(Yazdığım cevap, yıllardır okuduğum ve izlediğim çeşitli bilimsel kaynakların aklımda bıraktığı tortulardan ve kendi tecrübelerimden yaptığım mantıksal çıkarımlara dayalı bir yorum niteliğindedir...)
İnsan erkeği birçok memeli türünde olduğu gibi mümkün olduğunca fazla dişiyi döllemek üzere evrimleşmiştir (bkz. neredeyse sınırsız sperm üretimi). Kadın ise en kaliteli genlere sahip erkeği bulup sınırlı sayıdaki yumurtalarını boşa harcamadan ondan sağlıklı bir yavru yapmak ve yavrusuna kendi ayakları üzerinde duracak hale gelene kadar annelik yapmak üzere...
Bu çok temel noktadan bakacak olursak erkeklerin, evrensel olarak, genelde neden "çapkın" olduğu, kadınların da genelde neden "beyaz atlı prens"i bulmak için çaba sarfettiği anlam kazanır.
Erkeğin fizyolojisinin ona uyguladığı cinsel davranış dürtülerinin yukarıdaki evrimsel nedenden dolayı hem daha primitif bir nitelikte hem de daha sık gerçekleştiğini düşünebiliriz. Günlük üretimi milyonlarla ifade edilen sperm hücreleri bir şekilde düzenli olarak harcanmalıdır ki dünyaya mümkün olduğunca yeni yavru gelsin. Bugün harcansa yarın yenileri oluşacak ve onların da fazla beklenmeden harcanması gerekecektir. Bu durumda dürtünün erkeğe fısıldadığı "Sık sık cinsel ilişkiye girmelisin; arayı çok açma!"dan ibarettir. Aynı ya da farkli kişilerle... Günde milyonlarca sperm üretebilen ve dişisi az yavru yapabilen bir organizma olarak, popülasyondaki genetik çeşitliliğin artması için farklı dişilere spermini saçması anlamlıdır. (Buradan yapılması gereken başka bir çıkarım da, ilişki imkanı bulamayan erkek bireyler için mastürbasyonun ne kadar gerekli, sağlıklı ve neredeyse "hayati" olduğudur.)
Kadına gelecek olursak... Erkek bir günde milyonlarca sperm hücresi üretirken kadın, her 28 günlük mentruasyon dönemi için döllenebilir nitelik kazanmış tek bir yumurta üretiyor. Erkeğin amacı, pratikte sonsuz sayıdaki gametlerini saçmakken kadınınki neredeyse tam tersi: Sınırlı sayıdaki aşırı değerli yumurtalarını sadece, onları hak edecek nitelikte, yüksek kaliteli sperm sahiplerini bulursa sunmak. Dolayısıyla kadının cinsel dürtüsü "daha akıllı ve sakin" tipte; "Önemli olan doğru kişiyi bulmak, yumurtalarımız sınırlı ve değerli. Doğru kişiyi bulduğumuzdan emin olana kadar sana çok yüklenmeyeceğim, sadece aktif bir arayıcı olmanı sağlayacağım" tarzında... Doğru kişi bulunduğunda ise iş değişiyor. O zamanki baskının erkeğin yaşadığı standart baskıdan çok daha güçlü olduğunu düşünüyorum: "İşte tüm yaşam amacının potansiyel sağlayıcısı. Sakın bunu kaçırma. Bu kişi sana kaliteli spermler verecek, yavrun sağlıklı olacak, ayrıca iyi de babalık yapacak gibi bir hali var. Hedefe kitlen ve sakın bırakma" tarzında bir baskı. (Filmlerde de klişeleşmiş bir sahneye dönüşmüş olan, sevdiği erkekten evlilik teklifi alan kadının aşırı derecede sevinmesi ve adeta büyük bir stres boşalması yaşayarak gözyaşlarına boğulması durumuna anlam veremeyenler konuya bir de bu açıdan bakabilir...)
Kadın için sürecin devamında, yani hamilelikte ve yavru doğduktan sonraki birkaç yılı kapsayan süreçte, cinsel dürtülerin dikkate değer biçimde azalmasının nedeni ise tüm enerji ve zamanını yavru bakımına daha rahat bir şekilde aktarabilmesi...
Özetle, sadece gamet üretimindeki bu biyolojik farklar bile iki cinsiyet arasında cinsel güdü ve dürtüler açısından farklar olmasını gayet anlamlı kılıyor.