Gerçek ahlak insanın benliğinden gelir. Eğer benlik doğaya tam uyumlu olsa ahlak kavramının ortaya çıkması bile beklenmezdi. Hiç birşeyi hissetmeden, sadece doğaya uyum sağlar ve yaşardık. Acımasızca ve duygusuz olarak. Kaldı ki kötü olmadan iyi olmaz anlayışı bizi ahlakın yaşamdaki düzenle çatışma içinde olmasını da gerekli kılar. Yani ahlakın doğaya doğal yaşama uymaması da bu açından zaten beklenen bir durumdur. Kötülüğün yaşamda varlığı bir çok kişi için Tanrının olmadığına delil olurken tam tersi kötülüğün varlığı iyiliğin ve iyi olmanın seçilimi için şarttır.
Gerçek ahlak korkuya dayanmaz. İnsanın benliğine dayanır. Korkuya dayanan ahlaki savunmak demek hiç bir hukuk kuralı ve cezalandırma korkusu olmasa ben herşeyi yapabilirim demektir ki bir çok kişi için bu yanlıştır. Yani bir çok kişi hukuk kuralı veya cezalandırılma korkusu duymadan sırf benliğinden gelen özelliklerle kötülük yapmaz yapamaz. Halk arasındaki tabirle içi almaz bunu.
Peki bu benlik nesilden nesile aktarılarak veya öğrenilerek mi oluştu insanda.
Teist biri için bu benlik insana Yaratıcıdan gelmiştir. İnsan ister ateist olsun ister monoteist, teist biri için insanın benliksel bu ozellikleri herşeyi yaratan Yaratıcıdan gelir. Dolayısıyla teist biri için bir ateistin iyiliği seçebiliyor olması da benliğindeki bu özelliklerden kaynaklanır.
Ateistler öğrenilmiş ve nesilden nesile geçmiş bir benlik olduğunu savunuyorlarsa ahlaki objektif bir şekilde temelendiremezler. Bu biyolojik evrime dayansa bile. çünkü böyle bir ahlak ya yersel veya dönemseldir. Yani mutlak ve evrensel değildir. Biyolojik evrim değişirse bu ahlak da değişebilir. Bu dönemsel (zamansal) anlamda evrensel olmamadır. Eğer belli bir bölge ve toplum ile sınırlı bir ahlak anlayışı varsa bu da yerel kalır. Her ikisi de zamana ve yere göre değişen bir ahlak anlayışı olduğundan evrensel değildir. Evrensellik yer ve zamana göre değizmelik demektir. Evrensel olmayan bir ahlak anlayışı ise sadece pratik olarak yararcı bir şekilde savunulabilir. Örneğin toplumsal düzene faydalı vs gibi anlayışlarla.
Ahlaki objektif temellendiremezler demek de onlar için ahlak subjektif demektir. Subjektiflikte ise yukarıda belirttiğim gibi zamansal veya bölgesel (mekansal) olarak göreli bir ahlak anlayışı söz konusudur. Doğruyu söylemek gerekirse böyle bir evrensel olmayan zamana ve bölgeye göre değişen bir ahlak anlayışı bir çok insana anlamlı gelmez. Çünkü bu bütün ahlak kuralları değişebilir demektir. En kabul edilemez şeyler bile bu ahlak anlayışında dönemsel veya bölgesel olacağı için bu zorunlu olarak böyledir. Peki insan ben şunu asla yapamam diyorsa bu insan kendi içindekinin dönemsel veya bölgesel olduğunu kendine anlatabilir mi. Subjektif anlayışta bu asla yapamam dediklerinin bile temelsiz olduğunu o kişi kendine kendine nasıl anlatabilir. Ki böyle bir bölgesel veya dönemsel ahlak anlayışının kabile dansını nesilden nesile aktararak alan kişilerin ritüellerinden hiç bir farkı yoktur özünde.
İnsanın düşünselliğinin ve hislerinin getirdiği şeyleri doğa karşısında anlamsız ve sadece insan düşünselliğinin ürünü olan şeyler olarak görenler için düşünselliğin getirdiği herşeyin evrende bir karşılığı yoktur. Örneğin iyi ve kötü arasında evren için doğa için bir fark yoktur. Eğer insanlar kendini avutmuyorsa düşünselliğinden gelen tüm ahlaki ilkeler anlamsızdır, temelsizdir o kişi için. Ki bunu kendisi de metaryalist bir ateist olan Harari sapiens kitabında çok iyi açıklamış ve adalet gibi kavramların insan icadı ve insan düşünselliğine dayanan birer mit olduğunu ve bunların doğa karşısında hiç bir anlamı ve karşılığının olmadığını ifade etmiştir. Ancak Harari eminim hayatını bu düşüncesine göre yaşamıyor ve adalete veya eşitliğe çok önem veriyordur. Ve bu değerler eminim kendisi için çok çok anlamlıdır. O halde sorun şu yaşadığın (hissettiğin) gibi mi düşünüyorsun. Yoksa düşündüğün gibi mi yaşıyorsun. Yani Harari de yukarıda belirttiğim gibi ben bunu asla yapamam diyenlerden özünde. Harari bu nedenle düşündüğü (veya hissettiği) gibi yaşamıyor demektir ki bu da ciddi bir tutarsızlık örneğidir. Adalet ve eşitlik gibi değerleri anlamlı bulup, yaşayıp da bunların özünde doğada karşılığı olmayan anlamsız mitler olduğunu düşünmek çok çok büyük çelişki ve tutarsızlıktır.
Son olarak teist biri için ahlak benliksel özelliği olduğundan hiç bir ödül vaat edilmese bile ahlaklı olmayi sırf hissetiği ve benliği gerektirdiği için seçer seçebilir. Kaldı ki ödül sistemi herkes için geçerlidir. Takdir beklemek alkışlanmak, ilgi görmek, sevilmek, başarılı olmaya dayalı veya kendini özel hissetmeye dayalı herşey de ödül sistemi içinde açıklanacak şeylerdir. Ödülü insanlardan beklemek veya bir yaratıcıdan beklemek arasında ise ciddi bir fark var. Bence Yaratıcıdan beklemek daha üstün bir beklenti diğerine göre. Sonuçta örneğin iyilik yaptığın bir insandan karşılık beklemeden yapmanı sağlıyor bu durum ve bu nedenle daha üstün. materyalistlerin ödül sistemini çok eleştirmenleri kendi hayatlarındaki övgü ilgi alkış beklentileri ile de uyuşmaz. Bu bir nevi doğal gerçekliği red etmek demektir. Ödül sistemi doğanın her yerinde var. Bir bitki yerine göre tohumları saçmak taşıtmak veya yaymak için meyveyi ödül diye diğer canlılara sunuyorsa bu çok doğal bir gerçeklik bence yaşamın içinde. İnsanların ödül motivasyonu para, alkış, övgü, ilgi veya başarıya dayalı gelen diğer şeyler olabilir. Başarılı olmak isteyen bir materyalist için de bunlar, bu ödüller motivasyon kaynağıdır. Dolayısıyla ödül sistemini eleştirmek de gerçeklerle örtüşmez. Her insan yaptığı iyi ve güzel şeyler için ödüllendirilme beklentisi taşır içten içe. Kimisi insanlardan bekler kimisi de bir yaratıcıya inanıyorsa inandığı varlıktan bekler ama herkes bekler sonuçta.