Aşkın ne olduğu pek de net olmadığı için hayvanlarda var mı yok mu söylemek zor. Ben size aşkın tanımını ve kabaca dinamiklerini anlatayım, insandan başka canlılarda da var mı siz karar verin.
Önce şunu söyleyelim: Aşk, öyle insanların söylediği gibi tanımlanamaz, çok engin, çok muhteşem, çok anlaşılmaz, çok devasa bir olgu falan değil. Aşk çok basit bir şey. Accayip basit ve anlaşılır bir olgu. Tamamen de evrimsel. Sanıldığının aksine gizemli hiç bir yanı da yok aslında.
Aşk, insanın, kendi geniyle birleştirmeye uygun gördüğü geni fark ettiği anda duyduğu mutluluk ve coşku halidir. Tanımı bu kadar basit.
Burada iki kilit nokta var. Birincisi: "uygun gördüğü". Tüm bu romantik şairlerin, romancıların, müzisyenlerin aşkın tanımlanamayacağı ya da ne kadar da engin ve sınırsız bir şey olduğunu falan iddia etmelerinin temelinde, kişilerin kime neden aşık oldukları sorusunun değişkenliği var. Burada bir netlik yok ve zaten olamaz, olmamalı da. Çünkü değişken. Herkesin uygun gördüğü gen farklı.
Peki aşka neden ihtiyacımız var? İşin evrimsel açıklaması ne? Şöyle anlatalım:
Normalde doğada, yavrular, temel hayati gereklilikleri karşılayabilecek kadar olgunlaştıktan sonra doğarlar. Yani doğada annelerin hamilelik süresi, yavrunun temel gereksinimlerini kendi başına karşılayabileceği olgunluğa ulaşana kadar sürer. Doğada henüz doğan bir yavru yardım almadan nefes alıp verir, zorlanarak da olsa hareket eder, yiyebilir, su içebilir, belirli bir ölçüde düşmanlardan kaçıp gizlenebilir vs. Yani o an anne yanında olmasa dahi hayatta kalma şansı yüksektir ya da en azından vardır.
Ama insanda böyle değil. İnsan yavrusu, bu bahsettiğim olgunluğa ulaşana kadar anne karnında kalacak olsa, kadının hamilelik süresinin yaklaşık 21 ay olması gerekiyor. Ama gerçekte bu süre 9 ay 10 gün. Neden? Çünkü insan, beyni vücuduna göre en büyük canlı. Hamilelikte annenin enerjisinin büyük çoğunluğu çocuğun karmaşık beynini oluşturmaya harcanıyor. Yer yüzündeki hiç bir canlı doğduğunda vücudunun uzunluğunun 1/3'ünü kafası oluşturmaz ama insanda böyle. Yeni doğmuş bir bebeğin beyni, yetişkin bir insanın beyninden çok da küçük değildir ve hayat boyu çok da fazla büyümez, diğer organlara oranla. İşte eğer bebek, hayati yeterliliğe kadar rahimde kalsa anne, iyice büyüyen kafayı çıkaramıyor. Kadının rahim yolunun genişliği bunun için yetersiz. Bebeğin kafasını çıkarabileceği son büyüklüğe kadar büyütüyor içinde, artık son sınırda da çıkarıyor. Bu süre de işte 9 ay 10 güne denk geliyor. Ve zor bir süreç insanın hamileliği. Doğadaki bir çok anne, hamileliğin son günlerine kadar normal hayati faaliyetlerini sürdürebiliyor. İnsan da bu da farklı. Annenin işi zor. İnsan hamileliği zorlayıcı. Bundan dolayı hamile olan bir kadın da korunmak, beslenmek zorunda.
Bunun faturası da şu ki bebek, fiziksel olarak çok ama çok zayıf bir canlı. En kaba ifadeyle yalnız bırak, kesin ölür. Birkaç saatte ölür. Kendi başına nefes alıp vermek dışında hiç bir ihtiyacını karşılayamaz.
Peki bunun faturası ne? Anne, bebeğe uzun süre bakmak zorunda. Bu nedenle anne ve bebekte, tıpkı hamilelikteki gibi korunmalı ve beslenmeli, doğal düşmanlardan korunaklı bir yuvada olmalı. Çünkü bebeğine bakarken yuvasını ve bebeğini bırakıp avlanamaz ve doğal düşmanlarla mücadele edemez, iklim şartlarına karşı da dayanımsızdır vs. İşte tüm bu gereklilikler, bir yuva ve bir eş-baba figürünü kaçınılmaz kılıyor. İnsanın bir çocuk yapabilmesi için, anne ve babanın uzun süreli bir iş birliği yapması gerekiyor. Bu nedenle de insan, partnerini, diğer başka bir çok türe göre daha özenle seçmek durumunda.
İşte bu evrimsel nedenle insanın seçeceği partner, hayli özellikli olmak zorunda ve insan partnerini seçerken çok fazla özelliği dikkate almak zorunda. Bu gereklilik de seçimi zorlaştırıyor. İnsan, evlenmeden önce çok fazla aday görüyor, çok fazla adayla muhattap oluyor ama hiç birini evlenmek için uygun görmüyor çünkü birçok özellik bir arada olmak zorunda. Bu da çok düşük bir olasılık. İşte tanımdaki "coşku", ikinci kilit noktayı temsil ediyor. Düşük bir olasılığı tutturmuş olma sevinci "aşk" oluyor. Normal bir hoşlanma, beğenme, sevme halinden daha yüksek bir duygulanma durumu. Bir çeşit yılbaşı piyangosunu kazanmak gibi. En yüksek özellikteki kişinin tekrarının olması da zor. Bu nedenle insanın aşık olduğu kişiyi kaybetmesi çok üzücü ve sarsıcı oluyor.
Kabaca böyle... Peki insan partnerini neye göre seçiyor? "Uygun görme" kıstasları neler? Bu başka bir sorunun konusu.
207 görüntülenme