Bir dosya kağıdının üzerine, onu ortadan ikiye ayıran yatay bir çizgi çizdiğinizi düşünün.
Bu çizgi, sizin, mutluluk-mutsuzluk bölgelerinizi ayıran çizgi olsun. Duygusal olarak nötr durumu göstersin. Kağıdın üst yarısı mutluluk bölgesi, alt yarısı mutsuzluk bölgesi olsun.
Başınıza gelen bir olay sizi mutlu ediyorsa onu bu çizginin üzerinde, mutsuz ediyorsa onu bu çizginin altında konumlandırdığınızı varsayalım. Her olay için bir nokta koyduğumuzu düşünelim.
Pek az insanın ve gördüğüm kadarı ile sizin de fark etmediğiniz şey şu: O çizgi, sabit değil. Hayatınızın bir döneminde belirli bir nokta, çizginin üzerinde iken başka bir dönemde altında olabiliyor. Eğer, bol miktarda mutluluk verici olay yaşayan biri iseniz, genel olarak mutlu bir insansanız çizgi yukarıya doğru hareket ediyor. Ve bir zamanlar sizi mutlu eden bir olay, belirli bir süre sonra çizginin altında kalıyor. Mutluluk eşiğiniz yükseliyor. Basit bir örnek: fakir bir çocuğa 1000 liralık bir hediye almakla zengin bir çocuğa aynı hediyeyi almak aynı anlama gelmez. Her gün Kadıköy'de takılan biri ile Suriye'de savaş bölgesinden kaçan bir insan için tall boy white chocolate mocha aynı anlama gelmez. Bunun nedeni o çizginin konumu işte.
Metaforu zenginleştirelim: Zaten o noktalar birleşip harfler, kelimeler ve cümleler oluşturabiliyorsa o deneyimler bir anlam sunuyor. Konmuş binlerce dağınık nokta, bir karmaşa da sunabilir, o noktalar "seni seviyorum"a da dönüşebilir. 1000 liralık bir çikolata yemekle 1000 liralık bir kitap almak aynı değerde görünse de değil. O çikolatayı yiyip "oha, süpermiş" diyorsunuz ve geçiyorsunuz. Ama o kitabı okuduğunuzda hayatın anlamını çözüyorsunuz. Nokta sayısı aynı belki ama anlam farklı. Tall boy white chocolate mochayı size aşık olduğunuz ve birazdan hissettiklerinizi açıklayacağınız kişi alıp masanıza getirdiyse onun verdiği mutluluk, bir haftadır ağzına su ve ekmekten başka bir şey girmeyen Suriye'li bir çocuğu ettiğinden daha fazla sizi mutlu edebilir. Buna göre esas mutluluk deneyim değil o deneyimin anlamıdır.
Ama ister öyle ister böyle bunların hepsi, bir dosya kağıdının üzerinde. Kolayca buruşturulup çöpe atılabilecek bir hayat bu. Çok da anlamı yok aslında. Çoğunu unutuyoruz zaten. O nedenle Atatürk'ün, Aristo'nun, Einstein'ın, Aşık Veysel'in söylemlerini taşların, metallerin üzerine yazıyoruz. Kolayca buruşturulup bir kenara atılamasın diye. Çizgiyi nereden çektiğiniz mutlu olma seviyenizi değiştirebilir. Ama anlamı etkilemeyecek ve yaşadıklarınızın kalıcılığını ya da önemini/değerini de belirlemeyecektir.
Hayat toplamda nötre yakındır. Mutluluklarımız ya da mutsuzluklarımız dengelidir. Çünkü o çizgi değişken ve deneyimlerin çoğu zaman bir anlamı yok. Kalmıyorlar, yok oluyorlar. Dosya kağıdı gibi. Anlam oluşturmak ve bu anlamı kalıcı kılabilmek önemli.