Evet 'benliksel ahlak' kavramını aradan çıkarır ve anlamsız hale getirirseniz hitler gibi düşünen insanlar haklı hale gelirler. Çünkü doğada eşitsizlik vardır ve bu eşitsizlik ahlak kavramını çıkarırsanız güçlünün güçsüzü ezmesini çok sıradan ve doğal görmeye başlayacaktır. Bu düşüncede olanlar için sağlanacak fayda ve çıkar ahlaktan daha üstün bir 'değer' olacaktır. Özellikle 'hissiz' bir biçimde olaya bakanlar için faydacı ve pragmatik yaklaşımlar son derece doğal hale gelir. Aslında bunlar olaya matematiksel bir mantıkla bakarlar. Örneğin çoğunluk için azınlık feda edilebilir gibi. Yani 100 için 10'dan vazgeçilmeli diye düşünen kişilerdir bunlar. Mantıkla-his arasındaki sınır ve ayrım da aslında bu noktadır. Mantık matematiksel soyut kurgu ile işler. Hisler ise insana kendi benliksel özellikleri sayesinde duyumsama gücü verir. Bir canlıya acı çektirmemek için duyumsama gücüne yani hislere (yani kendi benliğinize veya 'kendinize' )ihtiyacınız var. Hisler benliğinizde oluşur. Bu nedenle hisler (hisler ile kaynak bulan ahlak) aradan çıkarsa insan 'insan' olmaktan çıkacaktır. Aslında burada dış dünyamızdaki dünya ile iç dünyamızdaki dünya arasında bir çatışma ortaya çıktığını görüyoruz. Doğa bize başka şeyleri dayatırken (eşitsizlikler gibi) benliklerimiz bize 'insan' olmanın getirdiği başka şeyleri sunuyor. Geriye ise bunlardan birini seçmek kalıyor ya 'insan' olmak yada doğada var olana bakıp 'insanlığını' (aslında kendini) kaybetmek. Hitler bu ikinci sınıftandı. Kendi benliğini tanımak ve ona yönelmekte işte bu yüzden 'insan' için en önemli meseledir. İnsan kendinde olmayanı duyumsayamaz. Bu nedenle insan kendi benliğini es geçmediği sürece yukarıdaki çatışmaya mutlaka ve mutlaka düşecek ve bunu hissedecektir. Bir yanda canlının canlıyı yediği dünya diğer yanda bir canlının acı çekmesinden rahatsız olan başka bir (iç) dünya. Başka çatışma veya ahlak için kaynak arayan var mı. Seçim ise 'insana' kalmış. Tabi 'insan' olanın seçimi de buna göre oluşacaktır.