiliyor bunu istiyor buna ihtiyaç duyuyorsak neden bunun da bir karşılığı 'günün birinde' olmasın ki. Kodlayıcı oyunun sonunda toplanan puanlara göre adil bir değerlendirme yapacaksa neden olmasın. Bu oyunu yazan kodlayıcı bir başkasını da yazmaya elbette güç yetirecektir.