Eğer bilinç, onu deneyimlediğimiz haliyle gerçekten varsa ki eleyici materyalizm savunucuları onun var olmadığını düşünürler maddenin onu nasıl meydana getirdiğini anlamak oldukça problemli bir hale gelir. David J. Chalmers’ın isimlendirmesiyle bu problem, bilincin zor problemi (the hard problem of consciousness) olarak literatüre geçmiştir. Öte yandan, kimilerine göre, evrende bilincin ortaya çıkışını anlamadaki zorluk, natüralist varsayımlardan kaynaklanmaktadır. Zira bu anlayışlar, evrendeki her fenomenin maddi bir açıklamasının olduğunu ima eder ve böyle bir evrende ise bilincin ortaya çıkışını anlamak oldukça zordur. Oysa natüralizm yerine teistik bir varsayımdan hareket edildiğinde, evrende bilincin ortaya çıkışı bir muamma olmaktan çıkacaktır. Zira bilinçli bir varlık olan Tanrı’nın yarattığı evrende bilincin ortaya çıkışı, tümüyle maddi bir evrende bilincin kendiliğinden ortaya çıkışına kıyasla daha olasıdır.
Bilinç kanıtının (Argument from Consciousness) başlangıç noktası da burasıdır. Eğer bilincin ortaya çıkabilmesi için fiziki âlemin ötesinde bir açıklamaya ihtiyaç duyuluyorsa, o halde, fiziksel âlemin ötesinde tabiatüstü hiçbir şeyin bulunmadığını iddia eden natüralist düşünce yanlış olmalıdır. Zira iddia doğruysa, evrende en azından bir olgunun (bilincin) açıklaması için maddi âlem yeterli değildir. Bu noktadan hareketle bazı teistler, natüralizmin yanlış olduğunu ve bilincin varlığını izah edebilmek için teistik bir açıklamanın gerekli olduğunu savunurlar. En azından teizm, bu düşünürlere göre, bilinci açıklama noktasında natüralizmden daha makul bir bakış açısı sunmaktadır.
Bilinç argümanının, Richard Swinburne ve Robert Merrihew Adams gibi felsefeciler tarafından öne sürülmüş diğer bir versiyonu ise zihinsel durumların çokluğundan ve bunların beyinle aralarındaki bağıntıdan (cor-relation) hareketle Tanrı’nın varlığına ulaşır. Argümana göre, beyindeki herhangi bir olayın, zihinsel bir olaya neden olabilmesi için zihinsel olayların maddeye indirgenemez yani maddeden farklı olduğu düşünüldüğünde bu ikisi arasında bir bağıntı olduğu anlamına gelmektedir.
Metafiziğin en derin sorularından biri “Neden hiçbir şey yok değil de var?” sorusudur. Bu soruyu bir başka şekilde ifade edersek: “Evren neden yok değil de vardır?” Evrenin niçin var olduğuna ilişkin nihai bir açıklama peşinde olan bu soruya pek çok farklı cevap sunulmaya çalışılmışsa da burada yalnızca ikisinden bahsetmek yeterli olacaktır: teizm ve natüralizm. Teizm, evrenin zati (personal) bir Tanrı tarafından var edildiğini iddia ederken, natüralizm ise evrenin ya da herhangi bir fenomenin var olmak için tabiat-üstü bir açıklamaya ihtiyacı olmadığını iddia eder. Natüralizmin, özellikle akademik çevrelerde, teizme karşıt olarak benimsenen hâkim paradigmayı yansıttığı söylenebilir. Ayrıca o, nihai bir açıklama sunma peşinde olması sebebiyle, tıpkı bir din gibi evrene ilişkin genel bir bakış açısı sunmaktadır.
Natüralistlere göre, evrenin bir bütün olarak varlığı hakkındaki açıklama bir kaba olguyla son bulsa da evrenin içerisindeki olgulara dair bilimsel açıklamalar, tabiat kanunlarına dayalı fiziksel açıklamalar olmalıdır. Dolayısıyla evrendeki her şey, natüralist bakış açısına göre, tabiatın sınırları içerisinde yani tabiatüstü herhangi bir şeye başvurulmadan açıklanmalıdır. Her ne kadar fiziksel âlemin sınırları ve maddenin ne olduğu meseleleri tartışmalı hususlar olsa da natüralizmin, Tanrı gibi tabiat-üstü varlıklara başvurmayan açıklamaların peşinde olduğunu ifade edebiliriz.
Bilinç kanıtının devreye girdiği nokta tam da burasıdır. Eğer evrende, natüralist paradigmanın açıklama sunamayacağı yani yalnızca fiziksel süreçlere başvurarak açıklanamayacak fenomenler varsa bu durumda farklı bir paradigmanın gerekliliği ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bilincin veya zihinsel durumların fiziksel süreçlerle açıklanamayacağı ispat edilebilirse, natüralizmin yetersizliği kanıtlanmış olacaktır. Şimdi, bilinç kanıtına geçmeden önce, bu argümanın savunucularının bilinçle ne kastettiklerine kısaca bakalım.
Bilinç kanıtındaki ‘bilinç’ ifadesinin, zihin dünyamızın öznel yönüne vurgu yaptığını ifade edebiliriz. Çağdaş zihin felsefesinde, genellikle, bilincin bu öznel yönüne işaret etmek adına ‘bilincin fenomenal durumları’ veya ‘fenomenal bilinç’ gibi ifadeler kullanılmaktadır. Fenomenal durumlar, deneyime konu olan ‘ham hisler’ (raw feelings) yani şeyleri nasıl algıladığımızın öznel hissini ifade eder. Bu gerekçeyle, elinizdeki çalışma kapsamında bilinç, zihin ya da zihinsel dünya, insanın bu öznel yönüne işaret etmek amacıyla birbirinin yerine kullanılmıştır. Öte yandan fiziksel dünya ise, herkesin gözlemine açık olan, diğer bir ifadeyle üçüncü-şahıs perspektifinden tarif edilebilen nesnel alana işaret eder. İnsanın öznel bir yönünün mevcudiyeti meselesi günümüzde tartışmalı olsa da bilincin varlığını kabul eden realist bir bakış açısından bu öznel yönün ne anlama geldiği üzerinde kısaca duralım.
İnsanın özsel olarak gayri-maddi bir ruh olduğunu ifade eden Richard Swinburne bile beden olmaksızın, diğer bireyler ve evrenle etkileşimde bulunamayan yalnız/izole varlıklar haline geleceğimizi düşünür. Yani bizler, fiziksel bedenlerimiz sayesinde evrende birtakım değişikliklere yol açar ve ondan etkileniriz.
Fakat söz konusu deneyimlerimiz olduğunda ise açıkça dışarıya yansıttığımız fiziksel etkilerden ziyade öznel dünyamız ön plana çıkar. Acılarımız, mutluluklarımız, duygularımız, hayallerimiz ve düşüncelerimiz öznel yaşantımızı oluşturur. Elbette ki öznel yaşantımızı dış dünyaya aksettiren çok sayıda davranışımız mevcuttur ama dış dünyaya yansıttıklarımız kadar yansıtmadıklarımız da bulunur. Örneğin, mutlu olduğumuz bir anda gülücükler saçabiliriz ve diğer insanlar da bizim mutlu olduğumuzu fark edebilirler. Ancak mutlu oluşumuz, yalnızca dış dünyaya aksettirdiğimiz davranıştan ibaret değildir. Mutlu oluşumuzun daha önemli olan kısmı, mutluluğun öznel hissiyatında gizlidir. Yani Thomas Nagel’ın meşhur ifade tarzıyla, “öyle olmak nasıl bir şeydir?” sorusunun karşılığı olan ve tarif edilemeyen öznel bir kısım bulunur. Örneğin, doğum gününüzde beklediğiniz ama alamadığınız bir hediyenin verdiği hüzne sahip olmanın öznel hissini yaşayabilirsiniz. Ya da bu tür özel günleri umursamayan biri olarak bu durumdan hiç etkilenmeyebilirsiniz. Dışarıdan gözlemleyen bir kimse de sizin ne hissettiğinize ilişkin yorumlar yapabilir ve hatta hislerinize ilişkin doğru bir çıkarımda da bulunabilir. Yine de yaşadığınız tecrübe, dışa aksettirdiğiniz fiziksel davranışınızdan ibaret değildir. Sizin, dışarıdan gözlemin dışında, öznel tecrübeye konu olan bir içsel yaşamınız da mevcuttur. Hatta dışarıya gülücükler saçarken kan ağlamanız ya da üzgünmüş gibi göründüğünüz bir olaya içten içe seviniyor olmanız da mümkündür.
Fakat söz konusu deneyimlerimiz olduğunda ise açıkça dışarıya yansıttığımız fiziksel etkilerden ziyade öznel dünyamız ön plana çıkar. Acılarımız, mutluluklarımız, duygularımız, hayallerimiz ve düşüncelerimiz öznel yaşantımızı oluşturur. Elbette ki öznel yaşantımızı dış dünyaya aksettiren çok sayıda davranışımız mevcuttur ama dış dünyaya yansıttıklarımız kadar yansıtmadıklarımız da bulunur. Örneğin, mutlu olduğumuz bir anda gülücükler saçabiliriz ve diğer insanlar da bizim mutlu olduğumuzu fark edebilirler. Ancak mutlu oluşumuz, yalnızca dış dünyaya aksettirdiğimiz davranıştan ibaret değildir. Mutlu oluşumuzun daha önemli olan kısmı, mutluluğun öznel hissiyatında gizlidir. Yani Thomas Nagel’ın meşhur ifade tarzıyla, “öyle olmak nasıl bir şeydir?” sorusunun karşılığı olan ve tarif edilemeyen öznel bir kısım bulunur. Örneğin, doğum gününüzde beklediğiniz ama alamadığınız bir hediyenin verdiği hüzne sahip olmanın öznel hissini yaşayabilirsiniz. Ya da bu tür özel günleri umursamayan biri olarak bu durumdan hiç etkilenmeyebilirsiniz. Dışarıdan gözlemleyen bir kimse de sizin ne hissettiğinize ilişkin yorumlar yapabilir ve hatta hislerinize ilişkin doğru bir çıkarımda da bulunabilir. Yine de yaşadığınız tecrübe, dışa aksettirdiğiniz fiziksel davranışınızdan ibaret değildir. Sizin, dışarıdan gözlemin dışında, öznel tecrübeye konu olan bir içsel yaşamınız da mevcuttur. Hatta dışarıya gülücükler saçarken kan ağlamanız ya da üzgünmüş gibi göründüğünüz bir olaya içten içe seviniyor olmanız da mümkündür.
Bu noktada bir natüralist, bilincin varlığını açıklamaya çalışmak yeri-ne onu kaba bir olgu olarak kabul etmek isteyebilir. Chalmers’ın da ifade ettiği gibi: “[B]ilincin, belirli bir fiziksel sürece eşlik ediyor oluşu, sadece fiziksel olguların hikâyesini anlatarak açıklanamayan bir olgudur. Bir an-lamda bu eşlik etme, bir kaba olgu olarak kabul edilmelidir”. Yani bir natüralist, bilincin varlığından hareketle teizmi kabul etmek yerine, onun yalnızca var olduğunu söyleyip açıklamayı burada bitirmek isteyebilir. Bilinç kanıtı savunucuları ise teistik açıklamanın, bu şekilde kaba olguya başvurmaktan daha makul olduğunu düşünürler. İmkânsız olmasa bile, maddi bir evrende bilincin kendi kendine ortaya çıkış ihtimali, onlara göre, Tanrı’nın yarattığı bir evrene nazaran oldukça düşüktür. Bu nedenle güncel bilinç kanıtları, çoğunlukla, natüralist varsayımla bilinci açıklamanın imkânsız olduğunu savunmazlar. Bunun yerine bilincin varlığının natüralizmden ziyade teizme işaret ettiğini iddia ederler. Diğer bir ifadeyle, bilincin varlığı, teistik çerçevenin natüralizme göre daha olası olduğuna işaret etmektedir.
Graham Oppy ise bu kanıta karşı, teistik cevabın natüralizmden daha iyi bir açıklama sunmadığı şeklinde bir itirazda bulunur. Ona göre, Tanrı’nın ezelden beri var olduğunu söylemek, evrende bilincin nasıl veya niçin var olduğunu anlamak için fazladan bir açıklama sunmamaktadır. McGinn’in de benzer bir itirazda bulunur ve ekler “çünkü Tanrı’nın fiillerinin, zihinleri üretmesi de eşit derecede gizemlidir”. Fakat Moreland’e göre bu itiraz, natüralizmin bilimsel açıklama yöntemi göz önünde bulundurulduğunda geçerliliğini yitirmektedir. Zira natüralist bilimin, evrendeki her fenomeni maddeyle açıklama iddiası göz önünde bulundurulduğunda, kaba bir olguya başvurmak, vaat edilen açıklamaya aykırı bir durum oluşturmaktadır. Moreland, bu durumu, J. J. C. Smart’ın ifadelerine başvurarak şöyle dile getirir; “Öyle gözüküyor ki, bilimin ilgilendiği kadarıyla evrendeki hiçbir şey, fiziksel bileşenlerin artarak karmaşıklaşan düzenlenişinden başka bir şey değildir. Yalnızca biri dışında her yerde durum böyledir: bilinç. … Ben bunun böyle olabileceğine inanamıyorum. Her şey fizik terimleriyle açıklanabilirken … duyumların istisna olarak dışarıda tutulması bana açıkça inanılmaz gözüküyor”. Bu sebeple, evrende sonradan maddenin karma-şıklaşmasına bağlı olarak ortaya çıktığı iddia edilen bilinci, natüralizmin bir kaba olgu olarak açıklama girişimi, onun temel tezine aykırı gözükmektedir. Bilinci istisnai bir durum olarak görüp onun bir kaba olgu olduğu varsayıldığında, yalnızca bir vakayı açıklamak adına, genel teoriye (natüralizm) aykırı bir yöntem izlenmiş olacaktır. Bu ise mantıkta ad hoca olarak adlandırılan, teorinin/savın açıklamakta güçlük çektiği durumlarda, sırf durumu kurtarmak adına ana teze uygun olmayan cevap geliştirme hatasına düşmek olacaktır. Buradan hareketle Moreland, teistik açıklamanın, bilinci açıklama açısından natüralizme göre daha yetkin olduğunu ifade etmektedir.
Bilinç kanıtına bir diğer itiraz ise bilincin fiziksel süreçlerle açıkla-namaz olduğu iddiasına yöneliktir. Belki de bilimin ilerlemesiyle birlikte, bilinç de açıklığa kavuşacaktır. Tıpkı geçmişte de açıklanamayacağı düşünülmüş ama daha sonra açıklığa kavuşmuş pek çok fenomen gibi. Yakın geçmişten bir örnek vermek gerekirse, bir zamanlar canlılık da bir gizem olarak görülmüş ve bunun maddi süreçlerle açıklanmasının imkânsız olduğu düşünülmüştür. Fakat daha sonrasında, canlılığın aslında o kadar da gizemli bir şey olmadığı anlaşılmıştır. Pekâlâ, aynı durumun bilinç için de geçerli olmayacağını nasıl bilebiliriz?
Chalmers’ın bu soruya cevabı, yaşam analojisinin bilince uygulanamayacağı şeklindedir. Zira yaşam, öznel deneyimlere başvurmadan, fiziksel olarak ve üçüncü-şahıs perspektifinden açıklanabilecek bir fenomendir. Diğer taraftan bilinç ise, üçüncü şahıs perspektifinden gözlemlenebilir verilerin ötesinde, birinci şahsın öznel perspektifini de kapsamaktadır. Dolayısıyla yaşam faaliyetini açıklamak için öznel deneyimlerden bahsetmek gerekmez. Oysa zihinsel yaşantıların kapsamlı bir izahını nesnel bir yolla (üçüncü-bakış perspektifinden) yapmak mümkün değildir. Acılarımızı, mutluluklarımızı, arzularımızı ve diğer zihinsel hallerimizi, bazen davranışlarımız aracılığıyla dışarıya yansıtıyor olsak da onların önemli bir kısmı özneldir. Dolayısıyla, Chalmers’a göre, bilinci açıklamak için üçüncü-şahıs perspektifi yetersizdir. Bu nedenle gelecekte de üçüncü-şahıs perspektifine dayalı bir bilim anlayışının bilinci açıklaması beklenmemelidir.[1]
Yine bilinç hakkında şu konulara da bakabilirsiniz:
https://evrimagaci.org/bilinc-nedir-7210
Kaynaklar
- AYKUT ALPER YILMAZ. (2020). Bilinç Kanıtı. Beytulhikme Int J Phil 11 (1) 2021 Doi: 10.18491/beytulhikme.1652 Research Article: 25-45. | Arşiv Bağlantısı